|
|
|
Baldırı çıplak bir akşamüstüydü Kime selam verdiysem yüzüme küstüydü Yalnızlığa susmuştum, yağmura üşümüştüm.. belli belirsiz ve hiçbir makamsız, Hiçbir kelimesiz ve hiçbir anlamsız Kırılgan bir şarkıydı, tılsımına düşmüştüm Ve ben sanki ömrümde yaşamadığım Ve yaşamadan yaşlandığım bütün aşkları Bu ilk defa karşılaştığım, bu ilk defa yabancı, Ve bu son defa tutunduğum kızla bölüşmüştüm..
Yağmur içen kız... gece kuşu Atmacaya benzer duruşu Bir omuzu el-ense çekerken azraile Bir omuzu sokak lambasından biçare.. Kimliğini sorarsan; Barbar sokakların en barbar kızı, Ve hortumlu karakolların en arsızı..
O destursuz yağmur, taş gibi iniyordu O fütursuz cadde, pür-telaş deviniyordu Başını çevirip bakıyordu ara sıra Hiçbir şey sormadan gidiyordum ardı sıra Bir karyola, bir sobadan ibaret 102 nolu odada Buluştu gözlerimiz, sırları dökülmüş tozlu aynada.. Cebimdeki şişeyi yudumlarken sessizce Saçlarını okşadım yavaşça ve teklifsizce Azıcık huylanmıştı, söylemedi ama şaşırmıştı Snırım ki o hep değişen tiplere Ve fakat hiç değişmeyen triplere alışmıştı
Yağmur içen kız... vahşi kısrak Göğsü falçata krizi, öfkesi tavlı bıçak Soluğunda ıslak çimenlerin buğusu Soluduğunda kundaklanmış ormanların yalazı Güzelliğini sorarsan Dişeri kar kuşundan da beyaz Dudakları vampirden de kırmızı
Alışkın bir otel odasıydı, kenarda soba yanıyordu Tutkunun tasma koparan köpekleri Arsız bir çarşaf gibi üstümüze abanıyordu Küçücük ama çok küçücük bir ağzı vardı Küçücük ama çok küçücük bir öpüşte bile Bir vişne ısırığı gibi kanıyordu Çaparinin çengelinde çırpınan çipuranın Yakaran gözlerindeki o tarifsiz kederle Bu küçücük öründe, belki de ilk defa Birisinin gözlerine bakmaktan utanıyordu
Yağmur içen kız... kaldırım meleği Hüznün yirmidört saatlik beyhude kelebeği Her akşam sunarak kendini koyrat ağızlara Ve her sabah yunarak bedenini yağmurla Ve boğarak o narin göğsünde hıçkırıklarını Bir çalpara gibi yeniledi kopan yanlarını Yağmur içen kız... çılgın kedi Komalara girdi, jiletler yedi, ölmedi
Hiç sormadım adını, kendisi de söylemedi Ben şişeyi boşalttım o ağzını sürmedi Gitme vakti gelince uzatıp küçücük elini Hoşça kal, dedi, almadan o malum bedelini Boş bir şişeden daha aptalca ne olabilirdi hediye Uzun uzun bakakaldı bu adam deli mi ne diye İyi ama bu şişe boş be arkadaş dedi, bu şişe boş! Her şey boş güzelim, dedim, her şey boş! Sen de yağmur koyarsın belki bu şişenin içine, Ve güneşin ışırsa bir gün, bir yerlerde, bir ihtimal Düşlerini yudumlarsın artık yağmurun yerine
Yağmur içen kız... gönül hırsızı Hiç kimseler bilmeyecek sırrımızı Sen tutunmaya çalışırken gecenin eteklerine Yine acıtacak güzelliğini, o çirkin maça papazı Ve yine kıyacaksın belki, o incecik bileklerine Yağmur içen kız... sahipsiz bebek Elbette bir gün herkesi bir şekilde gidecek Ama bu yağmur var ya bu yağmur, inan ki Nereye gidersen git, hep ardından gelecek
Ne zaman tokatlasa yağmurlar penceremi Ne zaman sersem ve buruşuk bir pardösü gibi Dökülsem kaldırımlara bu duman karası kentin Hep o kıza rastlarım aynı kuytu köşede Göz yaşlarını biriktirir usanmadan Düşleriyle aynı şişede Hatırını sorarım sessizce kaldırır yüzünü Tablolardan çalınmış gizemli bir gülücüktür Yağmur içer yudum yudum kanasıya Mezesi eski bir geceden vişne yarığı kırmızı Ve hala kanayan o vişne ısırığı öpücüktür
Yağmur içen kız, mağrur yürek Bu yağmurlar yalan ama ölüm gerçek Sen yine avucunda sakla, çaldırma cevherini Ve sakın gösterme kimseye o yağmur incilerini Hep şarkını söyle hiçbir kelimesiz ve makamsız Hep orada bekle; bir akşam belki apansız Gelir de alırım şişemi senden geriye O biriken yaşlarını içmek için damla-damla Ve geciken bedelini ödemek için kendi hayatımla.
Yusuf Hayaloğlu (Rahmet ve saygıyla anıyoruz büyük üstadımızı)
|