|
|
|
Bana kızgın ya da kırgın mısın bilmiyorum. Olma. Kalmak benim için bir seçenek olsaydı kalırdım, biliyorsun. Ben sendeyken, sen huzurluydun; ben de sana huzur verdiğim için mutluydum. Şimdi içini saran dikenli tellerin sana ne hissettirebileceğini düşününce gözlerim kararıyor. Birdenbire oldu. Pat diye. Bir an önce, ruhunun etrafında bir sarmaşıktım, sonraki an ruhun çıplaktı. Sen, benim seni terk etme seçeneğimi hiç aklından geçirmemiştin. Şaşırttım seni beklenmedik gözü karalığımla. Karnının altında saklı bir yerdeki inci tanesiydim ben. Ve ordan, senin tam merkezinde durduğun bir evreni kaplıyordum. Sınırı, gözünün gördüğü, kulağının duyduğu, ruhunun hissettiğiyle belirleniyordu bu evrenin. Her noktasına hakimdim dünyanın. Ben senin içinde korunabileceğin görünmez camdan bir kuvözdüm, bu kuvözün içindeki havaydım. Şimdi cam kırıldı ve sen korunaksızsın. O yüzden bu kadar acı geldi yokluğum sana. Kesin konuştum, acı gelmedi mi yoksa ? Böyle olması gerekmezdi. Alıp seni karşıma oturtsaydım, deseydim ki “Bak, ben senin içinde yeşeren kötü tohumlarla bir arada duramam. Nefes alamam, barınamam. Gel vazgeç bunlardan, beni koru içinde, diğerlerinden kurtul.” O zaman belki şimdi bu mektubu yazıyor olmazdım sana. Şimdi her kahkahan korkutucudur, ben olsam güldüğünde bahar getirirdin dünyaya. Bebekler ve çocukların gülmesi nasıl mutlu ederse herkesi, seninki de öyle mutlu ederdi. Süt dişlerinin seni terk etmesi nasıl bir his bilirsin, benim seni terk etmem de buna benzer ama daha ağır yaşanır etkileri ve yerini dolduracak başka bir şey gelmez. Ararsın hep, kim olduğunu, hayatın anlamını, aslında beni arıyorsundur farkında olmadan, beni, masumiyetini.
|