|
|
|
Antep'ten Suriye'nin kuzeyine kadar uzanan Barak Ovası, Anadolu'ya son giren Barak Türkmenlerinin yurdu. Horasan'dan dört yüz yıl önce değil de dün çıkmışlar sanki. Göç sıkıntısını anlatan türküler ağlatabiliyor hâlâ...
Dünya üzerinde insanların bugünkünden daha fazla göç ettiği, büyük kalabalıklar hâlinde oradan oraya taşındığı bir zaman dilimi düşünün. Yeryüzü dengesini henüz bulamamış; topluluklar yurt edinme telaşı içinde... Kimsenin kimseye 'hoş geldin' demediği, yerleşmek için birilerini yerinden etmenin kaçınılmaz olduğu günler...
Şimdi denilebilir ki, hayli zaman oldu, sınırlar çizildi, kapılar örtüldü, evli evine köylü köyüne döndü. Kim hatırlar o büyük göçleri? Barak Türkmenleri hatırlar. Anadolu'ya son gelen Oğuz boyu olduklarından belki de, yaklaşık dört yüz yıl önce Horasan'dan seksen dört bin çadırla yola çıkıp da Anadolu'ya gelişleri henüz taze bir hatıradır onlar için. Bugün Barak Ovası'nda yani Gaziantep'in Oğuzeli ilçesinin güneyinden ve Nizip ilçesinin kuzeydoğusunda bulunan Belkıs köyünden başlayarak doğuda Fırat nehri kıyısına ve güneyde Suriye sınırına kadar uzanan geniş alanda, kime sorarsanız sorun, bir çocukluk anısından söz eder gibi o uzun ve çileli yolculuğu anlatır size... Neden böyledir? Seksen dört bin çadırın başındaki Firuz Bey'in kahramanlığı, yol boyunca karşılaşılan sıkıntılar, ölümler kalımlar nasıl bu kadar canlı kalabilir belleklerde?
Cevabı Barak Ovası'nda aradık. Antep'te ve köylerde geçirdiğimiz beş gün "dipsiz bir kuyu" denilen Barak kültürünü hakkıyla tanımak için yeterli değildi elbet; ama serin bahçelerde bağlama dinleyip barak odalarında acı kahve içmek "Evet, anladım" deme hakkı verir insana. Türküler, fıstık ağaçları, kerpiç evler ve misafiri baş tacı eden bir toplulukla sarmalanmak zihni açar, kavrayışı kolaylaştırır. "Hadi canım!" diyenler gidip dolaşabilir; ama şimdi kavurucu bir sıcak var oralarda, en güzeli bir serinlikte bu yazıyı okumak, anlattıklarımızı dinlemek...
EZO GELİN TÜRKÜSÜ PEK MAKBUL DEĞİLMİŞ MEĞER
Barak kültürü içinde Ezo Gelin pek de adı anılmayan, hani sorulmasa söylenmeyen bir figür. Dört yüz yıllık hikâyelerin anlatıldığı ovada, elli yıl önce yaşamış Ezo Gelin'in esamisi okunur mu? Dışarıdan gelenler Uruş köyündeki Ezo Gelin mezarına götürülüyor elbette; hatta Ezo'nun kardeşi Kenan Bozgeyik ile tanıştırılıyor; ama çok geçmeden anlaşılıyor ki, bu ziyaret yeni başlayanlar için bir ısınma turundan ibarettir sadece; turistik bir faaliyetten öte değildir.
Baraklar için mühim olan eskidir, çok eskidir; Miskin Ali ile Benli Sultan'ın, Kul Mustafa ile Meryem'in, Garip ile Şahsenem'in, Hurşit ile Maho'nun aşk hikâyeleridir. Hikâye dediysek hepsi yaşanmıştır. Hayalî hiçbir olaya, hiçbir kahramana rastlanmaz Baraklarda. Türküler hep olup biteni anlatır, tek bir satır yoktur ki ilham ürünü olsun. Yazılı bir kaynak olmadığı hâlde kültürün bütün tafsilatı ve tazeliğiyle bugüne ulaşmasının sırrı da burada gizlidir işte.
Uzun havalar Barakların tarih kitabıdır; Horasan'dan nasıl çıkıldı, hangi yollardan geçildi, o yollarda kimler öldü, kimler kimlere âşık oldu da kavuşamadı hepsi türkülerde kayıtlıdır. Türküler de ne türküdür ama! İnsanı dertten öldürür. Ovada bir usta, bağlamayı almayagörsün eline, başlar önce öne eğilir, sonra iki yana sallanır, cigaralar sarılır, elin günün içinde deyip de utanmasa insan hep birlikte ağlanabilir... Şaşılacak şey, yerleşik düzene geçeli bunca zaman olmuşken, göçün yasını tutmak, geride kalana kahırlanmak! "Çıktık Horasan'dan sökün eyledik. Düşürdüler bizi tozlu yollara" diye başlayan uzun hava şöyle devam eder: "Bölük bölük yüklendi göçler/Atlandı ihtiyar, yayandı gençler/Başımıza geldi gördüğüm düşler/Düşürdüler bizi gurbet ellere."
OSMANLI VE BARAKLAR
Barak için gurbet el neresidir? Horasan'dan çıkmaları neyse de, Anadolu'da bir türlü yurt edinemeyip oradan oraya göçmeleri meseledir. Bütün o yaslı türkülerin altında bu amansız yurt arayış çabası yatar işte... Hâlleri perişandır hep perişan; "Konarken de konmaz oldu bazımız/ Her kötüye geçmez oldu sözümüz./ Öterken de ötmez oldu sazımız/Tutmaz perdeler, diller perişan/Aşireti dağıttık, düştük gurbete /Altı Arap atlı beyler perişan..." Sivas ve Yozgat çevresine yerleşmişken bir emirle Suriye'nin Rakka şehrine sürülmeselerdi bunca kederli olurlar mıydı? Bugün biraz da gülerek, "Biz de hak etmişiz ama..." diyorlar, "Gittiğimiz yerlerde rahat durmamışız."
|