0 Üye ve 1 Ziyaretçi Konuyu İncelemekte. Aşağı İn :)
Sayfa 1
Konu: Osmanlıda Hukuk Sistemi  (Okunma Sayısı: 2096 Kere Okundu.)
« : Mart 22, 2009, 02:42:29 ÖÖ »

saklı düşlerim
*
Üye No : 171
Yaş : 31
Nerden : İstanbul
Cinsiyet : Bayan
Konu Sayısı : 582
Mesaj Sayısı : 3 198
Karizma = 1652


OSMANLIDA HUKUK SİSTEMİ


Osmanlı Hukuk Sistemi çok hukuklu bir hukuk sistemi midir?
Yoksa hukuk birliği mi hâkimdir ?




Çok hukukluluk kavramını, devletin farklı kültür ve din mensuplarına onların tercihleriyle kendi hukuklarını seçme şansını vermesi ve devletin hukuk üretme gibi bir görevinin bulunmaması şeklinde özetlemek mümkündür. Mesela Medine Vesikası, Hıristiyan, Yahudi ve Müslümanlara kendi hukuklarını uygulamayı getiren bir sözleşme mahiyetindedir. Verilen bu misâl, çeşitli millet ve ümmetlere mensup insan topluluklarını içinde barındıran Osmanlı Devleti için de uygulanmak istenmektedir. Kısaca bu izahlarla bazı yazarlar, İslâm Hukukunun ve özellikle de Osmanlı uygulamasının çok hukukluluk prensibini kabul ettiğini iddia etmektedirler. Hukuk birliği ise, ülke içinde yaşayan her topluluğa, aynı hukuk sisteminin hükümlerinin uygulanması demektir.
Önemle ifade edelim ki, İslâm Hukukunda ve bunun tam bir uygulaması demek olan Osmanlı tatbikatında, çok hukukluluk asla mevcut değildir. Belki farklı dinlere ve kültürlere mensup topluluklar için, İslâm’ın kabul ettiği hak ve hürriyetler ve özellikle de din ve vicdan hürriyeti vardır. Bu hürriyetlerin neticesi olarak, şahıs, aile ve miras gibi istisnaî bazı hukuk dallarında, onların inançlarına uygun olan hükümlere saygı prensibi vardır. Buna da ayrı hukuklar demek mümkün değildir; olsa olsa farklı inanç hükümlerini birbirine bağlayan bağlama kuralları denir. Bunlar da, Müslümanlar açısından değil, gayr-i müslimler açısından önem arz etmektedir.
Meseleyi kısaca özetleyelim. İslâm hukukunda insanlar, mensup oldukları dinlerine göre birbirinden tefrik olunurlar. Vatan ve millet mefhumları yerine aynı dinin tâbiileri demek olan ümmet tabiri esas alınır. Eski Müslüman Türk Devletlerinde vatandaş demek olan ra’iyye (tebaa), Müslüman ve gayr-i müslim olarak ikiye ayrılır. Kavmiyet yahut cinsiyet farkı, şer'-i şerifce hiç hükmündedir. Rumlar ile Ermenilerin tamamen Hıristiyan ve Türklerin ise tamamen Müslüman olmaları tesadüf kabilindedir.
Yukarıda zikredilen din kriterinden hareket eden İslâm hukukçuları, İslâm ülkesindeki insanları, Müslüman ve gayr-i müslim olmak üzere iki ana gruba ayırmışlardır. Osmanlı Devletinde millet tabiri, ümmet manâsında kullanılmış ve millet-i müslime ile millet-i gayr-i müslime mefhumları, fıkıh kitaplarındaki esaslara uygun olarak isti'mal edilmiştir. Osmanlı ülkesinde yaşayan en önemli gayr-i müslim milletler, Hıristiyanlar, Yahudiler ve sabiîlerdir. İslâm ülkesinde yaşayan gayr-i müslimleri, vatandaşlık hukuku açısından ikiye ayırmak mümkündür: Zımmîler ve müste'menler. Zımmîler, İslâm Ülkesinin vatandaşı olan gayr-i müslimlerdir. Müste’menler ise, yabancılardır.
İslâm hukukunda dünyanın iki ülkeye ayrıldığını, Müslümanların hâkim oldukları topraklara İslâm ülkesi (Dâr'ül-İslâm) ve gayrımüslimlerin hâkim olduğu topraklara da harp ülkesi (Dar'ül-Harp) dendiğini biliyoruz. En önemlisi de fiilen birden fazla olan İslâm devletlerine, devletler hukuku açısından “Birleşik İslâm Devletleri” nazarıyla bakıldığına da şahit oluyoruz. İslâm ülkesi vatandaşlarına Osmanlı hukukçuları ehl-i dar'il-İslâm demişler ve bazı aksi görüşlere rağmen, zımmîleri de bu tabirin kapsamına sokmuşlardır. Müslümanlar, dünyanın neresinde olursa olsun, Müslüman olmalarından dolayı, İslâm ülkesinin vatandaşıdırlar. Zımmîler ise, zimmet akdinin şartlarına uydukları sürece, İslâm ülkesinin kanunlarına tabi olmayı kabul ettiklerinden zimmet akdi gereğince, bir diğer görüşe göre ise, İslâm ülkesinde süresiz ikâmet hakkına sahip olduklarından dolayı, yine İslâm ülkesinin vatandaşı sayılırlar. Müste'menler ise, İslâm ülkesinde yabancı statüsündedirler ve ehl-i dar'il-harb diye yahut harbî şeklinde de anılırlar. Tanzîmât öncesi bütün Osmanlı Kanunnâmelerinde bu tabirlere rastlamak mümkündür. Tanzîmât'a kadar her konuda olduğu gibi, vatandaşlık hukukunda da bazı istisnaların dışında, şer'î hükümleri esas alan Osmanlı Devleti, bu kozmopolit dönemde vatandaşlık konusunda bazı yeni hükümler kabul etmiştir. Ra'iyye, müslim, zımmî ve harbî tabirleri yavaş yavaş terk edilmeye başlanmış ve yerlerini tebe'a-i Devlet-i Aliyye ve ecnebî gibi yenilerine terk etmişlerdir.
Gayr-i müslimler zimmî statüsüne geçince, bazı istisnaların dışında, Müslümanlara tanınan hakların bunlara da tanınması söz konusudur. Bir diğer ifadeyle, Müslümanlara uygulanan hukuk, onların inançları gereği istisna tutulan bazı hukukî hükümler dışında, aynı hukuk yani İslâm hukukudur. Devlet, Müslüman vatandaşlar ile gayr-i müslim vatandaşlar arasında fark gözetmek durumunda olsa da bu, istisnaî olmakta ve genel kaideyi bozmamaktadır. “Bize tanınan haklar onlara da tanınır; bize yüklenen ödevler onlara da yüklenir” manâsında bir hadis de nakledilmektedir. Müste'menler de hak ve ödevler bakımından zımmîler gibidirler. Aralarındaki fark, bunların İslâm ülkesinde sadece geçici ikâmet hakkına sahip olmalarıdır. Devamlı ikâmet nimetinin külfetleri bunlara yüklenmez. Özel hukuk açısından zimmîler, şahıs, aile ve miras hukukuna ait bazı müesseseler dışında tamamen Müslümanlar gibidirler. Yani akideye dayanmayan hükümlerde Müslümanlarla eşittirler. Akideye dayanan hükümlerde ise, kendi dinlerinin hükümlerine tabidirler. Müste'menler de ikâmet müddetince bu haklar konusunda zimmîler gibidirler. Ancak devlet ve ülke menfaati açısından bazı sınırlamalar söz konusudur. Silah ve savaş malzemesi ihrâcı müste'menlere bu sebeple yasaklanmıştır. Hem zımmîler ve hem de müste'menler, İslâm ülkesinde, menkul ve gayrimenkul mülkiyet hakkına da sahiptirler. Bu hak, ancak kamu yararı sebebiyle kısıtlanabilir. Zimmîler, mâlî tasarruflar açısından İslâm ülkesinde Müslümanlar gibi, İslâm Hukukuna tabidirler. Mu’amelât konusunda dinlerinden ve inançlarından gelen önemli bir fark bulunmadığı için istisnaî hükümler de oldukça azdır. İslâm ülkesinde gayr-i müslimlerin şarap ve domuz üzerinde malî tasarrufta bulunabilmeleri; gayr-i müslime ait şarap ve domuzu telef yahut gasb edenin tazminata mahkûm edilmesi ve gayr-i müslimlerin bir gayr-i menkûlü mabed olarak kiralayamaması bu istisnaların en önemlilerini teşkil eder. Müste'menler de malî konularda, bazı küçük istisnaların dışında zimmîler gibidirler.
Özetle, Osmanlı hukuk tarihinde kabul edilen Hanefi görüşüne göre, eşya, borçlar ve ticaret hukukunda gayr-i müslim teb'aya da şer'î hükümler uygulanır. Ancak onlara göre mal kabul edilen domuz ve şarap gibi şeylerin hukukî muamele konusu olabilmesi gibi istisnaî haller vardır. Aile hukukunda ise, isterlerse İslâm hukuk nizâmına, istemezlerse kendi hukuk nizâmlarına tabi olurlar. Nitekim 1917 tarihli Hukuk-ı Aile Kararnâmesi de bu görüşü benimsemiş ve bu kanun içinde, Müslümanlara ait maddeler yanında Hıristiyan ve Yahudilere ait hükümlere de yer verilmiştir. Bu, bir atıftan başka bir şey değildir.
Cezaî hükümlerin yer bakımından tatbiki konusunda, İslâm hukukçuları farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. İslâm Hukuku cihanşümûl bir hukuk sistemidir. Ancak uygulamada, bazı istisnalar bulunmakla birlikte İslâm ceza hukukunda tam mülkîlik sistemi esas alınmıştır. Ebu Yusuf ve diğer İslâm hukukçularının savunduğu bu görüşe göre, İslâm ülkesinde işlenen bütün suçlara, failinin dinine ve cinsiyetine bakılmaksızın İslâm ceza hukuku tatbik edilir. Dolayısıyla Müslümanlar, zimmîler ve müste'menler aynı cezaî hükümlere tabidirler. Bu genel kaidenin istisnaları elbette vardır. Genişletilmiş mülkîlik sistemini müdafaa eden Ebu Hanife ve İmam Muhammed'e göre ise, müste’mene sırf Allah hakkı olan zina, hırsızlık ve yol kesme gibi suçların hadleri uygulanmaz.
İslâm’da milletlerarası usûl hukuku deyince, akla hemen zimmî ve müste'menlerle ilgili hukukî ihtilaflar gelmelidir. Zira İslâm Hukuku, bunlara ve özellikle de İslâm ülkesi vatandaşı olan zimmîlere, özel hukukun yukarıda kısaca açıkladığımız bazı alanlarında bir çeşit kazaî muhtâriyet vermiştir. Bu durumda zikr edilen konularda şer'iye mahkemesine başvurunca, yabancı unsurlu bir ihtilâf gibi olmaktadır. Başvuran müste'men olunca, ihtilâf tamamen yabancı bir ihtilâf olur.
Yabancı unsurlu ihtilâflarda yani İslâm ülkesindeki zimmî ve müste'menlerle ilgili davalarda yetkili mahkeme, aile hukuku dışında İslâm mahkemeleridir. Bu, Hanefilerin görüşüdür. Osmanlı Devletinde tatbik edilen bu görüşe göre, zimmî ve müste'menler, aile hukuku alanında isterlerse kazaî muhtâriyete sahip kendi cemaat mahkemelerine başvururlar ve isterlerse de yine şer'iye mahkemelerine müracaat ederler. İkinci şık için Ebu Hanife, her iki tarafın da rızasını şart koşarken, Ebu Yusuf ve İmam Muhammed taraflardan birinin müracaatını yeterli görmektedir. Osmanlı Devleti’nde zikredilen tatbikat 1917 tarihine kadar bazı istisnalarla devam etmiştir. Bu tarihte HAK ile yargı birliğini sağlamak üzere, gayr-i müslimlere aile hukuku alanında kendi hukukları tatbik edilmek şartıyla bütün yargı yetkisi İslâm mahkemelerine verilmiştir.
Özetlemek gerekirse, Osmanlı Hukuku çok hukuklu bir sistem değildir. Belki din ve vicdan hürriyeti gereği, gayr-i müslimlere belli hukuk alanlarında daha serbest hareket etme imkânı vermiştir. Bu serbestilik, çok hukukluluk olarak anlaşılınca ve gayr-i müslimler tarafından suiistimal edilince, Tanzîmât sonrasında buna karşı tedbirler alınmıştır. Bunu teyid eden iki belgeden bazı nakiller yaparak, konuyu kapatmak istiyoruz.


Birincisi, Hukuk-ı Aile Kararnâmesinin Mazbatasındaki şu cümlelerdir:
“Mecelle’nin aile hukuku ile ilgili hükümler ihtiva etmemesinden dolayı, memleketimizde bu konuda, değişik din ve milletlerden her bir grubun tedvin edilmemiş kendi mezhep ve dinlerine ait hükümlerin uygulanması ve bu mezhebin hükümlerini Şer’iye hâkimlerinin bilmemesi sebebiyle, gayr-i müslimlerin ruhanî reislerine yargı yetkisinin verilmesi zarureti, istisnâi de olsa ortaya çıkmıştır. Halbuki devlete ait olan yargı hakkının ciddi bir kontrole tabi olmayan fert veya heyetlere tevdi edilmesi, bir çok mahzurları da beraberinde getirir”.


İkincisi; Fener Patrikhânesi’ne aile, miras ve şahsın hukuku gibi alanlar ile Patrikhâne içindeki nizâmlarda bazı hukukî yetkiler verilmesi üzerine, bu yetkiyi çok hukukluluk olarak yorumlayarak, Bizans Kanunu adıyla bir başka hukuk sisteminden bahsetmeleri üzerine, 21 Mayıs 1904 tarihli İrâde-i Seniyye ile, Sultân Abdülhamid onları ikaz etmek mecburiyetinde kalmıştır:
“Rum Patrikhânesi Muhtelit Meclisinde görülen davaların Bizans Kanunu namıyla bir kanuna uygun olarak halledildiği haber alınmış olup, bu tabir tarafımdan şaşkınlıkla karşılanmıştır. Memâlik-i Şâhâne’de ve özellikle de Devlet-i Aliyye’nin Pay-ı tahtında devletin kanunlarından başka yürürlükte kanun olamayacağı; bu ifadeden maksat dahili nizâmnâme ise buna kanun adı verilemeyeceği gâyet âşikârdır”.
Bu dediklerimizin delilleri, 760 küsur Osmanlı Kanunnâmesi ve arşivlerdeki milyonlarca belgelerdir.






Dînî Hukuk ve Millî Hukuk
Osmanlı'da hukuk sistemi için "Hâkânî" veya "Sultânî" denilen sistem geçerliydi. Devletin yüksek menfaatlerini kollayan bir düzendi. Osmanlı Devleti'nde Padişah, mutlak icra otoritesine dayanarak, devlet ihtiyaçları için, bir nizam koyma yetkisine sahipti. Bu düzene göre yasama yetkisi, Padişahındı veya Padişah adına yapılırdı. Ceza hukuku ve diğer sahalarda, kesin şekilde, işte bu sultânî hukuk hakimdi. Devletin başından sonuna kadar durum bu şekildeydi.
Yükselme devri boyunca Padişahtan aşağıya doğru herkes, Allah'ın dostuydu. Sultan Osman'dan başlayarak hepsinin mürşidleri oldu. Görüyoruz ki; mürşide yüzde yüz bağlı olan Padişah, aslında Allah'ın Padişah'ı oluyordu. Bu dizaynın yukarıdan aşağı inen çatısına baktığımız zaman, önce Allah'ı görüyoruz, sonra Allah'a bağlı mürşid, mürşide bağlı Padişah, sonra onun emrinde kim varsa hepsi Allah'a dostlar.

Medenî Hukuk ve Ceza Hukuku
Medenî kanunda, hele evlenme ve boşanmada, tamamen şeriat hükümleri ve Hanefî mezhebi tatbik edilmektedir. Hanefî hukuku esas olmakla beraber, Şâfiî, Mâlikî ve Hanbelî hukuku da geçerli idi ve vatandaşın, bu sistemlerden birinin kendisine tatbik edilmesini istemek hakkı vardı. Ceza kanunları, mürşidinden emir alan Padişahların iradesiyle konulmuş kanunlardı. Daima yukarıda bahsettiğimiz sultânî denilen hukuk hakim olmuştu. Bu hukukun gayesinin de, kanun metinleri gözden geçirilirse, devletin yüksek menfaatlerini kollamak olduğu açıkça görülebilir.
Birden fazla kadınla evlenmek, sanıldığı kadar yaygın değildir.
Sultanlar ve hanım sultanlarla evlenenler, hiçbir zaman ikinci bir zevce alamamışlardır. Esasen bir kız, istediği taktirde, evlenme akdine, kocasının başka bir eş alamayacağına dair şart koydurabilirdi.




Kadı ve Mahkeme
Muhâkeme, mutlak şekilde umuma açık, alenidir. Bu bir prensiptir. Kadı, önüne getirilen bütün hukukî mevzuları bildiği iddiasında değildir. Bu da diğer bir prensiptir. Onun için kadı, göreceği dâvânın konusunu en iyi bilen bir veya birkaç ehl-i vukufu (bilir kişi) yanında bulundurmaktadır. Onların söyleyecekleri ile kayıtlı değildir, hüküm kendisine aittir. Fakat onlara danışmaktadır. Ayrıca ehl-i vukufun mütâleaları, hâkimin kararına ekli olarak adlî sicile geçirilmektedir. Bu ehl-i vukuf heyeti ile aynı zamanda, kadı'nın kararı, bir kat daha teminat altına alınmaktadır.
Kadı'nın doğru hükmetmesinde en büyük teminat, kadı'nın vicdanı idi. Bugün de öyledir. Fakat kadı'da vicdan yoksa ne olacaktır? Buna karşı bir takım baskı tedbirleri alınmıştır. Haksız hükmeden bir kadı, gerek münferit ve şahsî, gerekse o kazânın halkının topluca müracaatı ile şikâyet edilebilmekte ve bu gibi şikâyetleri hükümet, mutlaka değerlendirmekte, bazen müfettişler göndermektedir. Haksız hükmettiği, hele rüşvetle hüküm verdiği anlaşılan bir kadı'nın istikbali mahvolmaktadır.
Şahsın veya halkın müracaatı, bölgenin en büyük âmiri ve hükümetin temsilcisi olan sancak beyine ve daha çok beylerbeyine yapılabilmektedir. Şahıs veya halk bu şikâyeti isterse, sancak beyine, beylerbeyine veya herhangi bir kişiye danışmaksızın doğrudan doğruya Divân'a da yapabilmektedir. Divân'a şikayette bulunmanın hiçbir prosedürü yoktur. Bir kağıt yazıp imzalamak kâfidir. Bu şikâyetler, yüzde doksan nispetinde mutlaka tahkik edilmektedir. Padişaha müracaat yolu da açıktır.
Kadı, belirli bir suçu olmadıkça azlolunamaz, ancak daha yüksek bir kazâya tâyin edilmek üzere bulunduğu kazâdan alınabilirdi. Ticaret yapması yasaktı. Borç alıp veremez, hediye kabul edemez, umumî ziyaretlerde bulunamazdı. Kadı, halife olan Padişahın vekili olarak, onun adına adalet tevzî ettiği için, kendini sadrazama tâbî, onun emrinde saymazdı. Sadrazam, kadı'nın kazâya, adalete ait işlerine, hüküm veriş şekline karışmazdı. Kadılar gerektiği durumlarda, Padişahları dahi mahkeme çağırmak ve yargılamak yetkisine de sahipti.
Osmanlı düzeninde kadı, kazâsının belediye başkanıydı ve belediye başkanı olarak salahiyetleri çok genişti. Zira aynı zamanda, kazâ kaymakamıdır. Bu suretle imparatorluğun bütün ilçelerine, ilmiyye sınıfından kadılar hâkimdir ve devleti onlar temsil etmektedirler.
Beledî işlerde kadıya, kedhudâlar yardımcı olmaktadır. Bunlar, esnaf teşekküllerinin seçimle işbaşına gelmiş mümessilleridir. Ve klasik Osmanlı düzeninde nüfuzları çok fazladır. Beledî düzen, bilhassa bunlar tarafından sağlanmakta ve kadıya az iş düşmektedir. Fakat kadı, kaymakam ve belediye başkanı sıfatlarıyla, esnafı, fiyat ve temizlik bakımından ve istediği başka bakımlardan, teftiş edebilmekte ve hemen teftişi sırasında o anda istediği cezayı kesebilmektedir.
Zabıta, tamamen kadı'nın emrindedir. Her kasaba ve şehirde, askerî yetkilerle donatılmış subaşı ve onun emrinde asesbaşı ve asesler vardır. Bunlar güvenlikten ve asayişten sorumlu polislerdir; fakat asker sınıfından sayılmaktadırlar.

Hızlı Yargı
Osmanlı düzeninde, hemen tevzî edilmeyen adalet, adaletsizlik sayılırdı. Osmanlı adaletinin bu husustaki şöhreti ise, cihanşümûldü.
Batılıların bu konudaki görüşlerinden birkaç örnek:
"2 veya 3 celsede nadirdir, ekseri dâvâlar bir celsede hükme bağlanır."
(d'Ohsson, VI, 204-5)

"En mühim dâvâlar, bir saat içinde hükme bağlanır. Hüküm, derhal infaz edilir. Avrupa'da olduğu gibi hükmü geciktirecek oyunlardan hiçbiri tatbik edilmez".
(Sir Paul Ricaut, II, 327)

"XV. asrın sonlarında Türk adaleti, dünyanın en liberal, şefkatli ve doğru adaleti idi."
(Cantacasin,14-5)

Esir olarak birkaç yıl İstanbul'da kalan ve Türkiye'de gördüklerini İspanya kralı II. Felipe'ye takdîm ettiği eserinde anlatan bir İspanyol müellifinin müşahedeleri şu şekildedir:
"Türk'ün adaleti, Hristiyan olsun, Mûsevî olsun, müslüman olsun, herkese eşit şekilde tatbik edilir. Kadı'nın kürsüsü üzerinde Kur'ân'ın yanında bir haç ve bir Tevrât bulunur. Kadı, Hristiyan'a haçı, Mûsevîye Tevrât'ı öptürerek yemin ettirir."
"Türkiye'de iltimas mektubu geçmez. Adaletlerinin en iyi yanı, dâvâların kısa sürmesidir. İspanya'da olduğu gibi, 'nasıl olsa dâvâ bitmiyecek' diye haklı taraf, haksız tarafla uyuşmaya mecbur bırakılmaz. Gerek kadı mahkemesinde, gerek Dîvân-ı Hümâyûn'da dâvâlar bitince mübaşir: 'Kimin maslahatı var?' diye üç defa bağırır. Dâvâlar bitmeden kadı veya kazasker, kürsüden kalkamaz..."
(Kânûnî Devrinde İstanbul, 95-102)


OSMANLI DEVLETİNDE CEZA



Osmanlılarda ceza kaynakları üçtür. Bunlardan biri, İslam Ceza Hukuku “ukuubat”, ikincisi Türklerin İslam dinini kabulden önceki gelenekleri, özellikle Türk-Moğol yasaları, üçüncüsü ise Osmanlıların sonradan çıkardıkları yasalar ve “siyaseten katl” anlayışıyle koydukları cezalardır.


İslam’daki cezalar üçe ayrılır: Had, kısas, diyet ve Ta’zir. Had cezalar (çoğulu hudut), Allah’a karşı işlenen suçlar için Allah’ın hakkı olan, bu yüzden de değiştirilemez cezalardır. Bunlar kanunda gösterilen cezalar gibidir. Had cezasını gerektiren suçlar zina, kazif (veya zina iftirası) şarap içme, hırsızlık, haydutluk gibi olanlardır. Bunlardan zina için recim ve 100 değnek cezası, kazif için 80 değnek, şarap içme için 80 değnek, hırsızlık için bir organın kesilmesi, haydutluk, yol kesme için duruma göre öldürme, teşhir bir organın kesilmesi gibi cezalar verilirdi.

Kısas ve diyet bir çeşit ödeşme, takas cezalarıdır. Bunlar öldürme, bir organın kesilmesi veya para, mal olarak ödeşme olup, bu sonuncuya, Osmanlı kanunlarında “kanlık” denmektedir. Kısas, kama, bıçak gibi araçlarla yapılır.

Taz’ire gelince, bundan önce belirtilen cezalardan farklı olarak taz’irde önceden sayılmamış suçlardan gene önceden sayılmamış cezaları olup, bunlar, yargıcın takdir hakkına bırakılmıştır. Yargıç isterse suçluyu bağışlar, sürgüne gönderir, tutuklar, teşhir ettirir, değnek cezasına çarptırırdı. Burada “had” cezalarına göre sınırlamalar tanınmıştır. Ayrıca devletin dirliği ve çıkarları için şeyhülislamdan alınan bir fetva üzerine hükümdarın “siyaseten katl” denilen ceza verme yetkisi tazir’e benzetmektedir.

XV. ve XVI. yüzyıllarda yürürlükte olan kanunlardan Fatih Sultan Mehmet Kanunnamesi, Kanuni Sultan Süleyman Kanunnamesi, Bosna Kanunnamesi gibi kanunlarda da çeşitli cezalara rastlanır. Bunlar içinde cerime, siyaseten salb “asma”, “çomak urma”, “çomaklama”, sakal kesme, suçlunun alnını “dağ etme”, işkence, el kesme, kollara bıçak sokup gezdirme, sürülme, kat-ı uzuv, teşhir, alna damga basma, siyaseten teşhir,topluca yemin ve ceza, kasâme gibi cezalar bulunmaktadır. Bu kanunnameler incelenince birçok İslam uygulamalarının değişmiş olduğu, İslam’da had olan cezaların taz’ire dönüştüğü, bazı kanunlarda suçlar için zımmilerin Müslümanlardan daha az cezaya çarptırıldığı, bazılarında ise zımmilerle Müslümanlar arasında eşitlik olduğu görülür.

Yargıcın takdirine bırakılmış cezalarda suçu yüze vurma, öğüt verme, azarlama, kulak çekme, teşhir, mali cezalar, mirastan yoksun bırakma gibi bir ölçüde hafifleri de bulunmaktadır. Her zaman rastlanmayan fakat tarih kitaplarının kaydettiği çeşitli ağır cezalar arasında mağaraya kapatıp içine duman salarak öldürme, çuvala koyup suya atma, XVI.yüzyılda rastlanan ve adı, topa bağlama olan suçluyu topun ağzına koyarak mermi gibi atmak, linç etmek (keşkeş), deri yüzme, çarmıh, kazık, çengel gibileri bulunmaktadır. Casuslara uygulanan çarmıh cezasında, suçlunun bedenine yanmakta olan iri balmumları dikildiğini biliyoruz




İslam’da da görülen recm yani suçlunun yarı beline kadar toprağa gömülüp taşlanarak öldürülmesi cezasına İslam’da da Osmanlı’larda da pek az başvurulmuştur. Osmanlı tarihinde yalnız bir defa görülmektedir. Naima tarihi 1091/1680’de Kazasker Beyazizade Ahmet Efendi’nin İstanbul Kadısı iken Aksaray’da kavaf Abdullah Çelebi’nin karısının bir Yahudi ile zina etmesi üzerine kadını Sultanahmet’te recm ile öldürttüğü, Yahudi’nin de boynunu vurdurttuğunu yazmaktadır.

Suçlunun, boynuna veya ayaklarına ağır cendereler, çanlar takılarak teşhir edilmesi ve işkence görmesi de sık rastlanan cezalardandı. Bu çeşit cezalardan biri tomruk cezasıdır. Büyük bir ağaç kütüğünün yuvalarına suçlunun ayakları sokulur, kilitlenirdi.
« Son Düzenleme: Mart 26, 2009, 10:26:48 ÖS Gönderen : BaYaN||aSaBi »

Ağlamak Yok Küçük Kız...Hani Söz Vermiştin
Ağlamak Yok Diye. Bak Gözlerin Dolmaya Basladı.. Sen Alışmamış Mıydın Ayrılıklara? Hadi Dön
Sırtını Dünya'ya Arkana Bakmadan Çek Git! Elveda Deme Dostlarına...Sadece
"BELKI" De Yaşlı Gözlerle "BELKI"....!''

.İsyAnkArIm bu hAyAtA...

∂!Lεr!м sąą∂εt!η ∂ε ßüץük 0Lur $εrεfs!zL!ğ!η ką∂ąr....

WeBCaNaVaRi'na Üye Olmadan Link'leri ve Kod'ları Göremezsiniz.
Link'leri Görebilmek İçin. Üye Ol. veya Giriş Yap.
вιzє υℓαşмαк ιçιη вυяαуα тıкℓαуıη
WeBCaNaVaRi Botu

Bu Site Mükemmel :)

*****

Çevrimİçi Çevrimİçi

Mesajlar: 222 194


View Profile
Re: Osmanlıda Hukuk Sistemi
« Posted on: Mart 29, 2024, 01:01:56 ÖS »

 
      Üye Olunuz.!
Merhaba Ziyaretçi. Öncelikle Sitemize Hoş Geldiniz. Ben WeBCaNaVaRi Botu Olarak, Siteden Daha Fazla Yararlanmanız İçin Üye Olmanızı ŞİDDETLE Öneririm. Unutmayın ki; Üyelik Ücretsizdir. :)

Giriş Yap.  Kayıt Ol.
Anahtar Kelimeler: Osmanlıda Hukuk Sistemi e-book, Osmanlıda Hukuk Sistemi programı, Osmanlıda Hukuk Sistemi oyunları, Osmanlıda Hukuk Sistemi e-kitap, Osmanlıda Hukuk Sistemi download, Osmanlıda Hukuk Sistemi hikayeleri, Osmanlıda Hukuk Sistemi resimleri, Osmanlıda Hukuk Sistemi haberleri, Osmanlıda Hukuk Sistemi yükle, Osmanlıda Hukuk Sistemi videosu, Osmanlıda Hukuk Sistemi şarkı sözleri, Osmanlıda Hukuk Sistemi msn, Osmanlıda Hukuk Sistemi hileleri, Osmanlıda Hukuk Sistemi scripti, Osmanlıda Hukuk Sistemi filmi, Osmanlıda Hukuk Sistemi ödevleri, Osmanlıda Hukuk Sistemi yemek tarifleri, Osmanlıda Hukuk Sistemi driverları, Osmanlıda Hukuk Sistemi smf, Osmanlıda Hukuk Sistemi gsm
Yanıtla #1
« : Mart 26, 2009, 10:29:02 ÖS »

x[BLack RoSe]x
*
Üye No : 2816
Yaş : 34
Nerden : Rize
Cinsiyet : Bayan
Konu Sayısı : 901
Mesaj Sayısı : 12 413
Karizma = 13


canım çok önemli bilgiler bunlar paylaştığın için teşekkürler =)
Yanıtla #2
« : Nisan 06, 2009, 10:14:40 ÖS »
Avatar Yok

[ IdentifieD ]
*
Üye No : 2655
Yaş : 30
Nerden : Sakarya
Cinsiyet : Bayan
Konu Sayısı : 94
Mesaj Sayısı : 2 690
Karizma = 9972


BunLarı BiLmiyodum TeşekkürLer (:

what goes around comes back around Göz Kırp.
Yanıtla #3
« : Mayıs 02, 2009, 02:54:11 ÖÖ »

_OnLyMaN_
*
Üye No : 3002
Nerden : İstanbul
Cinsiyet : Bay
Konu Sayısı : 146
Mesaj Sayısı : 2 519
Karizma = 1131


Teşekkürler bilgi için yararlı bılgıler var

Gerçek dostlar yıldızlara benzerler her yer karanlık olduğunda ortaya çıkarlar

WeBCaNaVaRi'na Üye Olmadan Link'leri ve Kod'ları Göremezsiniz.
Link'leri Görebilmek İçin. Üye Ol. veya Giriş Yap.
WeBCaNaVaRi - Msn Nick. x)!

WeBCaNaVaRi'na Üye Olmadan Link'leri ve Kod'ları Göremezsiniz.
Link'leri Görebilmek İçin. Üye Ol. veya Giriş Yap.
WeBCaNaVaRi - Toolbar İndir. x)!

WeBCaNaVaRi'na Üye Olmadan Link'leri ve Kod'ları Göremezsiniz.
Link'leri Görebilmek İçin. Üye Ol. veya Giriş Yap.
WeBCaNaVaRi - Arşiv. x)!

WeBCaNaVaRi'na Üye Olmadan Link'leri ve Kod'ları Göremezsiniz.
Link'leri Görebilmek İçin. Üye Ol. veya Giriş Yap.
WeBCaNaVaRi - Wap. x)!
Yanıtla #4
« : Temmuz 09, 2009, 04:38:25 ÖÖ »

YalnızHayat53
*
Üye No : 7715
Nerden : Antalya
Cinsiyet : Bay
Konu Sayısı : 2955
Mesaj Sayısı : 6 343
Karizma = 7085


derste gördük güzel bir hukuk sistemi var

Hayatta üç prensibim vardır her ne olursa olsun adaletten vazgeçmemek her ne olursa olsun acıda olsa dürüst olmak ve  her zaman kişilik sahibi olmak
Yanıtla #5
« : Temmuz 19, 2009, 01:24:27 ÖS »

MaViSh
*
Üye No : 3490
Yaş : 32
Nerden : Rize
Cinsiyet : Bayan
Konu Sayısı : 777
Mesaj Sayısı : 8 087
Karizma = 16200


biliyodum bunları teşekkürler

Ne Ağlayacak Kadar Günahkarım...
Ne Göklere Çıkabilecek Kadar Masum...


Ne Geçmişte Yaşadıklarımdan Huzursuzum...
Ne Şu An Yaptıklarımdan Mutlu...


Sırlar İçinde Bir Dünyam Var Birde
Sen Varsın İçinde...


Ne Seni Kaybedecek Kadar Cesurum...
Ne De Seni Kazanacak Kadar Güçlü...
Yanıtla #6
« : Temmuz 28, 2011, 10:49:43 ÖÖ »

EmpaThy
*
Üye No : 79937
Nerden : İstanbul
Cinsiyet : Bayan
Konu Sayısı : 167
Mesaj Sayısı : 2 272
Karizma = 30


TeşekkürLer, emeğine sağLık.
Yanıtla #7
« : Ocak 25, 2012, 10:00:08 ÖS »
Avatar Yok

halil bebe
*
Üye No : 91666
Nerden : Şanlıurfa
Cinsiyet : Bay
Konu Sayısı : 1
Mesaj Sayısı : 46
Karizma = 0


tşkleerr emegınıze saglık
Sayfa 1
Yukarı Çık :)
Gitmek istediğiniz yer:  


Benzer Konular
Konu Başlığı Başlatan Yanıtlar Görüntü Son Mesaj
Osmanlıda Serasker Nedir?
Tarih
dangeraus1 0 1022 Son Mesaj Ocak 12, 2012, 04:46:31 ÖÖ
Gönderen : dangeraus1
Ünite 2 (hukuk Kurallarının Özelligi (hukukun Yaptırımı) Ve Hukukun Sistemi
AÖF 1. Sınıf Ders Notları
Asortik Hatun 0 971 Son Mesaj Temmuz 31, 2013, 06:50:42 ÖS
Gönderen : Asortik Hatun


Theme: WeBCaNaVaRi 2011 Copyright 2011 Simple Machines SiteMap | Arsiv | Wap | imode | Konular