|
|
|
29 Temmuz Salı gününü 30 Temmuz Çarşamba gününe bağlayan gece Receb-i Şerif ayının 27. Gecesi olup Mîrac Gecesi’dir. Yüce Rabbimizin lütuf ve keremi ile pek şerefli ve mübarek olan bu geceyi idrak etmiş bulunuyoruz. Kudsiyetiyle gönüllerimize feyiz ve bereket bahşeden Mîrac kandilini tekrar idrak etmenin sevinç ve mutluluğunu yaşamaktayız. Yüce Rabbimize sonsuz şükürler ve hamd ü senalar olsun. Mîrac Kandili Müslümanların, sınırsız af ve merhamet sahibi olan Yüce ALLAH’a sığınarak günahlardan arındıkları, ilahi lütuf ve bereketlere eriştikleri müstesna zaman dilimlerinden birisidir.
Mîrac Gecesi, bütün İslâm âleminin mukaddes kabul edip ihya ettiği en mübarek gecelerden birisidir. Hiç şüphe yok ki vakitler aslında birbirine eşittir. Bir vakit diğer bir vakitten kendiliğinden üstün olamaz. Öyleyse bir vaktin diğer vakitlerden daha şerefli ve faziletli olması mutlaka o vakitte meydana gelen bir yüce işten ve mübarek bir olaydan kaynaklanmaktadır. Zaman ve mekanlar kendilerinde meydana gelen büyük ve önemli olaylarla değer kazanırlar. Mîrac gecesi hayırlarla dolu olayların meydana geldiği bir gecedir. Mîrac Gecesi’ni, bu derece yücelten husus: Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimizin en büyük mucizelerinden biri olan İsra ve Mîrac mucizesinin bu gecede gerçekleşmiş olmasıdır. İsra ve Mîrac, insanlığın kurtuluşu için gönderilen Sevgili Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimize, ALLAH Teâlâ’nın sonsuz kudretinin eserlerini temaşa etmesi için yaptırılan mukaddes ve manevi bir yolculuktur. Birçok hikmet ve ilahi sırları bünyesinde barındıran bu gece, Cenab-ı Hakk’ın sonsuz güç ve kuvvetinin gösterilmesi için Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimize ALLAH Teâlâ tarafından yaptırılan, zamana ve mekana anlam kazandıran İsra ve Mîrac, Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz için ALLAH Teâlâ’nın inayet ve desteğine mazhar olarak moral kazanma anlamını taşırken o günkü Müslümanların Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimize bağlılığını ve ALLAH Teâlâ’ya inancını pekiştiren bir imtihan olmuştur.
Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimizin, ALLAH Teâlâ’nın huzuruna kabul edilişini temsil eden İsra ve Mîrac mucizesi bizlere, insanın, ilahi rızaya ve desteğe ulaştığında akıl ve idraki zorlayan derecede nice üst derecelere ulaşabileceğini gösterdiği gibi, mana aleminde yükselip ilahi rahmet ve huzura erişmenin, öncelikle gönül ve ruh temizliğinden, ahlaki erdemlere yükselişten, her şeyin sahibi olan Yüce ALLAH’a bağlılık ve boyun eğmeden geçtiğini de hatırlatmaktadır. Kelime anlamıyla “gece yolculuğu” manasına gelen İsra ve “yükselmek, yükseğe çıkmak, yükselmeyi sağlayan vasıta” anlamlarına gelen Mîrac; alemlere rahmet olarak gönderilen Sevgili Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimize, Mekke döneminde bir gece, Yüce Yaratanın sonsuz kudretinin eserlerini temaşa etmesi için önce Mescid-i Aksa’ya, oradan da semaya yaptırılan hikmet yüklü yolculuğu ifade eder.
Bu sebeple sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V.) Efendimizin hicretten onsekiz ay önce, bir kısım ayetlerini göstermek için şanı yüce ALLAH tarafından, bir gece Mekke-i Mükerreme’deki Mescid-i Haram’dan, çevresi mübarek kılınmış olan Kudüs’teki Mescid-i Aksa’ya götürülmesi, oradan da fiziki zaman ve mekan boyutlarının aşıldığı bir yükselişe ulaştırılması kutlu hadisesinin yaşandığı İsra ve Mîrac mûcizesinin yıldönümü olan bu gecenin, müminler açısından önemi çok büyüktür. Bu mübarek gece her yıl, İslâm dünyasının dört bir tarafında derin bir huşu ve hürmet ile karşılanır ve uğurlanır. İslâm aleminin saadet ve selâmeti, mü’minlerin mağfiret-i ilâhiyyeye nail olmaları için bu mübarek gecede milyonlarca Müslümanın elleri semaya açılır. Mü’minler, içtenlikle yüce ALLAH’a yönelirler, affedilme ümitleri canlanır ve Cenab-ı Hak’tan feyizi, rahmeti ve affedilmeyi büyük bir heyecanla gönülden arzu ederler.
Camilerimiz, mescidlerimiz bu gece, sabaha kadar üstlerine gökten yağan nurlar ile, kendilerini dolduran Müslümanlardan taşan nurlar arasında parıldar durur. Bu gecede camilerimizi kubbelerine kadar dolduran dualar bütün bir yıl ümmet-i Muhammed üzerinde ilahî bir rahmet olur. Bu gece, camilerimizde, mescidlerimizde tan ağarıncaya kadar Kur’an-ı Kerîm okunur, dinlenir, namaz kılınmak ve dua-niyaz yapılmak suretiyle ihya edilir. Bu mübarek gecenin hepimiz ve bütün İslâm alemi için maddî ve manevî hayırlara bereketlere ve afv ü mağfirete nail olmamıza vesile olmasını Cenab-ı Hakk’tan niyaz ederiz. Ve bilhassa idrak ettiğimiz bu mübarek gecenin; çağın getirdiği sıkıntılarla bunalan ruhlara, manevi hayatın ihmaliyle daralan kalplere, ümitsiz, karamsar, günleri gafletle geçen kimselere gerçek manada maddi ve manevi bir kandil olması için dua ve niyaz ediyoruz.
Cenâb-ı Hakk’ın, Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimize en büyük ihsanı olan İsra ve Mîrac hadisesi, Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimizin Mekke-i Mükerreme’den Medine-i Münevvere’ye hicretlerinden 18 ay önce, Receb ayının 27. Gecesi vuku bulmuştu. Resûlullah (S.A.V.) Efendimizin büyük mû’cizelerinden biri olmak üzere, Cenâb-ı Hakk’ın, Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimizi gecenin çok az bir kısmında Mekke-i Mükerreme’deki Mescid-i Haram’dan alıp Kudüs-ü Şerif’teki Mescid-i Aksa’ya kadar götürmesine “İsra” denir ki: “Kulu Hz. Muhammed’i, bir gece Mescid-i Haram’dan alıp Mescid-i Aksa’ya kadar götüren ALLAH her türlü noksanlıklardan münezzehtir. O Mescid-i Aksa ki, biz O’nun etrafına feyz ve bereket verdik, etrafını mübarek kıldık. Bu gece yolculuğunu, O’na bizim kudret ve azametimize delâlet eden ayetlerimizden, nice şaşkınlık verici şeylerden bazısını gösterelim diye yaptırdık. Muhakkak ki O, evet sadece O, her şeyi hakkıyla işiten ve her şeyi de hakkıyla görücüdür.” (İsra sûresi:1) ayet-i kerimesi, sahih hadis-i şerif ve icma-ı ümmet ile sabittir. Bu sebeple inkarı küfrü gerektirir, yani bunu inkâr eden kafir olur. Mescid-i Aksa’dan göklere, ondan sonra da Cenâb-ı Hakk’ın dilediği alay-ı illiyyine çıkartılmasına “Mîrac” denir ki, o da ayet-i kerime, sahih-i hadis-i şerif ve icma-ı ümmet ile sabittir. Ancak Mîrac’ın tafsilatı meşhûr hadis-i şerif ile sabittir. Binaenaleyh Mîrac’ın aslını inkâr eden kâfir olur. Fakat tafsilatını inkâr eden bid’atçı olur. Yani şeriatın hükmüne muhalefet etmiş olur. İsra ve Mîrac hadisesi, Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz uyanıkken, şahsı yani hem mübarek vücudu ve hem de ruhu ile olmuştur. Rüyada veya sadece ruhu ile olmamıştır. Eğer böyle olsaydı, Mekke müşrikleri ve hatta imanı zayıf bir kısım Müslümanlar tarafından inkâr edilmezdi. (Taftazani, Şerh-i Akaid:174, Aliyyü’l-Kâri, Şerhü’l-Emali:20, Sırrı Giridi, Nakdü’l-Kelâm fi Akaidi’l-İslâm, 306-310.)
Zulmün ve adaletsizliğin hükmettiği, inanan yüreklerin acıyla burkulduğu yıllardı. Müşrikler göz ve gönül aydınlığı olarak gönderilen son elçiyi yalanlıyorlar, O’na inanmış bir avuç mü’mini hor ve hakir görüyorlardı.
Cenâb-ı Hakk’ın şan ve şerefini yüceltip iki cihanın güneşi yaptığı Hz. Muhammed (S.A.V.) Efendimizin mübarek gönlü üzüntülüydü. İnsanlar bir azgın canavar gibi ışığa, iyiliğe, fazilet ve yüceliğe düşman, İslâm’a ve O’nun emirlerine karşı, ALLAH Teâlâ’ya ve gücüne isyanla doluydu. Gözleri kör, kulakları sağır beşeriyet; kutsal tebliği reddediyor, son Peygamberi ve ilahi vahyi yalanlıyordu. İşte İsra ve Mîrac mu’cizesi, Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimizin kendini en yalnız ve en üzgün hissettiği böyle bir devrede olmuştur. O’nun bu üzüntüsü, ilahi yardımdan ümitsizliğinden değildi. O’nun üzüntüsü, amcası Ebû Talib’i, sevgili eşi ve en yakın destekçisi Hz. Hatice (R.Anha)yı kaybetmiş olmasındandı.
Bununla birlikte müşrikler tarafından Müslümanlara uygulanan baskı henüz kalkmamış, Müslümanların bir kısmı, müşriklerin zulümlerine dayanamayıp Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimizin izni ile Habeşistan’a göç etmişler ve bunların hepsinden önemlisi, onbir yılı aşkın hak mücadelesine rağmen Müslümanların sayısı istenilen dereceye ulaşamamış ve kâfirler çoğunluğu teşkil ediyordu
|