0 Üye ve 1 Ziyaretçi Konuyu İncelemekte. Aşağı İn :)
Sayfa 1
Konu: Kitap Tahlili - Uzak Nasıl Yakın Kılınır / Nihat Dağlı  (Okunma Sayısı: 1071 Kere Okundu.)
« : Temmuz 23, 2008, 12:28:01 ÖS »
Avatar Yok

By.CeZa
*
Üye No : 293
Nerden : İstanbul
Cinsiyet : Bay
Konu Sayısı : 12191
Mesaj Sayısı : 28 687
Karizma = 11179


Uzak Nasıl Yakın Kılınır / Nihat Dağlı

Yazıya yazılan’lar var, bir de ‘yazı yazan’lar… Bunların arasında temel ve derin bir fark vardır. ‘Yazıya yazılan’da, yazı ile yazıcısı arasında bir mesafe yoktur; yazan, yazıya konu olmuş şeyi sadece zihninde taşımaz, o konunun içinde yaşar, adeta konunun kendisi kesilmiştir. Okumaları, iç kımıltıları onu bir ‘kapı’nın önüne bırakmıştır. Kapı, sadece arkasında neyi tuttuğu merak edilen bir şey olmaktan çıkmış, açılacak bu kapıyla içi de açılacak ve genişleyecektir. Bu durumda yazıcı mı yazıyı yazar, yoksa yazı mı yazıcıyı kurar, belli değildir. Bundan böyle yazıcı yazısında ne anlatırsa anlatsın, kendisini yazıyordur. Zihni ve kalbiyle ‘yazı’ya dönüştüğünden, yazıcı yazı olarak ortaya çıkar; sanki yazmamış da, yazılmıştır. Oysa ‘yazı yazan’ ile ‘yazı’ arasında bir mesafe vardır; yazı, yazarın kendisi değil, kendisinin yaptığı bir ‘iş’tir. Bu durumda yazı yazıcının sadece kafasındadır; yazıcı yazının içinde değil, yazı yazıcının içindedir. ‘Yazı yazan’ın yazısında yazıcıyı değil, yaptığı işi buluruz.

Daha önce okuduğum öykülerinden, yazılarından, ilk romanı Hiçbiryer’den ve şimdi ikinci romanı ‘Fatma Aliye: Uzak Ülke’den hareketle derim ki; Fatma Karabıyık Barbarosoğlu, ‘yazıya yazılan’dır. Aslında biz okuyuculara bir şeyler anlatmak derdinde değildir; yaşarken, okuyup yaşarken, kendini kurmak derdindeyken yani, dile geliyor sadece. Öykülerinde, yazılarında ve romanlarında gördüğüm ve hissettiğim şey, neredeyse yazıcının kendisi olmuş meselelerdir. En soğuk, en nesnel bir şeymiş gibi görünen ‘Moda ve Zihniyet’te de bu vardı. Fatma Karabıyık Barbarosoğlu, hastasına yabancılaşarak ‘iş yapan’ bir doktor gibi davranmıyor; ‘mesele’yi, kendi içinde aldığı renkleri göstere göstere anlatıyor.

Mesela ‘Fatma Aliye: Uzak Ülke’ romanı… Bir bütünleşmeden bahsedebiliriz. Bu, benzer isimler taşıyan iki ‘yazar kadın’la sınırlı bir bütünleşme de değil! Sanki Fatma Karabıyık Barbarosoğlu kendini kurmaya koyulmuşken, yolculuğu onu Fatma Aliye’ye götürmüş; Fatma Aliye’ye vardığı yerde kendi fotoğrafıyla karşılaşmış. Fatma Aliye’yi yazmamış, onu yaşarken kendini yazar bulmuş. Romanın ‘şimdi’ de geçen (ki yazıcı, ‘şimdi’yi ‘kendisi’ olarak okuyor) üçüncü bölümü bunu gösteriyor. Onu Fatma Aliye’ye götüren okumalarını ve iç kımıltılarını bilmiyoruz ama Kadıköy meydanında Fatma Aliye’nin torunu Suna Selen ile karşılaşması, sanki bardağı taşıran son damla olmuş. Bu son damla, o güne kadar yazıcıda yaşanan Fatma Aliye’nin ‘yazı’ya konu olmasına sebep olmuş. Romanın ‘şimdi’de geçen üçüncü bölümünden şunu anlıyorum: Yazıcı uzunca bir dönem Fatma Aliye’de yaşayarak o ‘uzak ülke’ye yolculuğa hazırlanmış. Bu bölümü, Fatma Karabıyık Barbarosoğlu’nun Fatma Aliye’ye, yani ‘uzak ülke’ye yaptığı yolculuğa hazırlanışı olarak okuyabiliriz. Bu sebeple bu romanı okuyup bitirdiğimde, ‘aslında son bölüm, ilk bölüm olabilirdi’ diye düşündüm.

Fatma Aliye’nin Uzak Ülke romanında üç üst bölüm var: Okumak, yazmak ve kilitli kalmak… Bu üç bölümün toplamı olan romanın ana izleğinde, İslâm medeniyet perspektifine oturan Osmanlı’nın son dönemlerinde yaşananların bir ‘yazar kadın’ üzerinden okunması vardır diyebiliriz. İyi bir tarih yazıcısı olan Ahmet Cevdet Paşa’nın kızı ve tarih yapıcı/ yaşayıcılardan Faik Paşa’nın eşi Fatma Aliye’nin biyografik hayatında görünen hakikatlerde ‘şimdi’yi okuma çabası belki… Yazıcı ‘şimdi’den ‘uzak ülke’ye, ‘bugün’den ‘dün’e gidiyor olsa da, maksadı sadece ‘uzak ülke’yi, ‘dün’ü göstermek değil, ‘bugün’ün izlerini ‘dün’de aramak veya ‘dün’ün ‘bugün’de aldığı şekli göstermektir. Şu da denilebilir: Yazıcı, ‘yazar kadın’ kimliğinin köklerine giderek kendini konumlandırmak istiyor. Elbette ki metnin yazardaki yorumu vardır, bu tespitler sadece okuyucunun çıkarımlarıdır. Bilindiği gibi okuyucu metni okuyarak onu yeniden kurar ve yorumlar.

Romanda, Fatma Aliye’nin şahsında temel insanlık durumlarıyla karşılaştığımı söyleyebilirim. Sebep sonuç ilişkisiyle iç içe geçmiş üç dönemin (Abdülaziz, Abdülhamit ve Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşu) iklimiyle birlikte, ‘yazar kadın’ Fatma Aliye, ‘anne’ Fatma Aliye, ‘Doğu-Batı arasındaki’ Fatma Aliye ve kurulan yeni devlete sığmayan Osmanlı bakiyesi ailelerden biri olarak Fatma Aliye üzerinde düşündüm.

Romanda bu Fatma Aliyelerin izini sürmek isterim.

İslâm medeniyet perspektifinin ulema geleneğinin son temsilcilerinden Ahmet Cevdet Paşa’nın evinde tatlı bir heyecan vardır. Adviye hanım hamile olduğu çocuğunu doğurmaktadır. Önceki doğumuna ebelik yapmış ebenin yerine yeni bir ebe işe koyulmuştur. İlk kez ebe olarak geldiği evin sahiplerini öğrenmiş olmanın heyecanı içinde, doğan bebenin göbek bağını keserken, ‘Sesi de, talihi de güzel olsun’ diyecekken, ‘Aklı güzel olsun’ der. Hiç şüphesiz irrasyonel bir durumdan bahsediyoruz. Kendisine Fatma Aliye ismi verilmiş bebenin sesi ve talihi hikâyesinde saklıdır, ama çok açık ki, aklı açık biri olarak hayatta yerini alır. Hayatı harflerin, kelimelerin, dilin, kitapların sayfasında ve düşüncenin içinde geçer. Yaşıtları gibi oyunların içinde kaybolmaz, kitapların sayfalarında görünür bir hayatın kahramanı olur. Çocukların çok da yaklaşmadığı, kız çocuklarının özellikle uzağında dur(durul)duğu ‘kendince’ bir ‘oyun’a girişir. Harflerle oynar, kelimelerle bir dünya kurar, içine düştüğü ‘dil’ ile durduğu yerle yetinmez, başka yerlere uzanmak ister. Abdülaziz devridir. Evler, imparatorluğun büyüklüğüne yakışır edadadır; evler okulda değil, okul evdedir. Kendisine gelen hocalara sorduğu sorulardan edindiği cevaplarla yolunu açar. ‘Aliye sordukça soruyor, her sorduğu soruya kendini tatmin eden cevaplar aldıkça, bambaşka diyarlara yürüdüğünü zannediyordu.’ Annesi ve babası hayretler içindedir; harflere, kelimelere, dile böylesine giden Fatma Aliye kendilerini şaşırtmaktadır. O, kitapların sayfalarında başka yerlere kanatlanıyordu. Hem buradaydı hem değildi. Rüya gibi yani… Okumak, iradeyle rüya görmekti zaten. Okurken hem buradasınız, hem değilsiniz; okuduğunuz şey sizi başka yerlere götürmüştür çünkü. Kendisini uzaklara taşıyan okumalar onu yeni bir dille karşılaştırır. Fransızca ile… Gizlice ve kendi başına Fransızca öğrenmeye koyulur. Bunu sonradan öğrenen baba kızını şaşırtır, bu dile giden yolları açar. Bir dil sadece bir değil değildir, yeni bir dünyadır da… Fransızca ile başka bir dünya ile karşılaşır.

Bir süre sonra eve gelen hocalardan bir şeyler öğrenmekten vazgeçer. Hocalar artık konağa gelmeyecek, kendisi hocaların kitaplarına gidecektir. Ahmet Mithat Efendi’nin kitaplarıyla buluşur. ‘Hayata karışamayan Aliye, kitaplardaki hayata pek çabuk karışır.’ Okuduğu kitaplar, öğrendiği Fransızca ile karşılaştığı dünyalar, Ahmet Mithat Efendi’nin romanları kendisinde ‘romancı’ hassasiyeti geliştirir. İmparatorluk uzandığı yerlerden geriye doğru çekildikçe o ileriye doğru gelişir. İçine çok şey doluşur, yaşı büyür. On yedi yaşına vardığında babasının münasip gördüğü Abdülhamit’in Kolağası Faik Paşa ile evlenir. Babasına rağmen bir şey yapacak biri değildir o; baba Ahmet Cevdet Paşa Fatma Aliye için merkezi bir şeydir. O ki, romanlarında bile kahramanlarını babalarıyla karşı karşıya getirmez. Ahmet Mithat Efendi’nin bir talebesi olarak ‘ders’e yatkındır. Yazarak bir ‘vazife’ görmek istemektedir; ‘yazar kadın’ olarak… Gel gör ki, Faik Paşa da ‘buraların’ erkeği olarak, okuyan, düşünen ve yazan bir kadını ‘fazla’ görmektedir. Fatma Aliye ise evlilikten bunu beklememektedir. Saklı saklı yazmaya devam eder. Kâğıda değil, zihnine düşürerek… Fakat bir gün gelir Faik Paşa kararından vazgeçer, ‘yaz!’ der. Bu Fatma Aliye için büyük bir kazançtır. Hem evliliği sıkıntı olmaktan çıkmış, hem de yeniden diline kavuşmuştur. ‘Buralarda’ ilk kez bir kitabın kapağında ‘Bir Kadın’ imzası görünür. Fatma Aliye çevirdiği Fransızca kitabının kapağına kendi ismiyle değil, ‘Bir Kadın’ imzasıyla yer alır. Verilen tepki şudur: “Bir kadın ne bilsin Fransızca’yı, ne ilgisi var ‘yazı’yla…” Osmanlı erkeği böyle tepki vermişti. “Osmanlı erkekleri, Osmanlı kadınlarına nasıl bakıyor ki! Bakıyor mu?” Baksın veya bakmasın, Fatma Aliye kendinde yaşarken, hurufatla birçok yere gitmiştir. Artık o Osmanlı’nın ilk kadın muharriresidir.

Konağında, kitapların sayfasında geçen bir hayata yazılmıştı. Ama hayat yerinde durmuyor, imparatorluk çözülüyor, insanlar başka yerlere savruluyordu. Erkekleri ve kadınlarıyla Osmanlı, rengini kaybediyordu. Yazı yazmak ile hayatı tanzim etmek tercihleri arasında Fatma Aliye ‘yazı’yı seçiyordu. Madam Serandi, “Müslüman kadınlar yirmi yıl önce böyle değildi. Artık siz başka türlü yaşıyorsunuz. Oysa biz, yere düşer gibi geçerken yılların üstünden, siz göğe ulaşılacak basamak niyetine geçiyordunuz yılları. Ama görüyorum ki, şimdi siz de artık göklerden düşe düşe yaşıyorsunuz ve dahi yaşlanıyorsunuz.” demişti. Hayır, göklerden düşer gibi yaşamayacaklardı. Bunun için yazarak akacaktı hayatın içine. Teselli arayanlara kitaplarıyla teselli olacaktı. Çünkü sadece kendi çocuklarına anne olmakla ‘valide’ olunamıyordu, sadece yakınlarına yakın durarak Allah’a yakın olunamıyordu.

Küçülen imparatorlukla beraber evler de küçülmüştü. İlim, evlere sığamaz olmuştu. Çocuklar, erkekler ve kızlar okullarda başka dillere, başka dünyalara, dinlere, tasavvurlara yakalanıyordu. Bir garip ‘özgürlük’ esvapları dalgalandırarak ve değiştirerek yüzlere başka ‘bakış’lar takıştırıyordu. Osmanlı erkeğini ve kadınını savuran bu rüzgâr onları kendilerince olmayan bir toprakta buluşturuyordu. Özgürlük, aşk, evlilik yeniden tanımlanıyordu. Kızların evden kaçtığı bir dönemdi. Annesi ve babasına rağmen kızı Ayşe aşkının peşinden gitmişti. Ahmet Cevdet Paşanın torunu, ilk muharrire Fatma Aliye’nin kızı İsmet tanassur etmişti. Fatma Aliye kızını arıyor ve soruyordu: “Aşk bizi terbiye ediyordu. Ne oldu da, biz aşkı nefsimizi terbiye eden bir basamak olmaktan çıkarttık?” Muhaderat’ta, Enin’de durumun dayanılmazlığından ‘yazı’ya kaçıyordu. İmparatorluk topraklarından çekilmiş, kızlar evden kaçıp tanassur etmiş, Fatma Aliye de kendi kalbine çekilmişti. Dönem, ‘hürriyet’ten yararlanmak için ikbal peşinde Ankara’ya hücum vaktiydi. İnsanlar yüzünü Ankara’ya çevirip ona koşarken, Osmanlı bakiyesi Fatma Aliye, kendini ‘dün’e ve İstanbul’a hapsetmeye razı olmuştu. Şöyle düşünüyordu: “Yol belliydi. Maziyi yıkmadan istikbali hazırlamak… İnkar değil, ikmal. Padişahı yıkmak ile maziyi yıkmak arasındaki farkı keşke bilebilmiş olsalardı. ‘Geçmiş ile ilişkinin her zaman gelecek ile ilişki kurmak olduğunu’ keşke kabullenebilmiş olsalardı.”

Kızlar evden kaçıp tanassur ederek annelerini, yani tarihlerini inkâr ediyorlardı. Geçmiş ile kurulan mevcut ilişki de evden kaçan kızlar gibiydi. “Neden hurufatı oğullara ve kızlara benzetmişti!? Hurufat üzerinden dünyaya değip dokunulduğu için mi? Yazı yoluyla istif edilen düşünce, geriye kalan olduğu için mi? Hayırlı yazı, amel defterini açık bırakan. Hayırlı yazı!!!” Ama yeni dönemle birlikte hurufat da değişmiş, yeni bir alfabeye geçilmişti. “Bu hurufat başka düşüncelerin gemisiydi. Kendi düşüncelerini bu gemiye yüklemeye kalkınca düşünce küsüyordu.” Fatma Aliye evden kaçan kızıyla geçmişle kurulan ilişki arasında kendine çekiliyordu. Kendine çekiliyor, romanlarında anlattığı ve kışkırttığı kadının aldığı hal üzerinde kendi sorumluluklarını düşünüyordu. Yaşadığı bir hayal kırıklığıydı. Böyle bir kadın mı arzuluyordu, kitaplarında açtığı yoldan giden kızlar tanassur mu etmeliydi?

Çekildiği kuytuda, tanassur etmiş kızı İsmet’i arayan dedektifin parasını temin için babası Ahmet Cevdet Paşa’dan kalma malları satıyordu. Eşi Faik Paşa’nın, yani babasının ölümüne bile gelmeyen İsmet’ten yakıcı mektuplar alıyordu. ‘Dün’ün bakiyesi olan Fatma Aliye ‘bugün’e eklenemiyor, kendine tutunarak yaşıyordu. Kendisini anlamayacak gibi görünen genç adam soruyordu: “Yaşarken unutulmak çok elem veriyor olmalı.” Fatma Aliye’nin cevabı şu oluyordu: “Ben trenden indim. Aynı yerde ve aynı zamanda olanlar birbirlerini hatırlayabilir ya da unutabilir. Ben sizin zamanınızda değilim. Zalim ile mazlumun yan yana durduğu, iyi ile kötünün aralarında hiç fark yokmuş gibi idrak edilmeye çalışıldığı zamanlara ait değilim. Unutulmadım. Sizin dünyanıza hiç girmedim diyelim.”

Kurulmakta olan yeni dünyada kendisine yer olmadığını çabuk kavramıştı. İki tür insan çıkmıştı ortaya. Geçmişe bütünüyle sırt dönüp bugünkülere yarananlar, bugünküleri bütünüyle kötüleyip geçmişte asılı kalanlar… O ikisinden de değildi. Kendisini unutturmuştu. Yazıları okunmayan muharrire olmaktansa artık yazmayan ‘eski zaman muharriresi’ olmak daha iyiydi. Haksız değildi! Dün memleket olarak gittiği yerlere bugün pasaportla gidiliyordu. İstanbul’un eski aileleri Türkiye’ye sığamıyordu. Fatma Aliye, çoktan bir ‘uzak ülke’ olmuştu.

Fatma Karabıyık Barbarosoğlu bu romanıyla, ‘uzak ülke’ Fatma Aliye’ye gidip onu bize ‘yakın’ kılmış. Romanın ilk iki bölümü olan ‘okumak’ ve ‘yazmak’ bu ‘uzak ülke’den haber veriyor. ‘Kilitli kalmak’ isimli son bölüm ise ‘şimdi’den bahisler açıyor. Daha önce dendiği gibi, yazıcı, Fatma Aliye’yi yaşarken, yani bu romanı yazmaya koyulurken hayatına vuran Fatma Aliye’yi ‘kilitli kalmak’la tanımlıyor.

‘Uzak nasıl yakın kılınır?’ sorusunun cevabı, ‘yazıya yazılarak’ olsa gerek. Yazdığınız şeye dönüşmüşseniz, o şey ne kadar uzak olursa olsun, yakınınıza gelmiştir
« Son Düzenleme: Nisan 29, 2010, 05:15:56 ÖS Gönderen : SmBRN™ »
WeBCaNaVaRi Botu

Bu Site Mükemmel :)

*****

Çevrimİçi Çevrimİçi

Mesajlar: 222 194


View Profile
Re: Kitap Tahlili - Uzak Nasıl Yakın Kılınır / Nihat Dağlı
« Posted on: Mart 28, 2024, 11:04:33 ÖS »

 
      Üye Olunuz.!
Merhaba Ziyaretçi. Öncelikle Sitemize Hoş Geldiniz. Ben WeBCaNaVaRi Botu Olarak, Siteden Daha Fazla Yararlanmanız İçin Üye Olmanızı ŞİDDETLE Öneririm. Unutmayın ki; Üyelik Ücretsizdir. :)

Giriş Yap.  Kayıt Ol.
Anahtar Kelimeler: Kitap Tahlili - Uzak Nasıl Yakın Kılınır / Nihat Dağlı e-book, Kitap Tahlili - Uzak Nasıl Yakın Kılınır / Nihat Dağlı programı, Kitap Tahlili - Uzak Nasıl Yakın Kılınır / Nihat Dağlı oyunları, Kitap Tahlili - Uzak Nasıl Yakın Kılınır / Nihat Dağlı e-kitap, Kitap Tahlili - Uzak Nasıl Yakın Kılınır / Nihat Dağlı download, Kitap Tahlili - Uzak Nasıl Yakın Kılınır / Nihat Dağlı hikayeleri, Kitap Tahlili - Uzak Nasıl Yakın Kılınır / Nihat Dağlı resimleri, Kitap Tahlili - Uzak Nasıl Yakın Kılınır / Nihat Dağlı haberleri, Kitap Tahlili - Uzak Nasıl Yakın Kılınır / Nihat Dağlı yükle, Kitap Tahlili - Uzak Nasıl Yakın Kılınır / Nihat Dağlı videosu, Kitap Tahlili - Uzak Nasıl Yakın Kılınır / Nihat Dağlı şarkı sözleri, Kitap Tahlili - Uzak Nasıl Yakın Kılınır / Nihat Dağlı msn, Kitap Tahlili - Uzak Nasıl Yakın Kılınır / Nihat Dağlı hileleri, Kitap Tahlili - Uzak Nasıl Yakın Kılınır / Nihat Dağlı scripti, Kitap Tahlili - Uzak Nasıl Yakın Kılınır / Nihat Dağlı filmi, Kitap Tahlili - Uzak Nasıl Yakın Kılınır / Nihat Dağlı ödevleri, Kitap Tahlili - Uzak Nasıl Yakın Kılınır / Nihat Dağlı yemek tarifleri, Kitap Tahlili - Uzak Nasıl Yakın Kılınır / Nihat Dağlı driverları, Kitap Tahlili - Uzak Nasıl Yakın Kılınır / Nihat Dağlı smf, Kitap Tahlili - Uzak Nasıl Yakın Kılınır / Nihat Dağlı gsm
Sayfa 1
Yukarı Çık :)
Gitmek istediğiniz yer:  


Benzer Konular
Konu Başlığı Başlatan Yanıtlar Görüntü Son Mesaj
Incitmeyecek Kadar Uzak, Üşümeyecek Kadar Yakın..!!
Güncel Sorunlar & Hayat
Mavi_Kiyamet 3 2130 Son Mesaj Kasım 17, 2014, 11:14:34 ÖS
Gönderen : dishy
Arroyo Ve Ersin Dağlı Derbide Oynayacak Mı?
Beşiktaş
By.TuRuT 0 1060 Son Mesaj Mayıs 05, 2012, 07:41:56 ÖS
Gönderen : By.TuRuT
Kuzgunkara Ve Bir Romanın Savunusu - Turan Dağlı
Kitaplar Hakkında Bilgi ve Özetler
sanane_61 0 663 Son Mesaj Eylül 14, 2014, 05:42:38 ÖS
Gönderen : sanane_61
Iki Yakın Halk Iki Uzak Komşu - Hrant Dink
Kitaplar Hakkında Bilgi ve Özetler
sanane_61 0 649 Son Mesaj Aralık 12, 2014, 12:40:56 ÖÖ
Gönderen : sanane_61
Yakın Ve Uzak - Ayşe Ovalı
Kitaplar Hakkında Bilgi ve Özetler
buse_1396 0 517 Son Mesaj Şubat 24, 2016, 10:08:31 ÖS
Gönderen : buse_1396


Theme: WeBCaNaVaRi 2011 Copyright 2011 Simple Machines SiteMap | Arsiv | Wap | imode | Konular