0 Üye ve 1 Ziyaretçi Konuyu İncelemekte. Aşağı İn :)
Sayfa 1
Konu: Bir Yüreğin Ölümü  (Okunma Sayısı: 1138 Kere Okundu.)
« : Aralık 06, 2014, 10:48:25 ÖS »

imge34
*
Üye No : 117785
Nerden : İstanbul
Cinsiyet : Bayan
Konu Sayısı : 6024
Mesaj Sayısı : 10 493
Karizma = 36677


Bir yüreğin adamakıllı sarsılabilmesi için her zaman ille de kaderin güçlü bir tokadı ya da her şeyi sert bir şekilde söküp atan bir güç gerekmez; hatta gelişigüzel nedenle yıkımı yaratmak, kaderin ele avuca sığmaz heykeltıraş isteğini tahrik eder. Biz insanoğlu, kendi anlaşılmaz dilimizde bu ilk hafif dokunuşlara bahane deriz ve onun o küçücük cüssesiyle çoğu zaman muazzam etkili gücüne şaşar kalırız; fakat bir hastalık nasıl sinsice ortaya çıkarsa, bir insanın kaderi de ancak her şey gözle görülür hale geldiğinde ve olaylar başladığında kendini belli eder. Kader, yüreğe dıştan dokunmadan çok önce beyinde ve kanda içten içe ilerler her zaman. Kişinin kendini tanımaya başlaması aslında kendini savunmaya başlamasıdır ve bu, çoğu zaman beyhude bir savunmadır.

Yaşlı adam adı Salomonsohn'du ve memleketinde gizli dernek müşaviri olarak biliniyordu Paskalya için ailesiyle birlikte geldiği Gardone'deki otelde şiddetli ağrılar nedeniyle uyandı: Vücudu adeta sert keresteler içinde sıkışmış gibiydi, daralan göğsünden güçlükle nefes alıyordu. Yaşlı adam korktu, uzun zamandır safrakesesi sancıları çekiyordu, doktorların tavsiyesine uyup Karlsbad'da bir küre gidecek yerde, ailesi istediği için Güney'e gelmişti. O şiddetli ağrı nöbetleri gelecek korkusuyla geniş bedenini çekine çekine yokladı, fakat kısa bir süre sonra devam eden şiddetli sancıların ortasında sadece midesinin ağrıdığını fark edince rahatladı, herhalde alışkın olmadığım İtalyan yemeklerindendir ya da buradaki birçok yabancının başına gelen zararsız zehirlenmelerden biridir, diye geçirdi aklından. Rahat bir nefes alarak titreyen ellerini çekti, ama sancı henüz geçmemişti ve nefes almasını engelliyordu; bu nedenle biraz hareket etmek için ahlaya oflaya yataktan kalktı. Gerçekten de ayağa kalkıp yürümeye başladığında sancısı hafiflemişti. Fakat karanlık oda pek büyük değildi, ayrıca diğer yatakta uyuyan eşini uyandırmaktan ve endişelendirmekten de çekiniyordu. Üzerine robdöşambrını aldı, çıplak ayaklarına terlik giydi ve el yordamıyla koridora çıktı, sancısını azaltmak için ağır ağır yürümeye başladı.

Karanlık koridora açılan kapıyı araladığı anda ardına kadar açık pencerelerden kilisenin çanının önce dört kez güçlü bir şekilde, ardından da gölün üzerinde yankı yapan hafif vuruşlarını duydu: Saat sabahın dördüydü.

Uzun koridor tamamen karanlıktı. Fakat yaşlı adam gündüzden hatırladığı kadarıyla koridorun dümdüz ve geniş olduğunu biliyordu: Böylece ışığı açmaya gerek duymadan, derin derin nefes alarak, göğsündeki sıkışmanın gittikçe azaldığını, yürüyüşün kendisine iyi geldiğini hissederek memnun bir şekilde koridorun başından sonuna kadar birkaç kez yürüdü. Bu yürüyüş egzersizi ile neredeyse tüm ağrılarından kurtulmuş, odasına gitmeye hazırlanırken duyduğu bir sesle korkudan olduğu yerde kalakaldı. Evet, bir sesti: karanlığın içinden bir fısıltı, tiz, ama yine de anlaşılmaz bir fısıltı. Tavanda bir şeyler çatırdamıştı, sanki birileri bir şeyler fısıldıyor, bir şeyler kımıldıyordu, derken hafif aralık olan bir kapıdan karanlığın içine cılız bir ışık süzüldü. Bu da neydi? Yaşlı adam gayrılhtiyarı bir köşeye sokuldu, merak ettiğinden değil, aksine sadece gecenin bir yarısında dolaşmaya çıktığını birisi görecek olursa duyacağı utanç nedeniyle. Fakat tam o saniyede, ışığın koridoru aydınlattığı anda beyazlar giymiş bir kadın siluetinin o odadan çıkıp koridorun derinliklerinde kaybolduğunu görür gibi oldu. Gerçekten de koridorun sonundaki kapılardan birinin olduğu yerde bir kapı tokmağının hafif sesi duyuldu. Sonrasında her şey yine karanlığa ve sessizliğe gömüldü.

Yaşlı adam yüreğine bir şeyler saplanmış gibi birden sendelemeye başladı. Orada koridorun sonunda kendini göstere göstere belli eden o kapı tokmağının olduğu yerde... orada sadece kendi odası vardı, ailesi için kiraladığı üç odalı daire. Daha birkaç dakika önce odadan ayrıldığında eşi derin uykudaydı, o halde hayır, yanılmış olması imkansızdı inanması güç ama, yabancı odada, yaşadığı bir maceradan döndüğü anlaşılan o kadın silueti, henüz on dokuz yaşındaki kızı Erna'dan başkasına ait olamazdı.

Yaşlı adamın tüm bedeni ürpermiş, korkudan adeta buz kesmişti. Kızı Erna, o çocuk, o pırıl pırıl, yaramaz çocuk hayır, imkansızdı, yanılmış olmalıydı. Yabancı bir odada, ne işi olabilirdi, eğer... Beynine hücum eden düşüncelerden kurtulmaya çalışıyor, fakat kaçarcasına uzaklaşan kadının hayaleti andıran görüntüsü inatla şakaklarına yapışmış, bir türlü bırakmıyordu, yapacak bir şey yoktu: Emin olmak zorundaydı. Soluğu tıkana tıkana, kendisininkinin hemen bitişiğinde bulunan kızının odasının kapısına kadar geldi. Fakat birden irkildi: Tam burada bulunan o tek kapının aralığından cılız bir ışık titreşiyor, anahtar deliğinden beyaz bir nokta her şeyi ortaya koyuyordu: Kızının odasında sabahın dördünde ışık yanıyordu! Derken yeni bir kanıt daha: Tam o anda odadaki elektrik düğmesinin kapandığı duyuldu ve dışarıya sızan beyaz ışık hiçbir iz bırakmadan karanlığa karıştı hayır, hayır, kendini aldatmanın bir yararı yoktu gecenin yarısında yabancı birinin yatağından gizlice kendi yatağına dönen kız, Erna'dan başkası değildi.

Yaşlı adam dehşetten ve soğuktan titremeye başladı; aynı anda bütün vücudundan ve gözeneklerinden ter boşanmıştı. Aklından geçirdiği ilk şey, kapıyı kırmak ve o utanmazı öldüresiye dövmekti. Fakat bacakları ağır bedeninin altında tir tir titriyordu. Ancak odasına gidecek, kendisini yatağına atacak zamanı bile zor buldu; duyuları uyuşmuş, darbe almış bir hayvan gibi başı yastığa düştü.

Yaşlı adam hiç hareket etmeksizin yatağında uzanıyordu; gözlerini karanlığa dikmişti. Yanında yatan karısı her şeyden habersiz rahat rahat nefes alıyordu. Aklına ilk gelen şey, karısını sarsarak uyandırmak, korkunç gerçeği anlatmak, yüreğini boşaltmak, öfkesini kusmaktı. Fakat o korkunç gerçeği nasıl söyleyebilir, yüksek sesle nasıl anlatabilirdi? Hayır, asla, asla o sözcük dudaklarından çıkmayacaktı. Ama ne yapacaktı? Ne yapacaktı?

Düşünmeye çalıştı. Fakat düşünceleri önünü göremeyen yarasalar gibi birbirine çarpıyordu. İnanılır gibi değildi. Erna, gözlerinin içi gülen o terbiyeli çocuk... Neredeyse daha dün okuldan döndüğünde, kitabının başında küçük pembe parmaklarıyla o güç yazıyı güçlükle okumaya çalışmıyor muydu?.. Onu, daha dün üzerinde açık mavi elbisesi, okuldan alıp pastaneye götürmemiş miydi? Şekerli dudaklarıyla yanağına öpücük kondurmasının üzerinden ne kadar zaman geçmişti?.. Daha dün değil miydi?.. Hayır, yıllar önceydi... Fakat daha dün, gerçekten de bir gün önce vitrinde rengarenk görünen mavili sarılı süveteri alması için ellerini kavuşturmuş ve babasının asla karşı koyamayacağı o çocuksu gülümsemesiyle, "Babacığım, lütfen," diyerek nasıl da yalvarmıştı... ve şimdi, şimdiyse babasının odasının yanı başındaki odadan gece yarısı çıkıp yabancı bir erkeğin odasına süzülmüş, orada onun yatağında çıplak, şuh kahkahalar atmıştı...

"Tanrım!.. Tanrım!" Elinde olmayarak inliyordu yaşlı adam. "Böylesi bir utanç! Böyle bir utanç!.. Gözüm gibi baktığım narin çocuğum yabancı bir adamla... Kiminle?... Kim olabilir? Buraya, Gardone'ye geleli daha üç gün oldu ve o buradaki süslü, kendini beğenmiş züppelerden hiçbiriyle daha önce tanışmamıştı, ne o ince kafalı Kont Ubaldi'yle ne o İtalyan subayla ne de Mecklenburglu o biniciyle... yalnızca gelişimizin ikinci günü tanıştı onlarla, ve hemen birisiyle... Hayır, ilk birlikteliği bu olamaz, hayır... çok daha önce başlamış olmalı... evdeyken... ve ben hiçbir şey bilmiyorum, hiçbir şey fark etmedim, ben salak, kafası kopası salak... Fakat ben onlar hakkında ne biliyorum ki?.. Bütün gün onlar için çalışıyorum, günün on dört saati bürodayım, tıpkı yıllar önce numunelerle dolu valizimle trenle kent dışına gittiğim gibi... sadece onlara para getirebilmek için, para, para, kendilerine güzel elbiseler alabilsinler ve zengin olsunlar diye... ve akşamları eve döndüğümde, yorgun argın döndüğümde, onlar gitmiş olurlardı: tiyatroda, baloda, gezmede... ne biliyorum onlar hakkında, bütün gün neler yaptıklarını nereden bileyim?.. Sadece şimdi çocuğumun gece yarısı saf ve temiz bedeniyle erkeklerin yatağına girdiğini, tıpkı sokak fahişeleri gibi... Ah, nasıl bir utanç bu?"

Yaşlı adam iç çekmeye devam ediyordu. Her yeni düşünce, yarasını daha da deşiyordu: Sanki beyni yarılmış, kanıyor da kırmızı kurtlar içini kemiriyordu.

"Fakat neden bütün bunlara tahammül ettim?.. O orada o utanmaz bedeniyle rahat rahat uyurken? Neden ben hala burada yatıyor ve kendime eziyet ediyorum... Neden hemen odasına dalmadım, kepazeliğini bildiğimi yüzüne haykırmadım?.. Neden kemiklerini kırmadım... Çünkü ben zayıf biriyim... korkağın tekiyim... o ikisine karşı hep zayıftım... yaptıkları her şeye göz yumdum... onlara rahat bir hayat sağlayabildiğim için gurur duydum, bu arada kendi hayatımı mahvetmiş olsam da... dişimle, tırnağımla kazandım parayı, kuruş, kuruş... onları mutlu görmek uğruna canımı dişime taktım. Fakat onlara refahı sağlar sağlamaz, benden utanmaya başladılar... onların yanında yeterince şık değildim... fazla cahildim... nasıl kendimi eğitebilirdim ki? Daha on iki yaşındayken beni okuldan aldılar, para kazanmak zorunda bırakıldım, para kazanmak, para kazanmak... Numunelerle dolu valizimle köy köy dolaştım, sonra kendi işimi kuruncaya kadar kent kent pazarlamacılık yaptım... Fakat tam yükselmiş, kendi işimi kurmuştum ki eski, şerefli soyadımı beğenmemeye başladılar... Konsey danışmanı, özel danışman unvanı satın almak zorunda kaldım, sırf eşime Bayan Salomonsohn demesinler diye, sırf onlar kibarlık taslayabilsinler diye... Kibarlık! Kibarlık! Onların bu kibarlık budalalığına, o 'kibar' çevrelerine karşı olduğumda, annemin, nur içinde yatsın, sadece babam ve bizim için evi çekip çevirdiğini, sessiz, mütevazı olduğunu anlattığımda benimle alay ettiler... geri kafalısın dediler... 'Sen çok eski kafalısın babacığım,' diye alay etti kızım benimle hep... evet, eski kafalı, evet... ve şimdi o yabancı erkeklerle yabancı yataklarda, benim çocuğum, benim tek çocuğum... Ah, bu nasıl bir utanç, nasıl bir ayıp... "

Yaşlı adam göğsünü sıkıştıran acıyla öyle korkunç inledi ki, yanında yatan karısı uyandı. "Ne oldu?" diye sordu uyku mahmurluğu içinde. Yaşlı adam cevap vermedi, nefesini tuttu ve düşünceleri beynini bir kurt gibi kemirirken, acılarının karanlık tabutunda sabaha kadar hiç hareket etmeden öylece kaldı.

Sabahleyin kahvaltı masasına ilk gelen oydu. İçini çeke çeke oturdu, ağzına attığı her lokma midesini bulandırıyordu.

"Yine yalnızım," dedi, "her zaman yalnızım!.. Sabahleyin ben işe giderken, ikisi de danslarından, tiyatrolarından yorgun düştüklerinden keyiflerini bozmadan tembel tembel uyumaya devam eder... ben akşam eve döndüğümde ise onlar çoktan gitmiş olur: Bana ihtiyaçları olmaz orada. Ah, para, o kahrolası para bozdu onları... para onları bana yabancılaştırdı... Ben aptal, tonla parayı bir araya getirdim, kendimden bile çaldım, kendimi yoksul düşürdüm, onların ahlakını bozdum... elli yıl boyunca anlamsız bir şekilde didindim durdum, bir günü bile kendime ayırmadım ve şimdi yalnızım... "

Adam gittikçe sabırsızlanıyordu. "Neden gelmiyor... onunla konuşmak istiyorum, ona söylemek zorundayım... buradan gitmeliyiz, hemen... neden gelmiyor... herhalde hala yorgun, ben aptalın yüreği parçalanırken, o vicdanı rahat mışıl mışıl uyuyor... Annesine gelince; saatlerce temizlenir, banyosunu yapar, hazırlanır, manikürünü, saçlarını yaptırır, saat on birden önce aşağıya inmez... bunda şaşılacak ne var?.. Böyle bir kadının çocuğu ne olur?.. Ah, para, kahrolası para."

Arkasında hafif ayak sesleri duydu. "Günaydın babacığım, iyi uyudun mu?" Kızı hafifçe eğilip küçük bir öpücük kondurdu zonklayan alnına. Adam gayrı ihtiyarı başını geri çekti: Coty parfümünün tatlımsı ağır kokusu midesini bulandırmıştı. Ve sonra...

"Neyin var babacığım... yine keyfin yok... Bir kahve söyleyelim, garson... bir de ham and eggs. İyi uyuyamadın mı, yoksa kötü haberler mi aldın?"

Yaşlı adam kendini tutmaya çalışıyordu. Başını eğdi, kızın yüzüne bakmaya cesareti yoktu, sustu. Sadece kızının ellerini gördü masanın üzerinde, o sevdiği elleri: Umursamaz, manikürlü elleri şımarık tazılar gibi beyaz örtünün üzerinde oynuyordu. Adam titriyordu. Çekinerek bakışlarını dolaştırdı, yumuşak, el değmemiş kollarına, o çocuksu, eskiden... ne kadar zaman önceydi?.. Yatmaya gitmeden önce sık sık babasına sarıldığı kollarına... Kızın yeni süveterinin altında nefes aldıkça hafif inip kalkan yuvarlak göğüslerini gördü. "Çıplak... çıplak... yabancı bir erkeğin kollarında!" diye geçirdi aklından için için kabaran bir öfkeyle. Her yanını tuttu, elledi, okşadı, kokladı, zevkini çıkardı... benim kanım, benim canım... benim çocuğum... ah, o yabancı serseri... ah... ah..."

Elinde olmadan yine inlemişti. Kızı, "Neyin var babacığım?" diye sorarken şımarıkça babasına sokuldu.

"Neyim mi var?" diye gürledi içten içe. "****** bir kızım var, ama bunu ona söyleyecek cesaretim yok."

Fakat adam sadece belli belirsiz homurdandı: "Hiç! Hiç!" dedi ve sert bir şekilde gazeteyi eline aldı. Kızının meraklı bakışlarıyla karşılaşmamak için, sayfalarını açarak yüzüne tuttu, çünkü onunla göz göze geldiğinde, kendini güçsüz hissediyordu. Gazeteyi tutan elleri titriyordu. "Şimdi söylemeliyim ona, yalnız olduğumuz şu an söylemeliyim," diye düşünürken içi içini yiyordu. Fakat sesi çıkmıyordu; başını kaldıracak gücü bile yoktu.

Sonra birdenbire koltuğunu geri çekti, ağır adımlarla bahçeye attı kendini; çünkü gözyaşlarının istemdışı yanaklarından süzüldüğünü hissetmişti. Ve kızı bunu görmemeliydi.

Yaşlı adam kısa bacaklarıyla bahçede dolanıp durdu ve uzun süre gözlerini göle dikti. Her ne kadar içine akıttığı gözyaşları gözlerini körleştirmişse de, buradaki doğanın güzelliğini yine de görebiliyordu: Gümüş rengindeki ışığın arkasında yeşil bir dalga gibi yükselen servi ağaçlarının siyah taranmış ince çizgileri tepeler, açık renkli tepeler ve onların arkasında kalan sarp dağlar, tıpkı ciddi adamların, mutlu çocukların önemsiz oyunlarını seyretmesi gibi sert, ancak kibirden uzak bakışlarıyla gölün sevimliliğini süzüyordu. Tanrının o ölümsüz mutlu gülümseyişi nasıl da hoş, mecazı, misafirperver bir tavırla insanı Güney'in içine, dost ve mutlu olmaya davet ediyordu. "Mutluluk," dedi yaşlı adam düşüncelerden ağırlaşmış başını sallayarak.

"İnsan burada mutlu olabilir. Bir defasında ben de mutlu olmak, tasasız insanların dünyasının ne kadar güzel olabileceğini duyumsamak istedim... yazışmalar, hesaplar, pazarlıklar, pazarlamacılıkla geçen elli yıldan sonra, ben de bir defa birkaç güzel gün geçirmek istedim, bir defa, ölmeden önce bir defa... altmış beş yıl, Tanrım, dile kolay, o yaşta, ölümün bir eli insanın üzerinde oluyor, işte o zaman insan için ne paranın değeri kalıyor ne de doktorların yardımı oluyor... Yalnızca biraz rahat nefes alayım istedim... Fakat rahmetli babam hep derdi: 'Bizim için rahatlık, keyif yoktur, bizler sırtımızdaki yükü mezara kadar taşırız.' Dün bir kez olsun kendim için bir şeyler yapabilirim diye düşünmüştüm... dün mutlu biri gibiydim, güzel ve temiz çocuğum olduğu için mutluydum, sevinçli olmasına sevinmiştim... ama Tanrı hiç vakit kaybetmeden beni cezalandırdı, Tanrı her zaman elimdekini almıştır zaten... İşte şimdi her şeyi sonsuza kadar kaybettim... Artık kendi çocuğumla konuşamıyorum... gözlerine bakamayacak kadar utanıyorum... Hep aklımda olacak, evde, büroda ve gece yatağa yattığımda: Şimdi nerede, neredeydi, ne yaptı... artık asla huzurla eve gidemeyeceğim, işte karşımda oturuyor, yanıma geliyor ve benim yüreğim hopluyor, onu öyle genç ve güzel görünce... Beni öptüğünde, kendi kendime, dün bu dudakları kim öptü, diye soracağım... benden uzaklaştığında hep korku içinde yaşayacağım, gözlerine baktığımdaysa hep utanç duyacağım... Hayır, böyle yaşanamaz... insan böyle yaşayamaz."

Yaşlı adam mırıldanarak sarhoş gibi bir o yana, bir bu yana sendeleye sendeleye yürüyordu. Sürekli göle bakıyor, gözyaşları sakallarına karışıyordu. Burnundaki sapsız gözlüğü çıkarmak zorunda kalmıştı, miyop ve yaşlı gözleriyle dar yolda öyle haldır huldur yürüyordu ki, o anda oradan geçen bahçıvan çırağı afallamış bir şekilde öylece durup ona baktı, şaşkın adamın arkasından İtalyanca komik bir şeyler söyleyip kahkaha attı. Bu, yaşlı adamı daldığı acılardan çıkardı, gözlüğünü burnuna yerleştirdi, insanların onu fark etmeyeceği bir banka oturmak için bahçenin bir köşesine sokulmaya çalıştı. Fakat tam bahçenin öbür ucuna varmıştı ki, sol taraftan gelen bir kahkaha ile yeniden irkildi, tanıdığı ve şu an yüreğini parçalayan bir kahkahaydı bu. Bu kahkahalar on dokuz yıl boyunca yaşlı adamın müziği olmuştu, kızının o küstah, şuh kahkahası... bu kahkaha için geceler boyu trenlerin üçüncü mevkilerinde Poznan ve Macaristan'a kadar gitmişti, sadece onların önüne bir şeyler koymak için, bu tasasız neşenin tomurcuklanacağı o verimli sarı toprağı koymak için... sadece bu kahkahayı duymak için yaşamıştı ve safrakesesini hasta etmişti... o sevgili dudaklarında o kahkahanın hep çınlaması için.

Oysa şimdi bu kahrolası kahkaha kızgın bir testere gibi yüreğini dağlıyordu.

Ama direnen yaşlı adamı yine de kendine çekiyordu. Kızı tenis kortundaydı, çıplak elinde tuttuğu raketi hafif bir hareketle yukarı kaldırıyor, topu karşılıyordu. Her vuruşta küstah kahkahası mavi gökyüzünde yükseliyordu. Üç erkek de hayranlıkla ona bakıyordu, bol tenis gömleği içindeki Kont Ubaldi, vücudunu sımsıkı saran üniforması içindeki subay ve kusursuz süvari pantolonu içindeki binici bey; üçü de kelebek gibi bir oraya, bir buraya sıçrayan kızın çevresinde birer heykel gibi duruyordu. Yaşlı adamın da bakışları tutsak olmuştu. Tanrım, bu açık renkli elbisesi içinde ve güneşin ışıldadığı saçlarıyla ne kadar da güzel görünüyordu. Körpe bedeni sıçrarken ve koşarken hafifliğini nasıl da mutlu mutlu hissediyor, coşkulu hali karşısındakini de heyecanlandırıyor. Şimdi beyaz tenis topunu havaya fırlatıyor, bir daha, bir daha vuruyordu, genç kız bedeninin bir ağaç dalı gibi eğilip topu yakalaması, son atağı yapması muhteşemdi. Adam kızını hiç böyle görmemişti. Coşan bir alevle ateşlenmiş gibiydi, beyaz, uçuşan bir alevdi sanki, alev alev yanan bedeninden çıkan kahkahalarının gümüş parıltılarıyla Güney'in bahçelerinin sarmaşıklarından, ışıldayan gölün yumuşak maviliğinden yükselen bakire bir tanrıçaya benziyordu. Hayır, onu daha önce hiç böyle görmemişti, etrafı duvarlarla çevrili kentlerinde onu hiç böyle görmemişti, odalarda ya da caddelerde sesinin böyle kuş cıvıltısı gibi çıktığını hiç duymamıştı, hayır, hayır, onu hiç bu kadar güzel görmemişti. Yaşlı adam bir türlü gözünü alamıyordu ondan. Her şeyi unutmuştu, sadece bu beyaz, uçuşan alevi görüyordu. Kızı çevik bir hareketle dönüp soluk soluğa, adeta uçarcasına bir sıçrayışla topları yakalayıp nefes nefese, gülerek gururlu bir bakışla göğsüne bastırmasaydı, yaşlı adam orada öylece durup, kızının o halini içine çekercesine sonsuza kadar ona bakıp kalacaktı. Kızın topları ustaca yakaladığını seyreden üç adam sanki operadaki bir aryayı alkışlıyormuş gibi, "Bravo! Bravo!" diyerek kızı alkışladı. Erkeklerin gırtlaklarından çıkan bu sesler büyülenmiş gibi orada öylece dalmış yaşlı adamı kendine getirdi. Öfkeyle gözlerini onlara dikti.

"İşte oradalar ********ler," derken yüreğine adeta çekiçle vuruluyordu. "İşte oradalar... fakat içlerinden hangisi acaba?.. Bu üçünden hangisi dün gece ona sahip oldu?.. Nasıl da süslenmişler, kokular sürmüş, tıraş olmuşlar gününü gün eden serseriler... Ben onların yaşındayken yamalı pantolonumla büroda oturur ya da müşterilerin etrafında pervane olurdum... babalarına gelince; kim bilir belki de onlar hala benim gibiler ve onlar için tırnakları kanayıncaya kadar çalışmaktalar. Bunlar ise dünyanın her köşesine seyahat ediyor, Tanrı'nın her gününü boşa geçiriyor, bronzlaşmış yüzleri, açık, arsız gözleri aydınlık, pırıl pırıl... böyle olunca zinde ve keyifli olmaları, benim kızım gibi kendini beğenmiş birini birkaç tatlı sözle kandırıp yatağa atmaları kolay tabii... Fakat bu üçünden hangisiydi, hangisi?.. İçlerinden biri, biliyorum, kızımı şimdi bile giysilerinin içinde çıplak hayal ederken ağzının suyu akıyor: Ona ben sahip oldum diyor... kızımın ateşli ve çıplak halini biliyor ve aklından bugün yine benim olacak diye geçiriyor ve ona göz kırpıyor ah o köpek!.. Öldüresiye kırbaçlayabilirim o köpeği!"

Derken onu fark ettiler. Kızı raketini salladı ve gülümsedi, erkekler de selamladı. Adam karşılık vermedi, yalnızca dalgın ve kanlanan gözleriyle kızının neşeli dudaklarına baktı, "Hala kahkaha atabiliyorsun ya ahlaksız, ama kim bilir içlerinden biri daha için için gülüyor ve işte orada duruyor, o yaşlı, aptal, yatağında horul horul uyuyan Yahudi diye geçiriyordur aklından... bir bilse, yaşlı aptal!.. Evet, biliyorum, gülüyorsunuz, pis çamura basar gibi beni çiğniyorsunuz... fakat kızım kıvrak ve istekli, koşa koşa yatağınıza geliyor... Annesine gelince; biraz şişman ve ağır, süslü püslü, ama istense kim bilir o da hayır demezdi. Haklısınız köpekler, o kızışkın dişilerin, namussuz karıların peşinde koşmakta haklısınız... Bir başkasının yüreğinin parçalanması sizi neden ilgilendirsin ki... önemli olan sizin zevk almanız, o namussuz kadınların zevk alması... sizi kurşunlamalı, kırbaçlamalı sizi. Fakat bunu yapan birileri çıkmadığı için haklısınız... Tıpkı kusmuğunu yiyen köpek gibi öfkesini tutan benim gibiler olduğu sürece haklısınız... Ben korkak olduğum sürece, acınacak kadar korkak olduğum sürece haklısınız... gelip o utanmaz kızımın kolundan tutup çekmediğim için, aptal gibi burada oturduğum için, midem bulanarak, korkak... korkak... korkak..."

Öfke içinde tir tir titrerken ellerini parmaklığa geçirdi yaşlı adam. Ve birden ayağının dibine tükürdü ve sendeleye sendeleye bahçeden çıktı.

Yaşlı adam ağır adımlarla küçük kente doğru yürüdü, bir vitrinin önünde birdenbire durdu; turistlerin ihtiyacını karşılayacak çeşit çeşit eşya vardı: gömlekler, ağlar, bluzlar, balık avlamak için gerekli malzemeler, kravatlar, kitaplar, öylesine üst üste konulmuş ve bir piramit oluşturmuş fırın kapları. Fakat onun gözü sık eşyaların arasında silik kalan bir şeye takıldı: kalın, kaba ucu demirli, elde tutması zor, ama vurdun mu karşısındakini yere indiren bir bastona. "Bir vuracaksın... Vuracaksın o köpeğin kafasına!" Bunu düşünmek bile zevkten başını döndürmeye yetti, bu zevkle dükkana girdi ve o kalın bastonu ufak bir para karşılığında satın aldı. Bastonu eline alır almaz, kendini daha güçlü hissetmeye başladı: Silah, fiziksel açıdan güçsüz olanların kendilerini güvende hissetmelerini sağlar. Bastonu tuttuğunda adalelerinin gerildiğini hissetti: "Kafasına kafasına indirmeli o hayvanın!" diye kendi kendine mırıldandı, derken farkında olmadan sendeleye sendeleye yürümeyi bıraktı, yere daha sert, daha sağlam basmaya başladı, hızlandı, yürümeye devam etti. Kumsal boyunca bir aşağı, bir yukarı yürüdü, ter içinde kalmıştı, ama hızlı yürümekten değil, aklından geçenler nedeniyle. Çünkü bastonu avucunun içiyle gittikçe daha sert tutuyordu.

imgenin şiddetiyle çoğalır anlam
parçalana parçalana

geçtiğimiz yollardan

onca yaprak düşer
birkaç şiir kalır yalnızca
o derin ağaçlardan

kendi sesimize uyandığımız rüyalarda "Murathan Mungan"
WeBCaNaVaRi Botu

Bu Site Mükemmel :)

*****

Çevrimİçi Çevrimİçi

Mesajlar: 222 194


View Profile
Re: Bir Yüreğin Ölümü
« Posted on: Nisan 26, 2024, 10:01:11 ÖS »

 
      Üye Olunuz.!
Merhaba Ziyaretçi. Öncelikle Sitemize Hoş Geldiniz. Ben WeBCaNaVaRi Botu Olarak, Siteden Daha Fazla Yararlanmanız İçin Üye Olmanızı ŞİDDETLE Öneririm. Unutmayın ki; Üyelik Ücretsizdir. :)

Giriş Yap.  Kayıt Ol.
Anahtar Kelimeler: Bir Yüreğin Ölümü e-book, Bir Yüreğin Ölümü programı, Bir Yüreğin Ölümü oyunları, Bir Yüreğin Ölümü e-kitap, Bir Yüreğin Ölümü download, Bir Yüreğin Ölümü hikayeleri, Bir Yüreğin Ölümü resimleri, Bir Yüreğin Ölümü haberleri, Bir Yüreğin Ölümü yükle, Bir Yüreğin Ölümü videosu, Bir Yüreğin Ölümü şarkı sözleri, Bir Yüreğin Ölümü msn, Bir Yüreğin Ölümü hileleri, Bir Yüreğin Ölümü scripti, Bir Yüreğin Ölümü filmi, Bir Yüreğin Ölümü ödevleri, Bir Yüreğin Ölümü yemek tarifleri, Bir Yüreğin Ölümü driverları, Bir Yüreğin Ölümü smf, Bir Yüreğin Ölümü gsm
Yanıtla #1
« : Aralık 12, 2014, 08:29:10 ÖÖ »
Avatar Yok

isimsizisim
*
Üye No : 202657
Nerden : Yurt Dışı
Cinsiyet : Bayan
Konu Sayısı : 0
Mesaj Sayısı : 6
Karizma = 0


Teşekürler
Sayfa 1
Yukarı Çık :)
Gitmek istediğiniz yer:  


Benzer Konular
Konu Başlığı Başlatan Yanıtlar Görüntü Son Mesaj
Ani Bebek Ölümü Sendromu: Beşik Ölümü Sendromu
Çocuk Gelişimi
iBRaHiMiNe 7 2380 Son Mesaj Ekim 25, 2014, 07:17:43 ÖS
Gönderen : bookworm_24
Adın Kadar Umut / Yüreğin Kadar Hayat
Aşk'a Dair
x[BLack RoSe]x 0 958 Son Mesaj Temmuz 23, 2008, 10:16:15 ÖÖ
Gönderen : x[BLack RoSe]x
Yüreğin Yoksun Bırakır Seni
Aşk'a Dair
Asortik Hatun 0 767 Son Mesaj Aralık 04, 2008, 02:00:50 ÖS
Gönderen : Asortik Hatun
Senin Yüreğin
Aşk Şiir - E-Kart - Sms - Mektup ve Öyküleri
Musty* 3 959 Son Mesaj Aralık 13, 2008, 12:41:56 ÖÖ
Gönderen : blue_hyt
Adın Değil Yüreğin Gerek Bana...
Hayata Dair.
Asortik Hatun 5 1413 Son Mesaj Ocak 12, 2009, 09:42:54 ÖS
Gönderen : MeZaR_KaBuL


Theme: WeBCaNaVaRi 2011 Copyright 2011 Simple Machines SiteMap | Arsiv | Wap | imode | Konular