0 Üye ve 1 Ziyaretçi Konuyu İncelemekte. Aşağı İn :)
Sayfa 1
Konu: Vietnam Savaşı  (Okunma Sayısı: 915 Kere Okundu.)
« : Mayıs 21, 2013, 10:39:01 ÖS »
Avatar Yok

Asortik Hatun
*
Üye No : 3762
Nerden : İzmir
Cinsiyet : Bayan
Konu Sayısı : 13388
Mesaj Sayısı : 22 841
Karizma = 58066


Vietnam Savaşı

Vietnam Savaşı denen ve 1965'de başlayıp 1973 yılı başlarına kadar sekiz yıl devam eden, Amerika'nın Kuzey Vietnam'la mücadelesi, Amerikan tarihi bakımından olduğu kadar, savaş sonrası milletlerarası münasebetlerin gelişmesi açısından son derece enteresan ve mühim bir hadise teşkil eder.
Vietnam savaşı, bir süper-devlet'in, 17 milyonluk bir küçücük ülkede bataklığa nasıl saplandığının da bir hikayesidir. Bu, aynı zamanda, ağır tabiat şartlarından iyi yararlanan bir gerilla taktiğinin, en mükemmel konvansiyonel silahlar karşısındaki zaferinin de bir ifadesidir. Nihayet, 1861-1865'den beri, yani son yüz yıl içerisinde ilk defa, Amerikan halkı, manasız ve amaçsız bulduğu bu savaş dolayısıyla federal hükümete karşı başkaldırmıştır. Amerika'nın Vietnam'a bulaşması birdenbire olmamış, yavaş yavaş gelişen bir politikanın neticesi olarak ortaya çıkmıştır.
1954 Temmuzundaki Cenevre anlaşmaları ile Laos, Kamboçya, Kuzey ve Güney Vietnam bağımsız devletler olmuşlardı. Yalnız, 17'nci enlemin kuzeyinde bulunan Kuzey Vietnam'da Ho Chi Minh liderliğinde bir komünist rejim bulunuyordu. Bu rejimin daha kuzeyinde ise Çin gibi bir komünist dev vardı. Onun da kuzeyinde, Sovyet Rusya gibi bir komünist süper-devlet bulunmaktaydı. Meseleye bu açıdan bakınca, Kuzey Vietnam Asya'daki büyük komünist blokun bir ileri ucu, bir ileri karakolu idi ve bu hali ile de bütün Hindiçini kıtası için muhtemel bir tehdit ve tehlike idi. Bu sebeple Amerika, 1954'den sonra Vietnam'da ve genel olarak Hindiçini'de Fransa'nın yerine geçti ve Asya komünist bloku ile SEATO üyelerinin meydana getirdiği anti-komünist güney-doğu Asya arasında bir tampon teşkil eden Güney Vietnam ile yakından ilgilenmeye başladı.
Güney Vietnam'da 23 Ekim 1955'de yapılan bir referandumda İmparator Bao Dai düşürüldü ve Vietnam'ın başına Ngo Dinh Diem geçti. Koyu bir komünist aleyhtarı olan Diem'i Amerika hemen 26 Ekimde tanıdı ve Diem de ilk günden itibaren Amerika'ya dayanma yoluna gitti. Diem 8-10 Mayıs 1957'de Amerika'yı ziyaret etti ve yayınlanan ortak demeçte, Çin'in de adı zikredilerek, bölgede komünizmin yıkıcı faaliyetlerini gittikçe arttırmakta olduğuna dikkat çekildi. Diğer taraftan, 1954 Cenevre anlaşmalarına göre, Kuzey ve Güney Vietnam seçimler yoluyla birleştirilecekti. Seçimler 1956 yılında yapılacaktı. O zamanki genel kanaat odur ki, eğer 1956 yılında seçimler yapılmış olsaydı, Ho Chi Minh Güney Vietnam'da da seçimleri kazanabilirdi. Bunu bildiği içindir ki, Güney Vietnam diktatörü, Katolik ve anti-komünist Diem bu seçimlere yanaşmadı. Amerika da Diem'i destekledi. Ho Chi Minh 1957 yılına kadar bekledi. Diem'in seçime yanaşmadığını görünce, Diem hükümetini devirmek için, Güney Vietnam'daki Viet Cong vasıtasıyla yoğun terörist faaliyetlerine ve gerilla mücadelelerine girişti.
Viet Cong'un Güney Vietnam'da yarattığı huzursuzluk o derece ciddi bir hal aldı ki, Başkan Eisenhower 4 Nisan 1959'da yaptığı bir konuşmada, 12 milyon nüfuslu Güney Vietnam'ın komünist kontrolü altına düşmesinin, 150 milyonluk bir bölgeyi tehlikeye sokacağını, Amerika için ve "hürriyet için" yıkıcı bir gelişmeyi başlatacağını, bundan dolayı Amerika'nın güvenliği ve milli menfaatleri için Güney Vietnam'a ekonomik ve askeri yardımın yapılması gerektiğini söylüyordu. Amerika'nın Vietnam'a bulaşması böyle başladı.
Başkan Eisenhower 1960 Kasımında görevden ayrıldığında ve Kennedy Başkanlık seçimlerini kazandığında, Amerika'nın Güney Vietnam'da 1000 "askeri danışman"ı bulunuyordu. Başkan Kennedy 22 Kasım 1963 günü öldürüldüğünde ise, bu danışmanların sayısı 17.000 olacaktır. Bu arada 70 danışman da öldürülmüştü. Amerika ilk kayıpları vermeye başlamıştı.
Amerika'nın yeni Başkanı John F. Kennedy 20 Ocak 1961'de görevine resmen başladığı zaman Viet Cong'un faaliyetleri ile Güney Vietnam'da durum daha da kötüleşmişti. Bu sebeple Kennedy, Başkan Yardımcısı Lyndon B. Johnson'ı, durumu yerinde incelemek üzere; 1961 Mayısında Güney Vietnam'a gönderdi. Johnson ve Diem arasında yapılan görüşmeler sonunda, 13 Mayıs 1961'de yayınlanan ortak bildiride, Güney Vietnam'da mevcut olan gerilla savaşı ve "Komünist İmparatorluğu'nun" "Hür Vietnam"a yaptığı baskı karşısında alınması gereken tedbirler 8 madde halinde belirtiliyordu ki, bu tedbirler arasında Amerika'nın askeri yardımı ile uzman yani danışman yardımı başta geliyordu. Bu durum karşısında Kennedy iki baskı arasında kalmıştır. Askerlere göre Güney Vietnam'a Amerikan askeri gönderilmeliydi. Dışişleri Bakanlığı ise, bunun tehlikeli sonuçlar doğurabileceğini ve Amerika'yı Vietnam'da Fransa'nın durumuna düşürebileceği görüşünü ileri sürdü. Başkan Kennedy bu iki görüşün arasında yer aldı ve Güney Vietnam'daki Amerikan askeri danışmanlarının sayısını arttırdı.
1963 Kasımında bir suikaste kurban gittiğinde, danışmanların sayısı 17.000'i bulmuştu. Fakat bu meseleye çare olmadı. Öte yandan, Güney Vietnam'da Diem'in diktatörlüğü her geçen gün halk için çekilmez hale gelmeye başlamıştı. Bu sebeple, siyasi reformlar yapabilecek bir idareyi işbaşına getirmek amacı ile ve Amerika'nın desteklediği bir darbe ile, Diem 1963 Aralık ayında iktidardan düşürüldü ve yerine General Duong Van Minh başkanlığında bir Askeri İhtilal Konseyi geçti.
Kennedy'nin öldürülmesinden sonra, Anayasa gereği, başkanlığa, Başkan Yardımcısı Johnson geçti. Johnson'la beraber Amerika'nın Vietnam politikası da yeni bir safhaya girdi. Daha doğrusu Amerika Vietnam savaşına fiilen bulaştı. Zira, 2 Ağustos 1964 günü Tonkin Körfezinde Amerikan donanmasına ait Maddox destroyeri Viet Minh (Kuzey Vietnam) gemilerinin saldırısına uğradı. 4 Ağustos günü bu saldırılar diğer Amerikan gemilerine de yöneldi.
Amerikan donanması bu saldırıları püskürtmekle ve iki Viet Minh gemisini batırmakla beraber, hukuken Viet Minh Amerika'ya saldırıda bulunmuş olmaktaydı. Bu sebeple, Başkan Johnson 5 Ağustos'ta Kongre'ye gönderdiği mesajda, komünizmin saldırılarına karşı Amerika'nın kararlılığını göstermesini ve bu saldırılara karşı koymada, asker kullanma da dahil; Başkana yetki verilmesini istedi. Kongre ise, 10 Ağustosta aldığı ortak kararında, Başkana, Amerikan silahlı kuvvetlerine karşı vuku bulacak her türlü saldırıyı defetmek ve Amerika'nın SEATO antlaşması çerçevesi içindeki taahhütlerini yerine getirmek için, Amerikan askerlerinin kullanılması da dahil, her türlü tedbiri alma yetkisini verdi. Karar, Senato'da 2'ye karşı 88 ve Temsilciler Meclisinde de sıfıra karşı 416 oyla kabul edilmişti. Amerika'nın bu kararlılığı, Viet Minh'in cesaretini kıracağı yerde, güneydeki faaliyetlerini daha da arttırdı. Bunun üzerine Başkan Johnson Kuzey Vietnam'ı müzakere masasına oturtabilmek amacı ile 1965 Şubatından itibaren Kuzey Vietnam'ı bombalatmaya başladı. Maksat, Viet Minh gerillalarının gücünü kaynağında yok etmekti. Bu sebeple askeri hedefler bombardıman ediliyordu. Bu bombardımanlar üç yıl sürecektir. Fakat bombardımanlar istenen neticeyi vermedi. Zira Ho Chi Minh, Amerika'nın havadan yaptığı baskıya, karada kendi baskısını arttırarak cevap verdi. Yani, Güney Vietnam'a sızmalar ve gerilla faaliyetleri büsbütün arttı. Bu ise Amerika'yı, Vietnam'ı Amerikan askeri ile savunmaya sevketti. 1965 Mayısında Güney Vietnam'a 80.000 asker gönderildi. Bu sayı giderek artacak ve 600 bine yaklaşacaktır.
Vietnam'a asker gönderilmesi Amerika'nın kendi içinde büyük çalkantıya sebep oldu. Zira Amerikan askeri ölmeye başlayınca Amerikan kamu oyunda tepkiler artmaya başladı. Büyük şehirlerde ve bilhassa üniversitelerde Vietnam savaşına karşı protesto gösterilerine girişti.
Gençlik Vietnam savaşının ve orada ölme gereğinin sebebini anlayamıyordu. Vietnam savaşı, Amerikan kamu oyu için sebebi anlaşılamayan manasız ve amaçsız bir savaş haline gelmişti. O kadar ki, Amerikan Kongresi de Başkan Johnson'ın aleyhine bir tutum almaya ve Johnson'ın yanlış değerlendirme ile kendilerini yanılttığını söylemeye başladı. Amerika'nın Avrupalı müttefikleri de Amerika'nın Vietnam macerasını tasvip etmediler.
Batı ittifakı Vietnam'da bir prestij yarası alırken, öte yandan Amerika kendi müttefiklerine yeteri kadar danışmadan bir maceraya girmişti ki, bu maceranın sonu Batı Avrupa'yı da işin içine çekebilirdi. Bu konuda en fazla tepki gösteren de Fransa oldu. Halbuki Amerika'nın bu savaşı değerlendirmesindeki faktörler şöyle idi. Amerika Güney-Doğu Asya ile Pasifiği kendi milli menfaatlerinin ve güvenliğinin hayati bir bölgesi olarak telakki ediyordu.
II. Dünya Savaşında Japonya ile çatışmaya sürüklenmesinin sebebi de, Çin'i korumaktan ziyade, Japonya'nın güneye sarkıp Güney-Doğu Asya ve Pasifiği tehdit etmesiydi. Kuzey Vietnam'a da bu sefer Çin açısından bakıyor ve Kuzey Vietnam'ı Çin'in bir uzantısı olarak görüyordu. Bilhassa Çin'in 1959 da Tibet'i işgali ve 1962'de de Hindistan'a saldırması, 1964'de Çin'in kendi atom bombasını yapması ve nihayet 1965'de Savunma Bakanı Lin Piao'nun Güney-Doğu Asya'dan söz etmesi, Amerika'nın bu konudaki endişelerini arttıran gelişmeler olmuştur.
Bütün bunlardan başka, Vietnam'ın yüzlerce yıl Çin hakimiyeti altında yaşamış olmasını ve ayrıca, Çin Vietnam'a hakim olduğu takdirde, bölgede yaşayan geniş Çin azınlıklarını da harekete geçirebileceğini de unutmamak gerekir. Bununla beraber, Başkan Johnson, bir yandan Vietnam savaşında tırmanmaya giderken, öte yandan da, çeşitli kanallardan barış için teşebbüslerini de eksik etmedi. Bu teşebbüsler 1966-1967'de yoğunlaştı. Bu gelişmelerin neticesi olarak 1968 Mayısında Paris'te Kuzey Vietnam ve Amerika arasında barış görüşmeleri başladı ve görüşmeler biraz ilerleyince de, Başkan Johnson 31 Ekim 1968 tarihinden itibaren Vietnam'ın bombardımanını durdurdu. Bu arada Johnson, 31 Mart 1968'de yaptığı bir konuşmada, Vietnam savaşı karşısında Amerikalıları birlik ve bütünlüğe davet etti ve bu birlik ve bütünlüğün korunması için, kendisinin 1968 Kasımındaki başkanlık seçimlerine adaylığını koymayacağını bildirdi.
1968 Kasımında yapılan Başkanlık seçimlerini Cumhuriyetçi Partiden Richard Nixon kazandı. Nixon, 20 Ocak 1969'da Başbakanlık görevine başladığında Vietnam'da 540.000 Amerikan askeri bulunuyordu ve 31.000 Amerikan askeri de Vietnam'da ölmüştü. Bu sebeple Nixon ve Dışişleri Bakanı Henry Kissinger, Vietnam politikasına yeni bir şekil verdiler. Buna göre, Amerika bir yandan Vietnam'daki askerini yavaş yavaş geriye çekerken, bir yandan Kuzey Vietnam'ın bombalanması daha da arttırılacaktı. Bunun da sebebi, Kuzey Vietnam'ı barışa zorlamaktı. Nitekim, Nixon idaresi bütün bunları yaparken Paris'te devam etmekte olan barış görüşmelerini de hızlandırmaya çalıştı.
Nixon, Amerika'yı Vietnam bataklığından çekip çıkarmaya kararlı idi. Bundan dolayı, 1969 Haziranında 25.000 Amerikan askerini Vietnam'dan çekti. 1971 yılı sonlarında geri çekilen asker sayısı 200.000'i bulacaktır. Bu arada da, Nixon, 1969 Temmuzunda Pasifik bölgesinde yaptığı bir gezi sırasında, 25 Temmuzda Guam adasında yaptığı basın toplantısında, Guam Doktrini veya Nixon Doktrini denen görüşlerini ortaya attı.
"İşbirliği yolu ile barış" (peace through partnership) prensibine dayanan bu görüşlere göre, Amerika bundan böyle dünyanın neresinde olursa olsun, Vietnam örneği savaşlara girmeyip müttefiklerine Amerikan askerini kullanarak değil, ekonomik ve askeri yardım suretiyle destek olacaktı.
Nixon Doktrini, bir bakıma, 1957 Ocak tarihli Eisenhower Doktrinin tersi oluyordu. Çünkü Eisenhower Doktrini Amerikan askerinin kullanılması esasına dayanmaktaydı. Paris'te sürmekte olan barış görüşmeleri ancak 1973 yılı başında bir neticeye ulaşabildi. Bunda, 1972 yılında Amerika'nın Çin'le münasebetlerini düzeltmesi ve ayrıca Sovyet Rusya ile Amerika arasında 1972 Mayısında SALT-İ antlaşmasının imzası büyük rol oynamıştır. Çünkü, Kuzey Vietnam'ın iki destekçisi olan, hem Sovyetlerin ve hem de Çin Halk Cumhuriyeti'nin, Amerika'nın Vietnam'da sıkışık bir durumda bulunduğu bir sırada, bu ülke ile münasebetlerini yumuşatması, Kuzey Vietnam için müspet bir gelişme değildi.
Ho Chi Minh, bir yalnızlık ihtimalinden endişe etti. Kaldı ki, Amerikan bombardımanlarının Kuzey Vietnam'da yaptığı tahribat da öyle kolay onarılacak cinsten değildi. Ülke gerçekten harap bir duruma girmişti. Bu faktörler, Ho Chi Minh'i savaşı sona erdirmeye sevketti. Amerika'ya 55.000 Amerikan askerinin ölümüne malolan Vietnam barışı Paris'te 27 Ocak 1973'de imzalandı. Esas metni 23 maddeden ibaret olan bu barış ile, 1954 Cenevre anlaşmalarına dönülüyor, yani 17'nci enlem yine Kuzey ve Güney Vietnam arasında sınır oluyordu. Amerika altmış gün içinde Vietnam'daki bütün askerini ve malzemesini geri çekecek ve mevcut üslerini de tasfiye edecekti. Buna mukabil, Kuzey Vietnam da Güney Vietnam halkının kendi kaderini kendisinin tayin etmesine ve istediği siyasi rejime kendisinin karar vermesine müdahale etmeyecekti.
Kuzey ve Güney Vietnam'ın birleştirilmesi, kuvvet ve zor yoluyla değil, iki tarafın aralarında yapacakları müzakereler, karşılıklı anlaşma ve barış yoluyla gerçekleştirilecekti. Bundan başka, Kamboçya ve Laos'un tarafsızlığına ve bağımsızlığına taraflar tam saygı göstereceklerdi. Nihayet, Kuzey Vietnam ile Amerika arasında meydana gelen bu yeni münasebet düzeni dolayısıyla, savaş yaralarının sarılmasında ve kalkınmasında Amerika, Kuzey Vietnam'a yardım edecekti.
Amerika, bu barış ile nihayet yakasını Vietnam'dan kurtarmaya muvaffak olmuştu. Lakin Vietnam meselesi bu barış ile kapanmadı. Barış ancak 22 ay devam edebildi. Bu sürenin sonunda Güney Vietnam komünistlerin eline geçti. Amerika, Vietnam'dan çekildikten sonra, Güney Vietnam'ın yaklaşık 1 milyon kadar askeri, 1.600 uçağı ve 600 tankı vardı. Fakat, Viet Cong gerillalarının faaliyeti dolayısıyla, bu asker sabit mevkileri savunmakta idi. Saldırı gücü yoktu. Diğer taraftan, Vietnam savaşının Amerikan kamu oyunda uyandırdığı tepki dolayısıyla, barıştan hemen sonra Amerikan Kongresi de Güney Vietnam'a yapılan yardımları, azaltmaya başladı. Askeri yardım 1 milyar Dolardan 700 milyona ve ekonomik yardım da 750 milyon Dolardan 425 milyona indirildi. Buna karşılık Güney Vietnam'daki askeri durum da iyi değildi.
Saygon rejimine karşı savaşan Vietnam Halk Ordusunun güneyde 200.000 askeri bulunuyordu. Viet Cong gerillalarının kuvveti de 100.000 civarında idi. Bütün bunlara bir de Saygon hükümeti içindeki suistimalleri ilave etmek gerekiyordu. Bu şartlardan yararlanan Kuzey Vietnam 1974 Aralık ayı başlarında Kamboçya'dan Mekong Nehri deltasından Güney Vietnam'a doğru saldırılara geçti. Bu saldırıları Kuzeyden ve diğer yerlerden de yapılan bir çok saldırılar takip etti. Bu saldırılar o kadar çabuk gelişti ki, Güney Vietnam başlıca birer birer komünistlerin eline geçmeye başladı. Güney Vietnam ordusu bu saldırılar karşısında çabucak çöktü. En son 30 Nisan 1975'de başkent Saygon'un komünistlere teslim olması ile, bütün Vietnam, otuz yıllık bir mücadeleden sonra komünistlerin kontrolü altına girmiş oluyordu. Bu ise Güney-Doğu Asya bölgesindeki kuvvet münasebetlerinin yapısında mühim değişiklikler meydana getirerek yeni bir dönemi açacaktır.

Vietnam Savaşı'ndan Sonra
Kuzey Vietnam'ın Güneyi ele geçirmesi ve bu suretle, II. Dünya Savaşı'ndan sonra bölünmüş olan bu ülkeyi kendi kontrolu altında birleştirmiş olması, bir diğer bölünmüş ülkenin kuzeyi olan Kuzey Kore'yi de harekete geçirdi. Komünist Kuzey Kore'nin lideri Kim II Sung 1975 Nisanında Peking'i ziyaret ederek, Güney Kore'ye karşı girişeceği hareket için Çin'den destek istedi. Halbuki şimdi Çin'in güney-doğu Asya gelişmelerine bakışı çok farklı idi ve Çin'in değerlendirmelerinde Sovyet faktörü ağır basıyordu. Bu sebeple Çin, Kuzey Kore'nin girişmek istediği teşebbüsü desteklemeye yanaşmadı. Kaldı ki, Kuzey Kore'nin niyetini sezinleyen Birleşik Amerika, hemen ağırlığını Güney Kore'nin yanına koydu ve Güney Kore'ye herhangi bir saldırı halinde Amerika'nın her türlü yardımı yapacağını bildirdi. Bu durum karşısında, Kim İİ Sung hevesinden vazgeçmek zorunda kaldı. Kuzey Vietnam'ın Güney Vietnam'ı işgali, güney-doğu Asya'nın diğer ülkelerinde büyük bir telaş ve korkuya sebep oldu ve tarafsızlık eğilimlerini kuvvetlendirdi. Bunun birinci sebebi, gerilla savaşı ve yıkıcı faaliyetlerde Kuzey Vietnam'ın gerçekten yetenekli olduğunun ortaya çıkması idi. İkincisi ise, Güney Vietnam'ın teslim olması çok miktarda Amerikan silah ve askeri malzemesinin komünistlerin eline geçmiş olmasıydı. O zaman Amerikan Savunma Bakanlığının tahminlerine göre, 2 milyar Dolarlık Amerikan silahı komünistlerin eline geçmişti. Gerçekte, Vietnam'ın hemen yeni bir saldırıya geçecek hali yoktu. Fakat bölge ülkeleri, belirttiğimiz sebeplerden dolayı, korkuya kapıldılar.
1967'de kurulan ASEAN (Güney-Doğu Asya Devletleri Birliği- Association of South-East Asian Nations) üyelerinden Malaysia, Tayland ve Filipinler, hemen Çin'le diplomatik münasebetler kurdular. Vietnam'a karşı Çin'de bir denge unsuru arıyorlardı. Zira, biraz aşağıda açıklayacağımız üzere, Vietnam meselesi Sovyet Rusya ile Çin arasında daha 1975 Mayısından itibaren yeni bir mücadele konusu olduğu gibi, eski adı ile Kamboçya, fakat 1975'den itibaren yeni adı ile Kampuchea'nın Vietnam ile arası bozulacak ve Vietnam Sovyet Rusya'ya dayanma yoluna giderken, Kampuchea da güvenliğini Çin'in kanadının altında bulacaktır.
Diğer taraftan, Vietnam'ın tepkisini çekmemek için, Malaysia Güney-Doğu Asya'nın bir "tarafsızlık bölgesi" olmasını teklif ederken, Tayland ve Filipinler, ülkelerindeki Amerikan askerlerinin çekilmesini istediler. Bunun neticesi olarak, 24 Eylül 1975'de SEATO dağıtıldı. Bu ülkelerin içinde en fazla korkuya kapılanı, Laos ve Kamboçya'ya karadan ve Vietnam'a da denizden komşu olan Tayland idi. Hatta Tayland güney-doğu Asya'da kurulacak yeni bir gruplaşmaya Kamboçya, Laos ve Vietnam'ı da katmak gibi bazı tasarıların peşinde oldu ise de bu sırada Hanoi'nin meseleleri ve tasarıları bambaşka idi. Mamafih 1975 yılı sonlarına doğru ortalık sakinleşmeye başlayınca güney-doğu Asya bölgesinin heyecanı da geçmeye başladı ve bu bölge ülkeleri yine güvenliklerini, Amerika'nın bölgeye olan alakasına bağlamaya başladılar. Çin yine bu ülkeler için bir dayanak unsuru olmaya devam etti. Zira, Vietnam'ın 1978 Aralık ayı sonundan itibaren Kampuchea'yı işgale başlaması, Çin ile bölge ülkeleri arasında dolaylı bir menfaat ortaklığı ortaya çıkardı.

Vietnam'ın Kampuchea'yı İşgali
Eski adı ile Kamboçya, yeni adı ile Kampuchea, 1954 Cenevre anlaşmaları ile bağımsız olmakla beraber, 1941-1970 arasında Prens Sihanouk'un idaresinde kalmış ve 1970 yılında da Mareşal Lon Nol'un yaptığı bir darbe ile Sihanouk iktidardan düşürülmüştür. Fakat Lon Nol'un diktatörlüğüne karşı, ordunun içinden de olmak üzere çeşitli çevrelerden muhalefet ortaya çıkmakla beraber, Kızıl Khmer'ler (Khmer Rouge) denen Komboçya komünistlerinin mücadelesi daha müessir olmuştur. Çünkü Kızıl Khmer'leri Kuzey Vietnam desteklemekteydi. Yani, Kuzey Vietnam, Güney Vietnam'a karşı mücadele ederken Kamboçya'da da Kızıl Khmer'ler Lon Nol'rejimine karşı mücadele etmekte idiler. Fakat Kızıl Khmerlerin en büyük destekçisi Çin Halk Cumhuriyeti idi. Çin Kızıl Khmer'lere silah ve malzeme yardımı yaparken, Kuzey Vietnam da Vietnam Halk Ordusundan 30.000 kişilik bir kuvvetle Kızıl Khmer'lere yardım etmekteydi.
1973 Ocak ayında Kuzey Vietnam'ın Amerika ile barış yapması Kızıl Khmer'lerin hoşuna gitmese ise de; mücadelelerine devam ettiler ve 17 Nisan 1975'de başkent Phnom Penh'in Kızıl Khmerlerin eline geçmesi ile Kamboçya da komünistlerin kontrolü altına giriyor ve ülkenin yeni adı Kampuchea oluyordu. Çünkü Kamboçya Komünist Partisi 1973'de Kampuchen Komünist Partisi adını almıştı.
Kampuchea komünistlerinin 1975'te ülkeye hakim olmasından sonra, Kampuchea ile Vietnam'ın münasebetleri gittikçe bozularak 1977'den itibaren çatışmalara dönüşmeye başladı. Bu gelişmede iki sebep mühim rol oynamıştır. Birincisi, daha 1950'lerden itibaren Vietnam komünistlerinin Kamboçya komünist partisi üzerinde kurduğu hakimiyettir. Bu ise, Kamboçya komünistlerini, Kamboçyo'nın menfaatlerini bir tarafa bırakarak Vietnam Komünist Partisi'nin kendi çıkarlarına göre çizdiği çizgiye uyma zorunluluğunda bırakmıştır. Yani, bu işbirliği Kamboçya'nın değil, Kuzey Vietnam'ın menfaatlerine göre şekillenmiştir. Bu ise Kamboçya komünistlerini memnun etmemiştir. Burada ikinci faktör ortaya çıkmaktadır.
Vietnam'ın menfaatlerinin Kamboçya'nın menfaatlerinin üstünde tutulması Kamboçya komünistlerini memnun etmemiştir; çünkü, 17'inci yüzyıldan 19'uncu yüzyıla kadar, Kamboçya'daki Khmer Krallığı ile Vietnam Krallığı arasında daima rekabet ve mücadeleler olmuş ve bu sebepten de Khmer'lerin Vietnamlılara karşı bir sempatisi mevcut olmamıştır.
Khmerlerin Vietnamlılara karşı bu tarihi düşmanlığı iki ülke komünist partileri arasındaki münasebetleri de tesir altına almaktan geri kalmamıştır. Ayrıca Kuzey Vietnam, Güney Vietnam'a karşı yürüttüğü mücadele sırasında Kamboçya topraklarını da kullanmış, daha önce de belirttiğimiz gibi, buraya asker sokmuş ve 1975'den sonra da bu askerlerini Kamboçya topraklarından çekmediği için, bu sınır topraklarında Kampuchea ile Vietnam kuvvetleri arasında üç yıl sürecek bir çatışmalar dönemi başlamıştır.
Çatışmaların şiddetlenmesi 1977 Aralık ayının son günlerinde olmuştur. Vietnam bu çatışmalarda Kampuchea kuvvetlerine 8 bin kişilik bir kayıp verdirmiştir. Bu sebeple Vietnam 1978 Şubatında Kampuchea'ya çatışmaları durdurmayı, sınırın her iki tarafında 5 Km. genişliğinde askerden arınmış bölge tesisini ve birbirlerinin içişlerine karışmamayı öngören bir antlaşma yapmayı teklif etmiş ise de, bu tekiif Kampuchea tarafından reddedildiği gibi, Vietnam topraklarına Kampuchea saldırıları devam etti. Bu sırada Çin'in sahneye girdiğini görmekteyiz. Çünkü Vietnam'ın Sovyet Rusya'ya kaymaya başlaması üzerine, Kampuchea da Çin'e yanaşmaya başladı. Çin başlangıçta Kampuchea'yı yatıştırarak bölgede yeni bir çatışmanın çıkmasını önlemek istedi. Çin'in baskısı üzerine Kampuchea 1978 Mayısında, Vietnam'a, çatışmaların durdurulmasını ve Vietnam'ın, Kampuchea'nın toprak bütünlüğü ile bağımsızlığına saygı göstermeyi taahhüt etmesini öngören bir anlaşma teklif etti. Bunu da Vietnam reddetti. Reddettiği gibi, Kampuchea'dan kaçan halkı eğiterek, Aralık 1978 başında Kamboçun Milli Selameti İçin Birleşik Cephe adı ile bir teşkilat kurdu. Ayrıca Vietnam, Kampuchea sınırlarına 12 tümenlik yani 200.000 kişilik bir kuvvet yığmış bulunuyordu. Kampuchea ile Vietnam'ın münasebetleri bu şekilde kötüleşirken Çin-Vietnam münasebetleri de giderek bozulmakta idi. Vietnam Kampuchea sınırına asker yığarken Çin de Vietnam sınırına asker yığmaya başladı. Bu durum Vietnam'ı Sovyetler Birliğine daha çok yaklaştırdı ve 3 Kasım 1978'de Vietnam ile Sovyetler Birliği arasında bir Barış, Dostluk ve İşbirliği Antlaşması imzalandı.
Bu antlaşmanın 6'ncı maddesi ittifaka yakın bir hüküm taşımaktaydı. Çünkü bu maddeye göre, taraflardan biri saldırı veya saldırı tehdidi ile karşılaşırsa, taraflar gerekli tedbirleri almak amacı ile, derhal birbirlerine danışacaklardı. Bu suretle Vietnam, Çin'in karşısına Sovyetleri çıkarmak suretiyle dengeyi sağlıyor ve arkasından emin bir duruma geliyordu.
Vietnam, 27 Aralık 1978 günü, tanklarla ve zırhlı araçlarla desteklenen 120.000 kişilik bir kuvvetle Kampuchea'ya karşı saldırıya geçti. 1975'ten beri ülkeyi, diktatörlüğün ötesinde, tam bir zulüm ve işkence ile idare eden Pol Pot rejimi Vietnam'ın saldırısına fazla dayanamadı.
7 Ocak 1979 günü başkent Phnom Penh Vietnam kuvvetleri tarafından işgal edildi ve Pol Pot da yanına aldığı bir kısım kuvvetle Tayland sınırı yakınlarındaki dağlık ve ormanlık bölgelere kaçtı. Pol Pot'un komutasındaki 30 bin kadar Khmer Rouge (Kızıl Khmer) kuvveti, bundan sonra gerilla muharebelerine başlayacaktır ki, Tayland ve Çin Pol Pot'u destekleyeceklerdir. Başkent Phnom Penh'in düştüğünün ertesi günü, 8 Ocak 1979 da, Pol Pot'un muhaliflerinden Heng Samrin, kendi başkanlığında bir Kampuchea Halk İhtilal Konseyi kurdu ve Kampuchea Halk Cumhuriyeti'nin de kuruluşunu ilan etti. Bununla beraber, Vietnam'ın Kampuchea'yı istila ve işgali dünyada o kadar tepki uyandırdı ki, Sovyetlerin bütün çabalarına rağmen, Kampuchea'yı Birleşmiş Milletlerde Heng Samrin değil, Pol Pot rejimi temsil etmeye devam etti.

Çin'in Vietnam'a Saldırısı
Vietnam'ın Kampuchea'yı işgali, Çin-Vietnam münasebetlerinde bardağı taşıran damla oldu. Vietnam'ın 1978 Kasımında Sovyetlerle ittifaka yakın bir antlaşma imzalaması ve arkasından da Kampuchea'yı işgali, Çin'i son derece sinirlendirdi. Çünkü Vietnam şimdi bütün güney-doğu Asya'ya hakim olma yolundaydı. Şu halde, Çin'e göre, meydanın boş olmadığını ve Sovyetlere dayanmanın da pek işe yaramayacağını Vietnam'a göstermek gerekliydi. Yani Vietnam'a bir "ders" verilmeliydi.
Çin 17 Şubat 1979 günü 100 bin kişilik bir kuvvetle Vietnam sınırlarından içeri girmeye başladı. Kuzey Vietnam'da bir kısım toprakları işgal ettikten sonra, bu askeri harekatla tasarlanan amacın gerçekleşmiş olduğunu bildirerek 16 Martta kuvvetlerini geri çekti. Çin'in Vietnam'a yaptığı saldırının Vietnam üzerinde çok fazla müessir olduğu söylenemez. Belki Vietnam'a bir Çin faktörünün varlığını gösterdi, lakin Vietnam'ın politikasında mühim değişiklik meydana getirmedi. Aksine, Vietnam'ın dış politikası, Çin'e rağmen iki istikamette gelişme gösterdi. Bunlardan biri, Vietnam ile Sovyetler Birliği arasındaki münasebetlerin daha da sıkılaşmasıdır.
Çin-Vietnam savaşı sırasında, bir tanesi füze taşıyıcısı olmak üzere, 14 Sovyet savaş gemisi Vietnam'ın Cam Ranh körfezine geldi. 1979 Mayısında da bir Sovyet denizaltısı yine aynı körfeze geldi ki, ilk defa bu sularda bir Sovyet denizaltısı görünmekteydi.
Vietnam, Sovyetlere bu kıyılarda resmen herhangi bir deniz üssü vermemekle beraber, Sovyet savaş gemileri bilhassa Danang deniz üssünün kolaylıklarından yararlanmaya başlamışlardı. Vietnam-Sovyet münasebetlerinin gelişmesi bu kadarla da kalmadı. Vietnam ekonomik bakımdan da her geçen gün Sovyetlere dayanmak zorunda kaldı. Daha önce de belirttiğimiz gibi; Vietnam savaşı 1975'de sona erdiği zaman, bilhassa Kuzey Vietnam bir harabe halinde idi.
Savaşın yıkıntılarını tamir etmek ve ülkenin kalkınmasını hızlandırabilmek için Sovyetlerden yardım aldı. Kampuchea'nın işgali ise, Vietnam'a yeni ekonomik dertler çıkardı. Çünkü üç yıldır iktidarı elinde tutan Pol Pot ve rejimi, ülkede tam bir zulüm idaresi tatbik etti. Bu zulüm bilhassa aydınlara yönelmişti. Bir çok aydın öldürüldüğü gibi, bir çoğu da kırsal alanlarda çok güç şartlarda çalışmaya zorlanmıştı. Daktilo, televizyon, otomobil gibi medeni vasıtalar, yozlaşmış bir hayatın unsurları olarak yasaklanmıştı.
Kısacası, Vietnam'ın Kampuchea'ya saldırısı ne kadar gayri insani ve medeniyetten uzak bir hareket olmuş ise, Pol Pot rejimi de o kadar gayri insani ve gayri medeni idi. dolayısıyla, Vietnam Kampuchea'yı tam bir perişanlık içinde buldu. Yeni lider, Vietnam'ın kuklası Heng Samrin ve Vietnam, Kampuchea'nın ekonomik problemlerinin çözümü için de sırtını Sovyet Rusya'ya dayamak zorunda kaldı. Bütün bu sıkıntılara rağmen, Vietnam Hindiçini bölgesindeki yayılma ve genişlemesini arttırmaktan da geri kalmadı. Dış politikasındaki ikinci mühim gelişme buydu. Bu gelişme de iki istikamette oldu. Laos'ta da bir komünist rejim olmakla ve bu rejim de Sovyet Rusya'ya dayanmakla beraber, Laos'un içinde de mevcut rejime karşı bir hareket başlamıştı. Bu sebeple Vietnam, 1979 yılında Laos'a 50.000 kişilik bir kuvvet sevketmiş bulunuyordu. Yani Laos da Vietnam'ın kontrolü altına girmişti. Mamafih, 1980 Eylülünde Laos'un Champassak eyaletinde Laos Halkının Milli Kurtuluş Birleşik Cephesi kurulmuş ise de, bu kuruluş kuvvetli ve müessir bir organizasyon olamamıştır. Diğer taraftan Vietnam Pol Pot'un Tayland'dan ve Tayland vasıtasıyla Çin'den devamlı yardım alması sebebiyle, 1979 yılından itibaren Tayland üzerindeki baskısını arttırdı. Zira, Tayland, 1975 Vietnam şokunu atlattıktan ve bilhassa Vietnam'ın Kampuchea'yı işgalinden sonra, üç istikamette faaliyette bulundu. Birincisi, Pol Pot'un Kızıl Khmerlerine yardım ettiği gibi, Çin'den gelen yardımları da Kızıl Khmer'lere geçirdi. İkincisi, Çin'le olan münasebetlerini geliştirdi. Üçüncüsü ASEAN ülkeleri Tayland'ı destekledikleri gibi, aynı zamanda Amerika ile de tekrar eski münasebetlere dönme zaruretini hissettiler. Bilhassa Amerika Tayland'a askeri yardımını arttırdı. Zira Tayland'ın Kızıl Khmer'lere yardım etmesi Vietnam'ı büsbütün sinirlendirdi. Bu sebeple, Vietnam Tayland sınırlarına asker yığdığı gibi, bilhassa 1980 yılında Tayland sınırlarından içeri girmeye başlamıştı.
Vietnam'ın amacı, Kızıl Khmer'leri Kampuchea topraklarından tamamen sürmek ve aynı zamanda da Tayland'daki rejimi devirmekti. Kampuchea'daki Heng Samrin rejimi, ülkeye Vietnam tarafından yani dışardan zorla kabul ettirilmiş bir rejim olduğu için Birleşmiş Milletler tarafından tanınmadığı gibi, gerek Batılılar ve gerek ASEAN ülkeleri, Heng Samrin rejimine karşı mücadele eden grupları ve kuruluşları biraraya getirip birleştirmek suretiyle güçlü bir mücadele yaratmaya çalışmışlardır. Bunlar, Pol Pot'un liderliğindeki Kızıl Khmer'ler, Son Sann liderliğindeki Khmer Halkının Milli Kurtuluş Cephesi ve Prens Sihanouk taraftarlarıdır. Lakin bugüne kadar Heng Samrin rejimine ve Vietnam'a meydan okuyacak kadar güçlü bir kuvvetin ortaya çıktığı söylenemez.


ABD’nin Irak’a saldırıyı başlatmasının onuncu günündeyiz. Amerikan ve İngiliz kuvvetleri ellerindeki son teknoloji ürünü katliam silahlarını ilkin sınırlı bir tarzda kullanarak savaşı başlattılar. O zaman bazı burjuva yorumcular, “Powell doktrini”nin askıya alındığını, “Rumsfeld doktrini”nin hayata geçirildiğini söylemişlerdi. Powell doktrini, ABD’nin son derece tahrip edici vurucu gücünü en son sınırına kadar kullanıp, mümkün olan en kısa zamanda askeri zafer elde etmesine dayanıyor. Rumsfeld doktrini ise, savaşı tedrici bir biçimde tırmandırarak daha uzun zamana yaymak üzerine kurulu.
Aslında Batılı burjuva yorumcuların çok sevdiği bu doktrin kavramını bir tarafa bırakacak olursak, sorun, bu savaşın nasıl bir taktik üzerine oturtulduğunda yatıyor. Bu gerçekte yalnızca askeri bir taktik sorunu değildir. Savaşların politikanın başka araçlarla devamından başka bir şey olmadığını biliyoruz. Bugün ABD ve İngiltere’nin askeri saldırısı, Vietnam sendromunun halen ne denli yaygın olduğunu gösteriyor. Tüm askeri uzmanlar savaşın çok yoğun, sarsıcı ve şok edici bir bombardımanla başlayacağını ileri sürüyorlardı. Oysa ilk adımda böyle bir şey olmadı. Besbelli ki ABD, belli hedeflerle sınırlı bir bombardımanla Irak ordusunun emir-komuta zincirini kırıp, moralini bozmaya, böylelikle de ordu içinde çatlaklar yaratıp, Irak yönetimini içeriden dağıtacak dinamikleri harekete geçirmeyi düşünüyordu. İzlenen bu taktikle hedeflenen daha önemli bir sonuç da, gerek Irak halkının gerekse de dünya halklarının tepkisini mümkün olduğunca azaltmaktı. Irak’taki ve dünyadaki tepkileri azaltabilirlerse, çok daha az bir dirençle karşı karşıya kalacaklarını ve böylelikle de kendi askeri kayıplarını olabilecek en asgari düzeyde tutabileceklerini hesap ediyorlardı. ABD’nin gerçek korkusu, birinci Körfez savaşı sonrasında neredeyse tümüyle tahrip ettiği Irak ordusu değildi. Onlar gerçekte Irak halkının silahlı direnişinden korkuyorlardı.
Açık ki, emperyalistlerin bu korkusu hiç de yersiz değildi. Nitekim, geçen on gün içinde emperyalist askeri güçler, girmeye çalıştıkları irili ufaklı tüm kent ve kasabalarda beklemedikleri bir direnişle karşılaştılar. O kadar ki, topu topu iki-üç caddeden ibaret olduğu söylenen Ümmü Kasr kasabasını bile ancak yeni ele geçirebildiler. Bu küçük kasabadaki direnişle karşılaştırıldığında, şüphesiz Bağdat yakınlarındaki direniş çok daha büyük olacaktır. ABD’nin en büyük korkusu budur. Çünkü direniş, ABD kayıplarının artması anlamına geliyor. Bu ise, gerek kendi güçlerine son derece güvenen ABD komutanları üzerinde, gerek o komutanların beyinlerini yıkadığı ABD askerleri üzerinde, gerekse de Irak’tan gelecek ceset torbaları karşısında ruh hali gittikçe değişecek olan Amerikan halkı üzerinde büyük bir moral bozucu etki yapacaktır. Savaş sadece cephede kazanılmaz. Ve hatta birçok askeri uzmanın da kabul ettiği gibi savaşlar cephe gerisinde kazanılır. ABD’nin Vietnam’da aldığı bozgun askeri bir bozgun olmaktan ziyade kendi ülkesinde en başta emekçiler olmak üzere, aydınların ve öğrencilerin tepkisinden kaynaklanıyordu. Vietnam sendromu denilen de budur.
Bağdat’a doğru ilerleyen Amerikan zırhlı birlikleri, yolları üzerinde girmeye çalıştıkları her kent ve kasabada büyük bir direnişle karşılaştı ve Irak kuvvetleri tarafından durduruldu. Direnişin bu boyutları ABD’nin Bağdat’ta nelerle karşılaşacağına dair önemli bir göstergedir. Üstelik güney bölgelerindeki bu kentler, daha çok Şiilerin yaşadığı ve emperyalistlerin, Saddam rejimine karşı ayaklanarak işgalcilerin yanında yer alacağını, onları çiçeklerle karşılaşacağını öngördükleri kentlerdi. Kelli felli askeri stratejistlerin ve akıl hocalarının hesapları bu yöndeydi. İngiliz birlikleri savaşın ikinci günü, o akşam Basra kentini almayı hedeflediklerini açıklamıştı. Ancak Basra’da da direnişle karşılaştılar ve kent hâlâ direniyor. Bu açılardan baktığımızda, aslında beklenenin aksine emperyalist kampta gittikçe artan bir güven kaybı söz konusudur. Amerikan ve İngiliz komutanlar ve şüphesiz onların askerleri kısa bir süre içinde pikniğe gitmediklerini kavramaya başlamışlardır.
ABD’nin yaygın bombardımandan son günlere kadar kaçınmış olmasının sebeplerinden birisinin Irak ordusunda bir bölünme yaratıp, muhtemelen bir askeri darbenin gerçekleşmesine zemin hazırlamak olduğunu yukarıda belirtmiştik. Böylece başta Amerikan kamuoyu olmak üzere dünya kamuoyu nezdinde de Saddam’ın hiçbir desteğe sahip olmadığı iddiasını doğrulamış olacaklar ve tüm dünyayı saran tepkileri yumuşatma yolunda ellerini bir nebze kuvvetlendirmiş olacaklardı.
Ne var ki, umduklarını bulamadılar. Şu ana kadar Irak ordusunda söz edilmeye değecek bir çözülme ve karşı safa geçme olmadı. Ayrıca Saddam’a karşı bir darbe teşebbüsü de olmadı. Rejim şimdilik bütünlüğünü muhafaza ediyor.
21 Mart akşamı, Bağdat başta olmak üzere, Musul, Kerkük ve Basra şehirleri eşi görülmedik bir saldırıyla bombalandı. İngiltere’deki üslerinden kalkan B-52 ağır bombardıman uçakları akşam saatlerinde Bağdat’ı cehenneme çevirdiler. 320 Tomahawk füzesi ve tonlarca bomba yağdırıldı Bağdat üzerine. Emperyalistler bir direniş işaretiyle karşılaşır karşılaşmaz tüm kanlı yüzlerini açığa çıkarıverdiler. ABD Savunma Bakanı Rumsfeld, artık eskisi gibi “aptal” bombaların olmadığını, kullanılan “akıllı” bombalarla sivillere zarar verilmemesine çalışıldığını açıklasa bile gerçeğin bu olmadığı çok çabuk ortaya çıkmıştır. Bağdat caddelerinde yıkılmış evlerin, binaların ve insan cesetlerinin görüntüleri, emperyalizmin bir ülkeyi nasıl “özgürleştiğini” gayet güzel gösteriyor. Saldırgan ABD-İngiltere koalisyonunun Bağdat dışında ilk olarak Basra, Musul ve Kerkük kentlerini hedef alması bile ABD’nin bu savaştan ne umduğunu dışa vuruyor. Herkes gibi ABD de savaşın gerçekte Bağdat çevresinde gerçekleşeceğini biliyor. Ama yine de bu üç şehri bombalıyor. Neden? Yanıtı çok basit: bu üç şehir Irak’ın petrol bölgelerinin tam üstünde ve petrol rafinerileri de oralarda. Hatırlanacak olursa, Bush, saldırının başlamasından hemen önce Irak’a petrol kuyularını ateşe vermemesi uyarısında bulunmuş, böyle bir davranışın savaş suçu sayılacağını buyurmuştu. Emperyalizm daha savaşın başlangıcında nereleri hegemonyası altına almayı amaçladığını böylelikle dile getiriyordu. Bu iş o denli pervasız boyutlara ulaşmış durumda ki, olası petrol kuyusu yangınlarının söndürülmesi işi bile daha savaş başlamadan ABD’deki savaş çetesinin bir parçası olduğu şirketlere ihale edilmişti.
Direniş artıp daha da keskinleştikçe, kolaycı ve sabırsız pragmatik Amerikan kafasının, kendi amaçlarına ulaşmak için ilk günkü ihtiyatlı yaklaşımı bir tarafa bırakacağı, birçok psikolojik faktörü de hesaba katan o ilk soğukkanlılığını yitireceği ve sinirlerin gerileceği anlaşılıyordu ve nitekim öyle de oldu. Son günlerde sivillerin yaşam alanlarına yönelik kanlı bomba ve füze saldırıları bunun en bariz göstergesi. İlk kez kitle zaiyatını amaçlayan türde büyük hacimli kitle tahrip bombaları kullanıldı. Çocukların ve kadınların ağırlıkta olduğu yüzlerce sivil hayatını kaybetti ve yaralandı.
Neresinden bakılırsa bakılsın, ABD ve İngiliz emperyalizmi Fırat ve Dicle’nin bataklıklarından kolayca paçalarını kurtaramayacaklar. Savaşın çok bilinmeyenli denklemlerinin nasıl bir sonuç vereceğini önceden kestirmek imkânsız olsa da, bir kara savaşı gündeme geldiği andan itibaren, savaşı kazanacak olanın, moral gücünü yüksek tutmayı başaran taraf olacağını unutmamalıyız.
Emperyalist güçlerin bölgede hedeflerine ulaşamaması ve hatta askeri hedeflerine planladıklarından daha geç ulaşmaları, ABD emperyalizmine karşı dünya çapında gelişen tepkinin daha da güç kazanması, dünya işçi sınıfının kendine güveninin daha da artması anlamına gelecektir. Evet, ABD burjuvazisi Vietnam sendromundan kurtulabilmiş değil. Bu sendromu tam bir paniğe çevirmek biz dünya işçi sınıfının elindedir. Ne var ki, bu sonucun elde edilebilmesi için, başta Amerikan işçi sınıfı olmak üzere dünya işçi sınıfının savaşa karşı mücadeleyi kendi sınıf mücadelesinin bir parçası olarak örgütlemesi, ona önderlik edebilmesi gerekir. Bu ise kaçınılmaz olarak bir kez daha işçi sınıfının uluslararası devrimci bir siyasal önderliğe olan ihtiyacının altını çizmemizi gerektiriyor.







VİETNAM SAVAŞI
DİNÇ ORUÇ

İkinci Dünya Savaşı sonrası gelişmeler sonucunda ,dünya güç dengesi sistemi iki kutuplu bir hal almıştı. Bu kutuplu yapının bir tarafında Amerika Birleşik Devletleri,diğer tarafta ise Sovyetler birliği bulunmaktaydı. 1945 sonrası oluşmaya başlayan bu yapı; kutuplar arası mücadeleyi de beraberinde getirmişti. İki ülke arasındaki bu çekişme çok çeşitli şekillerde kendini göstermekteydi. Kimi zaman bu mücadele sıcak çatışmalar çok ciddi boyutlar almakta hatta iki ülke savaşın eşiğine gelmekteydi. Gerek U-2 olayı, gerekse Küba krizi olayların ne kadar ciddi boyutlar aldığını gözler önüne sermektedir.
Soğuk savaş olarak adlandırılan bu dönemde iki ülkenin büründüğü kimlikler tamamen zıt özellikler göstermekteydi. Sovyet Rusya komünizm düşüncesi çerçevesinde etki alanını genişletmek isterken, ABD ise tam tersi bir hareket içinde yer alarak Sovyetler’ in bu planlarını engelleyici bir politika izlemekteydi.
Avrupa merkezli yaşanan bu çatışmalar, zamanla coğrafya değiştirerek Dünyanın her yerine yayılmaya başlamıştı. İşte bu yeni coğrafyalardan biri de Uzak Asya bölgesiydi. Çin’in komünist bir yapı kazanması, daha sonra da Kore Savaşının yaşanması bunun en güzel örnekleridir.
Uzak Asya olarak adlandırdığımız bu bölgedeki son olay ise Vietnam savaşıdır. Fakat bu olay diğerlerinden farklı özellikler taşımaktadır. Kesin bir sonucu olmayan bu savaş Dünya tarihinde belki de bir ilke sahne olmuştur. Zaman itibariyle dönemin en büyük gücünün, doğru dürüst bir yapıya sahip olmayan bir ordu karşısında bu kadar zorluklar çektiği belki de hiç görülmemişti. Bunu dışında yaşanan daha birçok ilk vardı; gerilla savaşı taktiği, ilk kez kimyasal silah kullanılması... Ama en önemlisi de dünya üzerinde bir savaşa gösterilen en büyük tepki yine bu dönemde olmuştu.
Sanırım, konuyu daha iyi anlayabilmek için biraz daha detaya inmek gerek.
İşte; başlangıcından sonuna kadar tüm gerçekleriyle Vietnam Savaşı.....

MEVCUT DÜNYA DÜZENİNE GENEL BAKIŞ

II. Dünya Savaşı sonrası oluşan ve 1945’ten 1965’e kadarki yirmi yıllık sürede hakim olan dünya iki kutuplu bir yapıdaydı. İki süper güç; ABD ve Sovyetler Birliği, müttefikleriyle birlikte dünyanın her bölgesinde bir çatışma içindeydiler. Birtakım etki tepkileşmeler sonucu kendi dünyaları arasında bir sınır çizmişler ve bu mücadelelerini üçüncü dünyaya genişletmişlerdi. Bu iki kutuplu yapı, devletler sisteminde gücün iki kutup arasında dağılımı çok hassas olduğu için, tehlike arz ediyordu. Güç dengesini bozacak en ufak bir değişim karşısında, karşıt bir üstünlük kurabilmek için her ikisi de alarm durumundaydılar. Her iki taraf da, karşı taraftaki herhangi bir güç kaybını, kendi lehine bir güç kazancı olarak algılamaktaydı. Kendi etki alanları etrafında sınırlarını belirlemek ve mevcut status-quo’yu her türlü saldırı ve yıkıcı çaba karşısında korumak, iki kutuplu süper güç mücadelesinin odağı halini almıştı.
Mevcut sistemin iki ana merkezi konumundaki Washington ve Moskova; müttefik olarak adlandırılan ülkelerin oluşturduğu kendi dünyalarındaki tek baskın güçlerdi. Bu müttefiklerin güçlerini büyüklüğü ve bağlılık dereceleri Amerikan ve Sovyet imparatorluklarının gücünü belirliyordu. Aralarındaki hassa farklılık ise; merkez ile diğer ülkeler arasındaki ilişkilerin doğasıydı. Müttefiklerin gönüllülükleri, bu bütün içindeki bağımsızlık dereceleri ve kararların alınış şekli bunda belirleyiciydi.
Amerikan imparatorluğu olarak adlandırabileceğimiz oluşumun üstlendiği bazı roller bulunmaktaydı. İlk olarak müttefikler ve dostları, savunmalarının Birleşik Devletlere dayandığını bilirler. Amerikanı üstlendiği bir başka rol ise şudur; ABD dış lejyonlar yetiştirir ve bunlara komuta eder. Örneğin NATO her zaman Amerikanlar tarafından komuta edilmiştir ve yüksek merkezi komuta yapısına sahiptir ve entegre güçlerden oluşur. Ayrıca Birleşik Devletler batılı olmayan ülkelerin askerlerini de eğitir. Bu askerleri bazen ABD’de eğitir bazen de kendi askeri görevlilerini bu ülkelere gönderir. Böyle bir görev Güney Vietnam’da da gerçekleşmiştir. Güney Vietnam ordusu komünist Vietkong gerillalarıyla baş edemeyince, ABD kendi güçlerini bu ülkeye göndermiştir.

BİR SINIR SAVAŞI OLARAK “ VİETNAM”

Amerika’nın Vietnam’a Olan İlgisi

Birleşik Devletler, Vietnam’la yakından ilgilenir oldu. Çünkü, Amerikan liderlerine göre Kuzey Vietnam ile Güney Vietnam’ı bölen 17. paralel, özgür dünya ile komünist dünya arasında bir sınır oluşturuyordu. Tıpkı Kuzey Kore’nin 38. paraleli geçtiği zaman Güney Kore’yi savunma kararı aldıkları gibi, şimdi aynı kararı Güney Vietnam için alıyorlardı. Ve yine Kore’deki gibi,Vietnam savaşında da merkezden çok uzakta mücadele ediliyordu. Ayrıca sınırlara düşmanın kolaylıkla ulaşabileceği yerlerde mücadele ediliyordu.
Fakat, bu Birleşik Devletler için sorunların henüz başlangıcıydı. Güney Vietnam bölünmüş bir yapıya sahipti. Yerli Güney Vietnamlılara karşılık, yaklaşık sayıları 1milyon olan ve hemen hemen yarısı Katolik olan mülteci Kuzey Vietnamlılar; Budistlere karşılık Katolikler; köylülere karşılık yerli halk... Birçok yeni ulusta olduğu gibi temel olarak yerel nitelikli bir sadakat şekli vardı. Merkezi hükümete karşılık oldukça kemikleşmiş bir düşmanlık bulunuyordu. Ulaşım ve iletişim ilkeldi ve endüstriyel gelişim bulunmuyordu.
Bunlara ek olarak; Fransa ve Vietminh güçleri arasındaki I. HinduÇini Savaşına son veren 1954 Cenevre Konferansı sonucunda ortaya çıkan yeni bir devletti. Herhangi bir siyasi kuruluş ve sağlam bir ekonomi yoktu. Vietminh normal olarak Güney Vietnam’ın kısa sürede dağılmasını umuyordu. Cenevre Sözleşmesi gereğince 1956’da genel seçimlerin yapılmasına karar verildi. Hanoi, 12 milyonluk Güney Vietnam’ın çoğunluğunun, Fransa’ya karşı milli direnişin başını çeken Ho Chi Minh’e oy vereceğini sanıyordu. Ayrıca, Kuzeyin 15 milyon oyunun çoğunu alabilirdi. Böylece ülke komünist kontrol altında yeniden birleşebilirdi.
Ho’nun bu popülaritesi, ne ABD’nin ne de Güneydeki yeni hükümetin seçimleri desteklemesi için bir sebep oluşturuyordu. ABD, 17. paralelin yeni sınır olarak kabul edilmesini, ateşli bir Katolik ve antikomünist olan, Güney Vietnam’ın yeni başkanı Ngo Dinh Diem ise başta kalmayı istiyordu. Henüz imzalanmamış Cenevre Deklarasyonu’nun seçimleri bağlayıcı kılıp kılmayacağına aldırmaksızın, çok ciddi bir karşı duruşları vardı. Böylelikle Hanoi’nin, Güneyi barışçıl yoldan ele geçirme çabaları da son buluyordu.
Cenevre Konferansı devam ettiği sırada, yaklaşık olarak 5.000 ila 6.000 yerel gerilla-tahminen Vietminh’in politik ve askeri eliti- yeraltına inerek köylüler gibi yaşamaya başladılar. 90.000 kadarı kuzeye gitti, çoğu sonra güneye sızdılar. 1959’da Kuzey Vietnamlılar, Güneyde silahlı direnişe başladılar. Böylece II. Hinduçini savaşı başlamış oluyordu. Gerillaların acil hedefi, hükümetin yerel temsilcilerini öldürerek, merkezi hükümeti nüfusun çoğunluğundan tecrit etmek, yerine de köylüler üzerinde Viet Kong kontrolünü devreye sokmaktı.
Bu savaş, Kore Savaşı’ndan oldukça değişik bir şekilde başlamıştı. Kore Savaşı, Amerikan halkını harekete geçiren ve başlıca batılı müttefikleri ortak bir tehdit karşısında birleştiren, belirgin ve saldırgan bir atakla başlayan bir savaştı. Ayrıca bu, düzenli komünist güçlerin yine düzenli Güney Kore, Amerikan ve BM güçleri tarafından durdurulduğu konvensiyonel bir savaş olmuştu.
Buna karşılık, Dienbienphu’daki Fransız mağlubiyeti; gerilla savaşının daha geniş, güçlü ve daha donanımlı büyük bir güç karşısında başarı elde edilebileceğini kanıtlaması bakımından, modern tarihte önemli bir dönüm noktasıdır. Bu nedenle Kuzey tarafından yönetilen ve organize edilen gerillaların iç ayaklanmaları, 17. paraleli ihlal etmenin daha zekice bir tarzı olarak belirtilebilir.
Amerika’nın bu gelişen olaylarla ilgilenmesini bir başka nedeni de şu olabilir. Bölgedeki komünist olmayan ülkeler ekonomik olarak gelişmiş ve kendi yeterliliklerine sahip olmadan önce, Asya’daki denge Birleşik Devletlere dayanıyordu. Herhangi bir ülkenin düşmesi, domino taşı etkisi yaratarak diğerlerini de etkileyebilirdi. Bunun da siyasi ve psikolojik etkisi olarak, bölgedeki Amerikan nüfuzu tehlikeye girebilirdi. Ya da her bölgede aynı sonuç görülmese bile, bu tür kayıplar güç dengesini Amerika aleyhine olumsuz etkileyebilirdi. Bu nedenle bölge ülkeleri ABD tara tarafından bir birine bağımlı görünüyordu, çünkü birindeki herhangi bir risk hepsini çöküşü anlamına gelebilirdi.

Temelde Yatan Sebep

Tabii ki bu görüşün altında yatan temel varsayım; hala iki kutuplu bir dünyanın varolması ve tüm karşıt delillere rağmen, Amerika’nın birleşik olarak algılamaya devam ettiği Sino-Sovyet bloğunu düşman olarak görülmesiydi.
Aslında, 1 milyara yaklaşan nüfusu ve “Amerikan emperyalizmi” şeklindeki devrimci suçlamalarıyla “Kızıl Çin”, Washington için Moskova’dan daha tehlikeli olarak algılanıyordu. Mao Zedong’un gerilla taktiklerini kullanarak, Amerika’nın etki alanındaki komünist olmayan bir hükümeti yok etmeye çalışan Ho Chi Minh ve Vietkong, Çin’in kuklaları olarak görülüyordu. Eğer bu başarılı olursa, Vietnam Çin’in gücüne, bu da dolayısıyla Sino-Sovyet bloğun gücüne katılabilirdi. Ayrıca bu, bölgedeki diğer devrimci güçler için ateşleyici bir örnek teşkil edebilir, böylece tüm nükleer gücüne rağmen Amerika mağlup edilebilirdi. Washington bu savaşı; Kuzey Vietnam güçleri 17. paraleli henüz ihlal etmemiş olsalar bile, Kuzey Kore’nin Güney Kore’ye saldırısıyla benzer görüyordu. Gerilla savaşı, komünist saldırganlığın bir başka şekliydi ve bu yüzden de en kısa sürede engellenmeliydi.

VİETNAM KABUSU

Vietnam Savaşı, Birleşik Devletler tarihinin en tartışmalı olaylarından biridir. Amerika’nın olayla olan ilgisi, en büyük artış Lyndon Johnson zamanında olmasına rağmen, Truman zamanında başlamış ve benzer şekilde Demokrat ve Cumhuriyetçi yönetimlerde de sürmüştür.
Peki, Johnson dönemine kadar Vietnam’da neler olmuştu? Savaş 20 yılı aşkın bir süredir bu uzak Asya toprağını karıştıran bir olgu olmuştu. Başlangıçta, Ho Chi Minh yönetimindeki ulusal güçler anayurtlarını, Fransız koloni yönetiminden kurtarabilmek için mücadele ettiler. Birleşik Devletler, Moskova’da yetişmiş bir komünist olan Ho konusunda şüpheliydi. Fakat, bunun yanında Ho şiddetli bir ulusçuydu. Birleşik ve bağımsız bir Vietnam yaratmaya kararlıydı ve hiçbir zaman bu hedefinden şaşmamıştı. Komünist bağlantıları nedeniyle Ho’dan endişeli olan Amerika, Ho ve Vietnam güçlerine karşı Fransa’nın tarafını tutmuştu. 1954’de, Dwight D. Eisenhower başkanlığı döneminde, Fransa’da aşırı tepki gören savaşın açılabilmesi için Fransa’nın masraflarının %70’ine destek olunmuştu. Dienbienphu’da Vietnam güçleri, 12.000 Fransız askerini kuşattığında Eisenhower’ın en yakın kişsel danışmanları Amerikan askeri müdahalesi için baskı yapmışlardı. Hatta, Amiral Arthur Radford, atom bombası kullanılmasını bile önermişti.
Eisenhower yönetimi, Hinduçini’nde komünizmi yenmek için Amerikan yardım ve etkisini kullanmaya devam etti. 1955’te Fransızların Dienbienphu’da yenilip, Vietnam’dan çekilmeleri üzerine Amerika, Ho’nun bölgenin kontrolünü tamamen ele geçirmesini önlemeye çalıştı.
Başlangıcından beri, Amerikan politika yapıcıları, Ho’nun Kuzey Vietnam’daki hükümetini, Moskova ve Beijing tarafından yönetilen komünist komplonun bir parçası olarak görmekteydi. Eğer Vietnam’da komünizm alt edilemezse tüm Asya muhtemelen düşebilirdi.
Amerikan müdahalesi;,Güney Vietnam’daki ulusçu gerillalara yardım eden Ho’yu bir bakıma uyandırarak, tüm Vietnam’ı kendi liderliği altında birleştirmeyi amaçlamasına yol açmıştı. Güney Vietnam’da giderek şiddetlenen iç savaş sonucunda, Eisenhower yönetimi, başkent Saygon’daki hükümete Amerikan askeri yardımını giderek artırdı.
Başkan John F. Kennedy döneminde Amerikalı danışmanların sayısı 650’den 23.000’e çıktı. 1963’te JFK suikastinden sonra Güney Vietnam’a Amerikan yardımı sürdü.
Daha sonra 1964’de;Tonkin Körfezi kararlarında kongre, Vietnam’daki komünist saldırganlığa karşı başkana silahlı kuvvet kullanma yetkisi verdi. Fakat, Başkan Johnson, bölgeye Amerikan askeri göndermeye niyeti olmadığını söyleyerek şu sözleri sarf ediyordu:
“Asyalıların kendileri için yapmaları gereken bir işi yapmaları için kendi çocuklarımızı, evden 8-10 mil uzaktaki bir yere göndermeyeceğiz.”[1]
Fakat, her şey ertesi kış değişti. 1964 Kasım ve Aralık aylarında; Güney Vietnamlı Ulusal Özgürlük Cephesi gerillaları, bombalı saldırılarda 7 Amerikalı danışmanın ölümüne, yüzlercesinin de yaralanmasına sebep oldular. Şubat 1965’e gelindiğinde Amerikan yönetimi Saygon hükümeti düşmek üzere olduğundan ve Birleşik Devletler acil bir şeyler yapması gerektiğinden, aksi taktirde Vietnam’ın yitirileceği ve dolayısıyla Amerika’nın uluslararası prestij ve etkisinin zarar göreceğinden emindi . Bu doğrultuda, Johnson ve danışmanları savaşı bir bakıma Amerikanlaştırmaya başladılar. Kuzey Vietnam’a savaş uçakları ve Güney Vietnam’a 3.200 denizci gönderildi. Haziran ayına gelindiğinde Vietnam’da 75.000 Amerikan askeri bulunuyordu. Amerikan askeri sayısındaki her artış Vietkong’un ve Kuzey Vietnam’ın dayanıklılığını daha da arttırıyordu. Karşılık olaraj Amerikan askeri sayısı daha da artmaktaydı. 1968’e gelindiğinde 500.000 Amerikan askeri bölgede savaşmaktaydı. Mareikan yönetimi ve Pentagon’a göre, güçlü Amerikan silahlı güçlerinin zayıf Kuzey Vietnam ve Vietkong güçleri karşısında yenilmesi düşünülemezdi bile.
1965’lerde kafalardaki düşünce şuydu; “Vietkonglular’ın gemilerimizi görmeleri bile teslim olmalarına yetecektir...”[2]
Amerika bu savaş için uygun ir strateji geliştirmemişti bile. Ufak güçlerin başarısızlığının başka güçler, başka güçler ve başka güçler tarafından devam ettirilmesi sonucu savaşın tahrip edici bir hal alması, 1965’te kimsenin düşünemeyeceği bir şeydi.
İki yıl içinde, 1965’in iyimserliği yerini derin ve acı verici bir hüsrana bırakmıştı. 1967’de Vietnam’da, Amerika’nın yarım milyona yakın askeri bulunmaktaydı. II. Dünya Savaşı’ndakinden daha fazla bomba atılmıştı ve savaşın her ayı için 2 milyar$’dan fazla bir miktar harcanıyordu. Amerikalı devlet adamları kendilerini ilerleme olduğuna inandırmışlardı ancak acı gerçek, savaşın hala devam etmekte olduğuydu.
Genel olarak bakıldığında, Amerika’nın asıl gücü ağırlıklı olarak hava gücüne dayanmaktaydı. Askeri doktrin, bombardımanın bir düşmanın savaşma kapasitesini yıkacağını, böylelikle uzlaşma yapmaya yanaşacağını öğretmekteydi. II. Dünya Savaşı ve Kore’deki kısıtlı başarılar; Vietnam’ın koşulları göz önüne alındığında, bu doktrinin uygulanması halinde başarının daha kolay olacağını düşündürmeye başladı.
1966’nın başlarında hava saldırıları Kuzey Vietnam’ın endüstriyel ve ulaşım sitemine yönlendirilmişti ve giderek artan şekilde daha da kuzeye kaymaya başladı. 1966 yazında saldırılar petrol depolama merkezlerine ve ulaşım şebekelerine yöneldi. Bir yıl sonra Başkan Johnson saldırıların çelik fabrikaları ve güç merkezleri gibi hedeflere yönelmesi emrini verdi.
Bombardıman, hala modern bir ekonomi mücadelesi vermekte olan bir ulusu 600 milyon$’lık bir zarara uğrattı. Hava saldırıları, Kuzey Vietnam’ın endüstriyel ve tarımsal üretimini büyük bir sekteye uğrattı.
Burada şunu da belirtmek gerekir ki, ABD tarafından saldırıların kesinlikle sivillere yönelik olmadığı beyan ediliyordu. Ancak tahminler bombardımanın yapıldığı süre içerisinde haftada 1.000 kişinin öldüğü yönündedir.
Her şeye rağmen;Vietnam’da şu anlaşıldı ki, kullanılan hava gücü etkisiz olmuştu. Aslında ABD 1967’ye kadar, bütün büyük hedefleri yok etmeyi başarmıştı. Buna rağmen Amerikan yönetiminin işi biraz ağırdan alması; Hanoi’ye hava savunma sistemi kurmak, temel kaynaklarını korumak, ve alternatif ulaşım şekilleri geliştirebilmesi için zaman kazandırmıştı. Belki de bu ağırdan alma, uğradıkları tüm bu hasara rağmen Kuzey Vietnamlıları mücadele etmek için daha da azimlendirmiş olabilirdi.[3]
Aslında Kuzey Vietnam, bombardımanla başa çıkmakta büyük bir hüner ve azim gösterdi. Siviller şehirlerden tahliye edilmiş ve şehrin civarlarına dağıtılmıştı. Birçok endüstri ve depolama işleri ve bazı yerlerde yeraltında ve mağaralarda sürdürülmekteydi. Hükümet 30.000 mile yakın tünel kazılması talebinde bulunmuştu ve ağır bombardımana maruz kalan bölgelerde insanlar zamanlarının çoğunu yeraltında geçiriyorlardı. Çoğunluğu kadın ve çocuklardan oluşan yaklaşık 90.000 Kuzey Vietnamlı, ulaşım ağını açık tutmak için full-time çalışmaktaydı. Bombalar sonucu hasar gören yollar çakıllarla kapatılmaktaydı. Beton ve çelik köprüler yerine bambudan yapma sallar kullanılıyordu. Daha sonra bu sallar bulunmamaları için batırılıyordu. Kamyon şoförleri tekerlekleri muz yapraklarıyla kaplanmış şekilde seyahat ediyorlardı. Ve bu seyahatler yalnızca geceleri ve far ışığı kullanılmadan gerçekleştiriliyordu.
Bunların yanı sıra; her türlü ekipman, araç ve materyaldeki kayıplar Sovyetler ve Çin tarafından karşılanıyordu. Yapılan bombardımanlar, yalnızca Sovyetlerin karşılayabileceği askeri ekipmanlara olan bir ihtiyaç yaratmıştı. Ve bu da Moskova için Kuzey Vietnam’ı Çin’in elinden alabilme şansını yaratmıştı.
Çin’in yaptığı yardım daha çok; büyük miktarda pirinç, küçük silahlar, araçlar ve cephaneden oluşmaktaydı. Sovyetlerin yapmış olduğu yardım ise 1965’ten sonra uçak, uçaksavar ve tankları da içerecek şekilde şaşırtıcı olarak artmıştı. 1965 ile 1968 arasında Sovyetler ve Çin tarafından yapılan yardımın 2 milyar $ civarında olduğu tahmin edilmekteydi.
1967’ye gelindiğinde, Birleşik Devletler yalnızca bazı marjinal kazançlar için çok ağır bedeller ödüyordu. 1965 ile 1968 arasında Amerika, tahmini masrafı 6 milyar$ olan 950 hava aracını kaybetmişti. Küçük ve geri kalmış bir ülkenin, Dünyanın en büyük ve prestijli ülkesi karşısında devam eden direnişi, Kuzey Vietnam’a çok etkili bir şekilde yararlandıkları bir propaganda avantajı vermişti. Savaş karşıtlığı, birçok eleştirmenin gözünde etkisiz ve ahlaksız görülen bombalama karşısında etkisini gün geçtikçe arttırmaktaydı.

WeBCaNaVaRi'na Üye Olmadan Link'leri ve Kod'ları Göremezsiniz.
Link'leri Görebilmek İçin. Üye Ol. veya Giriş Yap.
Üyelerimizden Destek Bekliyoruz.
WeBCaNaVaRi Botu

Bu Site Mükemmel :)

*****

Çevrimİçi Çevrimİçi

Mesajlar: 222 194


View Profile
Re: Vietnam Savaşı
« Posted on: Nisan 18, 2024, 05:50:47 ÖS »

 
      Üye Olunuz.!
Merhaba Ziyaretçi. Öncelikle Sitemize Hoş Geldiniz. Ben WeBCaNaVaRi Botu Olarak, Siteden Daha Fazla Yararlanmanız İçin Üye Olmanızı ŞİDDETLE Öneririm. Unutmayın ki; Üyelik Ücretsizdir. :)

Giriş Yap.  Kayıt Ol.
Anahtar Kelimeler: Vietnam Savaşı e-book, Vietnam Savaşı programı, Vietnam Savaşı oyunları, Vietnam Savaşı e-kitap, Vietnam Savaşı download, Vietnam Savaşı hikayeleri, Vietnam Savaşı resimleri, Vietnam Savaşı haberleri, Vietnam Savaşı yükle, Vietnam Savaşı videosu, Vietnam Savaşı şarkı sözleri, Vietnam Savaşı msn, Vietnam Savaşı hileleri, Vietnam Savaşı scripti, Vietnam Savaşı filmi, Vietnam Savaşı ödevleri, Vietnam Savaşı yemek tarifleri, Vietnam Savaşı driverları, Vietnam Savaşı smf, Vietnam Savaşı gsm
Sayfa 1
Yukarı Çık :)
Gitmek istediğiniz yer:  


Benzer Konular
Konu Başlığı Başlatan Yanıtlar Görüntü Son Mesaj
The Hell In Vietnam « 1 2 »
Tüm Oyunlar
BluewateR 11 2808 Son Mesaj Nisan 26, 2010, 11:33:12 ÖS
Gönderen : kozmik74
Vietnam Savaşı
Tarih
seyyah 0 906 Son Mesaj Temmuz 12, 2008, 12:24:48 ÖS
Gönderen : seyyah
The Hell In Vietnam
Tüm Oyunlar
By.BeKiR 1 1130 Son Mesaj Temmuz 21, 2008, 01:26:08 ÖS
Gönderen : By.CeZa
Vietnam Savaşı -20. Yüzyıl Tarihi-
Tarih
Furkan 0 604 Son Mesaj Ağustos 12, 2008, 09:25:58 ÖÖ
Gönderen : Furkan
Vietnam Ve Vietnam Tarihi
Dünya Tarihi
Asortik Hatun 0 798 Son Mesaj Mayıs 19, 2013, 11:12:02 ÖS
Gönderen : Asortik Hatun


Theme: WeBCaNaVaRi 2011 Copyright 2011 Simple Machines SiteMap | Arsiv | Wap | imode | Konular