0 Üye ve 1 Ziyaretçi Konuyu İncelemekte. Aşağı İn :)
Sayfa 1
Konu: Medeni Hukuk Ders Özeti Bütün Üniteler  (Okunma Sayısı: 1078 Kere Okundu.)
« : Aralık 06, 2014, 01:38:15 ÖÖ »

SaviorAngel
*
Üye No : 20558
Nerden : İstanbul
Cinsiyet : Bayan
Konu Sayısı : 5336
Mesaj Sayısı : 8 562
Karizma = 50939


ÖNEMLİ NOT:

Hukuk Sistemini anlamanız ve zihninizde canlanmasına yardımcı olması için başlamadan önce ders özetinin en sonundaki hiyerarşiyi muhakkak inceleyiniz.

1.ÜNİTE

(MEDENİ HUKUKA GİRİŞ, MEDENİ HUKUKUN KAYNAKLARI VE TEMEL KAVRAMLARI)

GENEL OLARAK HUKUK KAVRAMI VE MEDENİ HUKUKUN HUKUK KOLLARI ARASINDA YERİ Genel Olarak Hukuk Kavramı

Hukuk kuralları, toplum halinde yaşamak zorunda olan insanların birbirleriyle ve toplumla olan ilişkilerini düzenleyen en önemli sosyal düzen kuralı niteliğini taşıyan kurallardır. Hukuk kuralları sadece insanlar arası ilişkileri değil, tüm kişiler arası ilişkileri düzenleyen kurallar bütünüdür.

Aynı zamanda özellikle hukuk kurallarının uygulanması devlet gücü ile desteklenmektedir. Hukukun temel amaçlarını, dirlik ve düzeni sağlama, hukukî güvenliği sağlama, adaleti sağlama ve toplumun gereksinimlerini karşılama şeklinde özetlemek mümkündür.

Hukukun Kolları (Branşları) ve Medeni Hukukun Yeri

Romanın ünlü hukukçusu Ulpianus, devletin yapısını ilgilendiren hukuka "kamu hukuku" (jus publicum), kişilerin çıkarlarını ilgilendiren hukuka ise özel hukuk (jus privatum) demiştir. Kamu hukuku ve özel hukuk ayrımı daha çok Kıta Avrupası hukukunda gelişmiş olup, bu hukuk ailesine dâhil olan Türk hukuku için de geçerlidir. Hukukun kollara ayrımı yapılırken kullanılan birçok ölçüt bulunmakla birlikte bu ölçütler arasında en yaygın kullanılanlarından biri "eşitlik" ölçütüdür.

MEDENİ HUKUK KAVRAMI

Medeni hukuk terimi, sözlük anlamı itibariyle "şehir hukuku" veya "şehirliler hukuku" anlamına gelmektedir. Kişiler arasındaki özel ilişkileri konu edinen medeni hukuk, kişilerin birbirleriyle ve belirli ölçüde devletle olan doğrudan veya dolaylı ilişkilerini düzenleyen kurallardan oluşan bir pozitif hukuk alanıdır. Medeni hukuk, düzenlediği ilişkilerin niteliği ve kapsamı açısından beş ana dala ayrılmaktadır. Bunlar; "kişiler hukuku", "aile hukuku", "miras hukuku", "eşya hukuku" ve "borçlar hukuku" dur. Borçlar hukuku, kişiler arasında kurulan farklı türlerdeki borç ilişkilerini ve bunlardan doğacak alacak haklarını ve borçları düzenler. Türk hukukunda medeni hukuk ilişkileri iki ayrı kanunda düzenlenmiştir. Bunlardan biri Medeni Kanun diğeri ise Borçlar Kanunudur. Ancak bu iki kanun gerçekte birbirine bağlı metin niteliğini taşır. Borçlar hukukunu düzenleyen Borçlar Kanunu, diğer dört medeni hukuk dalını düzenleyen Medeni Kanunun ayrılmaz bir parçası olduğunu açıkça belirtmektedir.

MEDENİ HUKUK



EŞYA HUKUKU



BORÇLAR HUKUKU



8-117. maddeler   118-494. maddeler   495-682. maddeler

MEDENİ HUKUKUN KAYNAKLARI

Medeni Hukukun kaynaklarını üç grupta incelenir. Bunlar: asli, tali ve yardımcı kaynaklardır.



683-1027. maddeler







KANUNLAR

KANUN HÜKMÜNDE KARARNAMELER



■ ASL KAYNAKLAR





TÜZÜKLER

YÖNETMELİKLER

İÇTİHADI BİRLEŞTİRME KARARLARI

ÖRF VE ADETLER

HAKİMİN YARATTIĞI HUKUK

MAHKEME İÇTİHATLARI



YARDIMCI KAYNAKLAR

DOKTRİNLER

Asli Kaynaklar

TMK. madde 1'e göre, "Kanun sözüyle ve özüyle değindiği bütün konularda uygulanır. Kanunda uygulanabilir bir hüküm yoksa hâkim, örf ve âdet hukukuna göre, bu da yoksa kendisi kanun koyucu olsaydı nasıl bir kural koyacak idiyse ona göre karar verir". Her ne kadar burada "kanun"dan söz edilmiş ise de, bundan kasıt "yazılı hukuk kuralları"dır. Yazılı hukuk kurallarını ise temelde beş grupta toplayabiliriz. Bunlar; "kanunlar", "kanun hükmünde kararnameler", "tüzükler", "yönetmelikler" ve "içtihadı birleştirme kararları"d\r.

Kanunlar

Medeni hukukun yazılı kaynakları arasında Medeni Kanun, Borçlar Kanunu ve diğer kanunlar vardır. isviçre Medeni Kanunu ile isviçre Borçlar Kanunu bazı değişiklikler yapılarak Türkçeye çevrilmiş ve Medeni Kanun 17.2.1926, Borçlar Kanunu ise 22.4.1926 tarihinde kabul edilerek her ikisi de 4.10.1926 tarihinde yürürlüğe girmiştir. 1926 tarihli ve 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi 22.11.2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 1028. Maddesiyle yürürlükten kaldırılmış ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu 1 Ocak 2002 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Halen uygulanan bu Kanun 1030 maddeden oluşmaktadır.

Kanun Hükmünde Kararnameler

1961 Anayasasında 1971 yılında yapılan değişiklik ile Bakanlar Kuruluna kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi verilmiştir. Kanun hükmünde kararname çıkarmaya ilişkin düzenleme 1982 Anayasası ile de kabul edilmiştir. Bu bağlamda Türkiye Büyük Millet Meclisi, kanun ile belli konularda Bakanlar Kuruluna "kanun hükmünde kararname" çıkarma yetkisi verebilir. Söz konusu yetki kanununda, kararnamenin amacı, kapsamı, ilkeleri ve bu yetkiyi kullanma süresi açıkça gösterilmelidir. Kanun hükmünde kararnameler de kanunlar gibi, Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girerler. Ancak kanun hükmünde kararnameler yayımlandığı gün Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulurlar. Meclise sunulan kararnameler, kanunların görüşülmesi için konulmuş olan kurallara göre, öncelik ve ivedilik ile görüşülürler. Bu görüşme neticesinde kararname, aynen kabul edilebilir, değiştirilebilir veya reddedilebilir. Reddedilen kararnameler, ret kararının Resmi Gazete'de yayımlandığı gün yürürlükten kalkarlar.

Tüzükler

1982 Anayasası'nın 115. maddesine göre, Bakanlar Kurulu, kanunun uygulanmasını göstermek veya emrettiği işleri belirtmek üzere, kanunlara aykırı olmamak ve Danıştay incelenmesinden geçirilmek şartıyla tüzükler çıkarabilir. Tüzükler, Cumhurbaşkanı tarafından imzalanır ve kanunlar gibi Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girer.

Yönetmelikler

Kamu kuruluşları, kendi görev alanlarını ilgilendiren yasa ve tüzüklerin uygulanmasını sağlamak üzere ve bunlara aykırı olmamak koşuluyla yönetmelik çıkarabilirler. Başbakanlık, bakanlıklar ve kamu tüzel kişileri kendi görev alanlarını ilgilendiren yasa ve tüzüklerin uygulanmasını sağlamak için ve bunlara aykırı olmamak koşuluyla yönetmelik çıkarma yetkisine sahiptir. idarenin yönetmelik çıkarması düzenli yönetim ilkesinin bir gereğidir ve idare bu yetkiye kendiliğinden sahiptir. Bir başka deyişle idarenin yönetmelik çıkarmak için ayrıca yasayla yetkili kılınması gerekmez. Söz konusu yönetmeliğin iptali için Danıştay'a veya yönetmeliğin niteliği ve uygulama alanına göre idare mahkemelerine dava açılabilir. Yasaya ve tüzüğe aykırı olan yönetmelikler mahkemelerce uygulanmaz. 1982 Anayasası, 1961 Anayasası'ndan farklı olarak, tüm yönetmelikleri Resmi Gazete'de yayımlanma zorunluluğunu ortadan kaldırmıştır. Hangi yönetmeliklerin Resmi Gazete'de yayımlanacağı konusu, yasama organının takdirine bırakılmıştır.

İçtihadı Birleştirme Kararları

içtihadı Birleştirme Kararları, Yargıtay'da Büyük Genel Kurul da denilen içtihadı Birleştirme Genel Kurulu veya Küçük Genel Kurul dediğimiz Hukuk Genel Kurulu ya da Ceza Genel Kurulu tarafından alınır ve RG'de yayımlanır. Her iki genel kurulun aldığı kararın hukuki değeri aynıdır.

Yargıtay'ın içtihadı Birleştirme Kararları benzer olaylarda bütün mahkemeleri bağlayıcı bir niteliktedir. Yargıtay'ın hukuk boşluklarını doldurmak üzere içtihadı Birleştirme Kararlarıyla yarattığı hukuk kuralları, medeni hukukun yazılı kaynağı haline getirilmiş bulunmaktadır.

Tali Kaynaklar

Tali kaynaklar, hâkimin önüne gelen hukuki uyuşmazlığı çözerken yazılı hukuk kuralı bulamaması durumunda başvuracağı kaynaklardır. Bu kaynaklar örf ve âdet hukuku ve hâkimin yarattığı hukuktur.

Örf ve Âdet Hukuku

Örf ve âdet hukuku, medeni hukukun yazılı olmayan kaynakları arasındadır. Örf ve âdet hukuku kuralları, hâkimin yazılı bir hukuk kuralı bulamadığı durumlarda başvuracağı tali bir kaynaktır. Örf-âdet kuralının hukuk kuralı haline gelebilmesi için üç unsura ihtiyaç vardır.

Bunlar: Maddi unsur, manevi unsur ve hukuki unsurdur.

Maddi unsuru süreklilik, devamlılık ve tekrarlanmadır. Bir örf ve âdet kuralının hukuk kuralı haline gelebilmesi için uzun süreden beri uygulanıyor olması gerekir.

Manevi unsuru genel inanıştır. Bir örf ve âdet kuralının hukuk kuralı haline gelebilmesi için toplum içinde o kurala uyulmasının zorunlu olduğu yönünde genel bir inancın olması gerekir.

Hukuki unsuru: Bir örf ve âdet kuralının hukuk kuralı haline gelebilmesi için onun "yaptırım" ile desteklenmesi gerekir. Bu da örf ve âdet kurallarına yasalar tarafından yapılan yollamalarla sağlanmaktadır.

Örf ve âdet hukuku kuralları, etkili oldukları alan bakımından "genel örf ve âdet hukuku kuralları" ve "özel örf ve âdet hukuku kuralları" olmak üzere iki türe ayrılmaktadır.

Genel örf ve âdet hukuku kuralları, ülkenin her yerinde bilinen ve uygulanmakta olan kurallardır. "Ortakçılık" ve "yarıcılık", doktrinde genel örf ve âdet hukuku kurallarına örnek olarak gösterilmektedir.

Özel örf ve âdet hukuku kuralları ise, ülkenin sadece belli bir yöre veya bölgesinde veya belli bir meslek grubuna dâhil bulunan kimseler arasında geçerli olan kurallardır. Bu kurallar öncelikle "tacirler arasında" uygulanan kurallardır.

Genel olarak örf ve âdet hukukundan, kanunlardaki boşlukların doldurulmasında ve kanunların yorumunda yararlanılır.

Hâkimin Yarattığı Hukuk

Kanun koyucunun ileride doğacak bütün olayları tahmin ederek onları düzenleyecek hukuk kuralları koyması mümkün değildir. Bu durumda hâkim tıpkı bir kanun koyucuymuş gibi hareket edecek ve önüne gelen somut olayı çözümlemek için, hukuk yaratma yetkisini kullanacaktır.

Yardımcı Kaynaklar

Medeni Hukukun yardımcı kaynakları içtihatlar ve doktrindir. Mahkeme İçtihatları

Yargısal içtihatlar, mahkemeler tarafından verilen kararlarda bir hukukî sorunun çözümünde izlenen yolu ifade etmektedir. Mahkemeler, önlerine gelen somut olayları çözümlemek için soyut hukuk kurallarını uygularlar. Bu durumda hukuk kuralı uygulayan hâkimler, soyut olan bu kuralları yorumlamak, anlamlarını araştırmak zorundadırlar. Böylece mahkemeler, hukukun oluşumuna büyük katkıda bulunurlar. Özellikle yüksek dereceli mahkemelerin kararları ilk dereceli mahkemeler için örnek oluşturur. Yargı kararlarının hukukumuzda bir bağlayıcılığı yoktur. Yani bir olay için verilen karar ne kararı veren mahkemeyi ne de diğer mahkemeleri bağlar. Ancak özel nitelik taşıyan bir karar olan "içtihadı birleştirme kararları" bağlayıcı niteliktedir. Yargıtay kararları arasında çelişkilerin bulunması durumunda, bu çelişkiler içtihatları Birleştirme Genel Kurullarınca giderilir. Bunun dışındaki diğer yargı kararları ancak yardımcı kaynak sayılmaktadır.

Doktrin (Bilimsel Görüşler)

Doktrin, hukuk bilimiyle uğraşan bilim adamlarının hukukî sorunlara ilişkin görüş ve düşüncelerini ifade etmektedir. Bilimsel görüşler daha çok etkisini kanun koyucunun çalışmaları üzerinde gösterir. Kanun koyucu, hukukî düzenlemeler yaparken, bilimsel görüşlerden yararlanır.

MEDENİ KANUNUN UYGULANMASI

TMK. Madde 1/I'e göre, "Kanun, sözüyle ve özüyle değindiği bütün konularda uygulanır".

Kanunun sadece sözüyle (lafzıyla) uygulanması, her zaman somut olayı çözecek nitelikte sonuçlar çıkarmayabilir. Çünkü ya kanunun sözü (lafzı), metni, ifadesi, dili açık ve seçik olmayabilir, ya da kanunun ifadesinde kullandığı sözcükler dil bakımından açık ve anlaşılabilir olmakla beraber, bunların hukuk alanında neyi ifade ettikleri, hukuk dilinde ne anlama geldikleri kolaylıkla saptanamayabilir.

Kanunun özü (ruhu) teriminden kanunun bütününe egemen olan esaslara göre belirli bir maddenin ifade ettiği anlam anlaşılır. Kanunun özünü (ruhunu) ortaya çıkarabilmek için yapılması gereken kanunu yorumlamaktır.

Medeni Kanunun Yorumlanması

Yorum Türleri

Kanunların yorumlanması, yorumu yapan kişiye veya makama göre, yasama yorumu, yargısal yorum ve bilimsel yorum olmak üzere üçe ayrılır. Yasama Yorumu

Bizzat kanun koyucu tarafından yapılan yorumdur. Burada kanun koyucu, uygulamada kanun hükmünün nasıl anlaşılması gerektiğini bildirir. Yasama organı tarafından yapılan yorum da kanun gibi, bağlayıcı niteliktedir. 1924 Anayasası döneminde kanunların yorumlanması Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin görevleri arasında sayılmakta idi. Ancak bu yol 1961 Anayasası ile kaldırılmış olup, 1982 Anayasasında da öngörülmemiştir. Dolayısıyla yasama yorumu günümüzde geçerli değildir ve uygulanması mümkün değildir.

Yargısal Yorum

Yargı mercilerinin görevi, soyut hukuk kurallarını somut olaylara uygulamaktır. Bu çerçevede hâkimin önüne gelen olaya hukuk kuralını uygularken yaptığı yorum yargısal yorum olarak adlandırılır. Yargısal yorumun, daha sonraki olaylarda yorumu yapan hâkimi ve başka mahkemeleri bağlayıcı yönü bulunmamaktadır. Ancak içtihadı birleştirme kararlarına konu olmuş olan yargı yorumlarının bağlayıcı niteliği vardır.

Bilimsel Yorum

Hukuk bilimiyle uğraşan çevreler tarafından yapılan yorumu ifade etmektedir. Bilimsel yorumun bağlayıcı niteliği olmamakla birlikte yargı kararları üzerinde dolaylı bir etkisi bulunmaktadır.

Yorum Yöntemleri

Kanun hükmünü yorumlama yöntemlerini genel olarak üç ana grup altında toplanır. Bunlar; deyimsel, tarihsel ve amaçsal yorum yöntemleridir. Deyimsel Yorum Yöntemi

Deyimsel yorum yöntemi (lafzî yorum) denilen bu yorum yönteminde, kanunun mantık ve deyim bakımından anlamını araştırmak esastır. Kanun metninde kullanılan kelimelerden, o hükmün ne anlama geldiği saptanmaya çalışılır. Burada yorum yapılırken kanunun metni ile bağlı kalınır ve metin dışına çıkılmaz.

Tarihsel Yorum Yöntemi

Tarihsel yorum yönteminde, kanun koyucunun iradesinin araştırılması esastır. Bu yapılırken, kanunun hazırlık çalışmalarına, komisyon ve Meclisteki konuşmalara, tartışmalara ve kanunun gerekçesine bakmak ve bunlardan yararlanmak gerekmektedir.

Amaçsal Yorum Yöntemi

Amaçsal yorum yönteminde, kanunlar uygulandığı zamanın gereklerine ve anlayışına göre yorumlanırlar. Kanunlar yorumlanırken, kanun metni yanında, kanunun amacını ve özellikle zamanın ihtiyaçlarını ve devrin anlayışını da gözden uzak tutmamak gerekmektedir. Bu yorum yöntemi uyarınca, kanunların statik yapısı ile hayatın dinamik gerçekleri arasındaki çelişkiyi gidermek hâkimin görevi kabul edilmektedir.

Kanunların Yorumlanmasında Kullanılan Mantık Kuralları

Hâkimin karar verirken bazı mantık kurallarından yararlanması gerekebilir. Bu kuralların en önemlileri arasında "kıyas", "evleviyet yolu" ve "aksi ile kanıt yolu" sayılabilir.

Kıyas, belli bir hukukî ilişki veya durum için konulmuş olan kanun hükmünün, hakkında kural bulunmayan ancak benzer olan başka bir hukukî ilişki veya duruma uygulanması anlamına gelir. Kıyas yoluna başvurabilmesi için hukukî ilişkiler arasında makul bir benzerlik bulunmalıdır. Kıyas yoluna daha ziyade özel hukuktan kaynaklanan ilişkilerde başvurulur. Kamu hukukundan kaynaklanan ilişkilerde ise kıyas yoluna pek başvurulmaz.

Evleviyet yolu, çoğun içinde azın da bulunacağı, bütün için doğru olanın parçalar için de doğru olacağı ilkesine dayanır. Daha önemli bir durum için kabul edilen bir hükmün daha az önemli olan bir durum için de uygulanabilmesi anlamına gelir.

Kanıt: Bazı durumlarda, bir olay hakkındaki hüküm, aralarında benzerlik olmasına rağmen kıyas yoluyla benzer olaylara uygulanmaz. Bu doğrultuda bir sonuca, aksi ile kanıt yolundan ulaşılır.

Hâkimin Hukuk Yaratması

Hâkim hukuk boşluğunu doldurmak üzere hukuk yaratma yetkisini kullanırken üç şekilde hareket edebilir. Bunlar; kıyas, hukukun genel ilkeleri ve hâkimin tamamen orijinal bir hukuk kuralı yaratmasıdır. Hâkimin yarattığı hukuk kuralının benzer bir olayda uygulanması zorunluluğu yoktur. Diğer bir ifadeyle, hâkimin yarattığı hukuk kuralı ne kendisini ne de başka mahkemeleri bağlar. Zira hâkimin yarattığı kural bir yargı kararı, yani içtihat olacaktır.

Boşluk Kavramı

Bir hukukî sorun hakkında, kanunda, örf ve âdet hukukunda ve diğer herhangi bir hukuk kaynağında kural yok ise bu durum "hukukta boşluk" anlamına gelir. Bazı konular hukuk dışı olduğu için bu konularda hukukî bir düzenlemenin yapılması beklenemez. Bu sebeple, bu alanlara ilişkin düzenlemenin bulunmaması kanunda boşluk anlamına gelmez. Örneğin, bu alanda hukuki bir düzenleme yapılması gerekmediğinden, dini evlenmenin nasıl yapılacağının kanunda yer almaması kanunda boşluk anlamına gelmez. Bazı durumlarda ise, kanun koyucu kasıtlı olarak susmuş olabilir.



KANUNDAKİ BOŞLUK TÜRLERİ

BOŞLUK TÜRLERİ

DOKTRİNDE KABUL EDİLEN BOŞLUK TÜRLERİ



BOŞLUK TÜRLERİ

Boşluk Türleri

Boşluk kavramı en geniş şekilde kanundaki boşluk türleri ve doktrin tarafından kabul edilen boşluk türleri şeklinde ayırımına tabi tutularak incelenebilir.

Kanundaki Boşluk Türleri

Kanunda boşluk olduğu hallerde bu boşluk kural içi boşluk veya kural dışı boşluk olabilir. Kural içi Boşluk

Kural içi boşluk, kanun koyucunun bilerek ve isteyerek bıraktığı boşluk hali olarak tanımlanabilir. Burada, adil bir çözümün bulunabilmesi uygulama ve bilime bırakılmıştır. Kural içi boşluk da kendi arasında yollamalar (atıflar), genel kayıtlar, içi boş normlar ve tanımlama boşluğu olarak dörde ayrılmaktadır.

Yollamalar: Kanun koyucu, bazı durumlarda düzenleme yapmaz, ama başka bir maddeye yollama yapar. Örnek, evliliğin butlan ile sona ermesi durumunda, çocuklar ile ana ve baba arasındaki ilişkilere boşanmaya ilişkin hükümler uygulanır. Burada boşanma hükümlerine bir yollama vardır.

İçi Boş Normlar ve Genel Kayıtları: Bazı durumlarda kanun koyucu, genel kayıtlar ve içi boş normlarla belli konular için çözüm yolları öngörmüştür. Ancak bu çözüm çok geniş ve kesin değildir. Bu sebeple dolaylı olarak uygulanır. Kanun koyucu, genel ilkeyi koyarken içeriğinin doldurulmasını kasıtlı olarak hâkime bırakmıştır. Örneğin, "kimse özgürlüklerinden vazgeçemez veya onları hukuka ya da ahlaka aykırı olarak sınırlandıramaz" hükmü genel bir kayıttır.

Tanımlama Boşluğu: Kanun koyucu, kural koyarken bazı kavramları tanımlamamıştır. Bu durumda tanımlama boşluğu söz konusu olur. Örneğin TMK. m. 175 yoksulluk nafakasını düzenlemektedir. Ancak "yoksulluk" kavramını tanımlamamaktadır. Böylece bu kavramın belirlenmesi yetkisini hâkime bırakmaktadır.

Kuraldışı Boşluk

Kural içi boşluğun dışında kalan boşlukların hepsi kural dışı boşluktur. Bu boşluk, kanun koyucu tarafından istenmeden bırakılan boşluklardır. Bu boşluğun sebebi, ya kanun koyucunun bu boşluğu görmemiş olması veya düzenleme yapmayı unutması ya da düzenleme ihtiyacı yaratan hukukî sorunun sonradan ortaya çıkmasıdır.

Kural dışı boşluk da kendi içinde, açık boşluk ve açık olmayan boşluk olarak ikiye ayrılmaktadır. Açık boşluk, somut olaya uygulanacak bir hükmün olmaması halidir.

Açık olmayan boşluk halinde ise konuya ilişkin olarak bir düzenleme vardır. Ancak bu kuralın olduğu hali ile uygulanması adil olmayan sonuçların ortaya çıkmasına sebep olabilir. Bu gibi durumlarda hâkim, kuralı daraltarak maddenin amacına uygun sınırlamaya gitmelidir.

Doktrinde Kabul Edilen Boşluk Türleri

Doktrinde kabul edilen diğer bir boşluk çeşidi, gerçek boşluk ve gerçek olmayan boşluktur.

Gerçek Boşluk: Belli bir konuda kanunda hüküm olması gerekirken hiçbir hükmün bulunmamasına gerçek boşluk denilmektedir. Örneğin, terekesinde aktifi bulunmayan murisin cenaze masraflarının kimin karşılayacağı düzenlenmemiştir. Burada gerçek bir boşluk vardır.

Gerçek olmayan boşlukta ise, somut olaya uygulanacak bir kural olmakla beraber, bu kural olayın çözümü için tatmin edici değildir.

Hâkimin Takdir Yetkisi

Hâkimin hukuk yaratma yetkisinden farklı olarak bir de takdir yetkisi bulunmaktadır. Yukarıda belirtildiği üzere, hâkimin hukuk yaratabilmesi için, gerek kanunlarda gerekse örf ve âdet hukukunda kural olmaması gerekir. Oysa hâkimin takdir yetkisini kullanırken elinde olaya uygulayacağı bir kural bulunmaktadır. Ancak burada, somut olayın önceden bilinmeyen özellikleri dolayısıyla, hâkime bir değerlendirme, bir tercih yapma yetkisi tanınmaktadır. Kanunun takdir yetkisi tanıdığı veya durumun gereklerini ya da haklı sebepleri göz önünde tutmayı emrettiği konularda hâkim, hukuka ve hakkaniyete göre karar verir.

Bazı durumlarda, kanunda açıkça hâkimin takdir yetkisine sahip olduğu belirtilmez. Fakat kanunda kullanılan deyim ve kelimelerden hâkime takdir yetkisinin tanındığı sonucu çıkarılabilir. Örneğin, kanunlarda kullanılan "muhik sebepler", "uygun tedbir" veya "uygun miktar", "hakkaniyete uygunluk", "muayyen şartların mevcut olması" gibi kavramlar hâkime takdir yetkisi tanındığını göstermektedir.



2.ÜNİTE

( DÜRÜSTLÜK KURALI, İYİNİYET, İSPAT YÜKÜ, RESMİ SİCİL VE SENETLER )

DÜRÜSTLÜK KURALI Genel Olarak

Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır. Kişiler haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken toplum içindeki makul, orta zekâlı bir kimsenin davrandığı gibi davranmalıdır. Dürüstlük kuralından kasıt, "normal ve makul" bir insan davranışıdır. Kişi haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken, "makul ve orta zekâlı" kişilerin davranış biçimine uymalıdır, dürüstlük kuralına uygun davranmalıdır.

İlkenin Uygulama Alanı

Dürüstlük kuralları genel olarak hakların kullanılması ve borçların yerine getirilmesinde kullanılmaktadır. Dürüstlük kuralı aynı zamanda, kanunların yorumlanmasında, hukukî işlemlerin yapılması, yorumlanması, tamamlanması, başka işlemlere dönüştürülmesi ve yeni şartlara uyarlanmasında da kullanılmaktadır. Hukuk kuralları, genel ve soyut niteliktedir. Hâkim bu kuralları somut olaylara uygularken ve kendisine takdir hakkı tanınan durumlarda doğruluk ve dürüstlük ilkelerinden yararlanmakta ve bu kural çerçevesinde kanunları yorumlamaktadır. Örneğin, bir boşanma davası sonucunda hâkim çocuk üzerindeki velayet hakkının kime bırakılacağını takdir ederken doğruluk ve güven ilkelerinden yararlanacaktır. Hukukî işlemlerin kurulması sırasında da doğruluk ve dürüstlük kuralları uygulama alanı bulmaktadır. Hukuki işlemlerde boşlukların doldurulmasında yine dürüstlük kuralından yararlanılır. Son olarak sözleşmenin yeni şartlara uyarlanmasında da dürüstlük kuralları önem taşımaktadır. Hukukta çok önemli bir ilke olan ahde vefa ilkesi (pacta sunt servanda) gereği kural olarak bir sözleşme akdedildikten sonra artık taraflar bu sözleşmeye uymakla yükümlüdür.

Hakkın Kötüye Kullanılması ve Hakkın Kötüye Kullanılması Yasağı

Bir hakkın amaçlarına ve dürüstlük kurallarına aykırı olarak kullanılmasına hakkın kötüye kullanılması adı verilir.

Öncelikle bir hakkın kötüye kullanılmasından söz edebilmek için bir hakkın bulunması gerekmektedir. Hakkın olmadığı yerde kötüye kullanılması da düşünülemez. ikinci olarak, hakkın açıkça doğruluk ve dürüstlük kurallarına aykırı kullanılması gerekir. Son olarak, bir hakkın kullanılması başkasına zarar vermeli veya zarar tehlikesi yaratmalıdır.

Hakkın kötüye kullanılmasından zarar gören kişi dört farklı dava yoluna başvurabilir. Bu davalar hakkın kötüye kullanımını durdurma, hakkın kötüye kullanımını önleme, tespit davaları ile tazminat davasıdır.

İYİNİYET

Genel Olarak

Bir durumu bilen veya bilmesi gereken kişinin kötüniyetli olduğu, yani iyiniyetli olmadığı sonucuna ulaşılır. Buradan da iyiniyetin tanımını çıkarmak mümkündür. iyiniyet, bir hakkın doğumuna engel olan bir durumun olaydaki varlığı veya gerekli unsurlardan birinin yokluğu hakkındaki mazur görülebilir bir bilgisizlik veya yanlış bilgidir. Bu çerçevede iyiniyet hakların kazanılmasına hizmet eder. iyiniyetli olmanın sonuçları medeni hukukun tüm dallarında görülür. Ancak iyiniyet sadece kanunun iyiniyeti düzenlediği durumlar bakımından söz konusu olabilir.

İyiniyetin Unsurları

iki unsurun varlığını göstermektedir. Bu unsurlar "bilgisizlik veya yanlış bilgi" ve "bilgisizliğin mazur görülebilmesi" şeklinde sıralanabilir. Bilgisizlik veya Yanlış Bilgi

iyiniyetten söz edebilmek için öncelikle, bir hakkın doğumuna veya sonuçlarını meydana getirmesine engel olan bir durumun varlığı hakkında bilgisizlik veya yanlış bilginin olması gerekir. Örneğin, satın alınan bir televizyonun çalıntı olduğunun bilinmemesi, evlendiği kişinin evli olduğunun bilinmemesi, tapu kütüğünde malik olarak gözüken kişinin gerçekte o taşınmazın maliki olmadığının bilinmemesi gibi.

Bilgisizliğin Mazur Görülebilmesi

Bir kimsenin iyiniyetinden söz edebilmek için bilgisizliğinin veya sahip olduğu yanlış bilginin normal olarak karşılanabilmesi yani mazur görülebilir olması gerekir. Bazı durumlarda kişilere yüklenmiş "kanundan dolayı bilme yükümlülüğü" vardır. Kişinin iyiniyetinden söz edebilmek için bu bilme yükümlülüğüne aykırı davranmamış olması zorunludur. Örneğin, tapu siciline kayıtlı olan bir durumun bilinmediği ileri sürülemez. Tapu kütüğündeki mevcut bir tescile rağmen, bu husus hakkındaki bilgisizlik veya yanlış bilgi mazur görülemez.

Bilgisizlik veya yanlış bilginin mazur görülebilmesi için kişinin kendisinden beklenen özeni göstermiş olması gerekir. Örneğin ülkemizde taşınmazların bir-iki günlük sürelerde el değiştirmeleri sık rastlanan bir durum değildir. Bir gün önce satın alan bir malikin bir gün sonra taşınmazın tekrar satışını gerçekleştirmeye kalkışması halinde alıcının bu durumu hiç araştırmadan taşınmazı alması halinde iyiniyet iddiasında bulunması mümkün olamayacaktır. Zira kişi kendisinden beklenen özeni gösterip gerekli araştırmayı yapmamıştır. Gerçekten de durumun gereği olan özeni göstermeyen kişi iyiniyet iddiasında bulunamayacaktır.

İyiniyetin İspatı

TMK. m. 3/I'e göre, "Kanunun iyiniyete hukukî bir sonuç bağladığı durumlarda, asıl olan iyiniyetin varlığıdır". Kanun koyucu, iyiniyet aranan hallerde asıl olan onun varlığıdır demek suretiyle, onun varlığının değil, yokluğunun ispat edilmesi gerektiğini belirtmiştir. Diğer bir ifade ile burada bir iyiniyet karinesi öngörülmüştür. iyiniyet karinesi bir kimseyi iyiniyetli olduğunu ispat etmekten kurtarır. Hukukumuzda çok kullanılan bu karinenin aksini iddia eden bu iddiasını ispatlamak zorundadır. Ancak iyiniyet iddiasında bulunan kimsenin de, gerekli özeni göstermiş olması gerekir. Yukarıda açıklandığı gibi, gereken özeni göstermeyen kimse iyiniyetini ileri süremez.

İyiniyetin Sonuçları

iyiniyetin korunduğu hallere medeni hukukun bütün dallarında ancak özellikle eşya hukukunda rastlamak mümkündür. Sahibinin elinden rızası ile çıkan bir malın iyiniyetle kazanılması mümkündür. Örneğin A'nın B'ye kiraladığı televizyonun B tarafından C'ye satılması durumunda, tasarruf yetkisine sahip olmayan B'den televizyonu alan C iyiniyetli ise bu iyiniyeti korunacak ve televizyonun maliki olacaktır. Zira bu olayda B emin sıfatıyla zilyettir ve C de emin sıfatıyla zilyetten iyiniyetle ayni hak (somut olayda mülkiyet hakkı) kazanmaktadır. Taşınırlarda ve taşınmazlarda zamanaşımı yoluyla ayni hak kazanımlarında da yine iyiniyet aranmaktadır.

Para ve hâmiline yazılı senetler sahibinin elinden rızası dışında çıkmasına rağmen, bunlara iyiniyetle sahip olan kimseden iade etmesi istenemez. Örneğin, bir kimse sokakta bulduğu parayla kendisine bir dizüstü bilgisayar alsa, parayı kaybeden kişi, bilgisayar firmasına gidip parayı geri isteyemez.

iyiniyetin aile hukukunda da korunduğu durumlar vardır. Örnek. Evliyken yeniden evlenen bir kimsenin önceki evliliği mutlak butlan kararı verilmeden önce sona ermişse ve ikinci evlenmede diğer eş iyiniyetli ise, bu evlenmenin butlanına karar verilemez.

Borçlar hukukunda da iyiniyetin korunduğu haller vardır. Bu hallerden biri sebepsiz zenginleşmedir. Sebepsiz zenginleşenin iade borcunun kapsamı belirlenirken iyiniyetli veya kötüniyetli olmasına göre farklı hükümler öngörülmüş ve iyiniyetli sebepsiz zenginleşen bir anlamda korunmuştur.

İSPAT YÜKÜ

ispat, bir olayın veya olgunun varlığı veya yokluğu konusunda hâkimin kanaat sahibi olmasına yönelik bir faaliyet olarak tanımlanabilir. Bir hususu ispatlamaya çalışmak, bu konu hakkında hâkimi ikna etmek anlamına gelir. Bir davada, iddia ve savunmaya bağlı olarak, karşılıklı iddiaları ispata yarayan malzemelerin toplanarak mahkemeye sunulması tarafların yükümlülüğü altındadır. Bir davada davacı somut olay bakımından iddiasını dayandırdığı olguları, davalı ise savunmasını dayandırdığı olguları ispat etmek zorundadır.

Hukuk hayatında bir vakıanın kimin tarafından ispat edilmesi gerektiği sorununa ispat yükü (beyyine külfeti) denir. Kural olarak iddia eden iddiasını ispatla yükümlüdür. Ancak burada bir yükümlülük değil, bir yük vardır. Diğer bir ifadeyle, kişi iddiasını ispat edemezse, diğer taraf onun mutlaka ispatını isteyemez. ispat yükünün bazı istisnaları vardır bunlar:

1.   Olağan durumun aksinin ispatı, bunu iddia eden tarafa düşer. Örneğin olağan olan onsekiz yaşını tamamlamış bir kişinin tam fiil ehliyetinin olmasıdır. Bu nedenle eğer söz konusu kişi bir hukuki işlem yaparsa fiil ehliyetinin var olduğu kabul edilecek, aksini iddia eden bu iddiasını ispat etmek zorunda kalacaktır.

2.   Herkesçe bilinen vakıaların da ispatına gerek yoktur. Bunun aksini iddia eden ispatla yükümlüdür.

3.   ispat yükünün özel olarak bir kanun hükmü ile belirlendiği hallerde, ispat yükü bu özel kanun hükmünde yazılı kimseye düşer. Örneğin, Borçlar Kanunu hükümleri gereği haksız fiilde zararı ispat etmek davacıya düşer.

4.   Kanun, bazı karineler koyarak o karineye dayanan tarafı ispat yükünden kurtarmıştır.

Karine, belirli bir olaydan ya da varlığı bilinen bir olgudan, belirli olmayan bir olay ya da varlığı bilinmeyen bir olgunun çıkarılması anlamına gelir. Karineler, fiilî ve kanunî karineler olmak üzere ikiye ayrılmaktadır.

Fiili Karineler, Belirli bir olaydan belirli olmayan bir olay için hâkim tarafından çıkarılan sonuçtur. Örneğin, elinde içki şişesi bulunan ve sendeleyerek yürüyen kişinin sarhoş olduğu yönünde fiilî bir karine vardır.

Kanunî karineler ise, belli bir olaydan, belli olmayan bir olay için kanun tarafından çıkarılan sonuçlardır.

Bazı kanunî karineler kesin karine niteliğini taşıyıp, bunun aksi ispat edilemez. Örneğin, tapu siciline kayıtlı olan bir hususun bilinmediği ileri sürülemez. Buna karşılık bazı karineler kesin olmayıp adî karinelerdir. Yani aksi her türlü delille ispat edilebilir. Örneğin, birbirinin mirasçısı olabilecek kişiler aynı anda ölürse ve hangisinin diğerinden daha önce öldüğü belirlenemezse, her ikisi de aynı anda ölmüş kabul edilir ve birbirinin mirasçısı olamaz.

RESMİ SİCİL VE SENETLER

Hukukumuzda senetler, düzenleyen kişilere ve ispat gücüne göre, adî ve resmî senetler olmak üzere ikiye ayrılırlar. Resmî bir makam veya kişinin katılımı ile düzenlenen senetlere "resmîsenet", resmî bir makam veya kişinin katılımı olmaksızın düzenlenen senetlere ise "adî senet" denir. Resmi senetler, kesin delil olarak kabul edilir. Ancak adî senet, altında imzası bulunan kimsenin bunu mahkemede ikrar etmesiyle resmî senede dönüşür ve kesin delil olur.

Resmî siciller ise, devlet memurları veya devletin görevlendirdiği başka görevliler tarafından tutulan tapu sicili, ticaret sicili gibi kütüklerdir. Bu sicillere özellikle kanun koyucu tarafından alenileşmesi istenen bazı hukuki ilişki veya olaylar kaydedilir. Resmi sicillerde kayıtlı hususlar aksi ispat edilinceye kadar doğru kabul edilir, ancak kuşkusuz resmi sicillerin de içeriğinin doğru olmadığı ispat edilebilir.

3.ÜNİTE

(KİŞİ VE KİŞİLİK KAVRAMLARI, KİŞİLİĞİN BAŞLANGICI VE SONA ERMESİ, GERÇEK KİŞİLER, HAK VE FİLLİ EHLİYETİ) KİŞİ KAVRAMI

Medeni Hukukta kişi, haklara ve borçlara sahip olabilen, haklardan yararlanabilen varlığı ifade etmektedir. Bir varlığın kişi olarak kabul edilmesi ancak o hukuk düzeninin söz konusu varlığı bu şekilde kabul etmesine bağlıdır. Bu sebeple, insanların yanında, hukuk düzeni tarafından öngörülen koşulları yerine getiren insan toplulukları ve mal toplulukları da kişi olarak kabul edilmektedir.

KİŞİLİK KAVRAMI

Genel olarak incelendiğinde, kişilik kavramının biri dar biri geniş olmak üzere iki anlamı olduğu belirtilebilir.

Dar anlamda kişilik kavramı, haklara ve borçlara sahip olabilme yeteneğini, diğer adıyla hak ehliyetini ifade eder. Bu anlamı bakımından kişilik esasen kişi kavramıyla aynı anlama gelir.

Geniş anlamda kişilik kavramı ise, sadece hak ehliyetini değil, aynı zamanda fiil ehliyetini (medeni hakları kullanma ehliyeti) de içine almaktadır. Başka bir ifadeyle, kişilik kişiye bağlı ve hukuk düzeni tarafından korunan tüm bedeni, manevi ve hukuki değerleri içerir.

Kişisel durumlar, bir kişiyi diğer kişilerden ayırmaya yarayan ve hukuk düzeninin kendilerine bir takım sonuçlar bağladığı niteliklerdir. Örneğin, bir kimsenin evli ya da bekâr olması, ergin veya kısıtlı olması hep kişisel durumlarla ilgilidir.

Kişilik hakkı ise, kişinin maddî, manevî ve ekonomik bütünlüğü ve varlıkları üzerinde sahip bulunduğu mutlak haktır. Örneğin, bir kimsenin, ismi, resmi, sağlığı, vücut bütünlüğü, onuru, şerefi üzerindeki hakları kişilik hakları olarak nitelendirilir.

GERÇEK KİŞİLER

Modern hukuk düzenlerinin tamamında tüm insanlar gerçek kişi olarak tanınırlar. Ancak tarihin her döneminde bütün insanlara kişilik tanınmamıştır. Örneğin Roma imparatorluğu döneminde tutsaklar ve köleler kişi sayılmamış, tıpkı bir eşya gibi alınıp, satılmışlardır. Türk hukukunda bütün insanlar kişi olarak kabul edilmektedir.

Kişiliğin Başlangıcı

Kişilik, çocuğun sağ olarak tamamıyla doğduğu anda başlar ve ölümle sona erer. Çocuğun tamamıyla veya "tam" doğmasından kasıt ana rahminden tam olarak ayrılması; sağ doğmasından kasıt ise, ana rahminden tamamen ayrıldıktan sonra bir an bile olsa yaşaması, bir kere bile olsa nefes alması demektir.

Kişiliğin Sona Ermesi

Ölüm

Gerçek kişiliğin sona ermesinin en doğal sebebi ölümdür. Kişi ölümle birlikte hak sahibi olma niteliğini ve kişiliğini kaybeder. Ölen kişinin kendi malvarlığı üzerindeki hakları mirasçılarına geçer. Ölümün ne zaman meydana geldiği hususunun belirlenmesi tıp biliminin alanına girmektedir. Ölen kişiden geriye kalan cesedi bir hak süjesi olmadığı gibi, eşya niteliğinde de değildir. Bir kişinin ölmüş olduğunun ispatı, bundan kendi lehine bir hak çıkaracak olan kimseye düşer. Medeni Kanun ölüm olayına önemli hüküm ve sonuçlar bağlamıştır, bu nedenle ölümün ispatı gerekir. Ölümün ispatı ise, kişisel durum sicilleriyle ve karinelerle olur.

Kişisel Durum Sicili

Ölümün ispatı kural olarak nüfus sicilindeki kayıtlara göre olur. Nüfus memuru, ölüm olayının kendisine bildirilmesi üzerine, bu durumu nüfus siciline işler. Nüfus sicilindeki mevcut kayıtların doğru olmadığını iddia edenin bu iddiasını ispatlaması gerekir.

Karineler

Medeni Kanunda ölümün ispatını kolaylaştırmak, hatta bazen mümkün kılmak amacıyla bu hususta iki karine bulunmaktadır. Yasal karine niteliği taşıyan bu karineler, ölüm ve birlikte ölüm karinesidir.

Ölüm karinesi, Bir kişi ölümüne kesin (muhakkak) gözle bakılan bir durumda ortadan kaybolur ve cesedi de bulunamazsa, o yerin en büyük mülkî amirinin emriyle kütüğe ölüm kaydı işlenir. Buna ölüm karinesi adı verilir. Ölüm karinesinden yararlanabilmek için hâkim kararı gerekli değildir, ancak kuşkusuz mahkemeye başvurmaya da bir engel bulunmamaktadır. Unutulmaması gereken husus ölüm karinesinin adi bir karine olduğu ve aksinin her türlü kanıtla kanıtlanabileceği hususudur.

Birlikte Ölüm Karinesi, Birden fazla kişiden hangisinin önce veya sonra öldüğü ispat edilemezse, hepsi aynı anda ölmüş sayılır. Bu karine, özellikle birbirine mirasçı olacak konumdaki kişiler açısından çok önemlidir. Bu durumda aynı anda öldükleri kabul edildiği için söz konusu kişiler birbirinin mirasçısı olamayacaklardır. Birlikte ölüm karinesi de adi bir karinedir.

Gaiplik, ölüm haricinde gerçek kişiliği sona erdiren hallerden bir diğeridir. Bir kimsenin gaipliğine ancak iki halde karar verilebilir. Bunlar; "ölüm tehlikesi içinde kaybolma" ve "uzun zamandan beri kendisinden haber alınamama"dır. Ancak her iki halde de bir kişinin gaipliğine karar verilebilmesi için belli bir sürenin geçmesi gerekir. Bu süreler, ölüm tehlikesi hali için 1 yıl; uzun zamandan beri haber almamama için ise, son haber alınma tarihinden itibaren 5 yıldır. Kanunun aradığı şartlar gerçekleşmiş olsa bile gaiplik, ölüm karinesinde olduğu gibi kendiliğinden gerçekleşmez. Bunun için mahkemeden gaiplik kararının alınması gerekmektedir. ilgililer görevli ve yetkili mahkemeye başvurmalıdırlar. Kural olarak bir kişinin yasal ve atanmış mirasçıları "ilgili" kabul edilir. Bu başvuru, kişinin Türkiye'deki son yerleşim yeri; eğer Türkiye'de hiç yerleşim yeri edinmemişse nüfus sicilinde kayıtlı olduğu yer; böyle bir kayıt da yoksa anasının veya babasının kayıtlı bulunduğu yer mahkemesine yapılır. Böyle bir yer de yoksa Ankara, istanbul ve izmir mahkemeleri yetkilidir. Başvurunun ardından hâkim gaip hakkında bilgisi olan kişileri ilan yoluyla bilgilerini bildirmeye davet edecektir, ilan ile öngörülen bekleme süresi içinde de herhangi bir haber alınamazsa hâkim gaiplik kararı verecektir. Kişi gaiplik kararı verilinceye kadar hak süjesi olarak varlığını koruduğu halde, kara ile birlikte bu durum sona erer ve gaiplik kararı ölüm siciline işlenir. Gaibin geri dönme olasılığı bulunduğu için mirasçıları mirası paylaşsalar da terekenin kendilerine tesliminden önce kendilerine intikal eden miras bakımından teminat göstermeleri gerekir. Mirasçıların göstermesi gereken teminat süresi, ölüm tehlikesi içinde kaybolma durumunda, terekenin mirasçılara tesliminden itibaren beş yıl; kendisinden uzun süreden beri haber almamama durumunda, son haber alma tarihinden itibaren on beş yıldır. Gaip 100 yaşına geldiğinde teminat gösterme süresi bu sürelerin dolup dolmadığına bakılmaksızın kendiliğinden sona erer. Bir kişinin gaipliğine karar verilmesi halinde gaip evli ise bu karar ile evliliği kendiliğinden son bulmayacaktır. Gaip kişinin eşi evliliğin son bulmasını isterse ya gaiplik kararı istenirken bu talebini hâkime iletmesi ya da ayrıca açacağı bir dava ile gaiplik kararının verilmesinin ardından evliliğin feshini talep etmesi gerekir.

Gerçek Kişinin Ehliyetleri

Gerçek kişiler bakımından iki tür ehliyet söz konusudur. Bunlar, "hak ehliyeti" ve "fiil ehliyeti" olarak adlandırılır. Hak Ehliyeti (Medeni Haklardan Yararlanma Ehliyeti)

Haklara ve borçlara sahip olabilme, başka bir ifadeyle hak sahibi olma ve yükümlülük altına girme ehliyetine hak ehliyeti denir. Hak ehliyeti tüm kişilere tanınan bir ehliyet olup, hukukumuzda medeni haklardan yararlanma bakımından "genellik ve eşitlik" ilkesi geçerlidir. Hak ehliyetine sahip olmanın tek koşulu, gerçek kişilerde sağ ve tam doğum, tüzel kişilerde ise, kanunun öngördüğü şekilde kurulmuş olmaktır. Hak ehliyetine sahip olma bakımından bunun dışında hiçbir koşul aranmaz. Bu çerçevede hak ehliyeti pasif bir ehliyet tir, bu ehliyete sahip olabilmek için kişinin her hangi bir davranışına ihtiyaç yoktur.

Fiil Ehliyeti (Medeni Hakları Kullanma Ehliyeti)

Fiil ehliyeti, bir kişinin bizzat kendi fiil ve işlemleriyle kendi lehine hak ve aleyhine borç yaratabilme, yani kendi fiilleri ile hak kazanma ve borç altına girebilme ehliyetidir. Bu ehliyet, hukuka uygun eylem ve işlemler yapabilmeyi ve hukuka aykırı eylemlerden de sorumlu tutulmayı gerektirir. Yani fiil ehliyeti bir yönü ile hukuki işlem ehliyetini, diğer yönü ile de haksız fiil ehliyetini kapsamına almaktadır.

Fiil ehliyeti ile hak ehliyeti arasındaki temel farklılık hak ehliyetinin pasif, buna karşılık fiil ehliyetinin aktif bir ehliyet olmasıdır. Fiil ehliyetinde hüküm ve sonuç doğrudan doğruya kişinin davranışına bağlanmıştır.

Fiil ehliyetinin üç koşulu bulunmaktadır. Bunlar: Ergin olmak, ayırt etme gücüne sahip olmak ve kısıtlı olmamaktır.

Ergenlik: Hukukumuzda kural olarak erginlik on sekiz yaşın tamamlanmasıyla başlar. Ancak kanunda bu kuralın iki istisnası öngörülmüştür. Bunlardan ilki evlilik konusundadır. TMK. m. 124'e göre, evlenme yaşı erkek ve kadınlar için 17'dir. Ancak hâkim olağanüstü durumlarda ve pek önemli bir sebeple 16 yaşını doldurmuş olan erkek veya kadının evlenmesine izin verebilir. Kişilerin normal erginlik yaşına erişmeden önce evlenmeleri onları ergin kılacaktır. Diğer istisna ise mahkeme kararıyla ergin kılınmadır (yargısal erginlik). Onbeş yaşını dolduran küçük, kendi isteği ve velisinin rızasıyla mahkemece ergin kılınabilir. Bu karar küçüğün yerleşim yerindeki asliye hukuk mahkemesi tarafından verilecektir. Medeni Kanunda açık olarak belirtilmese de küçüğün ergin kılınabilmesi için yargısal erginlik kararının onun çıkarına olması gerekir.

Ayırt etme gücü: Akla uygun biçimde davranma, makul surette hareket edebilme yeteneğidir. Ayırt etme gücüne sahip kişi makul bir iradeye sahip olup, bu iradeye göre davranabilir. Ayırt etme gücünü ortadan kaldıran sebepler olarak, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk ve bunlara benzeyen sebepler sayılmıştır. Benzer sebeplere örnek olarak, morfin, eroin gibi uyuşturucu maddeleri kullanmak, uyuşturucu madde bağımlısı olmak gösterilebilir.

Kısıtlı olmamak: Kısıtlı olmak, kanunun belirlediği sebeplerden birinin bulunması durumunda bir kimsenin fiil ehliyetinin mahkeme kararıyla sınırlandırılması veya tamamen ortadan kaldırılmasıdır. Kısıtlama sebepleri, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, savurganlık, alkol veya uyuşturucu madde bağımlılığı, kötü yaşama tarzı, kötü yönetim, bir yıl veya daha uzun süreli özgürlüğü bağlayıcı ceza ve aciz olan kimsenin isteğidir. Kanunda bu sebepler sınırlı olarak sayılmıştır, bu sebepler dışında kısıtlılık sebebi öngörülemez.

Kişiler, tam ehliyetliler, sınırlı ehliyetliler, tam ehliyetsizler ve sınırlı ehliyetsizler olmak üzere dört gruba ayrılırlar.

a)   Tam ehliyetliler, Ayırt etme gücüne sahip, ergin olan ve kısıtlanmamış kişilerdir. Bunlar her türlü hukukî işlemi yapabilirler ve tüm hukuka aykırı fiillerinden dolayı da sorumludurlar. Tam fiil ehliyetine sahip olurlar.

b)   Sınırlı Ehliyetliler, Kendilerine yasal danışman atanmış kişiler ve evli kişilerdir. Kendilerine yasal danışman atanmış olan kişiler, kısıtlanmaları için yeterli bir sebep bulunmamakla ve tam ehliyetin her üç koşulunu da taşımakla birlikte, korunmaları için fiil ehliyetleri bazı işlemler açısından kısıtlanmış olan kişilerdir. Bu kişilere, TMK. m. 429'da sayılan işlemleri yapabilmeleri için yasal danışman atanmaktadır. Örneğin, sınırlı ehliyetliler, bağışlama, kambiyo taahhüdü altına girme, kefil olma gibi konularda yasal danışmanlarının onayını almak zorundadırlar. Yasal danışmanlık, oy danışmanlığı, yönetim danışmanlığı ve karma danışmanlık olmak üzere üç türe ayrılır.

c)   Tam ehliyetsizler, ayırt etme gücüne sahip olmayan kişilerdir ve bu nedenle fiil ehliyetleri bulunmamaktadır. Hukuki işlem ehliyetleri olmadığından tam ehliyetsizlerin daima yasal temsilcileri aracılığıyla hareket etmeleri gerekir. Hukuki işlemleri tam ehliyetsizin adına ve hesabına yasal temsilcisi, yani veli veya vasi gerçekleştirecektir. Her ne kadar yasal temsilci tam ehliyetsiz adına her tür hukuki işlemi yapabilirse de, Medeni Kanun üç işlem bakımından bu kurala istisna getirmiştir. Yasal temsilci tam ehliyetsiz adına vakıf kuramaz, bağış yapamaz ve kefil olamaz. Kural olarak tam ehliyetsizlerin haksız fiil ehliyetleri de bulunmamaktadır. Bu kural olmakla birlikte, söz konusu kuralın bazı istisnaları da vardır. Bunlardan biri, kusursuz sorumluluk halleridir. Gerçekten de, adam çalıştıranın sorumluluğu, havyan tutucusunun sorumluluğu, yapı eseri malikinin sorumluluğu, taşınmaz malikinin sorumluluğu gibi hallerden tam ehliyetsiz sorumludur. Diğer bir istisna ise, kaynağını hakkaniyet ilkesinden almaktadır. Örneğin, zengin akıl hastasının fakir bir kişinin tarlasına zarar vermesi durumunda hakkaniyet gereği zararın tazminine hâkim karar verebilir. Tam ehliyetsizlerin dava ehliyeti de yoktur. Bu kişiler, mahkemede davacı ve davalı sıfatıyla işlem yapamayacakları gibi, yargılama hukuku işlemleri de yapamazlar. Bu işlemler yine tam ehliyetsiz için yasal temsilcisi tarafından gerçekleştirilir.

d) Sınırlı ehliyetsizler, ayırt etme gücüne sahip olan küçükler ile kısıtlılardır. Kural olarak sınırlı ehliyetsizlerin fiil ehliyetleri yoktur. Sınırlı ehliyetsizlerin de yasal temsilcilerinin olması gerekir. Kural hukuki işlemlerin sınırlı ehliyetsiz adına veli veya vasi tarafından gerçekleştirilmesi olsa da, sınırlı ehliyetsizler bazı işlemleri kendi başlarına, bazı işlemleri de yasal temsilcilerinin onayı ile yapabilirler. Örneğin sınırlı ehliyetsizler, kendilerini borç altına sokmayan, sadece menfaat sağlayan işlemleri yasal temsilcilerinin rızasına gerek kalmaksızın kendi başlarına yapabilirler. Bu hüküm gereğince sınırlı ehliyetsizler karşılıksız bağışları kendi başlarına kabul edebilirler. Sınırlı ehliyetsizler, idaresi kendilerine bırakılmış olan mallarla ilgili işlemleri de kural olarak kendi başına yapabilirler. Sınırlı ehliyetsizler, kişiye sıkı sıkıya bağlı hakların kullanılmasında da yine kural olarak yasal temsilcilerinin iznine muhtaç değildirler. Örneğin, nişanlanma, nişanı bozma, evlenme, boşanma gibi haklar kişiye sıkı sıkıya bağlı haklardır. Sınırlı ehliyetsizler, kendilerini yükümlülük altına sokan işlemleri kendi başlarına yapamazlar. Bu işlemler için yasal temsilcilerinin onayını almak zorundadırlar. Örneğin, satım, istisna veya kira sözleşmesi yapamazlar. Sınırlı ehliyetsizler bazı işlemleri ise hiç yapamazlar. Yani bu işlemleri ne kendi başlarına ne de yasal temsilcilerinin rızasıyla yapabilirler. Bunlara yasak işlemler denilmektedir. Yasak işlemler, kefil olmak, vakıf kurmak ve önemli bağışlamada bulunmaktır. Sınırlı ehliyetsizlerin haksız fiil ehliyeti ise tamdır. Çünkü sınırlı ehliyetsizler ayırt etme gücüne sahip oldukları için kusurlu olabilirler ve bu nedenle de işledikleri haksız fiiller sebebiyle sorumlu olurlar. Sınırlı ehliyetsizler, kendi başlarına yapabilecekleri hukuki işlemler ve haksız fiilleriyle ilgili dava ehliyetine sahiptirler. Bunun haricinde yine yasal temsilcileri tarafından temsil edilmeleri gerekir.

4.ÜNİTE

(HISIMLIK, YERLEŞİM YERİ, KİŞİLİK HAKKI VE KORUNMASI)

HISIMLIK

Hısımlık, sadece gerçek kişiler bakımından söz konusu olan ve insanların arasındaki yakınlık bağını ortaya koyan bir kurumdur. Özellikle miras hukukunda, usul hu kukunda ve aile hukukunda büyük önem taşır. Hısımlık ya doğal yolla ya da evlen me veya evlat edinme gibi belli ilişkiler sonucunda ortaya çıkan bir bağdır.

Hısımlık Türleri

Hısımlık, kuruluş ve doğuş şekillerine göre, "kan hısımlığı", "kayın hısımlığı" ve "evlat edinmeden doğan hısımlık" olmak üzere üç türe ayrılır. Kan Hısımlığı

Kan hısımlığı, bir kimse ile onun kendilerine kan bağıyla bağlı bulunduğu kişiler arasındaki hısımlıktır, uygulamada soy hısımlığı olarak da adlandırılmaktadır. Kişiler arasındaki mevcut kan hısımlığının derecesi, hısımlar arasındaki doğumların sayısı ile belli olur. Kan hısımlığı da kendi içinde, "üstsoy-altsoy hısımlığa ve "yansoy hısımlığı" olmak üzere iki gruba ayrılmaktadır.

Üstsoy-altsoy hısımlığı, biri diğerinden gelen, yani birbirlerinden üreyen kişiler arasındaki hısımlıktır. Üstsoy-altsoy hısımlığı, hem baba hem de ana tarafından sınırsız olan bir hısımlıktır. Bir kimsenin düz hattan aşağı inen hısımları alt soy hısımları, düz hattın üzerindeki hısımları ise üst soy hısımlarıdır. Örn: Bir kimsenin babası, dedesi, büyük dedesi, annesi, anneannesi üst soyu, oğlu, oğlunun oğlu veya kızı ise alt soyudur.

Yan soy hısımlığı, ortak soydan gelenler arasındaki hısımlıktır. O hâlde, iki kimsenin birbirlerinin yansoy hısımı olabilmeleri için, her ikisinin de ortak bir soydan (kökten) gelmeleri gerekir. Bu itibarladır ki, kardeşler arasında; bir kimse ile amcası, halası, dayısı ve teyzesi arasında; aynı şekilde, o kimse ile amca, hala, dayı ve teyzesinin çocukları yani kuzenleri arasında yansoy hısımlığı vardır. Aynı ortak kökten gelen kişiler arasındaki hısımlık, tam kan yansoy hısımlığıdır. Örneğin ana ve babaları bir olan kardeşler arasında tam kan yansoy hısımlığı vardır. Sadece bir tek kökün ortak olduğu yansoy hısımlığı, yarım kan yansoy hısımlığı olarak isimlendirilir. Örneğin anaları bir babaları ayrı veya babaları bir anaları ayrı kardeşler arasında durum böyledir.

Kayın Hısımlığı

Kayın hısımlığı, evlenme dolayısıyla meydana gelen hısımlıktır. Eşlerden biri ile diğer eşin kan hısımları, aynı tür ve dereceden kayın hısımları olurlar. Örneğin, eşin anası, babası, kardeşleri, kuzenleri vb. diğer eşin aynı dereceden kayın hısımlarıdır. Evlilik birliğinin sona ermesinin ardından yeni kayın hısımlığı doğmaz. Eşin bizzat kendisi ile diğer eşin kan hısımları arasındaki hısımlıktır. Bu sebepledir ki, her iki eşin kan hısımları arasında, hiçbir hısımlık yoktur.

Evlat Edinmeden Doğan Hısımlık

Bu hısımlık evlat edinme dolayısıyla meydana gelir ve hısımlığın kaynağı, evlat edinme işlemine yönelik mahkeme kararıdır. Evlat edinen ile evlatlık arasında oluşan hısımlık, evlatlık ilişkisi ortadan kalktığı anda kendiliğinden ortadan kalkar. Evlatlık ilişkisi sadece evlat edinenle evlatlık arasında bir hısımlık ilişkisi doğurur. Bunların hısımlarıyla kendi aralarında bir hısımlık ilişkisi meydana getirmez. Evlatlık ve onun alt soyu evlat edinenin mirasçısı olur ve bu mirasçılık ilişkisi tek taraşıdır. Evlatlıkla evlat edinen ve bunlardan biri ile diğerinin altsoyu ve eşi arasında evlenme yasağı vardır.



YERLEŞİM YERİ

Medeni Kanun açık bir yerleşim yeri tanımı yapmamıştır. Doktrinde yerleşim yeri, bir kimsenin oturmakta olduğu, iş ve aile ilişkilerinin merkezi olan yer olarak tanımlanmaktadır. Türk Medeni Kanunu açılacak çoğu davalarda yerleşim yeri mahkemesinin yetkili olduğunu belirtmektedir. Bu önemi dolayısıyla herkesin bir yerleşim yerinin bulunması gerekmektedir. Yerleşim yeri edinmek bir hukuki işlem olmayıp; yerleşim yerinin seçimi hukuki fiil niteliğini taşır.

Yerleşim Yerinin Çeşitleri

Yerleşim yeri kavramı üçlü bir ayrıma tabi tutulmaktadır. Bunlar, "iradi yerleşim yeri", "itibari yerleşim yeri" ve "yasalyerleşim yeri"dir. İradi Yerleşim Yeri

iradi yerleşim yeri, bir kimsenin kendi isteği ile seçtiği ve kural olarak oturmakta olduğu yerleşim yeridir. Aynı zamanda, kişinin burada sürekli kalma niyetinin olması gerekir. Bu nitelikte bir yer konut (mesken) olarak adlandırılabilir.

İtibari Yerleşim Yeri

itibari yerleşim yeri iki farklı durumda söz konusu olur. Kişi iradi yerleşim yeri edinmemişse onun meskeni yasa gereği yerleşim yeri olarak kabul edilir. Diğeri ise kişilerin mutlaka bir yerleşim yeri olması gerektiği kuralına dayanır. itibari yerleşim yeri, herkesin mutlaka bir yerleşim yerine sahip olması ilkesine dayanmaktadır. Bir kimsenin yeni yerleşim yeri edininceye kadar, mevcut yerleşim yeri artık onun itibari yerleşim yeridir.

Yasal Yerleşim Yeri

Yasal yerleşim yeri, bazı kimseler için kanunun doğrudan belirlediği yerleşim yeridir. Yasal yerleşim yeri, velayet altındaki küçükler ile vesayet altındaki kişiler bakımından söz konusudur. Vesayet altındaki kişilerin yerleşim yeri, bağlı oldukları vesayet makamının bulunduğu yerdir. Velayet altındaki küçüğün yerleşim yeri ise kural olarak ana ve babasının yerleşim yeridir.

Yerleşim Yerine Hâkim Olan İlkeler

Yerleşim yerine iki temel ilke hâkimdir. Bunlar, yerleşim yerinin tekliği ilkesi ve yerleşim yerinin zorunluluğu ilkesidir. Yerleşim Yerinin Tekliği İlkesi

Herkesin ancak bir tek yerleşim yeri bulunabilir. Başka bir ifadeyle, bir kimsenin aynı anda birden fazla yerleşim yeri olamaz. Bu ilke, ticarî ve sınaî kuruluşlar hakkında uygulanmaz. Bu istisnanın sebebi de, söz konusu kuruluşların şubelerinin olması durumunda, şubelerinin bulunduğu yerde dava açılabilmesidir.

Yerleşim Yerinin Zorunluluğu İlkesi

Herkes mutlaka bir yerleşim yerine sahip olmalıdır. Kişi kendisine iradi olarak bir yerleşim yeri seçmemişse, onun yerleşim yerini kanun belirler. Bir kimsenin yerleşim yeri yoksa oturduğu yer kanundan dolayı onun yerleşim yeri sayılır.



KİŞİLİK HAKKI VE KİŞİLİĞİN KORUNMASI Kişilik Hakkı Kavramı ve Kişisel Varlıklar

Kişilik hakkı kavramı, Türk Medeni Kanunu'nda tanımlanmamıştır. Doktrin ve uygulamada bu kavramın biri dar diğeri geniş olmak üzere iki anlamı bulunmaktadır.

Dar anlamda kişilik hakkı, haklara ve borçlara sahip olabilmeyi yani hak ehliyetini ifade eder ki, bu da "kişi" terimiyle aynı anlama gelir.

Geniş anlamda kişilik hakkı ise, hak ehliyetinin yanında, fiil ehliyetini, kişisel durumları ve kişilik haklarını da içine alan, son derece geniş kapsamı olan bir kavramdır.

Kişilik hakları, insanın insan olması nedeniyle ve onun korunması için tanınan haklar topluluğudur. Bu bağlamda kişilik hakları, bir kimsenin maddi (bedensel), manevi ve iktisadi bütünlüğü ve varlıkları üzerindeki mutlak haklarıdır. Kişilik hakları kişiye "kişi" olması sebebiyle tanınmış haklardır.

Kişilik hakları fiziki (maddi) kişilik hakları, manevi (deruni) kişilik hakları ve sosyal kişilik hakları olarak üç temel grupta toplanabilir. Kişinin yaşama ve sağlık hakkı, beden tamlığı, hareket özgürlüğü fiziki haklar; kişinin sahip olduğu manevi değerler ile ruhi ve hissi alanı manevi haklar; özel hayat alanı, şeref ve onur, ekonomik özgürlüğe sahip olup, ekonomik hayata katılabilmek, isim üzerindeki haklar ise sosyal haklar kapsamında yer alır.

Kişiliğin Korunması

Kişiliğin bizzat kişinin kendisine karşı (içe karşı) korunması ve kişiliğin dışa karşı korunması şeklinde ikiye ayırarak incelemek mümkündür. Kişiliğin İçe Karşı Korunması

Bir kimsenin kişiliğini zedeleyen özverilerde bulunmasına, özgürlüğünü sözleşme ile aşırı derecede sınırlamasına izin vermemekte ve bunlara engel olmak için kişiliği bizzat o kimsenin kendisine karşı korumaya yönelik hükümler getirmektedir. Hiç kimse yapacağı bir hukuki işlemle hiçbir zaman evlenmeyeceğini, taşınmaz eşya satın almayacağını, mirasçı olmayacağını vaat edemez. Çünkü böyle durumlarda kişi hak ehliyetinden kısmen de olsa vazgeçmiş sayılmaktadır. Oysa kişinin hak ehliyetinden vazgeçmesi mümkün değildir. Kanun koyucu hak ve fiil ehliyetinin aksine özgürlüklerin belli derecelerde sınırlanabileceğini kabul etmektedir. Kişinin özgürlüklerden tamamen vazgeçmesi veya aşırı ölçüde sınırlaması yasaklanmıştır.

Kişiliğin Dışa Karşı Korunması

Kişilik haklarını başkalarından gelebilecek olan hukuka aykırı saldırılara ve kişilik değerlerinin ihlaline karşı koruma altına almak anlamına gelir. Kişilik haklarına yönelik bir saldırının varlığından söz edebilmek için gerçekleşen davranışın hukuka uygun olmaması, hukuka uygunluk sebeplerinin bulunmaması gerekir. Hukuka uygunluk sebepleri, zarar görenin rızası, üstün nitelikteki bir özel yararın varlığı, üstün nitelikteki bir kamu yararının varlığı ve kanunun verdiği yetkiye dayanılarak kişilik haklarına yapılan saldırı olarak sayılabilir. hukuka uygunluk sebeplerine iki sebep daha eklenmelidir. Bunlar meşru savunma ve ıztırar hali (zorda kalma durumu) olarak sayılabilir. Meşru savunmada kişinin kendi hakkını korumak amacıyla kuvvet kullanması, ıztırar halinde ise bir kimsenin kendisinin veya üçüncü bir kişinin kişilik değerlerini korumak amacıyla başka bir kişinin malvarlığına zarar vermesi söz konusudur.

Kişiliğin dışa karşı korunması için bazı davaların açılması gerekmektedir. Bu davalar:

a.   Saldırıya Son Verilmesi (Durdurma) Davası

b.   Önleme Davası

c.   Tespit Davası

d.   Tazminat Davası

e.   Vekâletsiz İş Görme Davası (bir kişinin bir işinin o kişiden vekâlet almadan başka bir kişi tarafından görülmesi demektir.)

Vekâletsiz iş Görme Davasına Örnek: bir derginin ünlü bir şarkıcının estetik ameliyat sırasında çekilmiş fotoğraflarını yayınlaması sonucunda yüksek satış rakamlarına ulaşması ve haksız kazanç elde etmesi durumunda dergi sahibinin sebepsiz zenginleşmesi söz konusudur.

AD VE ADIN KORUNMASI

Ad Kavramı

Ad, bir kimseyi hemcinslerinden ayırmaya yarayan, onu belirleyen bir tanıtım aracıdır. Kişiye sıkı sıkıya bağlı olup, devredilemez ve temlik edilemez nitelik taşır. Ad, ön ad ve soyadından meydana gelir. Herkesin bir adının olması gerekir, bu kişilere yüklenmiş yasal bir yükümlülüktür. Bunun dışında takma ad, lâkap, ticaret unvanı, işletme adı gibi adlar da geniş anlamda ad kavramı içinde yer alır.

Öz Ad

Ad, aynı aileye mensup olan kişileri birbirinden ayırmaya yarayan bir kelimedir. Çocuğun adını ana ve babası birlikte koyarlar. Ad doğum anında değil, sonradan nüfus memurluğuna yapılan beyan ile kazanılır.

Soyadı

Bir kimseyi diğer aile fertlerinden ayırmaya yarayan ve soydan soya geçen bir kelimedir. Her kişinin bir soyadının bulunması zorunludur. Yeni doğan çocuklar soyadını kanun gereği kendiliğinden kazanırlar. Evlilik içinde doğan çocuk aile soyadını alır. Eğer çocuk evlilik dışı doğmuş ise doğumla birlikte ananın soyadını alır. Evlenen kadınlar ise, evlenme sözleşmesinin tamamlanmasıyla birlikte kocalarının soyadını alırlar. Ancak isterlerse, kocalarının soyadının önünde önceki soyadlarını da kullanabilirler. Evlat edinme durumunda da evlat edinilen küçük ise kendisini evlat edinenin soyadını kanun gereği kendiliğinden alır. Buna karşılık ergin olan bir kişinin evlat edinilmesinde seçim kendisine bırakılmıştır; dilerse kedisini evlat edinenin soyadını alır, dilerse kendi soyadını korumaya devam eder.

Takma Ad (Müstear Ad)

Takma ad, bir kimsenin belli bir işi yaparken gerçek ismini gizlemek amacıyla kullandığı takma addır. Takma ad da, kişinin ismi gibi korunur. Örneğin, ünlü yazar Peyami Safa, kendi alışılmış tarzı dışında yazdığı polisiye romanlarda kendi adını değil, Server Bedii ismini kullanmıştır.

Lâkap

Bir kimseye başkaları tarafından takılan isimdir. Örneğin, bir dönem arka arkaya öldürdüğü kadınlar sebebiyle ingiltere'de korku salan bir kişi Jack adı ile değil, kendisine verilen "Karın Deşen Jack" lakabı ile tanınır.

Ticaret Unvanı

Bir taciri diğer tacirlerden ayırmaya yarar. Ticaret Kanunu, her taciri bir ticaret unvanı almaya ve onu ticaret siciline tescil ettirmeye zorunlu kılmıştır.

İşletme Adı

işletme adı, ticari işletmeyi tanıtmaya ve diğer işletmelerden ayırt etmeye yarayan addır. Örneğin, Puding Pastahanesi gibi. Adın Korunması

Ad, kişilik haklarına dâhil olduğu için, ad üzerindeki hak her şeyden önce, kişiliğin korunmasıyla ilgili hükümlerden yola çıkılarak korunur. Adı koruyan davalar dört tanedir. Bunlar, tespit davası, saldırıya son verilmesi davası, önleme davası ve tazminat davasıdır.

Tespit davası, adın kullanılmasının çekişmeli olması durumunda açılan davadır. Eğer bir kimsenin kullandığı ada başkaları tarafından itiraz olunursa, itiraz eden kişi tespit davası açarak o adı kullanmaya hakkı olmadığının tespitini isteyebilir.

Saldırıya son verilmesi davası ise, adın haksız olarak kullanılmasından zarar gören kişi tarafından açılır.

Önleme davası ise, bir kimsenin adına saldırı yapılacağı yönünde ciddi ve inandırıcı belirtilerin olması durumunda, saldırıyı önceden önlemek amacıyla açılır.

Tazminat davası: Adın başkaları tarafından haksız olarak kullanılmasından zarar gören kişi, tıpkı diğer kişilik haklarının ihlalinde olduğu gibi, uğradığı zararın türüne göre maddi ve manevi tazminat davası açabilir.

5.ÜNİTE

(TÜZEL KİŞİ KAVRAMI, TÜRLERİ, DERNEKLER VE VAKIFLAR)

TÜZEL KİŞİ KAVRAMI Genel Olarak

Tüm modern hukuk sistemlerinde fiziki varlığı olan bireylerin yanı sıra fiziki varlığı olmamakla birlikte bazı topluluk ve kurumlar da hak sahibi kılınmış, hukuk düzeni tarafından kendilerine kişilik verilmiştir. Gerçekten de tüzel kişilerin kendilerini oluşturan kişilerden ayrı olarak bir kişiliği bulunmaktadır. Buna karşılık tüzel kişiler de gerçek kişiler gibi hak ve fiil ehliyetine sahip olmaktadırlar. Tüzel kişilerin bağımsız bir varlığı olduğunun kabulü için üç unsurun bir arada bulunması gerekir. Bunlar: a) örgütlenme b) sürekli amaç c) tüzel kişinin hukuk düzeni tarafından tanınmasıdır.

Tüzel Kişiliğin Kuruluşu

Tüzel kişilerin kuruluşunu açıklamada üç farklı sistemden bahsedilir. Bunlar; serbest kuruluş sistemi, izin sistemi ve tescil sistemidir.

İzin sistemine göre kişi veya mal topluluklarının tüzel kişilik kazanması ve hak süjesi haline gelmesi devletin iznine bağlıdır. Ülkemizde bu sistemin en yakın örneği olarak anonim ortaklıkların kurulmasında Sanayi ve Ticaret Bakanlığından izin alınmasının gerektiği gösterilebilir.
 Gülmek :)
« Son Düzenleme: Aralık 06, 2014, 01:41:42 ÖÖ Gönderen : Buse44 »

Erhan Ali ve kardeşi Ömer Kaan <3
WeBCaNaVaRi Botu

Bu Site Mükemmel :)

*****

Çevrimİçi Çevrimİçi

Mesajlar: 222 194


View Profile
Re: Medeni Hukuk Ders Özeti Bütün Üniteler
« Posted on: Nisan 20, 2024, 06:24:42 ÖS »

 
      Üye Olunuz.!
Merhaba Ziyaretçi. Öncelikle Sitemize Hoş Geldiniz. Ben WeBCaNaVaRi Botu Olarak, Siteden Daha Fazla Yararlanmanız İçin Üye Olmanızı ŞİDDETLE Öneririm. Unutmayın ki; Üyelik Ücretsizdir. :)

Giriş Yap.  Kayıt Ol.
Anahtar Kelimeler: Medeni Hukuk Ders Özeti Bütün Üniteler e-book, Medeni Hukuk Ders Özeti Bütün Üniteler programı, Medeni Hukuk Ders Özeti Bütün Üniteler oyunları, Medeni Hukuk Ders Özeti Bütün Üniteler e-kitap, Medeni Hukuk Ders Özeti Bütün Üniteler download, Medeni Hukuk Ders Özeti Bütün Üniteler hikayeleri, Medeni Hukuk Ders Özeti Bütün Üniteler resimleri, Medeni Hukuk Ders Özeti Bütün Üniteler haberleri, Medeni Hukuk Ders Özeti Bütün Üniteler yükle, Medeni Hukuk Ders Özeti Bütün Üniteler videosu, Medeni Hukuk Ders Özeti Bütün Üniteler şarkı sözleri, Medeni Hukuk Ders Özeti Bütün Üniteler msn, Medeni Hukuk Ders Özeti Bütün Üniteler hileleri, Medeni Hukuk Ders Özeti Bütün Üniteler scripti, Medeni Hukuk Ders Özeti Bütün Üniteler filmi, Medeni Hukuk Ders Özeti Bütün Üniteler ödevleri, Medeni Hukuk Ders Özeti Bütün Üniteler yemek tarifleri, Medeni Hukuk Ders Özeti Bütün Üniteler driverları, Medeni Hukuk Ders Özeti Bütün Üniteler smf, Medeni Hukuk Ders Özeti Bütün Üniteler gsm
Sayfa 1
Yukarı Çık :)
Gitmek istediğiniz yer:  


Benzer Konular
Konu Başlığı Başlatan Yanıtlar Görüntü Son Mesaj
Sınıf Hukuk'a Giriş Ders Özeti
AÖF 1. Sınıf Ders Notları
Asortik Hatun 0 980 Son Mesaj Temmuz 27, 2013, 05:53:44 ÖS
Gönderen : Asortik Hatun
Sınıf Hukuk'a Giriş Ders Özeti.
AÖF 1. Sınıf Ders Notları
Asortik Hatun 0 867 Son Mesaj Temmuz 27, 2013, 05:54:33 ÖS
Gönderen : Asortik Hatun
1.sınıf Hukuk Ders Notları 2012
AÖF 1. Sınıf Ders Notları
Asortik Hatun 2 28378 Son Mesaj Haziran 30, 2016, 03:07:45 ÖS
Gönderen : eky
Finansal Yönetim I (güz Dönemi) Ünite 1 Ders Özeti
AÖF 3. Sınıf Ders Notları
Asortik Hatun 6 11228 Son Mesaj Kasım 29, 2015, 09:57:11 ÖÖ
Gönderen : Rabiakaynak
Aöf Ingilizce 1 Dersi 7-8-9-10-11-12. Üniteler Ders Notları
AÖF 1. Sınıf Ders Notları
Mavi_Kiyamet 0 1565 Son Mesaj Ağustos 10, 2013, 06:09:58 ÖS
Gönderen : Mavi_Kiyamet


Theme: WeBCaNaVaRi 2011 Copyright 2011 Simple Machines SiteMap | Arsiv | Wap | imode | Konular