|
|
|
TÜRKÇEYE SORUMLULUĞUMUZ
Dilin en önemli özelliği, kuşkusuz, düşünme aracı olmasıdır. Bu bağlamda düşünmeyi çıkarımlar yapılması, kavramlar ve önermeler arasında bağlantılar kurulması, derin ve yaratıcı düşünceler üretilmesi, özellikle soyut kavramları özümsenmesi olarak algılamak gerekir. Gerçekten yetersiz ve karmakarışık bir dille duru bir düşünceye varılması olanaksızdır. Bir toplumu ulus yapan niteliklerin en güçlüsü dildir. Toplumun pek çok özelliği, yaşayışı, gelenekleri, dünya görüşü, yaşam felsefesi, inançları, bilim-teknik ve sanata olan katkıları dilin gelişmişlik düzeyinden etkilenir ve o toplumun diline yansır. Mümtaz Soysal'ın “Yabancı dil öğrenmenin kaçınılmaz bir gereklilik durumuna gelmiş olması, anadili koruma, geliştirme ve yüceltme diye bir ulusal görev yaratmıştır. Yoksa yalnız Türkçe değil Türkçeyle birlikte bütün bir kimlik de yitip gidecek.” kaygısını dile getirmesi boşuna değildir. W. von Humboldt'a göre “Düşünceyi yaratan ve ileri götüren dildir. Dilin engellendiği yerde düşünce de engellenmiş olur.” Dolayısıyla ancak dilini oluşturan, yücelten bir ulus gerçek bir düşünce etkinliği gösterebilir. Dili ilkel kalmış bir ulus kültür yaşamında da ilerleme gösteremez. Doğan Aksan “Bu benim anadilim, bir denizdir. Derinliğiyle, gözün erişemeyeceği genişliğiyle, sınırsız gücü, güzellikleriyle..." diyerek sevgiyle tanımlıyor Türkçeyi. Bu Türkçe'nin yükseköğretim ve bilimsel etkinlikler için yetersizliğinden söz edilemeyeceği yıllardır bu alanlarda Türkçe olarak yürütülen çalışmalardan (227. yılını Türkçe öğretimle sürdüren İTÜ'den) açıkça ortadadır. Bedia Akarsu da bu görüşü destekliyor : “Felsefenin en güç anlaşılır konularını bile rahatlıkla işleyen felsefecilerimiz az değil bilim adamlarımız herkesin rahatlıkla anlayabileceği terimler ve sözcüklerle dile getiriyorlar araştırmalarının sonuçlarını.” Dil uzmanı Ömer Demircan konuya şu sözlerle açıklık getirmeye çalışıyor : “Türk dili gerek yapısal olanakları gerekse anlamlama ve türetme varsıllığı (zenginliği) bakımından her düzeyde öğretim ve her alanda bilimsel anlatıma yetecek ölçüde gelişmiştir. Bu görüşlere karşılık “Türkçe'nin öğretim ve bilim dili olarak yetersizliğini ileri sürenler de vardır. Bu savın doğru olduğu varsayılırsa yapılması gereken Türkçeyi öğretim ve bilim alanında kullanıp işleyerek öğretim ve bilim dili olarak güçlendirmektir. Çünkü bir dilin yetersizliği değil, işlenmeyen bir dilin gelişememesi, zayıflaması giderek evde ve sokakta basit bildirişimler için kullanılabilen kısıtlı bir dil durumuna gerilemesi söz konusudur. Bana göre, Türkçenin öğretim, bilim ve kültür dili olabilmesi konusunda öğretim üyelerinin ve bilim adamlarının önemli görev ve sorumlulukları bulunmaktadır. Atatürk'ün dil devriminin temel amacı da Türkçeyi öğretim ve bilim dili olarak güçlendirmektir Bu nedenle, Türkçeyle ilgili her türlü tartışının yararına inanmakla birlikte, dikkatleri yalnız sözcükler üzerine yoğunlaştırmanın yerindeliği tartışılabilir. Asıl olan düşüncelerin en anlaşılabilir ve etkin biçimde, Türkçe'nin kurallarıyla ve özellikleriyle açıklanabilmesidir. Bu yaklaşım içinde olabildiğince Türkçe sözcükler kullanmanın daha uyumlu ve güzel, dinlenmesi okunması zevk veren, üstelik yalnız seçkinlerin değil herkesin anlayabileceği bir anlatım sağlayacağından kuşku duymuyorum. Böyle bir çabada birleşme için hiçbir engel düşünemiyorum. Bu nedenle, seçkinler için yazma savında olanların ‘bilimdışı’ yerine ‘gayri ilmi’ de değil yamalı bohçayı uyumsuz renkteki ipliklerle tutturmayı yeğleyerek gayrı bilimsel gibi bir söz kullanmalarını anlayamıyorum. Bütün yurttaşların Türkçe üzerine görüş belirtmek hakkı vardır. Bilimcilerin bu hakkı yanında Türkçe'nin öğretim ve bilim dili olarak varsıllaşmasına ve güçlenmesine çaba gösterme görev ve sorumlulukları da bulunmaktadır. Umuyorum ki bu anlayışta ve Türkçe üzerine konuşurken tutarlı ve sorumlu davranmaya özen göstermek gereğinde görüş ayrılığımız olmayacaktır.
|