 |
|
|
Bu anlayışın temsilcisi Mehmet Akif’tir. Şair, yazdığı şiir ve manzumelerde halkın dinî ve millî değerleri, yaşama tarzı üzerinde durur. Millî Edebiyat yıllarında Mehmet Akif, daha önce Tevfik Fikret’te gördüğümüz ”nazmı nesre yaklaştırma” anlayışını sürdürüp geliştirmiştir.
Şiirde Tevfik Fikret’ten devraldığı ”gerçekçiliği” geliştirmiş, ”hayal ile alışverişi olmadığını, her ne demişse görüp de söylediğini, en beğendiği mesleğin hakikat olduğunu” bildirmiştir. Manzumelerinde halkın yaşama biçimini gerçekçi biçimde yansıtmıştır. Mehmet Akif, Halkın yaşamını yansıtmasına karşın, hece ölçüsünü değil, aruz veznini kullanmıştır.
Şimdi anlat bakalım, neydi senin hastalığın? - Nezle oldun sanırım, çünkü bu kış pek salgın, - Mehmed Ağa’nın evi akmış. Onu aktarmak için Dama çıktım, soğuk aldım, oluyor on beş gün. Ne işin var kiremitlerde a sersem desene İhtiyarlık mı nedir, şaşkınım oğlum bu sene. Hadi aktarmıyayım… Kim getirir ekmeğimi? Oturup kör gibi, nâmerde el açmak iyi mi? Kim kazanmazsa bu dünyâda bir ekmek parası: Dostunun yüz karası; düşmanının maskarası!
Bu dizeler Türk edebiyatında manzum hikâye türünün en başarılı örneklerini veren Mehmet Akif’in Seyfi Baba şiirinden alınmıştır. Bu dizelerde şairle Seyfi Baba’nın arasında geçen diyaloglar yer almaktadır. Şiirde gerçeklik duygusu ön plandadır. Mehmet Akif, bu şiirinde de gördüğünü, yaşadığını anlatmıştır. Mehmet Akif’in toplumu bilinçlendirme, ona mesaj verme çabası da özellikle son beyitte açıkça görülmektedir. Yukarıdaki dizelerde yalın ve anlaşılır bir dil kullanılmıştır. Şiir aruz vezni ve beyit nazım birimiyle yazılmıştır.
Nihayet millî bir edebiyatın oluşumunu isteyen şairlerin bu dağınıklığını ortadan kaldırmak, onların çalışmalarını birleştirmek için 1917′de ”Şairler Derneği” adında bir dernek kurulmuştur. Ancak üyeleri arasında farklı edebiyat anlayışına sahip sanatçıların tam anlamıyla bir birlik oluşturmaları imkânsızdı. Nitekim toplantı yeri Türk Ocağı binası, yayın organı da Servet-i Fünûn olan dernek, üyelerini istedikleri sanat anlayışını benimsemekte serbest bıraktı. Onlardan sadece ”konuşma dilinin ve hece ölçüsünün kullanılmasını” isteme kararını aldı. Kuruluşundan başlayarak bütün edebî hareketlere sayfalarını açan Servet-i Fünûn’un da harekete katılması ve özellikle Yeni Mecmua (1917), Büyük Mecmua (1919) gibi dergilerin sürekli yayınlarıyla şiirde dil ve vezin birliği Cumhuriyetin ilanından önce tamamıyla sağlanmış olur.
“Halka doğru” gitmek isteyen aydının, halkla anlaşma ve aradaki uçurumu doldurma çabası, ortaya ilk olarak ”dil” sorununu çıkarmıştır. Böylece, ta Tanzimat edebiyatından beri zaman zaman üzerinde durulup da bir türlü gerçekleştirilemeyen ve Şinasi’nin deyişiyle “bütün halkın kolaylıkla anlayabileceği yolda” yazma, yani konuşma dilini yazı dili yapma davası bu devirde kesin olarak benimsenmiştir.
Bu dava, Selanik’te Ömer Seyfettin, Ali Canip ve Ziya Gökalp tarafından çıkarılan Genç Kalemler (Nisan 1911) dergisinde “Yeni Lisan” adıyla ileriye sürülmüş ve “Millî Edebiyat”ın “millî lisan”dan doğabileceği görüşü savunulmuştur.
Yalnız sözde kalmayıp başarılı örneklerle de desteklenen bu hareket kısa bir zamanda tutunmuş ve bütün 20. yüzyıl Türk edebiyatının ayırıcı niteliği olmuştur. Bu bakımdan, 1911 yılını, ”Millî Edebiyat” akımının olduğu kadar 20. yüzyıl Türk edebiyatının da başlangıç tarihi olarak kabul etmek mümkündür.
|