|
|
|
1. Önsöz 2. Anı ve Anının Özellikleri 3. İlk Ayrılış 4. Bir Bakışta Londra 5. Avrupa’da Türk Olmak 6. Çağdaşlığın Simgesi 7. Rüyalarımın Şehrinde 8. Çocukluğuma Dönerken
ANI VE ANININ ÖZELLİKLERİ
ANI: Yaşanmış olayları anlatan yazı türü, hatıra.
ANININ ÖZELLİKLERİ: 1- Gerçek deneyimleri anlatır. 2- Herhangi bir düşünceyi kanıtlama amacı yoktur; bilgilendirme amacı vardır. 3- Söyleşi havasındadır, dili yalındır. 4- Genellikle öyküleyici anlatım biçimiyle yazılır. 5- Konusunu bir yerden alır.
İLK AYRILIŞ
- Ezgi kızım, yağmurluk koydun mu bavuluna? Biliyorsun çok yağmur yağıyormuş oralarda. - Evet annecim, biliyorum, koydum. ... - Ezgicim, acil durumlar için ilaçlarını hazırladın mı? Neyi nasıl kullanacağını iyi biliyorsun değil mi kızım ? - Evet baba, biliyorum, sağol. … - Ezgi, canım bak, bu kutuya vitaminleri koydum. Hergün almayı ihmal etme olur mu? - Sen merak etme anneannecim, alırım. … - Abla? - Efendim tatlım. - Peki Tavşi ne olacak? (Tavşi, kardeşimle, oyuncak tavşanımıza koyduğumuz bir isimdi. Benim için çok özeldi sessiz dostum. Çoğu kez umutsuzluğumda onu bulurdum karşımda. Onu çok özleyecektim.) - Öykücüm, Tavşi’yi bir aylığına sana emanet ediyorum. Beni özlediğinde ona sarılırsın, canım. Gideceğime en çok üzülen kardeşimdi aslında. Son zamanlarda huzursuzluğu iyice artmış, olur olmadık şeylerde beni azarlar olmuştu. Kolay değildi tabii onun için. Gözlerini ilk açtığı andan itibaren ben vardım yanında. Bu onunla ilk uzun ayrılışımızdı. Aslında bana ne kadar belli etmeseler de herkesin içinde bir burukluk, bir hüzün vardı. Odam bile üzülüyordu sanki gideceğime. Gözünde hiçbir zaman büyüyemeyeceğim babam, elinde büyüdüğüm anneannem ve bana kendime güvenmeyi öğretmiş olan annem, şimdi kendilerini sorguluyorlardı. Acaba “küçük” kızlarını göndermekle hata mı ediyorlardı, yoksa bunun benim için harika bir deneyim olacağına ve bir ayın çabuk geçeceğine inanmışlar mıydı? Bildiğim tek birşey vardı. Bu yurtdışı kampıyla, ailemin bana olan güvenini sağlamlaştıracak ve bana sağladıkları bu imkanı en iyi şekilde değerlendirecektim. “ Sana güveniyoruz ve bunu da başaracağını biliyoruz” demişti bir keresinde babam.Onun bu sözleri beni çok mutlu etmiş ve kendime güvenim gelmişti iyice. Benim duygularım aileminkilerden de karışıktı. Evden ilk ayrılışım olması işleri zorlaştırsa da, farklı bir ortamda bulunma, farklı bir kültürü tanıma fikri beni heyecanlandırıyor, ailemden uzak olmanın vereceği özgürlük de çok hoşuma gidiyordu. Ne de olsa, erken yatıp uykumu almam gerektiğini hatırlatacak babam, ya da soğuk havalarda giydiğim kıyafetleri eleştirecek annem olmayacaktı. Benim sorumluluğum tamamen bana aitti bu ay. Gidişimden bir önceki akşam, İngiltere’ye birlikte gideceğimiz, çok yakın arkadaşlarım olan Gizem ile Zeynep’i aradım. Onlar da çok heyecanlıydılar. Birlikte, götüreceklerimizi tekrar kontrol edip, ertesi gün saat üçte havaalanında buluşmak üzere telefonu kapattık. İkinci dönemin başından beri gideceğimi bilmeme rağmen, bu son telefon konuşması, bunun bir hikaye olmadığını ve gerçekten gitmek üzere olduğumuzu hatırlattı aslında. Genellikle buluşma yeri seçerken, saat 12’ de Karum’un önünde, ya da üçte Bilkent’te gibi sözlerden sonra “saat üçte havaalanında” demek, bir hayli ilginç gelmişti. Büyük gün geldi de çattı sonunda. Uyandıktan hemen sonra, son hazırlıklarımı tamamlayıp, bavulumu kapattım. Sevgili anneannemin baskıları üzerine birkaç lokma bir şeyler yeyip evden ayrıldık. Yolda, genellikle sürekli konuşan ve şaklabanlıklarıyla hepimizi güldüren kardeşim çok sessizdi. Bu sessizlik hiç hoşuma gitmiyor ve ben de her zaman olduğu gibi durmadan konuşuyordum. En sonunda havaalanına vardık. Arkadaşlarımı ve grup liderimi görmek neşemin yerine gelmesini sağlamıştı. Annemler, diğer veliler ile muhabbete dalmışken, ben de arkadaşlarımla konuşuyordum. En sonunda bavullar uçağa verildi, biniş işlemleri tamamlandı, uçuş kartları alındı ve grup liderimiz, gitme zamanının geldiğini söyledi. Ben yine neşeli olmaya çalışarak annemlerle vedalaşıp, gümrükten geçmek üzere ayrıldım. En son arkama bakıp el sallarken, annemin gözlerinin yaşlı olduğunu gördüm. O sahneyi, şimdi bile unutamam. Çok fazla etkilenmeme karşın, daha fazla kötü hissetmemek için önüme döndüm. İşte, 9 Temmuz 2000 Pazar günü, Ankaranın 40 dereceyi geçen sıcağında ayrıldık Türkiye’den. Farklı bir dünyayı keşfe doğru…
BiR BAKIŞTA LONDRA
Türkiye ile bazı benzerlikleri bulunmasına rağmen, farklı bir dünya gibi gelmişti Londra bana. Saatleri iki saat geri almakla birlikte, Avrupa’nın en gözde şehrine adım attığınızda, kendi büyülü dünyasına çekiyordu sizi. Bunu uçaktan bile farkedebilmek mümkündü, gecenin karanlığında ışıl ışıldı Londra... İlk günlerde sanki bize “Hoşgeldiniz” diyerek kendini göstermiş olan güneş, ikinci haftamızda bizi İngiltere’nin alışılagelmiş yağmurlarıyla yalnız bıraktı. Bu hava değişimi, temmuzun ortasında sıkı sıkı giyinmemize, ilk girdiğimiz mağazalardan kazak almamıza, neredeyse saniyede bir hapşırarak, hergün aspirin yutmamıza neden olmuştu. Buna rağmen, Londra’ya varışımızın ertesi gününden, son günümüze kadar durmadan gezmiştik. İlk hafta, yolda yürümek bile bizim için bir maceraya dönüşmüştü adeta. Yollardaki uyarıları çoğu kez görmeyen bizler, alışmadığımız trafik düzeni yüzünden kaç kere ezilmenin eşiğinden dönmüş, İngiliz sürücülere zor anlar yaşatmıştık. Neyse ki, bu duruma çabuk alışmıştık. Üç buçuk hafta boyunca en önemli ulaşım aracımız olmuş olan “undergound”umuz, yani metro, bizim en eğlenceli oyuncağımız olmuştu. Kaybolmaya mahkum olduğunuz bu metroda, birçok İngiliz ile sohbet etmiş, Türkiye’yi anlatmıştık uzun yollar boyunca. Kimi zaman yorgunluktan uyuklamış, kimi zaman da bırakılan gazeteleri okumuştuk. Ne var ki, gazeteler çok sıkıcı gelmişti Türkiye’nin hergün değişen haberlerinden sonra.. Uzun yollar katederek gittiğimiz her yer çok güzeldi ve her gezimiz de çok eğlenceliydi. Tarihi yansıtan eski binalar insanı büyülüyor ve oyuncak arabalara benzeyen şirin kırmızı otobüsler ve kırmızı telefon kulübeleri Londra sokaklarını renklendiriyordu. Ülkemizde duymaya alıştığımız ezan seslerinden sonra, “Trafalgar Square” gibi ünlü meydanlarda duyduğumuz çan sesleri, tanımlayamadığım bir mutluluk veriyordu insana. İndirim diye bağıran mağazaların ise Türkiye’den pek bir farkı yoktu. Hatta, mağazalarının zevksiz olduklarını söylemek yanlış olmazdı. İngiltere’nin en büyük mağazaları olan “Harrods” ve “Miss. Selfridge” turistlerin ve tabii bizim de ilgi odağımız olmuştu. Şort ve uygunsuz kıyafet giymiş olan insanlar mağazaya alınmıyor ve birçok insan sırf Harrods’tan bir şeyler almış olmak için gereksiz şeylere tonlarca para harcıyordu. Bizler de, Harrods dışındaki birçok mağazanın indiriminden yararlanmış, dönüşte bavulumuzu zor kapatmıştık. Alışveriş merakımızın Türkler’in kanında olduğunu söylemişti annem bir keresinde... Bu bir aylık kamp süresince, “Madame Tussaud”, “National Art Gallery” ve “Natural History Museum” gibi birçok müzeye gitmiş, ilginç şeyler görmüştük. Madam Tussaud müzesindeki mumyalar ile fotoğraf çektirmiş, ünlü ressamların resimlerini incelemiş ve bilim tarihini öğrenmiştik. Ünlü Victoria Tiyatrosunda müzikal izlemeye gitmiş, yarısında yorgunluktan uyumuş olmama rağmen çok eğlenmiştim. Ayrıca, Londra’nın tek ve muhteşem lunaparkı “Chessington”da başımız dönünceye kadar aletlere bindiğimiz hiç unutamam. Bu gezdiğimiz yerlerin bana göre en güzeli, “Coventgarden” adlı çok ünlü bir meydandı. Bu meydanın özelliği, geçimlerini sağlayabilmek için, birçok insanın hiç hareket etmeden, heykel gibi saatlerce durmaları; bir kısmının ufak skeçlerle insanları güldürmeleri ve bir kısmının da uzak doğunun mistik müziklerini çalmasıydı. Bizler de, bu insanları seyrederken zamanın nasıl geçtiğini anlamıyor ve durmadan fotoğraf çekiyorduk. Ayrıca, Coventgarden’ın bir başka özelliği ise yakınında sabun fabrikasının bulunmasıydı. Fabrikadan içeri girdiğinizde, adeta nefes almak zorlaşıyor ve biribirinden farklı kokular insanın başını döndürüyordu. Hayatımda, hiç bu kadar ilginç bir yer görmemiştim! Bu üç buçuk hafta süresince elimizden geldiğince gezmiş ve çok farklı yerler görmüştük. Gezip gördüğümüz bu yerler belki Londra’nın yarısını bile oluşturmuyordu ama, Türkiye’ye dopdolu, öğrendiklerimizi, gezdiğimiz gördüğümüz yerleri, edindiğimiz deneyimleri; ailemize, arkadaşlarımıza anlatma heyecanıyla dönmüştük. Bir dahaki sefere, keşfedemediğimiz yerleri keşfedebilme ümidiyle… DİVAN EDEBİYATI NAZIM BİRİMLERİ Uyak (kafiye) • Şiirde dize sonlarındaki ses benzerliğidir. Türk halk şiirinde ayak olarak adlandırılır. Uyakta ses açısından benzeşen sözcüklerin anlam bakımından farklı olmaları gerekir. Şiirde ses benzerliği yoluyla uyum sağlamak ve genellikle okuru etkilemek amacıyla kullanılan uyak, sözlü edebiyat ürünlerinde hatırlamayı ve ezberi kolaylaştıran bir öğedir. Ses benzerliğinin niteliğine göre uyaklar çeşitli türlere ayrılır. Yalnızca bir ünsüzün (sessiz) benzeştiği uyaklara "yarım uyak" denir. En az bir hecedeki ünlü (sesli) ve ünsüzün benzediği uyaklara "tam uyak" ya da "yalın uyak" adı verilir. Birden fazla hece arasındaki ses benzerliği ise "zengin uyak"tır. Yazılış ve söylenişleri aynı olduğu halde, anlamları farklı olan sesiz sözcüklerle yada bu sözcüklerin yan ana gelmesiyle yaratılan ses karmaşası sonucu ortaya çıkan benzerliğe "cinaslı uyak" denir. Uyak, divan edebiyatında aruz kadar büyük önem taşımaktadır. Divan şiirini belirleyen temel ilkelerden biri uyak düzenidir.
Beyit • Şiirde sonları uyaklı, iki dizeden oluşan, kendi içinde bağımsız bir yapısı ve anlam bütünlüğü bulunan birimdir. Bir beytin her dizesi kendi içinde bir bütün olabildiği gibi, birinci dizedeki anlam ikinci dizede de sürebilir. Beyit uzun şiirlerde anlatım birimi olarak sık kullanılır. Güçlü ve özlü söyleyişlere uygun olduğu için bağımsız tek bir şiir olarak da yazılabilir. Yada başka şiir biçimlerinin bir parçası olarak da ele alınabilir. Batı edebiyatında olduğu gibi Türk edebiyatında da yaygın olarak kullanılır. Özellikle divan edebiyatı beyit temeline dayalıdır. Divan edebiyatında, bir beyitteki iki dize kendi içinde iki parçaya ayrılır. Birinci dizenin ilk parçasına sadr, son parçasına aruz yada harb denir. İkinci dizenin ilk parçası ibtida, son parçası acz yada darb'tır. Sadr ile aruz, ibtida ile acz arasında kalan bölüm haşv olarak isimlendirilir. Uyaklı bir beyite "beyt-i musarra", uyaksız olanlara "ferd" yada "müfred" denir. Divanlarda müfred bölümleri müfredat adıyla ayrı bir bölümde toplanır. Uyaklı beyitlerin olduğu bölüme de "metali" denir.
Mısra (dize) • Manzum edebiyat yapıtlarının her bir satırına verilen isimdir. Bir ölçüye uygun olarak söylenmiş beyitin yarısına da mısra denir. En küçük anlamlı nazım birimi olan mısra, bir şiirin parçası olabileceği gibi, bağımsız bir bütün de olabilir. Yani tek mısralık şiirler de olabilir. Divan edebiyatında kendi içinde bir bütün oluşturan mısralara mısra-i azade (bağımsız mısra) adı verilir. Ayrıca bir beyitin birbirinin anlamlarını tamamlayan yada aralarındaki anlam bağı kesin olmayan mısralarına da aynı isim verilir. Yetkinliği, sağlam yapısı, özlü ve çarpıcı anlatımıyla dikkat çeken, her zaman kolayca anımsanabilen, dilden dile dolaşan mısralar "mısra-i berceste" yada şah-mısra diye adlandırılır.
Bend (kıta) • Şiirde iki yada daha çok mısradan oluşan birimdir. Şiirin içeriği ve biçimine göre düzenlenir. Kıtanın yapısını şiirin ölçüsü, uyak düzeni ve mısra sayısı belirler. İki beyitlik kıtalara divan şiirinde rubai, halk şiirinde dörtlük denir. Bu tür kıtaların uyak (kafiye düzeni) birinci ve üçüncü mısraları serbest, ikinci ve dördüncü mısraları kafiyelidir (yani ab cb şeklinde.) Bazen birinci ve üçüncü mısralar kendi aralarında, ikinci ve dördüncü mısralar da kendi aralarında uyaklı (yani ab ab) şeklinde de olabilir. Birinci, ikinci ve dördüncü mısraları kafiyeli (yani aaba şeklinde) olan kıtalara nazım denir. Murabba, muhammes, şarkı gibi nazım biçimlerinin her bendi de parça anlamında kıta diye adlandırılır. Divan şiirinde kıta mahlassız şiirdir ve mısraları arasında anlam bütünlüğü vardır.Bir düşünceyi, hikmeti, nükteyi, yergiyi, övgüyü, yaşam anlayışını konu edinebilir. Beyit sayısı ikiden fazla olan kıtalara "kıta-i kebire" denir. Divanlar düzenlenirken kıtalara en sonda bağımsız şiirler olar yer verilir. Bu bölüme de "mukattaat" denir.
Aruz • Divan şiirinin ölçüsü "aruz"dur. Aruz'da açık ve kapalı heceler çeşitli kalıplarda, kendilerine özgü bir düzen içinde sıralanır. Şairler eserlerini yazarken seçtikleri kalıba mutlaka uymak zorundadır. Aruz, esas olarak hecelerin uzunluğu kısalığı temeline dayanan şiir ölçüsüdür. İlk kez Arap dilcisi İmam Halil bin Ahmed tarafından kullanıldı. Türklerin İslamiyet'i kabul etmelerinden sonra medrese kültürü ile yetişen şairlerin Farsça'yı edebiyat dili olarak benimsemeleri, aruzun Türk edebiyatına da girmesine yol açtı. Aruzda heceler uzun ve kısa olarak ikiye ayrılır. Uzun heceler çizgi (-), kısa heceler nokta (.) ile gösterilir. Uzun ve kısa heceler çeşitli biçimlerde yan yana gelerek kalıpları oluşturur. Bu kalıplar yan yana geliş biçimlerine göre, failatün, failün, mefailün ve benzeri değişik adlarla anılır. Aruz ölçüsüyle şiir yazmak için sözcükleri bu kalıplara uydurmak gerekir. Aruzda sözcükleri ses özelliklerini bozmadan kullanmak her zaman olanaklı değildir. Bu yüzden heceleri kimi zaman uzun, kimi zaman da kısa okumak gerekir. Sık rastlanan bu iki duruma imale (uzun okuma) ve zihaf (kısa okuma) denir. Zihaf, aruzda kusur sayılır. Aruz ölçüsünde hece ölçüsündeki duraklar yoktur. Dizelerdeki hece sayıları eşit olmayabilir. Dize sonlarındaki heceler kısa da olsa uzun kabul edilir. Aruzda bir sözcük sessiz biter, ondan sonra gelen sözcük sesli harfle başlarsa, bu sesli harf birinci sözcüğün sonundaki sessiz harfi kendisine çeker. Böylece birinci sözcüğün sonundaki sesiz harfle biten uzun hece kısa hece durumuna gelir. Bu duruma da vasl (ulama) denir. TÜRK HALK EDEBİYATI NAZIM BİRİMLERİ HECE • Türk Halk Edebiyatı nazımda hece ölçüsüne (veznine) dayanır. Bu nedenle hece ölçüsünün tanımlanması gerekir. Hece, tek bir sesli harften yada bu sesli harfin başına yada sonuna gelen bir yada birden çok sessiz harften oluşan ses öbeğidir. Örneğin, o, ot, bir, git, kırk gibi. Kapalı yada engelli denilen heceler sessiz harfle, açık yada engelsiz heceler sesli harfle biter.
HECE ÖLÇÜSÜ (VEZNİ) • Şiirde mısralardaki hece sayısının eşit olmasına dayanan ölçüdür. Türkçe'nin yapısına uygun bir ölçüdür. Hecelerin sayısı parmakla sayıldığı için "parmak ölçüsü" adıyla da bilinir. Türkçe'de heceler uzunluk kısalık bakımından hemen hemen aynı değerdedir. Bu yapısal özellik şiirde hece ölçüsünün kolayca kullanılmasına imkan verir. İlk yazılı Türk edebiyatının ürünleri olarak bilinen Göktürk Yazıtları'nda şiir bulunmamasına rağmen şiirsel özellikler taşıyan ve hece ölçüsüne uyan bölümler vardır. Kaşgarlı Mahmud'un Divanü Lugati't Türk eserindeki şiirler de hece ölçüsüyle yazılmışlardır. Türklerin İslamiyet'i kabulünden sonra divan edebiyatı ve aruz ölçüsünün yaygınlaşması hece ölçüsünün yalnızca tekke ve aşık edebiyatına özgü bir ölçü olmasına yol açtı. • Hece ölçüsünde kalıbı dizelerdeki hecelerin sayısı belirler. Her dizesinde 11 hece bulunan bir şiirin kalıbı "11'li hece ölçüsü" olarak gösterilir. Bir hecenin belli bölümlere ayrılmasına "durgulanma", bu bölümlerin okuma sırasında hafifçe durularak vurgulanan yerlerine de "durak" denir. Kalıplar 2'liden başlayarak 20'lilere kadar çıkar. Az heceli, yani 2'liden 6'lıya kadar kalıplar tekerleme, atasözü, bilmece gibi ürünlerin şiirsel parçalarında uyum öğesi olarak yer alır. Bu tür kısa kalıpların durakları dizenin sonundadır. • Hece ölçüsünde durağın önemi büyüktür. Bir kalıp en az 2, en çok 5 duraklı olabilir. Bir durakta bulunan hece sayısı ise 1 ile 10 arasında değişir. Hece kalıpları duraklar ve duraklardaki hece sayıları bakımından bölümlenir. Bu kalıplar içinde en çok kullanılanlar 7'li, 8'li, 11'li ve 14'lü olanlardır. 7'li ölçü daha çok mani türünde kullanılmıştır. 8'li kalıp semai, varsağı, destan ve türkülerin ölçüsüdür. 11'li ölçü ise başta koşma ve destan olmak üzere aşık ve tekke edebiyatı şiirlerinde kullanılmıştır. 14'lü hece ölçüsüne ise daha çok tekke şiiri ve çağdaş Türk şiirinde rastlanır. HECENİN BEŞ ŞAİRİ ADIYLA BEŞ HECECİLER Şiire 1. Dünya Savaşı ve Millî Mücadele yıllarında başlayan, Mütareke yıllarında şöhret kazanan hececiler, Anadolu'yu ve vasat insan tipini şiire soktular.Memleket sevgisi, yurt güzellikleri, kahramanlık ve yiğitlik, işledikleri başlıca konulardır.Hecenin bu beş şairi millî edebiyat akımından etkilenmiş ve aruzu bırakarak şiirlerinde heceyi kullanmaya başlamışlardır. Bunda da oldukça başarılı olmuşlardır. Şiirde sade ve özentisiz olmayı tercih etmişlerdir.
Orhan Seyfi Orhon (1890-1972) Şiirlerinde konuşma dilini kullanmıştır. Bazı şiirlerinde halk şiiri şekillerini kullanmıştır. Daha çok şahsî temaları işleyen şair vatanî konuları da işlemiştir. Eserleri: Fırtına ve Kar, Peri Kızı ile Çoban, Gönülden Sesler, O Beyaz Bir Kuştu.
Yusuf Ziya Ortaç (1896-1967) Şiire aruzla başlamış, da ha sonra heceyi kullanmıştır. Günlük hayatın çeşitli görünümlerini sade bir dille işlemiştir. Akbaba adlı mizah dergisini çıkarmıştır. Eserleri: Akından Akına, Aşıklar Yolu, Yanardağ, Bir Rüzgâr Esti.
Faruk Nafiz Çamlıbel (1898-1973) Beş Hececilerin en genci ve en başarılısıdır. Buna rağmen aruzu da tamamen terk etmemiştir. Şiirlerinde Anadolu’yu, memleket sevgisini anlatmıştır. Ferî konuları da işlemiştir.başlıca konu ve temaları, aşk, hasret, tabiat, ölüm, kahramanlık, ihtiras. Lirik şiirleri vardır. Şiirleri: Han Duvarları, Çoban Çeşmesi, Dinle Neyden, Gönülden Gönüle. Tiyatro eserleri: Canavar, Akın, Özyurt, Kahraman.
Enis Behiç Koryürek'in (1892-1949) Şiire aruzla başlamıştır. Heceyle yazdığı ilk şiirlerinde aşkı işlemekle beraber, daha sonra Kurtuluş Savaşı yıllarında millî duyguları ve tarihî kahramanlıkları işlemiştir. Şiirleri: Miras, Güneşin Ölümü.
Halit Fahri Ozansoy (1891-1971) “Aruza Veda” adlı şiiriyle aruzu bırakıp heceyi kullanmaya başlamıştır. Şiirlerinde konuşulan Türkçeyi başarıyla kullanmıştır. Derin bir melânkoli ev karamsarlık taşıyan şiirlerinde ferdî konuları işlemiştir. Şiir, roman ve tiyatro türünde eserleri vardır: Cenk Duyguları, Efsaneler, Baykuş, Hayalet. da anılan bu sanatçılar milli edebiyat akımından etkilenmiş ve şiirlerinde hece veznini kullanmışlardır.
Beş hececilerin özellikleri *Şiirde sade ve özentisiz olmayı ve süsten uzak olmayı tercih etmişlerdir. *Beş hececiler şiire birinci dünya savaşı ve milli mücadele döneminde başlamışlardır. *Beş hececiler ilk şiirlerinde aruz veznini kullanmışlar daha sonra heceye geçmişlerdir. *Şiirde memleket sevgisi, yurdun güzellikleri, kahramanlıklar ve yiğitlik gibi temaları işlemişlerdir. *Hece vezni ile serbest müstezat yazmayı da denediler. *Mısra kümelerinde dörtlük esasına bağlı kalmadılar yeni yeni biçimler aradılar. *Nesir cümlesini şiire aktardılar ve düzyazıdaki söz dizimini şiirlerde de görülmesi beş hececiler de çok rastlanan bir özelliktir. *Beş hececiler şu sanatçılardan oluşmuştur: Faruk Nafız Çamlıbel, Yusuf Ziya Ortaç, Enis Behiç Koryürek, Halit Fahri Ozansoy , Orhan Seyfi Orhon
HALK EDEBİYATI "Halk Edebiyatı"terimi,en genel anlamda "halkın yarattığı edebi ürünler"i karşılar.Öyleyse halk edebiyatı,halkın kültüründen kaynaklanan,aydınların dışında gelişen,geleneğe bağlı bir edebiyattır. Başlıca özelliklerinden birisi de sözlü olmasıdır. Türk Halk Edebiyatı;Türk halkının ruhuna uygun,ulusal,divan edebiyatımızdan daha renkli,daha zengindir. Halk Edebiyatı'nın kapsamına şu yaratımlar girer: 1)Anonim ürünler:Sanatçısı bilinmediği için halkın ortak malı sayılan tüm yaratımlar.(Türkü,mani,masal,halk öyküsü...vb) 2)Aşık Edebiyatı (Saz şiiri) 3)Tekke Edebiyatı (Tasavvuf ) Halk Edebiyatının Ortak özellikleri: a)Dil halkın konuştuğu Türkçe'dir. Bununla birlikte İslam uygarlığı etkisiyle halkın konuşma diline bazı yabancı sözcükler girdiğinden,halk şiiri az da olsa bundan etkilenmiştir.Özellikle XVI.yüzyıldan sonraki halk şiirinde bu etki daha çok görülmektedir. b)Halk edebiyatında şiirle müzik içiçedir.Şiirler, saz şairi ya da "aşık" adı verilen sanatçılar tarafından saz eşliğinde çalınıp söylenir. c)Şiirlerde kullanılan ölçü hece ölçüsüdür. d)Çoğunlukla yarım kafiye ve uyak kullanılır. e)Nazım birimi dörtlüktür. f)Nazım biçimleri koşma,türkü,mani,destan,semai,varsağı,ilahi...vb.' dir. g)Aşk,özlem,gurbet,ölüm,doğa ve yurt güzellikleri ile sevgisi,yiğitlik,din,yakınma,kıskançlık,özgürlük temleri işlenir. h)Bazı şiirler konularına göre adlandırılır:Güzelleme,koçaklama,taşlama,ağıt,şadh iye,ilahi,nefes..vb. ı)Dil sadedir. i)Şiirin son dörtlüğünde şairin adı geçer. j)Halk şiirinde de Divan şiirinde olduğu gibi kalıplaşmış mazmunlara yer verilir.Örneğin,"boy" için selvi, "diş" için inci,"yüz"için buğday beniz,"dil" için şirin dil, "güzellik" için yeşil başlı ördek, "bakış" için yavru balaban bakış, "göz" için ela göz gibi. Ancak halk şairlerinin bunlara sıkı sıkıya bağlı kalmadıkları,kuralların dışına çıkarak kişisel görüşlerini de dile getirdikleri görülmektedir. HALK EDEBİYATININ BAŞLICA OZANLARI 13-14.-yy. Yunus Emre 15.yy.-Hacı bayram Veli,Eşrefoğlu,Hasan Dede ,Kaygusuz Abdal, 16.yy.-Kul Mehmet,Öksüz Dede,Pir Sultan Abdal,Köroğlu 17.yy.-Kayıkçı Kul Mustafa,Aşık Ömer,Karacaoğlan,Kul Himmet,Kazak Abdal, 18.yy.-Ercişli Emrah,Öksüz Ahmet,Selimi, 19.yy.Erzurumlu Emrah,Bayburtlu Zihni,Dertli,Seyrani,Kağızmanlı Hıfzı,Ruhsati,Dadaloğlu, 20.yy.-Aşık Veysel,Aşık Ali İzzet,Kul Ahmet,Mahzuni,Reyhani vb. ANONİM HALK EDEBİYATI: Anonim Halk Edebiyatı;halkın arasında türeyip ağızdan ağıza dolaşan,yazanları söyletenleri belli olmayan,ortaklaşa, sözlü,çok kere besteli,yabancı etkilerden uzak,dili sade,nazım ölçüsü hece olan edebiyat koludur. Anonim Halk Edebiyatı;tüm olarak halkın malıdır.Ortaklaşa süregelen halk şiirleri,devamlı bir değişme içindedir. Bunun için ilk doğduğu andaki biçimi ve özü zamanla değişebilir. Anonim edebiyat;ilk dönemin özelliklerini gösterir.Halkın arasından türeyip bugün de ağızdan ağıza dolaşan "atasözü, ağıt,mani,bilmece,halk hikayeleri..." nesir ve nazım olmak üzere devam edegelen verimlerdir. Anonim Halk Edebiyatı;folklora dayalı,folklor kaynaklarından doğan bir türdür.İsimsiz ,yani Anonim edebiyat dilin kendiliğinden doğurduğu ürünlerin yarattığı edebiyattır. Anonim Halk Edebiyatımız,folklorumuzda,eski ozanlık geleneklerimizden yararlanır.Folklor İngilizce bir kelimedir. Folk:halk, lore:bilgi demektir.Folklorun konusunu genel olarak uygar topluluklar arasında yaşayan ve atalarının geleneklerini sözlü olarak devam ettiren halk ortaya çıkarır. Halk yaşayış,duyuş ve gelenekleri;bir toplukta yaşayan inançları ve alışkanlıkları,söylenen türkü,masal,fıkra,efsane, bilmece,tekerleme...gibi ürünleri inceleyerek o toplumun duyuşunu ve yaşayışını anlatmaya çalışan bilime folklor, halkbilgisi,halkbilim,halkiyat denir. Foklorumuz,binlerce yıldan beri tüm insanlarımızın ortaklaşa çabasıyla hayal edilmiş,düşünülmüş,yaratılmış,uygulanmış halk sanatımızdır. ANONİM ÜRÜNLER: A)Biçimine göre Anonim Halk Edebiyatı: MANİ: ört dizeden oluşur.7'li hece ölçüsü kullanılır.aaba düzeninde uyaklanır.Çoğu rediflidir.Asıl konu aşktır. Toplum yaşayışıyla ilgili her şey maniye konu olabilir. Manilerin bir çoğunda kafiyelerin cinaslı olduğu görülür.Örnek: "Kara gözler kara gözler Kararmış kara gözler Gemim deryada kaldı Yelkenim kara gözler" (Manilerde çok kere birinci,ikinci dizeler hazırlayıcı küçücük tablolar şeklindedir;asıl amaç üçüncü ve dördüncü dizelerde açıklanır.) TÜRKÜ:Müzikli Türk halk şiiridir.8'li ya da 11'li hece ölçüsüyle söylenir.Birimi üçlük ya da beşlik olabilir.Türkünün asıl bölümüne "bent",tekrarlanan bölümlerine "kavuştak" denir.Kavuştaklar 1-3 dize olabilir.Çoban türkülerine "kayabaşı" denir.Genellikle acıklı konuları işler,liriktir.Söyleyeni belli değildir.Konuları:aşk,doğa,güzellik,toplumsal olaylardır.Uyak düzeni çeşitli olabilir. Örnek: "Aliş'imin kaşları kare, Sen açtın sineme yare, Bulamadım derdime çare... Görmedin mi,ah,civan Aliş'imi Tuna boyunda? B)Türüne göre Anonim Halk Edebiyatı: AĞIT:Ölenin ardından söylenen halk şiiridir.Çeşitli hece ölçüsü kullanılabilir.Anonim olanları da şairi belli olanları da vardır.Belirli bir uyak düzeni yoktur. ALKIŞ:Anonim halk edebiyatımızda alkışlar,konuşmaya renk katan,hayır-dualardır.Halkımızın günlük konuşmalarında sık sık başvurduğu alkışlar,duyguları belirtmekte;konuşmayı süslemekle kalmazlar,anlatıma csnlı bir güçlülük katarlar. Örnekler: Allah tuttuğunu altın etsin. Allah'tan sağlık,devletten ağalık bulasın. İyiler kardaşın,Hızırlar yoldaşın olsun. NİNNİ:Birimi dörtlük olan halk şiiridir.Hece ölçüsü ve uyak düzeni değişik olabilir.Ninni,küçük çocukları uyutmak için söylenen türküdür. Örnek: Ninni diyem uyutayım Ninnilerin benim olsun Uykularda büyüteyim Uykularım senin olsun Kuzularla yürüteyim Akan sular ömrün olsun Ninni gonca gülüm ninni. Ninni yavru kuzum ninni. KARGIŞ:İnsanları üzen kişiler için söylenir,onların kötü olması için beddua edilir.Örnek: Köprünün altı diken Kara dut parmak gibi Yaktın beni gül iken Kız yüzün kaymak gibi Allah da seni yaksın Seni alan yiğitler Üç günlük gelin iken. Kurusun yaprak gibi. BOZLAK:Halk edebiyatında türkü çeşitlerinden biridir.Bozlaklarda aşklar,yiğitlikler,memleket manzaraları,türlü Maceralar birbirine zincirleme manzumelerle anlatılır.Bu manzumelerin arasına hikaye nesri yerleştirilmiştir. Nazımlı halk hikayelerinde nesir birinci planda tutulduğu halde,bozlaklarda nazım birinci planda,nesir ikinci plandadır.Edebiyatımızda Afşar bozlağı,Urum bozlağı gibi adlarla anılırlar.Düğünleri olmak üzereyken,Moskof harbi nedeniyle askere giden "Gazi Mahmut" bozlağından bir örnek: Sıladan ayrıldım askere geldim; Çift tabanca yerleştirdim beline; Hatçenin bağrını neşterle deldim; Yolladım ağamı Moskof iline; Köyümde bir yaman aykırı seldim; Dulluk yakışır mı böyle geline; "Hıncı viran olmuş çay"derler bana. Ezekli ağam ezekli,bayram geliyo. BİLMECE:Bir şeyin adını anmadan niteliklerini üstü kapalı söyleyerek o şeyin ne olduğunu bulmayı dinleyene veya okuyana bırakmaktan ibaret olan eğlence,sözlü halk edebiyatı ürünüdür.Bilmecelerimizin çoğu,ölçülü, kafiyeli,aliterasyonlu,cinaslı bir söz oyunu niteliğini gösterir.Örnekler: "Seğittim tepeye,yular taktım sıpaya."(iğne-iplik) "İki sıçan bir kütükten atlayamaz."(göz-burun) Manzum örnekler: Sarıdır safran gibi Bir ufacık mil taşı Biz biz idik biz idik Okunur Kur'an gibi İçinde beyler aşı Yüz bin tane kız idik Elden ele dolaşır Pişirirsen aş olur Gece oldu dizildik Mısır'a sultan gibi Pişirmezsen kuş olur Sabah oldu silindik (Altın) (Yumurta) (Yıldızlar) TEKERLEMELER: Tekerlemelerde beklenmedik hayal oyunları,çapraşık düşünceler,şaşırtıcı görüşler tekrir sanatından yararlanılarak anlatılır.Amaç dinleyicileri eğlendirmek ve güldürmektir.Örnekler: Çiğdem çiğdem çivecik Elimi kesti bıçacık Yağlık getir silelim Deve boynun binelim Deve boynu bir pazar İçinde maymun gezer. (Masal,atasözü,deyim,efsane ve fıkralar anonim halk edebiyatının diğer ürünleridir.) TEKKE EDEBİYATI (TÜRK TASAVVUF EDEBİYATI ) Türkler,Müslümanlığı kabul ettikten sonra,eski dinlerini büsbütün unutmadılar.Eski dinleriyle yeni inançlarını bağdaştırmak yoluna gittiler.Tanrıyı sevmek yoluyla anlamak,ona ulaşmak,böylelikle dünyada mutlu olmak yollarını aradılar.Bunun için tasavvuf denilen din felsefesini benimsediler.Bu düşünüşü anlatan eserler meydana getirdiler. Tasavvuf Felsefesi:Tanrının maiyetinden,kainatın oluşundan bahseden bir din felsefesidir.Geniş ve felsevi anlamda tasavvufa "İslam mistisizmi"de denir.Bu felsefi sisteme Vahdet-i Vücut nazariyesi denir. Bu felsevi sisteme göre kainatta tek bir varlık vardır."Vücut-ı Mutlak" (tek varlık)aynı zamanda "Hüsn-ü Mutlak" "Cemal-i Mutlak" ve "Kemal-i Mutlak"tır. Vücut-ı Mutlak yani Tanrı ; varlık,iyilik ,güzellik gibi niteliklere sahiptir. Buna karşılık insanda yokluk,kötülük,çirkinlik gibi nitelikler vardır. Tasavvuf felsefesine göre her şey zıddıyla gelişir.Varlığın zıddı "Adem" yani yokluktur.Adem geçici bir hayalden ibarettir ve tecelliye vasıtadır.Tanrı bir gün kendi güzelliğini görmek ister ve adem denilen yokluk aynasının karşısına geçer ve kainat (evren) biçiminde "tecelli" eder.Yani kün (ol) demiş varlıklar tecelli etmiştir.Feyekün (olma) dediği zaman her şey kaybolacaktır.Kainatta gördüğümüz tüm varlıklar Tanrının adem denilen yokluk aynasındaki bir tecellisinden (görüntüsünden)ibarettir. İnsan kendindeki yokluk,kötülük ve çirkinlik gibi olumsuz nitelikleri bırakıp Tanrının varlık,iyilik ,güzellik gibi niteliklerine sahip olmak,benliği öldürmek,nefse hakim olmak,masivadan vazgeçmek (Tanrıdan başka şeylerden ilişiğini kesmsk) suretiyle "Enel-Hak" (Ben Tanrıyım) diyebilir ve böylece Tasavvufta en yüksek mertebe olan "Fenafillah" mertebesine ulaşabilir. Tasavvufta Tanrı yolunda yürüyenlere mürid,onlara yol gösterenlere mürşid,pir,şeyh gibi adlar verilir. Mutasavvuflara göre kainatta tek bir varlık vardır. O da Tanrıdır.Ondan başka bir varlık yoktur.Bu nokta Tasavvufu büyük dinlerdeki anlayıştan ayırır.Çünkü dinler biri yaratan (Tanrı),diğerğ yaratılan (Canlılar ve cansızlar) olmak üzere iki varlık olarak kabul etmişlerdir.Oysa Tasavvuf bu görüşe karşı "Allahtan özge varlık yoktur" görüşü ile karşı çıkar. Tanrının varlığının ve güzelliğinin en tam şekli evrenin bir parçası olan insanda görülmektedir.Bu bakımdan insan, evrendeki hayallerden biri,canlıların en şereflisi,en mükemmelidir.Damlanın denize katılması gibi Tanrı'ya dönmek yeteneğine sahiptir.Tasavvuf daki bu düşünceyi Yunus Emre'nin dizeleri oldukça güzel anlatır: "Allahı ararsan gönlünde ara; Mekke'de, Kudüs'te, Hac'da değildir." TEKKE EDEBİYATI ÜRÜNLERİ A)Biçimine göre:Tekke şairlerinin şiirleri genellikle koşma biçimindedir. B)Konusuna göre: İLAHİ: Tanrıyı öven şiirlerdir.7'li,8'li ve11'li hece ölçüsüylesöylenir.İlahiler3-7 ve daha fazla dörtlük olabilir.Tekke edebiyatının en önemli türlerinden biridir.Divan edebiyatının "Tevhit"lerine karşıt gibidir.İlahiler belli bir tarikatın görüşünü yansıtmazlar.Yunus Emre'nin ilahileri ünlüdür. Örnek: "Ne varlığa sevinirim Ne yokluğa yerinirim Aşkın ile avunurum Bana seni gerek seni." Yunus Emre NEFES:Bektaşi felsefesini belirtmek için yazılan koşuk.Nefeslerin hemen hepsinde rindlik,kalenderlik ve istihza öğeleri görülür.7'li.8'li ve 11'li hece ölçüleriyle söylenir.Örnek: Adem'i balçıktan yuğurdun yaptın Bakkal mısın terazuyu n'eylersin Yapıp da n'eylersin bundan sana ne? İşin gücün yoktur gönül eylersin, Halk ettin insanı cihana saldın, Kulun günahını tartıp n'eylersin Salıp da n'eylersin bundan sana ne? Geçiver suçundan bundan sana ne? Kaygusuz Abdal DEMELER:Alevi-kızılbaş tarikatından olan halk tasavvuf şairlerinin hareketleriyle ilgili temaları işlemelerine denir. Bu şiirler Alevi tekkelerinde,tören sırasında,makamla ve sazla söylenirdi. Örnek: Çıkalım meydan yerine Erelim Ali sırrına Can u baş Hak yoluna Koyamazsın demedim mi? ( Pir Sultan Abdal ) DEVRİYE:Tekke edebiyatında,evrenin ve insanın Tanrı'dan çıkıp tekrar Tanrı'ya dönmesi felsefesine göre yazılan şiirlerdir.Örnek: Ezel bi-dert idim bir dertli oldum Makam makam gezdim cihana geldim Kendimi ahsenü takvim'de buldum Hak ile vakif-ı esrar idim ben ( Dertli) ŞATHİYE:Ciddi bir düşünce duyguyu iğneli ve mizahlı bir dille anlatan şiirler.Bu tarz şiirlerde,tasavvufa bağlı görüşler,şaşırtıcı bir alaycılık içinde dile gelir.Allah ile şakalı bir eda ile konuşur gibi yazılan şiirler şadhiyat-ı sofiyane adını alır. Örnek: "Kıldan köprü yaratmışsın Sırat kıldan incedir Gelsin kullar geçsin deyü Kılıçtan keskincedir Hele biz şöyle duralım, Varıp anın üstüne Yiğit isen geç a Tanrı!" ( Kaygusuz Abdal) Evler yapasım gelir (Yunus Emre) NUTUK Tekke edebiyatında,tarikata yeni girenlere mürşitlerin yol göstermek için yazdıkları manzumedir. :Örnek: "Bilmek istersen seni Can içre ara canı Gel canından bul anı Sen seni bil sen seni "
AŞIK EDEBİYATI (SAZ ŞİİRİ) *Aşık Edebiyatı;Anadolu'da,XVI.yy.dan sonra gelişen,Anonim Halk,Tekke ve Klasik Edebiyatlarımızın etkisinde gelişen orta tabaka edebiyatımızdır.Halk arasında yetişen saz şairlerinin meydana getirdiği edebiyattır. *Aşık Edebiyatımızda nesir yoktur.Aşık edebiyatı din dışı bir edebiyattır.Aşık adı verilen şairlerin bağlama,cura, tanbura gibi sazlarlasöyleyip çaldıkları sözlü,besteli edebiyat türüdür. * Aşıklar,sözlü olarak süregelen edebiyatımızı ünlü aşıklar yanında öğrenir.,onlardan mahlas alır.Aşıklığın tüm özelliklerini öğrendikten sonra sazlarıyla diyar diyar dolaşırlar.Sazla söz artık geçim kaynağı olmuştur. *Halk şiirimizi oluşturan biçimler"dörtlük"biriminden doğar.Uyak düzeni mani tarzı (aaxa) ya da koşma (abab/bbba/ccca...)(abcb/dddb/eeeb...)tipidir. AŞIK EDEBİYATI ÜRÜNLERİ: A)Biçimine göre: KOŞMA:Halk Edebiyatımızın en yaygın nazım şekillerinden biridir.Çoğı 4+4+3 veya 6+5 durak olmak üzere 11 hecedir.Aynı koşmada bazen bu iki veznin kullanıldığı olur. Koşma,Divan edebiyatının "gazel"i gibi lirik konuları işlemekte kullanılır.Aşk,sevgi,doğa güzellikleri koşmanın en belli başlı konuşarı arasındadır.Halk edebiyatı sıkı kurallardan pek hoşlanmadığı için,esas ölçümü 11 heceli olan koşmayı,değişik ölçülerde de görüyoruz. Koşmanın insan ve doğa güzelliğini övene güzelleme;yiğitlik temasını işleyene koçaklama;bir kişiyi ve toplumun kötülüklerini işleyenine taşlama;yasla ilgili olanlarına ağıt adı verilir.Örnek : "Ilgıt ılgıt esen seher yelleri Esip esip yare değmeli değil Ak elleri elvan elvan kınalı Karadır gözleri,sürmeli değil." ( Karacaoğlan ) SEMAİ: Sekizli hece ölçüsüyle yazılır.4+4ölçüsüyle duraklıdır.Birimi, dörtlüktür.Özel bir bestesi vardır. Konuları aşk ve tabiat güzellikleridir.Örnek: "İncecikten bir kar yağar Tozar Elif Elif diye Deli gönül apdal olmuş Gezer Elif Elif diye diye." (Karacaoğlan ) VARSAĞI:Ölçü ve biçimce semaiye benzer.Güney Anadolu'da Varsak Türkmenleri tarafından söylenir. Beste bakımından semaiden ayrılır.Sekizli vezinle söylenir.3-5 ve daha fazla dörtlük olur.Kahramanlık, kabadayılık,mertlik duygularını haşmetli,ciddi bir dille belirtmeye çalışır.Savaş,vuruşma,yiğitlik konularında meydan okumayı vurgulayan(be hey,bre,hey!)gibi ünlemler vardır. Örnek: "Bre ağalar,bre beyler Ölmeden bir dem sürelim Gözümüze kara toprak Girmeden bir dem sürelim" ( Karacaoğlan ) b]
|