|
|
|
Hocaefendi Ne Kadar Kira Veriyor?
Bir yönüyle, şahsî hakları takip edip onlarla alâkalı helallik almak kolaydır; nihayet muhatap bir ya da birkaç kişidir. Fakat, milletin malını veya herhangi bir vakfa ait olan eşyayı haksız yere harcamak ve böyle umumu ilgilendiren bir hakkı gasbetmek altından kalkılması çok zor bir vebaldir; çünkü o halde muhatap bir toplum ya da koca bir millettir.
Bu mülahazadan dolayı, çok hassas davranmaya çalışıyorum. Bu salonda namaz kılarken seccade sermiyorum; zira, halının parasını kendim verdim. Ne var ki, koridorda ya da diğer bir odada namaz kılacaksam mutlaka seccademi kullanıyorum. Bu bina da vakıf malı olduğu için, ücretini vermediğim ve kullanma hakkını satın almadığım bir mekana secde etmekten korkuyorum; bana ait olmayan bir şeyin üzerinde secde edemiyorum. Kendi odam ile namaz kıldığımız bu salonun kirasını veriyorum; aylık ücreti mutlaka ödüyorum. Ne var ki, yine de içim rahat değil.
Endişe ettiğim bir hususu daha söyleyeyim: Bazı arkadaşlara bu odanın ve salonun kirasının takriben ne kadar olduğunu sordum. "Bu ikisinin kirası buranın şartlarında beş-altı yüz dolar eder." dediler. Bunun üzerine, her ay kira bedeli olarak -ziyadesiyle- bin dolar verdim ve veriyorum. Aslında buraları sadece kendim için kullanmıyorum, her zaman diğer arkadaşların istifadelerine de açık tutuyorum. Hele salonu hepimiz ortak kullanıyoruz. Fakat, hâlâ bir şey kafama takılıyor; o zaafımı da belirteyim: Buraya gelen insanlar ekseriyetle benden dolayı geliyorlar; hepsi benim misafirim. Öyleyse, bu binanın bütününün kirasını ben vermeliyim. Şu anda buna gücüm yetmeyebilir ama "Bunu Allah bana sorar mı?" diye tereddüt ediyorum. Bu benim hesabım; el alem de kendi hesaplarını düşünsünler. Ne ki, buraya gelenler madem benim misafirim; onlar düşünmüyorlarsa benim düşünmem lazım. Şimdilerde kafamda onu alıp veriyorum, "Acaba nasıl yapsam?" diyorum.
Böyle bir mevzuyu açmalı mıydım? Bu hissimi dile getirmem doğru mu? Bilemeyeceğim ama bir meseleyi tavzih etme lüzumunu duydum. Hazreti Üstad da hesap verme sadedinde, "Şu üstümdeki sakoyu, yedi sene evvel eski olarak almıştım. Beş senedir elbise, çamaşır, pabuç, çorap için dört buçuk lira ile idare ettim... Bu tavuğun yazın çıkardığı bir küçük yavrusu vardı. Ramazan-ı Şerifin başında yumurtaya başladı, tâ kırk gün devam etti. Hem ne vakit annesi kesti, hemen o başladı, beni yumurtasız bırakmadı." diyor. Yediği yumurtaların nereden geldiğini dahi açıklıyor. Evet o, mahkeme-i kübrayı düşünerek, daha buradayken millete hesap veriyor; nasıl yaşadığını anlatıyor, iaşesinin kaynağını belirtiyor, iktisad düsturuna dikkat çekiyor.Biz de kılı kırk yararcasına yaşama mecburiyetindeyiz. Ağzımıza koyduğumuz şu lokmalar hakkımız mı, değil mi? Acaba ne yiyor, ne içiyoruz? Şu abdest suyunu kullanmaya hakkımız var mı?.. İşte, bu türlü sorularla her an hayatımızın muhasebesini yapmalıyız.
Ben zengin bir insan değilim; kitaplarıma takdir edilen telif ücretini de kullanmaktan endişe duyuyorum. Onun çok azını alıyor ve kira gibi borçlarımı o şekilde ödüyorum. Allah'ın huzuruna borçlu gitmemek için, nerede biraz kalmışsam, oranın kirasını mutlaka ödemişimdir. Bozyaka, Yamanlar, Fatih, Kestanepazarı ve Altunizade'de ikamet ettiğim müesseselerin ücretlerini fazlasıyla vermişimdir. Şimdi de bu hususa itina gösteriyorum.
""... Muhterem Hocamızın onun sadece bir odasında kaldığını, orada adeta hiçbir mahremiyetinin bulunmadığını, daha salona çıkar çıkmaz beş on insanla karşılaştığını, yemeğini dahi rahatça yiyemediğini, kendine çevrilmiş nazarlardan bir an bile kurtulamadığını, merdiven gıcırtılarından uyuyamadığını... ama halinden asla şikayetçi olmadığını ve hatta bu kadar nimetin şükrünü eda edemediğini düşünerek mahcup yaşadığını fısıldayıp geçeyim..""
Bin Dolarlık Defter Rahmetlik Hocam Alvar İmam'nın torunundan bana bir tane defter kalmıştı. Onda el yazmasıyla Efe Hazretleri, Seyid Nigari, Fuzuli gibi şahısların bazı na'atları, tevhidleri, ilahileri ve münacaatları yazılıydı. Onu Hoca'dan emanet almıştım, ara sıra bakıyordum. Neyse ki, evde bıraktığım bir gün çocuklar, onun bazı yapraklarını yırtmışlar, bazılarına kalem atmışlar. Buna çok üzüldüm; Erzurum'a götürüp tamir ettirdim. O yazıları ve çizgileri ne yaptım hatırlamıyorum; o zaman daksil de yoktu, artık o çirkin yazıları nasıl temizledim bilemiyorum. Sonra defteri ilk fırsatta postayla gönderdim. Hoca Erzurum'da merkez vaiziydi, meşhur bir insandı; adını ve soyadını yazmış, Erzurum Müftülüğü diye adresi belirtip postaya vermiştim. Ne zaman sonra Hoca'yla karşılaştığımda, defterin eline geçip geçmediğini sormayı unuttum, oysa ki sorabilirdim.
Aradan onca vakit geçmesine rağmen, defterin hesabı ötede karşıma çıkacak diye korkmaya başladım. Bu defa kardeşlerimden birine dedim ki, "Aslında o defter on dolar bile yapmaz; fakat, sen şu bin doları al, ailesine ver; Hoca'nın bütün mirasçılarına bir miktar dağıtsınlar ve bana haklarını helal etsinler." Kardeşim gitmiş, "Acaba o defter size ulaştı mı, Hoca'nın kütüphanesinde var mı?" diye yengeye sormuş. O da, "Galiba o bize geldi, öyle bir defter hatırlıyorum." deyince, birader o meseleyi artık umursamamış, "Nasıl olsa defter yerine varmış" diye düşünmüş. Heyhat ki, ben açık seçik bir cevap alamadığımdan ve hep ihtimallerle konuşulduğundan bir türlü tatmin olamadım; biraderin damadı buraya gelince bir kere de ona sordum. "İçim rahat değil, Allah bana mahşerde bir de defter hesabı sormasın!.. O deftere ne olduğunu bir de siz araştırın." diyerek istirhamda bulundum. Hoca'nın evine yine gitmişler; defteri göstermemişler ama "Galiba kütüphanede var!" demişler. İki sene o meseleyi takip ettikten sonra, birader yeniden buraya gelince, "Şu parayı al, Hoca'nın yakınlarına ver ve artık beni bu ızdıraptan, bu vicdan azabından kurtar." dedim.
Bunu mübalağa zannetmeyin; yaprak kadar bir emanet zimmetimde olarak Allah'ın huzuruna gitmeye razı olamam. Hem bu hassasiyeti fevkalade bir mü'minlik de saymayın. Bu sıradan bir mü'min olmanın gereğidir, öyle takva, zühd, incelik falan değil. Bunlar, doğrudan doğruya, haram-helal kategorisi içinde mütalaa edilecek mevzulardır; müslümanlığın kendisidir. Ya müslümansın, bunlara uyarsın veya uymuyorsan ötede başının çaresine bakarsın. "Zerre ağırlığınca hayır yapan onu bulur, zerre ağırlığınca şer yapan da onu bulur." (Zilzâl, 99/7-8) demiyor mu Kur'an!.. Zerre kadar hayır yapmışsanız görürsünüz karşılığını, şer yapmışsanız da görürsünüz. Evet, ben, o defterin ötede yüzüme çarpılmasını ve sahibinin karşısında mahçup duruma düşmeyi asla istemem.
|