0 Üye ve 1 Ziyaretçi Konuyu İncelemekte. Aşağı İn :)
Sayfa 1
Konu: Sinav Stresini Yenme  (Okunma Sayısı: 672 Kere Okundu.)
« : Ocak 24, 2010, 01:37:22 ÖÖ »
Avatar Yok

.By.pisLick.*
*
Üye No : 28021
Nerden : Tekirdağ
Cinsiyet : Bay
Konu Sayısı : 1669
Mesaj Sayısı : 4 572
Karizma = 23665


HATIRLAMA VE UNUTMA

HAFIZA

Geçmişimizi kaydedip daha sonra ona başvurduğumuz bu sebep¬le de şimdiki anımızı etkileyen sistem hafızadır. Hafıza kapasitesi ol¬maksızın bir insanı (veya öğrenebilen bir hayvanı) düşünebilmek zor¬dur. Hafıza olmasaydı edindiğimiz tecrübelerden geriye hiçbir şey kal¬mazdı, aslında öğrenme denilen şey de gerçekleşmezdi çünkü kısa bir süre önce öğrendiğimizi, hafızaya dayanarak hatırlar ve uygulamaya koyarız. Bunun aksi bir durumda çok dar bir çerçeve olan “bu ânı” yaşa¬mak zorunda kalırdık ve sonuçta da bu an, geçmişimizi hatırlayamadı¬ğımızdan, kendimiz ile ilgili bir an olarak bize bir mana ifade etmez¬di. Her insan her sabah kalkar ve kim olduğunu ve ne olduğunu bilir. Bu süre giden şahsî kimlik hissi, bizim dünümüzü bugüne bağlayan hatı¬raların sürekliliği üzerine kuruludur.
İnsan hafızasının analizinde, hafıza sisteminin yapısı ve bu yapı¬yı işleten süreçler birlikte ele alınmalıdır. Yapı, hafıza sisteminin dü¬zenleme şeklidir; süreçler ise hafıza sistemi içersinde ortaya çıkan faa¬liyetlere dayanır. Hafıza sisteminin ele alınacağı bu bölümde yapı ve süreçler birlikte incelenecektir.
Bu sistemde kodlama, depolama ve geri getirme arasında önem¬li farklar vardır. Kodlama; hatırlanacak olan malumatın takdimi esna¬sında ortaya çıkan olaylara dayanır. Biraz önce tanıştığınız bir kimse¬nin isminin yerini tutan bir fiziksel fenomenin, yani ses dalgasının, hafı¬zanın kabul edeceği türden kodlara çevrilip, bu kodun hafızaya kayıt edilmesi olayıdır. Kodlama süreçleri, hafıza sistemine neyin depolana¬cağını tayin eder. Ayrıca zihinde tutma esnasında varolan şartlarla bir¬likte hangi malumatın sonuç olarak geri getirilebileceğini tayin eder. Hatırlanabildiler daha önce depolanmış olanlardır ve nasıl hatırlanabi¬leceği onun nasıl depolandığına bağlıdır (Tulving ve Thomson, 1973).
Çeşitli hafıza teorisyenleri (Atkinson ve Shriffrin, 1971), Waugh ve Norman, 1965) hafıza sistemimizin temel mimarisini depolara ayırarak tasvire çalınmışlardır. Çok depolu hafıza yaklaşımları adı altın¬da toplayabileceğimiz bu teorilerin genel özellikleri ortaktır. Çok depo¬lu hafıza teorisyenlerine göre 3 tip hafıza deposu vardır.
1) Duyusal hafıza deposu, malumatın geliş yoluna (göz, kulak) has bir depodur ve malumatı çok kısa bir süre için tutar.
2) Kısa süreli hafıza deposu, nispeten sınırlı kapasiteye sahiptir.
3) Uzun süreli hafıza deposunun, temelde sınırsız bir kapasitesi vardır ve malumatı çok uzun zaman dilimleri içersinde tutar.
Bu modele göre çevreden gelen malumat duyusal depolar tara¬fından alınır. Bu depolar, görme, işitme gibi kendine has ayrı depolar¬dır, malumatı çok kısa süre için tutarlar. Bu depoya giren maluma¬tın bir kısmına dikkat sarfedilir ve daha sonra kısa süreli hafıza deposu tarafından proseslenir. Kısa süreli hafızada proseslenmiş olan maluma¬tın bir kısmı uzun süreli depoya aktarılır. Atkinson ve Shriffrin (1971)'e göre malumatın uzun süreli depolanışı, tekrar safhasına bağlıdır.
Bu noktada, dikkat ve hafıza sahalarının kesiştiğini belirtmek ye¬rinde olur. Mesela Broadbent'in dikkat modeli, hafızanın çok depolu modelinin esas habercisidir. Duyusal hafıza deposu ile Broadbent' in te¬orik dikkat modeli arasında kesin bir benzerlik vardır.
Hafıza depolarının kendisi temel yapıyı şekillendirir, dikkat ve tekrar süreçleri ise hafıza depoları arasındaki malumat akışını kontrol eder. Bununla birlikte bu çok depolu hafıza modeli yapı içersinde işle¬yen süreçlerden ziyade yapının kendisi üzerinde yoğunlaşmıştır.

HAFIZANIN FİZYOLOJİK, BİYOKİMYASAL TEMELİ

Ebbinghaus'un hafızada modern deneysel araştırmaları başlat¬masından bu yana araştırmacılar kaç çeşit hafıza olduğu sorusuna ce¬vap aramakla meşguldürler. Bu farklı hafıza türlerinin birbirine benze¬diğini aşağıdaki 4 soruya verecekleri cevaplara göre tayin etmek belki de daha yerinde olacaktır. Sorulardan birincisi: beyinin kayıd ettiği ma¬lumat nedir? ve bu kaydın meydana gelmesi için gereken süreçler ne¬lerdir? İkincisi: beyin, elde edilmiş olan bu malumatı nasıl depolamak¬tadır?. Üçüncüsü: beyinde meydana gelen ve unutmadan sorumlu deği¬şiklikler nelerdir? Dördüncüsü: evvelce gizli kalmış olan malumat, ge¬ri getirilme sürecinde bu gizliliğini nasıl kaybetmektedir?
Bu genel 4 soru, hafızanın, kayıt, depolama ve geri getirme saf¬haları halindeki bölümlerince temin edilen çerçevede gömülüdür. Hafı¬zanın geleneksel safhalarını açıklamada kütüphane metaforu kullanıla¬bilir. Hafızaya kaydedilenler bir kitabın muhtevasına, onun başlangıçta kütüphaneye girişine ve dizin tarzına benzer. Depolanma ve unutma, kitabın kütüphaneye girdikten sonra başına gelenlerdir. Kitap çalınmış veya paralanmış olabilir veya konulduğu yerde ulaşılamaz bir durumda ' kalmış olabilir. Okuyucu özel bir kitabı bulmak istediğinde gelişi güzel bir tarama ile muhtemelen bir kitaba ulaşamaz onun içinde dizin kulla¬nır. Kullanılan bu metafor, unutmanın (başarısızlıkla sonuçlanan geri getirmenin) iki ana sebepten ortaya çıkabileceği noktasının hayatiyeti¬ni vurgulamaktadır. Aranılan kitap (veya bir hatıra) ya kütüphanenin deposunda olmakla beraber bulunamıyordur (ulaşılmaz fakat elde edi¬lebilir) veya daha önce depoda bulunmakla birlikte artık orada yoktur (elde edilemez). Herkes bu birinci tür unutmayı yaşamıştır. Evvelce kaybolmuş olan bir hatıra aniden hatırlama verir. Birinci olarak klasik hatırlama modelleri kayıd etme, depolama ve geri getirme ve de unut¬ma süreçlerinden yoksundurlar. İkincisi, bu modellerde beyinde neler olup bittiği ile ilgili kısımlar o devirdeki nörolojik bilgiler sebebiyle göz ardı edilmiştir. Nitekim bu gözardı ediliş; unutmanın, hatıranın de¬poda kaybolmasından mı yoksa depodan silinmesinden kaynaklandığı¬na karar vermedeki güçlükle izah edilir. Bazı unutulmuş hatıralar ken¬diliğinden hatırlanabilirken, diğerlerinin bu şansı hiç bir zaman olma¬maktadır. Dolayısıyla bunun nasıl olduğunu tayin edebilmek için; beyin organizasyonundaki değişikliklerin azaldığına veya değiştirildiğine ya¬hut da değişmeden kaldığına dair bilgilere gerek yardır. Böyle bir fiz¬yolojik bilgi olmaksızın, depolamanın etkisini, geri getirmenin etkisin¬den ve de kayıt etmenin etkisinden ayırdetmek zordur (Watkins 1978). Son zamanlarda hafızanın temelinde yatan beyin süreçleri artık açıklanabilmektedir.
Öğrenilen materyal hafızadaki yerini ancak,eğer beyinde belli fizyolojik değişiklikler meydana gelirse almaktadır. Buna birleşme sü¬reçleri adı verilir ve mikroskopik ve makroskopik olmak üzere iki sevi¬yede ele alınır. Mikroskopik değişiklikler, nöronlar içersindeki, arasın¬daki ve muhtemelen sinaptik bağlantılardaki faaliyetleri kapsar. Bir¬çok araştırmacı; öğrenmenin bir dizi süreci başlattığını Ve bu süreçlerin de, proteinlerin imal edilmesine ve uzun süreli yapısal ve işlevsel deği¬şimleri üreten sinapslara aktarılmasına sebep olduğunu öne sürer. Bu¬nun yanısıra, bu süreçlerin tamamlanması zaman alacağından hafıza¬nın da, bu aradaki zaman zarfında öğrenmenin hemen başında hızla sahneye giren ayrı bir kısa süreli hafıza deposu vasıtasıyla ortaya çıkması gerektiğine inanmaktadırlar. İlkel invertebrate'lerde (deniz yılanı Aplysia gibi) alışkanlık olarak bilinen hafıza şeklinin temelini oluştu¬ran nöronları ve nöronal değişiklikleri tespit etmek mümkün hale gel¬mektedir. Bu değişiklikler kesin bir şekilde ölçülebilir hale geldiğinde, unutma şekillerinin depodaki silinmeden mi? yoksa depo içersinde bir yerde kaybolmasından mı kaynaklandığına karar vermek mümkün ola¬caktır.
Hafızanın temelinde yatan makrosopik beyin değişiklikleri tes¬pit etmek çok daha zordur. Çünkü birincisi, beyinin hangi bölgesinin, sorgulanan hafıza türüyle ilişkili mikroskopik değişikliklere müsaade ettiğinin gösterilebilmesi gerekir. Meselâ lisan bilgisi ile ilgili hafıza¬nın serebral kodeksteki değişiklikleri kapsayabileceği görülmektedir. Çok küçük bir beyin dokusu parçasının, hafıza deposunun çeşitli şekille¬ri için nasıl gerekli olabileceği konusu halen karışık bir mesele halinde durmaktadır. Depolamaya vasıta olan bu doku tespit edilebilse bile, da¬ha zor bir ikinci konunun mutlaka anlaşılması gerekmektedir ki bu da beyindeki değişiklikler vasıtasıyla depolanmış olan malumatın nasıl temsil edildiği sorusudur. Hatıralar muhtemelen ilgili malumatın depo¬landığı bölgelerde depolanmaktadır dolayısıyla depolamada karmaşık malumatın nasıl temsil edildiğini anlamak için bu malumatın algı ve düşünme halinde beyin tarafından nasıl temsil edildiğim bilmeye ihti¬yaç vardır.
Geri getirme süreçleri malumatın beyinde nasıl temsil edildiği¬ne muhtemelen fazlasıyla bağlıdır. İnsanlarda karmaşık hatıraların ge¬ri getirilişinin çok yüksek seviyede düzenleniyor olması gerekir. Spesi¬fik itemlerin devasa ebatlardaki bilgi depomuzdan süratli bir şekilde geri getirebilme kabiliyetimiz gerçekten dikkate değerdir.
Beyin göreceli olarak birbirinden bağımsız işlevsel alt sistemleri ihtiva eder ve her biri belli türdeki malumatı kendi tarzında prosesler. Bu prosesleme işlemleri malumatın özel türlerinin kaydedilmesine ben¬zemektedir. Dolayısıyla bir malumat muhtemelen onu proseslemeden sorumlu olan alt sistemlerde depolanmaktadır. Geri getirme ve unut¬ma da muhtemelen özel bir alt sistemin işleyiş tarzını yansıtmaktadır. Eğer iki alt sistem benzer şekilde organize- olmuş beyin dokusundan oluşmuşsa, hizmet ettikleri hafıza sistemleri de muhtemelen benzer gö¬rünür. Eğer dokular farklı şekilde düzenlenmişse hizmet ettikleri hafı¬za sistemleri kayıt, depolama (mikro ve makro seviyede), geri getirme ve unutma kurallarının şartlarına göre radikal bir biçimde daha farklı olur. Meselâ lisân ve motor maharetlerle ilgili hafıza sistemlerimiz çok farklı olabilir, çünkü sözel davranış esas olarak yeni korteks tarafın¬dan kontrol edilmekte, motor maharetler ise büyük ölçüde serebellumdaki faaliyetlere bağlıdır. Ayrıca serebellum'la yeni kodeksin yapılan da farklı şekilde düzenlenmiştir. Bunun tersine görsel hayal ile kelime¬lere ait hafıza sistemleri ise muhtemelen çok daha benzerdir. Görsel hayatın esas olarak sağ yeni kodeksin arka bölgesince lisanın ise sol ye¬ni korteks tarafından kontrol edilmesine karşın bu bölgelerin düzenleni¬şi birbirine çok benzemektedir. Bir sahneyi görsel hayalle veya kelime¬lerle hatırlıyor olsak bile depodaki karşılığı aynı itemdir. Sol yarımkü¬re bu depolanmış item anlamlarını özel ifadelere çevirirken, sağ yarım¬küre görsel hayallere çevirmektedir (Anderson, 1985).
Kayıt, depolama geri getirme ve unutma kurallarının açıklanışının beyin süreçleri ile ilgili bilgilerimize bağlı olduğu görülmektedir. Ayrıca hafızanın farklı şekillerini etkileyen faktörlerin kesin ve açık bir izahı da gerekmektedir. Bu, hafıza üzerinde çalışan psikologların ana konusu olmuştur.
Çok yakın senelerde araştırmacılar hafızanın fizyolojisini deniz-yılanı üzerinde incelemeye başlamışlardır, çünkü bir cins vertebrate olan bu hayvanda hafızanın depolandığı bölge onun nöronal yapısında tespit edilebilmektedir. Fakat bu araştırmalarla karmaşık insan hafızasıyla arasında ilişki kurmada güçlük vardır. Özellikle nöronal düzenle¬menin makroskopik seviyesinde durum böyledir. Şartlama öğrenmesiyle ilişkili olan nöronal yeniden düzenlenme bu gibi hatıraların nasıl ya¬pılandığına işaret edebilir, ama karmaşık insan hafızası için söyleyeceği şey çok azdır. Diğer taraftan nöronlar arasında ve nöronlar içersinde meydana gelen mikroskopik değişiklikler bir çok canlı türleri arasında ve bir çok hafıza türünde benzer olabilir.
Bir görüşe göre değişmeyen sabit hafızaya aracı olan nöronal de¬ğişiklikler öğrenme işlemi sırasında başlar ama bu değişikliklerin ta¬mamlanması zaman alır. Bu öğrenme ile hafızaya depolanma işlemi¬nin sonuna kadar devam eden nöronal değişikliklerin birleştirilmesi sü¬resince, nöronlar içersinde birbiri ile bağlantılı bir dizi biyokimyasal ve yapısal değişmeler meydana gelir. Eğer öğrenmeyi takip eden sınırlı bir sürede uygun biyokimyasal ve fizyolojik işlemler yapılırsa bu deği¬şiklikler engellenebilir ve amnezi ortaya çıkartılabilir. Bu sınırlı süre¬de hafızanın bir veya daha fazla sayıda kısa süreli depoya bağlı olduğu öne sürülmektedir. Kısa süreli depolama belki aynı nöronal ve sinaptik bölgelerdedir ama hızlı başlayan ve oldukça çabuk azalan fizyolojik sü¬reçleri kapsar. Bazı teorilerde kısa süreli depolama süreçleri de ileride meydana gelecek olan değişiklikleri başlatan birleştirme süreçleridir ve sonuçla nöronal yapılar uzun süreli depolamaya hizmet etmek üzere tâdil edilirler. Kandel ve Schwartz'ın (1982) deniz yılanı Aplysia'daki kısa ve uzun süreli duyarlaştırma tarifi, bu tarife çok iyi uymaktadır. Kı¬sa süreli depolama değişiklikleri nöronal dengede bölgesel artışları art¬tırır ve bu iki değişiklik birlikte kısa süreli hafızaya aracı olur. Eğer de¬ğişiklikler büyük miktarlarda olmaya devam ederse sonuçta uzun süreli hafızaya hizmet götüren yapısal değişikliklere sebep olurlar.
Bu birleştirme, terkip hipotezini test etme teşebbüslerinin çoğu, öğrenmeden kısa bir süre sonra çeşitli bozucu işlemler yapılarak hafıza¬yı bozmaya dayandırılmıştır (mesela bu testler geriye yönelik deneysel amneziyi kapsar). Şiddetli sadmelerin genellikle kazadan hemen âz ön¬ce ortaya çıkan olayların unutulmasına sebep olduğu çok iyi bilinir. De¬neyciler benzer amnezileri hayvanlarda yaratmaya çalışmışlardır. Bu deneylerde, birleştirme seyrinin zamanını, onu kapsayan süreçleri ve şartlı öğrenmede kısa süreli depolama süreçlerinin olup olmadığını be¬lirlemek üzere şartlı öğrenme düzeni kullanılmıştır. Civcivler ilk deneyde kininle tadlandırılmış yiyecek tabletlerinden kaçınmayı öğrenmişler¬dir. Bu eğitimden sonra araştırmacılar civcivlere şu 3 tür ajandan birini vermişlerdir: 1) nöronal elektro fizyolojik faaliyeti bozan potasyum klorid 2) nöronların kimyasal milieusunu bozan ouabain gibi sodyum pompalayan engelleyiciler, 3) nöronların yapısında ve kimyasal süreçle¬rin korunmasında hayatî önemi olan proteinlerin yapılmasını engelle¬yen protein sentezi engelleyiciler. Potasyum klorid gibi ajanlar ancak eğitimin 5. dakikası içersinde verilmişse çok çabuk gelişen bir amnezi¬ye sebep olmuştur. Sodyum pompalayan engelleyicilerin verilmesi eği¬timden 10 veya 15 dk'a sonra kesilirse amneziye sebep olmuş fakat bu amnezi yaklaşık 90 dk sonra bitmiştir. Son olarak protein sentezi engel¬leyicileri eğitimden 30 dk sonra kesildiğinde amneziye sebep olmuş ve bu amnezi bitinceye kadar belli bir zaman almıştır. Civcivlerin şartlan¬maya ait uzun süreli hafızalarının bir dizi birleştirme süreçlerine bağlı olduğu ve eğitimden sonra yaklaşık 30 dk devam ettiği bu bulgular ışı¬ğında öne sürülebilir. Öğrenme vasıtasıyla başlatılan bu değişiklikler yüksek seviyede nöral faaliyete sebep olur bu da, etkilenen nöronların içindeki ve dışındaki şarj olmuş atomların dengesini değiştirir ve prote¬in sentezine bağlı yapısal değişikliklerle sona erer. Bunların yanısıra hafızanın daha önceleri iki kısa süreli depo tarafından tutulduğu öne sü¬rülmektedir. Bu depolardan biri çok kısa sürede biten bir depo olup po¬tasyum klorid faaliyetiyle ilişkilidir diğer depo ise daha gecikmelidir ve daha uzun süre içersinde sona erer ve her nasılsa sodyum pompası faaliyetine bağlıdır (bu pompa nöronların içindedir ve dışındaki kimya¬sal dengeyi korur).
Bu açıdan bakıldığında manzara maalesef son derece aldatıcı bir basitlik içersindedir. Memelilerde geriye dönük deneysel amnezi yaklaşımını kullanmış olan araştırmacılar bugün bu yaklaşımın uzatıl¬mış birleştirme süreci fikrini ya desteklemediğine veya bu fikirle ilişki¬si olmadığına inanmaktadırlar. Temelde bir çok problem vardır. Birin¬cisi, birleştirmenin süresi ile ilgili tahminler, farklı deneysel görevler arasında ve hayvan türleri arasında çok büyük değişiklikler göstermek¬te ve bozucu ajan ile açıkça ilişkili olmamaktadır. Tahminler, saniyenin daha kısa anlarından günlere aylara hatta yıllara kadar değişmekte¬dir, ikinci problem, bozulmadan sonra amnezi hemen anında başlaya¬bildiği gibi haftalar sonrada başlayabilmektedir. Başlama anı değiş¬mektedir. Üçüncüsü, hafıza kaybı hatırlatıcı işlemlerle sık sık tersine döndürülmedikçe hafıza geri gelmez. Hatırlatıcılar ancak hayvan ilgili görevi daha önce öğrenmiş ise çalışır. Bu hatırlatıcılar öğrenme situasyonundaki motivasyonel hâlin aynısının canlandırılması veya eğitim es¬nasında üretilmiş olan noradrenalin gibi hormonların verilmesi olabi¬lir.
Bu sonuçlar bir çok manaya gelebilir. Birincisi uygulanan işlem¬ler birleştirici süreçleri belki sadece kısmen bozmaktadır. İkincisi; hatı¬raların öğrenmeyi takip eden sürede ortaya çıkan spesifik olmayan fiz¬yolojik faaliyet tarafından uyarılmadıkça, ancak geçici olabileceği id¬dia edilmektedir. Bozucu süreçlerin, 'retiküler faaliyete geçirici siste¬min artan faaliyetini vasopresin, adrenalin ve adreokortikotropik hor¬mon gibi hormonları kapsayan spesifik olmayan süreçleri bozduğuna inanılmaktadır. Eğer bu spesifik olmayan süreçler sunî olarak öğrenme¬den sonraki sürede meydana getirilmişse amnezik ajanları etkisi karşı hücuma geçilebilir hatta bu etki sıfırlanabilir. Üçüncüsü; amnezik ajan¬lar belli birleştirici süreçler değil de geri getirme süreçlerini engelliyordur, meselâ hatıralar şekillenebilecektir fakat geri getirilebilir olama¬yacaktır. Birleştirici süreçler görüşüne ters düşen sonuçlar bu ihtimali desteklemekte ve öğrenme sonrasındaki ilk süre içersinde hafızanın unik zedelenebilirliğinin bir illüzyon olabileceğini öne sürmektedirler. Eğer hayvan, bozucu işleme tabi tutulmadan hemen önce öğrenme situasyonuna (veya bir cephesine) tekrar sokulursa, istenilen hatıra birkaç günlük eskililikte de olsa, iyi birleştirilmiş olsa da amnezi ortaya çıka¬caktır. Bu iddia eğer doğru ise, herhangi bir yeni getirilmiş hatıra fizyo¬lojik bozucu ile zedelenebilir ve muhtemelen de sebebi bu hatıranın ge¬ri getirilebilidiğinin azalmasıdır. Tekrar canlandırılan hatıralar vasıtasıyla bu etkiler sadece hayvanlarda tespit edilmiştir.
Hayvanlardaki geriye yönelik amnezi etkilerine dair açıklama¬larda genel olarak bir anlaşma noktası yoktur. Basit hatıralar eğer bir¬leştirilmek üzere mâkul bir süre alıyor ise de bu henüz ispat edilmemiş¬tir. Bizim ilgili hafıza derişikliklerinin beynin neresinde ortaya çıktığı ve bunu kapsayan nöronlardaki yapısal tadilatların neler olduğuna dair bilgilere ihtiyacımız vardır. Bu bilgiler deniz yılanı Alpysia için bulun¬muş olmakla birlikte vertebratelerin hepsine henüz genellenememektedir. Bununla birlikte heyecan verici gelişmelerde elde edilmektedir. Meselâ tavşanların serebellumlanndaki küçük hasarların, şartsız tepki üretimini etkilemeksizin; klasik olarak şartlandırılmış göz kırpma tepki¬sini öğrenmeyi ve bunun alıkoymasını engellediği bulunmuştur. Şartlan¬ma sonrası bu serebral bölgenin incelenmesi; göreve ait depolama sis¬temini temsil eden sinapslardaki mikroskopik değişiklikleri daha iyi izah edebilir. Eğer böyle ise şartlanma sonrasındaki bu değişikliklerin seyir süresi planlanabilir.. Bu belgedeki basit aminoasit moleküllerin¬den olan GABA nörolaktarıcısınm faaliyetinin geçici olarak amneziye sebep olduğu halihazırda bilinmektedir.
Vertebratelerin beyninde, hatıraların nerede depolandığını tes¬pit etmek çok zordur, ve bu bilgi olmaksızın da hafızaya aracı olan mik¬roskopik değişikliklerin yapısını ve seyir süresini tanımlayabilmek mümkün değildir. Fakat yine de öğrenmenin nöral faaliyeti (muhteme¬len spesifik olmayan süreçleri de kapsar) başlattığı ve nöronlar arasın¬daki sinaptik bağlarda yapısal değişiklikler ile sona erdiği tartışılabilir. Bu sebeple, analizin bu seviyesinde bile farklı canlı türlerindeki, farklı hafıza türleri aynı yapısal değişikliklerle ilişkiye getirilebilir. Sinaptik değişikliklere ait ihtimaller çok büyük miktarda olmakla birlikte devâ¬sâ miktardaki malumat deposunun temelini oluşturabilir. Meselâ çoğu kortikal nöronlar komşularıyla binlerce sinaps oluşturur ve bu sinapsların bir çoğu da tâdil edilebilir.
Beyinin, depoladığı malumatı nasıl temsil ettiğini anlamak için önce bu malumatın nerede depolandığını bilmek gerekir. Yukarıda ve¬rilen cesaret verici örneklere rağmen bu konu halen belirsizlik içersin¬dedir. Bu belirsizliğin bir kısmı Kari Lashley' in çalışmasından doğar.(Lloyd ve Maycs, 1990). Lashley, farelerin yeni kortekslerinin çeşitli kısımlarını, fareler karmaşık labirentleri çözmesini öğrendikten sonra veya önce harab etmiştir. Sonuçlarını iki kuralla özetler. Hareket hac¬mi kuralına göre hafıza kaybı ölçüsünü tayin eden, harab edilen bölge değil, çıkartılan kortikal doku miktarıdır. Aynı potansiyelli olma kuralı¬na göre ise hafıza hususunda kortikal bölgeler karşılıklı değişebilir, çünkü muhtemelen bu bölgeler kendilerine has işlevlerinin yanısıra ge¬nel bir hesaplama görevini de yaparlar. Aynı potansiyelli olma kuralını destekleyen yeni araştırmalar vardır. Bunlara göre artkafa korteksinin mekân öğrenmesinde genel bir rolü olduğu kadar görmede de özel bir rolü vardır. Thompson'un lezyon çalışmaları Lashley'in düşüncelerini diğer yollardan tâdil edip genişletmesine yol açmıştır. (Lloyd ve Mayes, 1990). Thompson farklı türde şartlanma görevlerinin birbirinden ayrılabilir kortikal ve altkortikal bölgelerdeki lezyonlar vasıtasıyla bo¬zulduğunu bulmuştur. Ama bunun yanında bütün bu spesifik hafıza sis¬temlerinin, talamusun, ortabeyinin ve pons'un bölümlerim kapsayan spesifik olmayan yapılarda genel bir lezyondan da etkilendikleri bul¬muştur. Bu yapılar retiküler formasyonu kapsar ve muhtemelen hafıza birleşmesine (ve belki geri getirmeye) yardımcı olan spesifik olmayan süreçlere aracı olmaktadır. Eğer Thompson haklı ise farklı görevlerle ilgili hatıralar beynin farklı bölgelerinde Lashley'in inandığından çok daha belli bir yere has şekilde depolanmaktadır.
Şartlı öğrenme görevlerine ait hatıraların organizasyonu ve yeri; öğrenme esnasında ve öğrenmeyi takiben beyinde cereyan eden elek¬triksel faaliyet kaydedilerek de keşfedilmiştir. Olds ve arkadaşlan tek bir sinir hücresinin faaliyetini kaydetmiş ve buradan hareketle öğren¬menin; impulsların tekrar aynı yolla gönderilmesine sebep olduğunu do¬layısıyla klasik şartlamayı takip ederek şartlı uyaran takdiminin evvel¬ce bundan etkilenmemiş olan bölgeler üzerinde etkili olması gerektiği¬ni öne sürmüşlerdir. Nöronlar şartlanmanın hemen başında veya şartlı uyaranın başlangıcından hemen sonra faaliyet değişikliği gösterdiğinde Olds ve arkadaşları bu değişikliklerin hafızaya aracı oldukları sonucu¬nu çıkarmışlardır. Bu gibi değişiklikleri, limbik sistemin, talamusun ortabeynin ve ponsun çeşitli altkortikal bölgelerinde kayıd etmişlerdir. Maalesef bu tür çalışmanın büyük ölçüde teknik ve izah problemleri vardır.
Şartlanma ile ilgili malumatın ferdî nöronların spesifik davranış¬larından ziyade yaygın bir şekilde dağılmış olan nöral şebekelerin orta¬lama davranışlar vasıtasıyla istatiksel bir biçimde temsil edildiği iddia edilmektedir. Ama malumatla ilgili hâtıra ister deteraninistik isterse is¬tatistiksel şekilde temsil edilsin yeni hatıraların varlığı hâlâ sinapslardaki tek başına olan değişikliklere bağlıdır. Şartlı tepkinin geri getirilme¬si esnasındaki beyin faaliyetlerini kayıd ederek yukarıdaki pozisyonu destekleyen bulgular elde edilmiştir. Başarılı geri getirmenin beyinin birçok farklı bölgelerindeki farklı nöral faaliyet kalıplan ile birleştiril¬diği görülmektedir. Bu kalıplar şartlı uyaranın fiziksel özelliklerinden ziyade neyin geri getirilmekte olduğuna bağlı olmuştur. Bu sonuçlar ol¬dukça karmaşıktır meselâ, geri getirme kalıplanın gösteren beynin bü¬tün bölgelerindeki lezyonların, kritik göreve ait hafıza problemlerine Sebep olup olmayacağı şüphelidir.
Malumatın temsil edilişindeki deterministik ve istatistiksel görüş¬ler arasındaki zıtlık belki bir hayvanın hangi hatırayı geri getirmekte olduğunu ideal bir gözlemcinin nasıl tayin edebileceği düşünülerek açıklığa kavuşturabilir. Deterministik görüşe göre gözlemci; hatırayı temsil eden faaliyeti, bir kerelik geri getirmeden sonra tek bir nöronda veya bir kaç nöronda emin bir şekilde tayin edebilecektir. İstatistiksel görüşe göre ise bu gözlemci ya birçok geri getirmeden sonra nöronun ortalama fâaliyetine bakmak zorunda olacak veya tek bir geri getirme esnasındaki binlerce nöronun faaliyet kalıplarına bakmak zorunda ola¬caktır. Bu görüşler birbirinden ayrıdır ama şimdiki teknoloji bunları ayırdetmeye pek muktedir değildir. Ayrıca deterministik yaklaşımla bir hafıza sisteminin inşâsını hayal etmek kolay olmakla birlikte istatistik¬sel bir sistemin nasıl çalışacağını görmek çok daha zordur. Doğal ola¬rak bu beynin determinist olduğunu ispat etmez ama bu, hâlâ beynin,basit hatıraları bile nasıl temsil ettiğine dair açık bir kavramlaştırmaya sahip olmadığımıza işaret etmektedir. Öğrenme esnasında beyinde temsil edilişin nasıl kodlandığı ve sonra nasıl geri getirildiği hala büyük bir problem olarak karşımızdadır.

DUYUSAL DEPOLAR

Her an için duyularımız, çoğuna dikkat bile etmediğimiz devâsâ miktarda malumat bombardımanına tutulmaktadır. Mesela bu sayfayı okurken eğer bir iskemlede oturuyor iseniz, vücudunuzun iskemleyle te¬mas eden kısmından muhtemelen dokunsal malumat gelmektedir, ama okuduğumu metin ilgisini çeken bir konu ise şu ana kadar bu dokun¬sal malumattan haberiniz yoktu. Bu gibi malumatlar hemen mi kaybo¬lur yoksa çok kısa bir zaman zarfı için prosesleme sisteminde kalır mı? Birazdan görüleceği üzere bu malumatın hepsi değilse de çoğu, uyarıl¬manın hemen sonrasını takip eden bir süre için duyusal alıcılarda kalır.
Duyusal depolarla ilgili çalışmaların hemen hepsi görsel ve işit¬sel duyu depolan üzerinde yoğunlaşmıştır.
George Sperling, yaptığı başarılı çalışmalarda görsel (ikonik) deponun bazı özellikleri ile uğraşmıştır (Glcitman, 1981). Sperling de¬neklerine aşağıda da görüldüğü üzere her birinde 3 harf olmak üzere 3 sıra halinde yerleştirilmiş 9 harfi, çok kısa bir süre (50 milisaniye) göstermiştir.
Hemen ardından deneklerden harfleri hatırlamaları istenmiş, de¬nekler yarısını hatırlayabilmiştir. Ama Sperling deneklerin söyleyebil¬diklerinden daha fazlasını hatırladıklarına inanmıştı. Ona göre, uyara¬nın görüntüden kaybolmasının hemen ardısıra denekler bu harflere da¬ir zihinsel bir resme veya ikona sahip olmuşlardı. Ama bu ikon çok hız¬lı soluyordu. Bunun için denekler dizinin ancak yarısını söyleyebiliyorlardı. Hatırladıklarını söylemeye başladıklarında ikon hâlâ canlı bir halde idi, ama harfleri bir anda söyleyebilmek mümkün değildi. De¬nek sırasıyla harfleri söylerken, dördüncü harfe geldiğinde ikon'un geri kalanı tamamen solup kayboluyordu.
Bunu ispat etmek için Sperling kısmî bir ifade işlemi tasarladı. Deneklerine ilk sıradaki harfleri hatırlamalarım söyledi. Söylenmesi gereken harflerin bölünmesi vasıtasıyla hatırlananların ifade edilişi, ikon solmadan önce tamamlanabilirdi. Deneğin, görüntü anında uyara¬nın, yani hatırlayacağı dizinin, harflerine değilde hafızasına başvurma¬sını sağlamak için de ilgili harf dizisi, uyaran kaybolduktan sonra söy¬lendi. Deneklere bazı sinyal tonlamalarının manaları anlatıldı.ilk dizi için yüksekten, ikincisi için orta, v.b.g. Elde edilen sonuçlara göre sin¬yal görsel uyaranın kaybolmasının hemen ardısıra verildiğinde hatırla¬ma oranı yaklaşık %100 olmaktadır. Ama en küçük bir gecikme dahi hatırlamayı ciddi bir şekilde engellemiştir ve belli bir tonlama 300 mili¬saniye sonra verildiğinde de hatırlama oram %75 lere düşmüştür. Bir sn sonra ise her zamanki metodla elde edilen sonuçlardan farksız hale gelmiştir.
Bu sonuçlar görsel bir duyusal kaydın ancak saniyenin kesirleri dahilinde yüklü malumatlar taşıdığı fikrini desteklemektedir. Denekle¬rin yazılı bir sayfa gibi okuyabildikleri görsel bir imaj vardır ama bir sa¬niye gibi kısa bir sürede bu sayfa kararıp kaybolmaktadır.
İkonik depolama ne derece kullanışlıdır? Haber (1988) bu kulla¬nışlılık fikrine karşı çıkar, kendisine göre ikonik deponun normal algı ile ilgisi yoktur, ancak şimşeklerin çaktığı bir fırtınada okumaya çalışı¬lırsa muhtemelen bir faydası olabilir. Bu deponun laboratuar şartların¬da bir değeri olabileceğini ve ortaya çıkabileceğini ama normal şartlar¬da meydana gelmeyeceğini savunur. Gerçek dünyada görsel bir sabit¬leşme tarafından hızla maskeleneceğini dolayısıyla algıya yardımı olamayacağını iddia eder.
Haber, ikonun görsel bir uyarılmanın bitiminden yaratıldığını varsaymaktadır, halbuki görsel uyarılmanın başlangıcında yaratıldığına dikkat çeken bulgular vardır. Bu sebeple sürekli olarak değişen görsel bir dünya için bile ikonik malumatın kullanılması için bol fırsat vardır. Ikonik depo, bir laboratuar merakından çok görsel algının tamamlayıcı bir kısmıdır.
Benzer teknikler, işitme için de duyusal bir kayıdın olduğunu göstermiştir. Kullanılan işlem Sperling'in modeli üzerine kurulmuş bir modeldir. Denekler farklı kulaklıklardan anında verilen harfleri dinle¬mişlerdir, her bir saniyelik harf takdiminde her bir kulağa üç tane ol¬mak üzere toplam 6 harf söylenmiştir. Her takdimden sonra denekler¬den işittikleri harfleri hatırlamaları istenmiştir. Diğer deney şaründa hatırlama işlemi kısmîdir, sadece tek bir kulaklığa gelen itemleri hatır¬lamak zorundadırlar. Sonuçlar Sperling' in sonuçları ile aynıdır. Kısmî ifade, bütünü ifadeden daha üstün gelmiştir. Dolayısıyla tıpkı ikon gibi zihnî bir eko vardır. Tıpkı ikonda olduğu gibi ekoda hızla kaybolmaktadır.
İkon ve eko çok kısa süre içersinde kaybolmaktadır ama kaybol¬madan önce neye benzemektedir? Bilim adamları bunun duyusal alıcı¬ların temin ettiği kopyadan biraz daha ham, işlenmemiş bir duyusal ma¬lumatı temsil ettiği konusunda anlaşmaktadırlar. Bu, işlenmek üzere il¬gili fabrikaya gelen ham maddenin geçireceği ilk işlem öncesinde göz¬den geçirilmesine benzer. Kapasitesinin çok az olmasına karşın, eko ve ikon'un depolama miktarı; üzerinde çeşitli işlemler yapacak olan kognilif sisteme izin verecek yeterliliktedir. Bu çeşitli işlemlerden biri, 'gelen duyusal malumatın özelliklerini çıkarıp modeller halinde bir araya getirmektir. Diğeri ise bu modelleri halihazırda hafızada depolanmış olanlarla mukayese etmektir. Bir ikon, "A" görsel kemini taşıyabi¬lir ama bu iteni görsel kayıtta iken henüz bir harf olarak farkına varıla¬mamıştır. Bu ve bundan sonraki işlemler gelen malumatın proseslenme tarzlarını oluşturur. Bu malumat proseslenişi; bizim bilgi dünyamızın sonuç olarak şekillendirdiği ham materyalleri takdim eden duyusal de¬poların muhtevaları ile başlar.

KISA SÜRELİ BELLEK İLE UZUN SÜRELİ BELLEK ARASINDAKİ İLİŞKİ

İki tür bellek olduğuna dair bulgular:
Kısa ve uzun süreli belleğin evrelerini ele alırken, bu iki tür bellek arasında pek çok fark bulunduğunu gördük, ilk olarak, kısa süreli bellekte kodlama evresinin işitsel kod kullandığını (en azından tekrar gerektiren durumlarda), ancak uzun süreli bellekte kodlamanın anlama dayandığını gördük. ikinci olarak, kısa süreli belleğin saklama kapasitesinin 7±2 kümeyle sinirli olduğu¬nu, buna karşın uzun süreli bellek kapasitesinin pratik açılardan sınırsız oldu¬ğunu gördük. Ve üçüncü olarak, kısa süreli bellekten geri çağırmanın az çok hatasız gerçekleştiğinin düşünüldüğünü (bilgi kısa süreli bellekteyse bulabilirsiniz), buna karşın uzun süreli bellekten geri çağırmanın hata yapmaya yatkın olduğunu ve unutmanın başlıca nedenini oluşturduğunu öğrendik. Bu nedenle, bu iki bellek deposunun üç evrede de kodlama, saklama ve geri çağırma bir¬birinden farklılıklar gösterdiğine dair yeterince kanıt vardır.
İki tür bellek olduğunu kanıtlayan ikinci kaynak, beyin hasarının etkileri üzerine yapılan klinik çalışmalardır. Beyin sarsıntısı ya da ciddi kafa travması geçiren kişiler, genellikle geriye etkili amnezi belirtileri gösterirler. Geriye etkili amnezi, kişinin önceki olayları hatırlamasına rağmen, hasarın hemen sonrasında olan olaylara dair belleğini yitirmesidir. Hasar, neden yakın bellek üzerinde bu derece tahribat yaratırken, önceki olaylara dair bellek üzerinde hiçbir etki yaratmamaktadır? Çünkü beyin hasan, uzun süreli belleği değil, yalnızca kısa süreli belleği etkilemektedir. Bu nedenle, geriye etkili amnezi hakkındaki klinik bulgular iki farklı bellek olduğu düşüncesini desteklemektedir.
Geriye etkili amnezi hayvanlar da da incelenmiştir. Hayvan önce bir işi örneğin, labirentte sola dönmeyi öğrenir. Daha sonra elektrokonvülsif şok verilir; bu da, beyin sarsıntısında olduğu gibi geçici bir bilinç kaybına neden olur. Daha sonra asıl öğrenmiş olduğu davranımı koruyup korumadığını gör¬mek için labirentte test edilir. Başlangıçtaki öğrenme ile şok arasındaki süre kısaysa, öğrenilmiş davranım hâlâ kısa süreli bellekte olmalıdır. Şokun belle¬ği silmiş olması ve hayvanın son testte az şey hatırlaması gerekir. Ancak, öğrenme ile şok arasındaki süre nispeten uzunsa, öğrenilmiş davranımın uzun süreli bellekte olması gerekir. Şok bu davranımı etkilememiş olmalıdır ve hayvanın son testte de pek çok şey hatırlaması gerekir. Çeşitli deneylerde bu sonuç örüntüsü bulunmuştur.
Klinik olarak gözlenebilen bir diğer belirli ileriye etkili amnezidir. İleriye etkili amnezi, örneğin epileptik nöbetlerden kurtulmak için ameliyat edilen hastalarda görülmektedir. Hipokampüslerinin (beynin temporal lobunun dibinde bir bölüm) bir kısmı çıkarılan bu hastalar, yeni materyali öğrenemezler. Bu hastalar, ameliyattan önce öğrenmiş oldukları beceri ve bilgilerini hatırlamakta hiçbir zorluk çekmezler, demek ki uzun süreli bellekteki bilgiyi geri çağırma yetenekleri olduğu gibi kalmıştır. Ayrıca, sürekli tekrarlayacak olurlarsa birkaç sözel maddeyi akılda tutabilirler; bu da, kısa süreli belleklerinin çalışır durumda olduğunu göstermektedir. Bu hastaların asıl problemi, yeni bilgiyi uzun süreli belleğe kodlamada ortaya çıkmaktadır. Ameliyattan birkaç ay sonra ailesi eski oturdukları evden birkaç blok öteye, aynı sokakta bir başka eve taşınan bir hasta örnek olarak verilebilir. Bir yıl sonra hasta, eski ev . adresini kusursuz bir şekilde hatırlamasına rağmen, hâlâ yeni ev adresini ne hatırlayabilmekte ne de yolunu bulabilmektedir. Sürekli kullandığı eşyaları nerede tuttuğunu hatırlayamamakta ve aynı dergiyi-içeriğinin aynı olduğunu fark etmeden defalarca okuyabilmektedir (Milner, 1966).\Bu da kısa ve uzun süreli belleğin iki ayrı sistem olduğu izlenimini vermektedir.
İki bellek kuramı:
iki tür bellek olduğuna dair kanıtları göz önünde bulundurduğumuzda şu soru açığa çıkmaktadır: Bu iki bellek birbiriyle nasıl ilişkilidir? Bu konuda çeşitli kuramlar geliştirilmiştir, içerilen temel fikirleri göstermek için bu kuramlardan birini burada aktaracağız (Atkinson ve Shiffrin, 1971, 1977).
İki bellek kuramı, dikkatimizi yönelttiğimiz bilginin kısa süreli belleğe girdiğini ve burada tekrar yoluyla muhafaza edilebildiği gibi yer değiştirmeyle de kaybolabildiğini varsayar Uzun süreli belleğin tamamen sınırsız bir kapasitesi olduğu düşünülmektedir, ancak geri çağırma başarısızlığından etkilenmeye açıktır. Ayrıca, bilginin uzun süreli belleğe kodlanması için kısa süreli bellekten uzun süreli belleğe aktarılması gerekir. İki belleği ilişkilendiren kritik varsayım budur. En açık şekilde ifade edildiğinde bu varsayım, bir şeyi yalnızca önce kısa süreli bellekte işleyerek öğrenebiliriz (uzun süreli belleğe kodlayabiliriz) anlamına gelir.
Aktarma işlemleri hakkında ne söylenebilir? Bazıları uzun süreli belleğe anlamlı bağlantılar eklemede kullanılan daha önce de sözünü etmiş olduğumuz stratejileri içerebilmektedir. İki sözcüğün bir imgeyle veya bir bağ cümleyle ilişkilendirilmesi, bunların kısa süreli bellekten uzun süreli belleğe aktarılmasının iki yoludur. Tekrarlama, bir başka aktarma stratejisi olabilir,bir maddenin tekrarlanması onu yalnızca kısa süreli bellekte tutmaz, aynı zamanda uzun süreli belleğe aktarılmasını da sağlar.
Bu iki bellek kuramı, bahsettiğimiz bulguların çoğunu bir araya getirdiği gibi, ciddi bellek bozukluklarını sınıflandırmak için bir yol sağlar. İleriye etkili amnezinin kısa süreli belleğin hasar görmesinden kaynaklanabileceğini yukarıda belirtmiştik. Hipokampüsün alınmasının neden olduğu bellek bozukluklarının, kısa ve uzun süreli belleği ilişkilendiren aktarma süreçlerinin çökmesinin bir göstergesi olabileceğini görüyoruz. Ve bir de kişilerin isim, adres ve aile bağlan gibi kimlik duygusuna katkıda bulunan kişisel anılarının büyük kısmını unuttukları klasik amnezi türü vardır. Bu amnezinin uzun süreli bellekteki bir bozukluk olduğu açıktır. Üstelik, klasik amnezi kurbanlarının kaybolan anılarını yeniden hatırlayabilmeleri, bu kaybın aslında bir geri çağırma veya erişme kaybı olduğunu göstermektedir; bu da gene uzun süreli bellek bozukluğu görüşüne uymaktadır.

KISA SÜRELİ HAFIZA

Alkinson ve Slıiffrin'in modelinde kısa süreli hafıza; hem depolama mekânım hem de hafıza sistemi içersinde malumat akışını bir bü¬tün olarak yönlendiren kontrol süreçlerini kapsar. Bu kontrol süreçleri yapı içersinde sisteme büyük ölçüde bir esneklik kazandırır, ayrıca bu süreçler duyusal depolardan kısa süreli hafıza deposuna neyin gireceği¬ne, uzun süreli hafıza deposuna hangi itemin depolanması gerektiğine, bunun nasıl yapılması gerektiğine ve uzun süreli hafıza deposundan tâleb edilen malumatın en iyi nasıl geri getirileceğine karar verirler.
Kısa süreli hafıza, kapasitesini bütün bu süreçler arasında paylaş¬tırmak zorundadır, bu sebeple süreçlerden biri kapasiteden daha fazla yer tâleb ettiğinde, diğerlerine ayrılan kapasite miktarı azalacaktır. Meselâ kısa süreli hafızada tekrar yoluyla 7 + 2 itemi tutmak mümkün¬dür. Çünkü tekrarın talep ettiği kapasite miktarı azdır. Ama bu kemle¬rin uzun süreli hafızaya kodlanması daha yavaştır ve denek daha hızlı bir başka süreci meselâ zihinsel görüntüleme sürecini kullanmaya ka¬rar verebilir. Bu sürecin kapasitedeki talebinin fazla olduğu düşünül¬mektedir. Sadece bu şekilde kodlanan item kısa süreli hafızada alıkonabilmektedir. Aynı süre içersinde hem bunu yapmak hem de diğer itemleri tekrar etmek için kısa süreli hafızanın kapasitesi yetersiz kal¬maktadır.
Kısa süreli hafızanın kapasitesini ölçmede kullanılan iki popüler yol vardır.1) Kapasite miktar ölçümü; bu ölçümlerde denekler kendile¬rine takdim edilen (işitsel, görsel) itemleri veriliş sırasına göre hatırla¬mak zorundadır. Deneklerin performansı güvenilir şekilde hatırlayabil¬dikleri en fazla sayıdaki itemler ile değerlendirilir. 2) Serbest hatırla¬mada yeniliğin etkisi (serbest hatırlama; hatırlanacak olan malumatı herhangi bir sıra içersinde hafızadan geri getirme). Temel olarak kısa süreli hafıza kapasitesinin miktan, deneklerin sıralarını doğru şekilde hatırlayabildikleri en uzun item dizileri olarak tarif edilir. Uzun yıllar¬dan beri kısa süreli hafızanın ister sayı, ister harf ve kelime olsun birbi¬ri ile ilişkisiz ortalama 7 itemi muhafaza edebildiği bilinmektedir. Mil¬ler (1956) artık bir klâsik olan makalesinde kısa süreli hafıza (KSH)kapasitesinin genel olarak birimleri ne olursa olsun (sayı, harf vb) 7–2 birim süre olduğuna işaret eder. Yaklaşık olarak bir kerede, 7 malu¬mat chunk' nın KSH' da tutulabileceği iddiasındadır. Chunk,geçmişte öğrenilenlerle, tecrübeler üzerine kurulu malumatın aşina olunan bir birimi anlamında kullanılır. Chunk'lar, çeşitli uyaran itemlerini tek bir kavramsal birim halinde kodlama yoluyla şekillendirilebilir. Dolayısıy¬la 4 harf 4 chunk'ı (DEİK) veya l chunk'ı (KEDİ) temsil edebilir, bu onların kelime olarak kodlanıp kodlanamayacağına bağlıdır.
Bu kapasite miktarını tayin etmede, uzun süreli hafızanın bir ro¬lü olabileceği düşünülmektedir. Meselâ rakam dizilen seri hatırlama testi için (rakamların veriliş sırasına göre hatırlanması) verildiğinde ve ayrıca dizilerden biri birçok defalar gizlice denek tarafından tekrar¬landığında, bu tekrarlanan dizilerde gösterilen başarı diğer dizilerden çok daha üstün bir seviyede olmaktadır. Bu bulgu, tekrarlanan rakam dizisine ait bazı malumatın uzun süreli hafızada depolandığı fikrini ver¬mektedir.
Serbest hatırlamada yeniliğin etkisi; bir listedeki son birkaç ke¬min genellikle, ortalarda yer alan itemlerdcn çok daha iyi hatırlanması olgusuna dayanır. Item takdiminin bitişi ile hatırlama başlangıcı arasın¬daki 10 sn'lik bir süre için geriye sayma işlemi bu yenilik etkisini orta¬dan kaldırmaktadır ama esas olarak listenin diğer kelimelerini hatırla¬mada bir etkisi yoktur.
Kısa süreli deponun kapasitesini ölçmede karşılaşılan karmaşık¬lığa karşın tam manasıyla sınırlı bir kapasite olduğu konusunda bir an¬laşma vardır.
Çok depolu hafıza sistemi modeline göre uzun süreli depodaki ıtemler proseslenmiş bir şekilde depolanır bu sebeple de itemler birin¬cil olarak ses yapılarından çok, anlam yapılarına göre depolanmışlar¬dır. Kısa süreli depodaki itemler ise tam olarak proseslenmemiş itemlerdir. Genellikle analizleri tamamlanmamış akustik (sese ait) şekiller halinde bulunurlar. Fakat bu itemler, duyusal depoda olduğu gibi işlen¬memiş ham materyaller değildirler. Yarısı proseslenmiş materyaller¬dir. Biraz önce rehberden baktığımız bir telefon numarasını akılda tut¬maya çalışırken doğal olarak bir dizi numara çevirdiğimizin farkındayızdır ama bu itemler telefon jetonunu cebimizin dibinde ararken kendi kendimize durmaksızın tekrarladığımız sesler dizisi gibi görünür. Bu görüşü doğrulayan bulgular hatırlamada benzerliğin etkisinin incelendi¬ği araştırmalardan elde edilmiştir. Buradaki ana fikir listelerin benzer olması halinde hafızada bunların birbirine karışma eğiliminde olacağı¬dır. Deneklere bir kısmı birbirine ses olarak benzer (yapı, sapı, kapı gi¬bi) diğer kısmı ise benzemeyen kelime dizilerini doğru olarak hemen hatırlama görevi verildiğinde, ses uyumu hatırlamayı oldukça kösteklemiştir ama araya süre girdiğinde hatırlama bu ses uyumundan etkilen¬memiştir. Baddeley, (1966) aynı deney düzenim anlam benzerliği olan kelimelerle işlettiğinde hatırlama görevi hemen hiç bir şekilde etkilen¬mezken, gecikmeli (araya süre girdiği zaman) hatırlama görevinin bun¬dan etkilendiğini göstermiştir.
Conrad '(1964) deneklerin harf dizilerini hatırladıklarında, bu uyaranlar görsel olarak takdim edilmiş olsalar dahi yapılan hataların (doğru harflerin yerine) genellikle, benzer şekilde olan harfler yerine benzer seste olan harfleri kapsadığım görmüştür. Mesela (Türkçe’ye uyarlanmış olarak) KHTBRC dizisi verildiğinde eğer B harfi yanlış hatırlanmışsa yerine genellikle onunla ses uyumlu M harfi hatırlanmıştır. (Tıpkı Murat ile Burak kelimelerinin telaffuzu esnasında ikinci kişinin bu iki ismi karıştırması gibi). Denek muhtemelen görsel materyali itemleri içinden tekrarlayarak akustik forma yeniden kodlamakta (yani çevirmekte) ve bu hali ile KSH' ya depolamaktadır (Conrad, 1964). Fa¬kat eğer böyle oluyorsa-ortaya çıkan hataların, itemlerin ses benzerli¬ğinden ziyade bu çevirmedeki benzerlikleri yansıtması beklenebilir. Bir başka ifade ile hatalar ses benzerliğinden çok hece benzerliğinden kaynaklanıyor olmalıdır.
Uzun süreli hafızaya henüz geçmemiş ve hâlen kısa süreli hafıza¬da bulunan bir item olduğunu farz edelim. Bunu nasıl geri getirerek ha¬tırlarız. Birçok psikolog bunun için herhangi bir zihnî taramaya gerek olmadığını ileri sürmüşse de yapılan araştırmalar göstermiştir ki kısa süreli hafızadan geri getirme işlemi bazı zihnî tarama ve mukayeseler sonucu olmaktadır.
Bununla ilgili bulgular Sternberg'in (1975) deneylerden elde edilmiştir. Sternberg' in yaptığı bu deneyde, deneklere kısa süreli hafı¬zalarında geçici olarak tutmaları istenen bir rakamlar dizisi gösterilir.
Deneklerin bu malumatı kısa süreli hafızalarında muhafaza et¬meleri kolaydır çünkü bu hafıza listesi 7 rakamdan daha az sayıda rakamı kapsamaktadır. Sonra hafıza listesi görüntüden çekilir ve birkaç saniye sonra bir test rakamı verilir. Denek, bu test rakamının listede olup olmadığına karar vermek durumundadır. Meselâ hafıza listesi 3 6 l rakamlarından oluşuyor ve de test itemi de 6 ise denek evet diye tepkide bulunmalı, eğer test itemi 2 ise hayır diye tepkide bulunmalı¬dır. Hafıza listesi test itemi verildiği an görüntüden kaldırılmış olduğun¬dan, test itemi kısa süreli hafızada kodlanmış liste ile mukayese edil¬melidir. Denekler bu görevde çok ender hata yaparlar ama, ilginç olan deneklerin kararlarını vermedeki hız süreleridir. Karar süresi test ke¬minin başlaması ile deneğin o itemin hafıza listesinde olup olmadığına işaret eden evet veya hayır düğmesine basması arasında geçen süredir. Karar verme süresi çok hızlı olduğundan mili saniyeleri göstermede çok hassas cihazlar kullanılmalıdır. Tipik bir deneyde denekler 100 de¬nemenin üzerinde teste tabi tutulur ve her bir denemede uzunluğu l itemden 7 iteme kadar değişen yeni hafıza listeleri verilir. Böylelikle deneyci deney sonunda karar verme süresini deneklerin kısa süreli hafı¬zalarında aramaları gereken item sayısının bir fonksiyonu olarak ince¬leyebilir. Karar verme süresi doğrudan hafıza listesinin uzunluğu ile ar¬tış göstermektedir. Buna göre; kısa süreli hafızaya eklenen her yeni item, arama sürecine sabit bir süre miktarını da eklemektedir yakla¬şık 40 mlsn. Doğal olarak denek bu kısa zaman aralıklarının farkında değildir ama daha açık olarak karar verme süresinin kısa süreli hafıza¬da aranması gereken malumatın miktarı ile arttığına işaret etmektedir.
Arama süreci 3 safhadan oluşmaktadır Birinci safhada denekler test itemi olan uyaranı kısa süreli hafızada depolanmış olan diğer kem¬lerle mukayese edecek tarzda kodlar. İkinci safhada denek bu item ko¬dunu seri olarak kısa süreli hafızadaki her itemle tek tek mukayese eder. Tek bir itemi kontrol etmek 40 mlsn, 2 itemi 80 mlsn v.b kadar bir süreyi kapsar. Üçüncü safhada denekler evet veya hayır düğmesine basmak sureliyle sonuçlanan tepkilerini verirler. Sonuçta karar verme süresi her bir üç safhanın tamamının bir özetidir. Birinci ve üçüncü safhalar kısa süreli hafızadaki item sayısına bağlı olmayıp 400 mlsn'lik bir süreyi kapsar. İkinci safhayı tamamlama süresi ise 40 mlsn. olup, hafıza listesinin uzunluğu ile çarpılır. Böylece karar verme süresi mlsn olarak 400+40X'e eşittir. X kısa süreli hafızadaki item sayısıdır.
Bu sonuçlar, çok geniş teorik izahların yapılmasına yol açmıştır. Bunlardan en eski ve diğerlerine oranla da en hâkim olan izah şeklini Sternberg yapmıştır. Kısa süreli hafızada arama süreci seri olarak yürü¬tülmektedir. Hafıza listesindeki itemler ile verilen hedef item arasında¬ki mukayeseler her item için ayrı ayrı yürütülmektedir. Buna göre her item için yapılan mukayese aynı miktardaki süre içersinde yapıldığın¬dan tepki süresi de hafızadaki item sayısıyla birlikle lineer olarak art¬maktadır.
Sternberg'in bu seri arama modeli çok sayıda araştırmacı tarafın¬dan eleştirilmiştir. Mesela Anderson (1985) beynin her 40 mlsn' de bir mukayese yapacak kadar bir sürate sahip olamayacağını öne sürer. Ay¬rıca, kısa süreli hafızada arama sürecinin paralel tarzda işlediği öne sü¬rülmektedir. Buna göre denek, test itemini hafıza listesindeki bütün kemlerle eş zamanlı olarak mukayese eder ve bir eşlemeyi bulur bul¬maz da evet cevabını verir, veya yaptığı mukayeselerin hiçbirinde eşle¬me olmazsa hayır cevabını verir. Bunun ötesinde araştırmacılara göre; paralel aramada mukayese edilecek item sayısı arttıkça karar verme süresi bu itemler arasında bölünen zaman sebebi ile artar. Sonuçta itemi test etme daha yavaş bir süratle ilerleyen bir mukayese ile sonuçla¬nır. Burada bir benzetme yapılacak olursa, iki odalı bir dairede bir bomba arandığını farz edelim ve elde sadece iki tane bomba uzmanı bulunmaktadır. Bombanın hangi odada olduğunu biliyorsanız, iki uzma¬nı da oraya yollarsınız ve çabucak bombayı tespit edersiniz. Ama bom¬banın hangi odada olduğunu bilmiyorsanız her bir odaya birer uzman yollarsınız. Her ikisi de ayrı ayrı odalarda paralel olarak çalışır ama bombayı bulma süresi uzar. Kısıtlı eleman sebebi ile iki odada bomba¬nın aranması iş bölümüne, bu da iş gücünün düşmesine sebep olur.
Tıpkı bu örnekte olduğu gibi fiziksel kaynaklarımız nasıl kısıtlı ise zihnî kaynaklarımız da kısıtlı olabilir. Kısa süreli hafızadan geri ge¬tirme işleminde sabit bir kapasiteye sahip olabiliriz. Kısa süreli hafıza¬ya bir item daha ilâve edildiğinde topyekün kapasite de eş zamanlı mu¬kayeseler arasında bir kere daha bölünmüş olur. Bu da karar verme sü¬resini uzatmış olur.

ÇOK DEPOLU HAFIZA MODELİNİN YETERSİZLİKLERİ

Hafıza depolan modeli, hafıza sistemini kapsayan süreç ve yapı¬ların sistematik bir açıklamasını getirmeye çalışan ilk tebrik modeldir. Duyusal, kısa süreli ve uzun süreli hafıza depolarını birer birim depo olarak görür. Birbirinden kalite olarak farklı hafıza depolarının olduğu nosyonunu haklı çıkarmak için bu depolar arasında önemli farklar oldu¬ğunu göstermek doğal olarak şarttır. Nitekim bunu destekleyen uygun veriler de elde edilmiştir. Hafıza depolarının en azından şu şekillerde birbirinden ayrıldığı gösterilmiştir: 1) Geçici süre 2) Depolama kapasi¬tesi 3) Unutma mekanizması ve 4) Beyin hasarının etkileri.
Bu modelin oldukça ciddi sınırlamaları vardır. Ama bugün bir¬çok hafıza modeli teorisyenleri çok depolu hafıza modelini bir başlan¬gıç noktası olarak kullanır. Son on sene içersinde sarfedilen emekler, bu modeli daha gelişmiş bir hale koymak yolundadır. Dolayısıyla mode¬lin reddedilmesinden ziyade olgunlaştırılması söz konusudur.
Bu modelin en büyük açmazı çok basit olmasıdır. Çok depolu ha¬fıza teorisyenleri kısa ve uzun süreli depoların tek başına birim halinde çalıştıklarını farzetmişlerdir. Kısa süreli hafıza deposunun bir birim ola¬rak işlemediği Warrington ve Shallice (1972) tarafından gözlenmiştir. Bu iki araştırmacı araştırmalarını Korsakoff sendromu gösteren hasta¬lar üzerinde yapmışlardır. Bu sendrom, uzun süreli alkolik hastaların aldıkları bu toksik madde sebebiyle amygdala ve hipokampus gibi diencephalon yapılarının hasara uğraması ve bu yapılardaki hasarlarında hafiada hayatî derecede aksaklıklara yol açması şeklinde tarif edilebi¬lir. Bu hastalarda kısa süreli hafıza depolarının hasar gördüğü ama uzun süreli depolarının etkilenmediği gözlenmektedir. Warrington ve Shallice, bu hastalarda kısa süreli hafızadan harf ve rakam gibi işitsel uyaranların unutulmasının görsel uyaranlardan çok daha fazla olduğunu bulmuşlardır. Shallice ve Warrington (1974) daha sonra bu hastala¬rın kısa süreli hafıza hasarlarının harf, kelime ve rakam gibi sözel ma¬teryalle sınırlı kaldığını, kedi miyavlaması, telofon sesi gibi manalı ses¬lere kadar uzanmadığını görmüşlerdir. Bir başka ifade ile; basit bir şe¬kilde, bu hastaların kısa süreli hafızalarının hasarlı olduğu söylenemez.
Çok depolu hafıza modeli yine benzer şekilde uzun süreli hafıza deposunu da basite indirgemiştir. Uzun süreli hafızamızda akıl almaz zenginlikte depolanmış malumat vardır. Bu malumatlar 2X2 = 4 ettiği¬ne dair bilginizden bisiklete nasıl binileceğine, popüler şarkı sözlerine, tarih bilgilerine kadar çeşitlilik ve bolluk gösterir. Bütün bu çeşitli ma¬lumat şekillerinin tek bir uzun süreli depo içersinde aynı şekilde depo¬lanmış olacağı fikri pek mantıklı gelmemektedir. Hafıza kaybı (amne¬zi) gösteren hastalar üzerine yapılan araştırmalar 2 veya daha fazla sa¬yıda birbirinden farklı uzun süreli hafıza sistemleri olduğunu gösteren kuvvetli deliller vermektedir. Bu önemli teorik farklılıklar çok depolu modelde yer almamaktadır.
Çok depolu hafıza modelinin son zayıf noktası, tekrarın rolü ile ilgilidir. Bu modele göre uzun süreli hafızaya malumatın depolanması kısa süreli depodaki tekrar yoluyla olmaktadır. Kelime listelerinin ser¬best tarzda hatırlandığı çalışmalarda tekrar etme miktarı genellikle uzun süreli hafıza ile uygunluk içersinde olurken tekrarın oynadığı ro¬lün önemi diğer öğrenme situasyonları düşünüldüğünde oldukça azal¬maktadır. İnsanlar gazete veya hikaye okuduklarında genellikle oku¬dukları malumatın bu kısmını uzun süreli depolarında alıkoyarlar, bura¬da faal bir tekrar edişin genelde işe karıştığı söylenemez. Öğrenme iş¬lemlerinde tekrar işe karışıyor olsa bile çok hızlı bir şekilde deneklere verilen birbiriyle ilişkisiz kelimelerin harfi harfine hatırlanması gerekli¬liği vardır. Dolayısıyla bu bulgulardan hareket ederek çok daha normal bir hafıza işleyişi hakkında tahminler yapılmasına sebep olamaz.

İŞLEYEN HAFIZA MODELİ

Çok depolu hafıza sistemi modelinin yukarıda özetlenen bazı ek¬sikliklerini bertaraf etmek üzere yapılan çalışmalar arasında Baddeley ve Hitch' in (1974; Bkz. Eysenck ve Keane 1990) işleyen hafıza hipote¬zi dikkat çekicidir.
Baddeley ve Hitch kısa süreli hafıza ile ilgili teorilere yöneltilen eleştirileri tartışarak bu hafıza deposunun işleyen hafıza ile yer değiştir¬mesi gerektiğini ifade ederler. Bu işleyen hafıza modeline göre kısa sü¬reli hafıza bir dizi birbirinden bağımsız alt sistemlerden oluşur. Buna göre; işleyen hafızayı dörde ayırmak mümkündür. 1) Çıktı veya bitiştirici ilmek sistemi: malumatın konuşma şeklindeki çıktısını bulundurur. Çıktı sisteminin 2 alt sistemden oluştuğu öne sürülür, buna göre pasif bir fenolojik depo, konuşma algısıyla doğrudan ilgilenir, bitiştirici bir süreç ise konuşmanın üretîlmesiyle bağlantılıdır. Kelimeler ile ilgili fo¬nolojik (konuşma temelli) bilgi, fonolojik depoya doğrudan işitsel tak¬dim vasıtasıyla veya dolaylı yoldan alt seslerin bitiştirilmesi vasıtasıyla ya da uzun süreli hafızada depolanmış fonolojik malumat vasıtasıyla do¬laylı olarak gelir. 2) Girdi Sistemi: çok az bir süre önce konuşulan ma¬lumatı elinde bulundurur. 3)Mekânsal ve/veya görsel kodlama üzerine uzmanlaşmış ve bu malumatı elinde bulunduran sözel olmayan bir sis¬tem. 4) Genel amaçlı merkezi yürütme sistemi: malumat türlerinin he¬men hepsini tertipler.
Eğer deneklerden, 6 rakamı akılda tutmaları ve bu esnada eş zamanlı olarak verilen ve istedikleri sırada hatırlamaları istenen bir ke¬lime listesi gösterilirse normal bir seviyede yenilik etkisi gösterirler. Yani listenin son itemlerini daha iyi hatırlarlar. Bu da yenilik etkisine aracı olan kelime listesinin akılda tutulan rakamın miktarından sorum¬lu olan sistemden bağımsız olduğunu gösterir. Buna destek olan bir baş¬ka bulgu da okumaya yeni başlayan ve başarısı düşük olan kişilerin ba¬şarısı yüksek olan yeni öğrencilerden daha az sayıda rakamı hatırla¬dıklarına fakat diğer grupla aynı seviyede yenilik tesiri gösterdiklerine işaret eden araştırma bulgularından gelir (Byrne and Arnold, 1981).
Hileli, yenilik etkisinin girdi sistemine, rakam miktarının ise çıktı sistemine bağlı olduğunu öne sürer. Çıktı sistemi kapasitesinin 2 saniyede söylenebilen kelime sayısı ile eşit olduğu gözlenmektedir. Sis¬temin kapasitesi kelimeler arasındaki ses benzerliği vasıtasıyla düşmek¬tedir.
Görsel kısa süreli hafıza hakkında bilinenler az olmakla birlikte bağımsız bir sistem olduğuna dair veriler vardır. Merkezî yürütme siste¬mi, çok depolu modeldeki sınırlı kapasitedeki dikkat sistemine çok ben¬zerdir. Merkezî yürütme sistemin kapasitesi sınırlı olup, kognitif talep¬leri gerektiren işlerle uğraşırken kullanılır. Sözel olmayan sistem ile çıktı sistemi ise bu sistem tarafından özel amaçlar için kullanılabilen köle sistemlerdir. Ne yazık ki bu en önemli alt sistemle ilgili tam bir açıklık henüz elde edilememiştir. Sınırlı kapasitesi olduğu ifade edil¬mekle birlikte ne kadar olduğu henüz ölçülememiştir. Ayrıca bu alt sis¬temin göz veya kulak gibi alıcılardan bağımsız işlediği ve sayısız prosesleme işleminde kullanıldığı iddia edilmektedir. Ama işleyişi üzerin¬de kesin bir açıklık henüz yoktur. Girdi sistemi; karmaşık cümlelerin kısmen analiz edilmiş şekillerini, merkezi yürütme sistemi ileri analiz¬lerini yapıncaya kadar, kısa bir süre alıkoyarak bu gibi cümlelerin anlaşılmasına yardım ediyor olabilir. Bu sebeple muhtemelen girdi sistem¬leri hasarlı olan Shallice ve Warrington'un hastaları karmaşık cümlele¬ri anlamada zorluk çekmektedirler.



YALAN !  
WeBCaNaVaRi Botu

Bu Site Mükemmel :)

*****

Çevrimİçi Çevrimİçi

Mesajlar: 222 194


View Profile
Re: Sinav Stresini Yenme
« Posted on: Nisan 19, 2024, 02:42:45 ÖS »

 
      Üye Olunuz.!
Merhaba Ziyaretçi. Öncelikle Sitemize Hoş Geldiniz. Ben WeBCaNaVaRi Botu Olarak, Siteden Daha Fazla Yararlanmanız İçin Üye Olmanızı ŞİDDETLE Öneririm. Unutmayın ki; Üyelik Ücretsizdir. :)

Giriş Yap.  Kayıt Ol.
Anahtar Kelimeler: Sinav Stresini Yenme e-book, Sinav Stresini Yenme programı, Sinav Stresini Yenme oyunları, Sinav Stresini Yenme e-kitap, Sinav Stresini Yenme download, Sinav Stresini Yenme hikayeleri, Sinav Stresini Yenme resimleri, Sinav Stresini Yenme haberleri, Sinav Stresini Yenme yükle, Sinav Stresini Yenme videosu, Sinav Stresini Yenme şarkı sözleri, Sinav Stresini Yenme msn, Sinav Stresini Yenme hileleri, Sinav Stresini Yenme scripti, Sinav Stresini Yenme filmi, Sinav Stresini Yenme ödevleri, Sinav Stresini Yenme yemek tarifleri, Sinav Stresini Yenme driverları, Sinav Stresini Yenme smf, Sinav Stresini Yenme gsm
Sayfa 1
Yukarı Çık :)
Gitmek istediğiniz yer:  



Theme: WeBCaNaVaRi 2011 Copyright 2011 Simple Machines SiteMap | Arsiv | Wap | imode | Konular