0 Üye ve 1 Ziyaretçi Konuyu İncelemekte. Aşağı İn :)
Sayfa 1
Konu: Isyanlar  (Okunma Sayısı: 1147 Kere Okundu.)
« : Temmuz 07, 2009, 02:33:19 ÖS »
Avatar Yok

Asortik Hatun
*
Üye No : 3762
Nerden : İzmir
Cinsiyet : Bayan
Konu Sayısı : 13388
Mesaj Sayısı : 22 841
Karizma = 58066


Şeyh Bedrettin İsyanı
Çelebi Sultan Mehmed devrinin en önemli hâdiselerinden birisi, Şeyh Bedreddin Mahmud ve taraftarlarının çıkardıkları isyandır. Şeyh Bedreddin, gerek memleket içinde, gerekse Kahire, Sam, Haleb gibi İslâm âleminin en namlı kültür merkezlerinde uzun zaman dolaşıp; ciddi ve parlak bir tahsilden sonra Hüseyin b. Ahlatî isminde bir zata intisap ederek şeyhlik sıfatı almış olmasına rağmen, memleketin siyasî ve sosyal bünyesine vurmayı tasarladığı darbeyi vurabilecek yıkıcı bir zekaya sahipti. O, ilim ve irfan üstatlarının eğitim ve terbiye nizamlarını kırarak, yerleşmiş ve sağlam sistemleri ezip geçecek kadar sakat bir yol seçmişti. Bilgi bakımından zamanının ileri gelenlerindendi. Onun bu özelliği daha önce temas edildiği gibi hayatini kurtarmış ve kendisine sürgün yerinde bile maaş bağlanmasına sebep olmuştu. Gerçekten Şeyh Bedreddin Mahmud, hem zahirî, hem de batinî ilimlerdeki vukuf ve ihatasıyla mümtaz ve müstesna bir mevki işgal etmişti. İslâm hukukunda zamanının imamı durumunda idi. Bu hususta "Câmiu'l-Fusûleyn" adli eseri, onun değerini ortaya koyma bakımından yeterlidir. Bu eserinden önce fıkha dair "Letâifu'l-îsârât" isimli eserini yazmıştı. Şeyh Bedreddin'in, "Kitâbu't-Teshil" adi ile kaleme aldığı eseri, "Letâifu'l-îsârât"in serhidir. Şeyh Bedreddin bu eserini Edirne'de kadı asker iken yazmaya başlamış, 818 Cemaziyelâhir'in yirmi yedinci şali günü (3 Eylül 1415) İznik'te ikamet ederken bitirmişti. Bedreddin'in bu eserleri ulemaca muteber kabul edilmişlerdir. Şeyh Bedreddin'in tasavvuf sahasındaki görüşlerini ortaya koyan eseri, Vâridat adini taşımaktadır. Şeyh Bedreddin'in bunlardan başka eserleri de vardır.

Ülkeye tek basına hâkim olduğu günden beri Şeyh Bedreddin'in hareketlerini dikkatle takib eden Çelebi Sultan Mehmet, şeyhin başlattığı dinî, siyasî ve içtimaî mahiyetteki ayaklanmayı bastırmaya muvaffak oldu.

Şeyh Bedreddin, Misir dönüsü Halem, Konya ve Tire'de dolaşmaya başladı. Daha sonra Edirne'ye gidip ana ve babasına kavuştu. Burada, iki seneden daha fazla bir süre, Osmanlı tahtını kardeşleri ile paylaşarak saltanat sürmekte olan Musa Çelebi'nin takdirlerini kazanarak kadıaskerliğe tayin edildi. Fakat Çelebi Sultan Mehmet'in kardeşlerine galip gelmesi üzerine mevkiini kayb ederek İznik'e gönderildi. Göz hapsinde bulunmasına rağmen Şeyh Bedreddin burada rahat durmuyor, gizlice adamlarını yetiştiriyordu. Bu dönemde Bedreddin'e, hareketlerinin sorumluluğunu yüklenecek ve kendisine yol açacak bir âlet lazımdı. Bu gaye ile Bedreddin, İzmir körfezinin güney ucunda ve Sakız adasının karsısında Karaburun'da (Çeşme) (o zamanki adi ile Stylaryus daği) üzerinde doğmuş, aşağı tabakadan birini seçti. Bedreddin bu adamda, kendi görüşlerini açıklayabilecek enerji ve heyecanı bulduğundan onu kendine kethüda, vekil ve dinî temsilci olarak seçti. Börklüce Mustafa denilen bu hızlı fanatik, derhal kendini baba ve ruhanî reis ilân etti. Bundan dolayı da taraftarları ona Dede Sultan adini verdiler. Bedreddin'e Torlak Kemal denilen bir Yahudi de yardim etti. Bu Yahudi, o zamanlarda Bedreddin'in görüşlerini yaymaya çalışan dervişlerin basına geçti. Onun görüşlerinin temeli, eşitlik ve faka gibi insana cazip gelen sloganlara dayanıyordu. Buna göre kadınlar hariç olmak üzere her şeyde ortaklık vardı. Bu meczuplar söyle diyorlardı:

"Ben, senin evinde kendi evim gibi otururum. Sen de benim elbiselerimi giyer, silahlarımı, arabalarını kullanırsın. Sadece kadınlar müstesnadır."

Bu safhada Börklüce Mustafa, Aydın, Yahudi Torlak Kemal de Manisa taraflarında Rafızî Bâtinî bir Şia'nın tehlikeli hürriyeti ile faaliyetlerine başladılar. Bunlar, Şeriat çerçevesi içine alinmiş ahlâk değerlerini hiçe sayarak beser zaaflarına geniş müsaadeler tanımak, bir taraftan da ferdî mülkiyeti, din farkını ve evlilik müessesesi gibi kanunun teminatı altına alinmiş sosyal barajları da asıp cemiyete yeni bir nizam tanımak yoluna koyuldular.

Aydın ve Karaburun'da etrafına binlerce insan toplayan Börklüce Mustafa'nın muvaffakiyetleri, şeyhin İznik'te kalmasını tehlikeli bir duruma sokmuştu. Bunun için ailesini İznik'te bırakarak Sinop'taki İsfendiyar Beyi'nin yanına kaçtı. Gayesi, oradan Tatar iline geçmekti. İsfendiyar Bey, Çelebi Mehmed'den çekindiği için şeyhe müsaade etmedi. Bunun üzerine Şeyh Bedreddin, gizlice bir gemiye binerek Rumeli yakasına geçip Zagra'ya gider. Şeyhin, nüfuz dairesi burada gittikçe genişlemeye baslar. Şeyh, bir müddet sonra Zagra'dan Silistre'ye, oradan da Doğruca'ya geçer. Sonra da halkının çoğunluğu Şiî olan Deliorman'a yerleşir. Deliorman'dan her tarafa mektup ve adamlar göndererek büyük bir propaganda faaliyetine girişir. Asikpasazâde'nin ifadesine göre o söyle diyordu: "Bundan sonra padişahlık benimdir. Sancak isteyen gelsin, subaşçılık isteyen gelsin velhasıl her arzusu olan gelsin. Ben, halifeyim Mustafa (Börklüce) da benim hizmetkârımdır."

Bedreddin ile sırdaşlarının gizli amaçları, Avrupa ve Asya'da bir hükümet kurmak olduğundan Hıristiyanları ve özellikle Rumları elde etmek istiyorlardı. Bu gayelerine erişmek için de dervişlerin görüsüne göre Hıristiyanların, Allah'a ibadet ettiklerini inkâr edenlerin kâfir olduklarını ilân ve kendilerine katılmak için gelen Hıristiyanları gökten inen melekler gibi bereketli kabul ediyorlardı. Gerçekten de Börklüce, Dukas'in da dediği gibi gayr-i Müslimci bol olan Karaburun (Çeşme) havalisinde Türklerden ziyade Hıristiyan ve Yahudilere taviz vererek o suretle bu cemaatleri basına toplayabilmişti.

İslâm tarihindeki, Batinî Hasan Sabah hareketinin bir benzeri olarak karsımıza çıkan bu hadise, devletin temelini kökten sarsmaya yönelik bir hadise idi. Karaburun, Aydın ve Manisa çevresinde başlayan bu fesada hareketinden haberdar olan Çelebi Sultan Mehmed, gerekli tedbirleri almakta gecikmedi. Fakat başlangıçta bütün boyutları ile büyüklüğünün farkına varılamayan bu olay, Müslüman Türk kanına hayli pahalıya mal oldu.

Şiî karakterli olan bu isyanı bastırmak üzere harekete geçen Osmanlı hükümdarı, önce bölge beylerini bunların üzerine gönderecektir. Fakat bunların fazla bir varlık gösterememesi ve hatta maktul düşmeleri üzerine daha ciddi tedbirlerin alınması gerektiğine kanaat getirip Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal ile târaftarlarını ortadan kaldıracaktır.

Anadolu'nun bu bölgesinde büyük bir tehlike olarak ortaya çıkan bu isyanı bastırmak üzere harekete geçen yeni Aydın Beyi Süleyman (Aleksandr) Bey'in maglub ve maktul düşmesi üzerine, Manisa Sancak Beyi Kara Timurtaş Ali Bey, asilerin üzerine yürümüş ise de muvaffak olamamıştı. Bunun üzerine Amasya sancak beyi ve henüz on iki yasında bulunan Şehzade Murad ile lalası Bayezid Pasa, âsileri büyük bir bozguna uğratıp Yahudi Torlak Kemal ile Börklüce Mustafa'yı öldürmüşlerdi. Öbür taraftan etrafına pek çok Hıristiyan ve Yahudici toplayan Şeyh Bedreddin, üzerine gönderilen kuvvetlere mukavemet edemeyerek teslim olmuş ve Serez'de bulunan Çelebi Sultan Mehmet'in yanına götürülmüstü. Mehmed Çelebi'nin emri ile kurulan bir ulema divanında durumu tespit edilip toplum nizamini bozmakla suçlanan Şeyh Bedreddin Mahmud, gayet âdilane cereyan eden bu muhakemede, Türk İslâm birliğine karsı giriştiği bozguncu hareketin Zararını kabul etti. Devrin en seçkin âlimlerinden müteşekkil bir mahkemenin karsısında suçunu kabul eden Şeyh Bedreddin için, Saadeddin Teftazanî'nin talebelerinden olan Heratlı Mevlânâ Haydar Acemî'nin verdiği "Mali haram, kani helâl" fetvası üzerine 1420 yılında Serez pazarında idam edilmişti.

Dinî vecibelerin kalkması, kanunların bozulması, haramların helal kılınması, bazı kimseler için göz boyayan hös müsaadelerdi. Fakat bunların hepsinden cazip olanı şüphesiz ki memleketin muayyen bir zümre arasında taksim edildi.

Gerçekten, sayıları binleri bulan, müride ve dervişler üzerinde şeyhin nüfuzu o derece kuvvetli idi ki, bu adamlar, Allah birdir dedikten sonra peygamberliği sadece şeyhlerine lâyık görüyorlardı. Şeyhe ve halifelerine uyanlar arasında Türklerden çok Yahudi ve Hıristiyanlar görülüyordu ki, bu da onların bol huzur ve kolayca servet temini gibi vaatleri çok cazibe bulmalarından ileri geliyordu. Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal gibi propagandacılar, şeyhten aldıkları ilham ve hızla, kısa bir zamanda binlerce kişiyi ayaklandırmaya muvaffak olmuşlardı. Tarihî seyri ve neticesi ne olursa olsun, her kaynaşma ve ayaklanmada mühim olan birer figüran rolündeki yığınların çıkardığı gürültü değil, bu yığınların gizli veya aşikâr istek, izdi rap ve zaaflarını sezip bunları şahıs ve zümre menfaatleri adına kullanmasını bilen anarşi merkezlerinin gayesidir. Bu belirli ihtiraslar etrafında merkezlesen gayeler ise, sosyal şartların ve siyasî buhranların halk için sıkıntılar ortaya çıkardığı devirlerde meydana gelen hoşnudsuz ruh haletinden faydalanırlar. Nasıl ki, Babaî isyanları Selçuklu inkırazının ortaya çıkardığı sosyal bir çalkantının sonucu ise, Bedreddin Mahmud da sahne olarak ayni coğrafya parçasını seçip on yıldan fazla süren şehzadeler mücadelesinin doğurduğu siyasî ve içtimaî huzursuzluktan faydalanmasını bilmiştir.

Büyük bir mücadele ve gayret sonucu, iç yaraları sarıp memleket bünyesinin sağlığını iade eden Çelebi Sultan Mehmet'in bu vatana en büyük hediyesi, İkinci Sultan Murad gibi hükümdar namzedi bir şehzade yetiştirip bırakmasıdır.

Mustafa Çelebi İsyanı
--------------------------------------------------------------------------------

Yıldırım Bayezid'ın oğullarından biri olan ve saltanat iddiasında bulunduğu için tarihlerde Düzme Mustafa denilen Mustafa Çelebi, Şeyh Bedreddin'sen sonra devletin ikinci kez sarsılmasına sebep olmuştu. Onun, bu sarsıntıda oynadığı rol, Çelebi Sultan Mehmet'in vefatından sonra oğlu II. Murad'ı da meşgul edecektir.

Babası ile birlikte Ankara savasına katılan Mustafa Çelebi (öl. 1422), Hamideli ve Teke sancağı askerlerinin basında bulunuyordu. Ankara savasından sonra Musa Çelebi ile birlikte kayb olduğu söylenmiş, Yıldırım Bayezid'ın ricası üzerine arattırılarak bulunmuştu. Kaynakların verdiği bilgiye göre Timur onu Semerkand'a götürmüştü. Timur'un ölümü üzerine şehzade Mustafa da diğer hükümdarların oğulları gibi serbest bırakılmıştı. Yorucu ve zahmetli bir yolculuktan sonra Anadolu'ya gelebilen Şehzade Mustafa, Karamanoğlu Ali Bey'e ait Nigde'de bir müddet kaldıktan sonra kardeşi Musa Çelebi gibi İsfendiyar Bey'in yanına gider. Onun teşviki üzerine Eflâk Bey'i Mirçe ile bağlantı kurup o tarafa geçer. Fakat küçük yasta vefat ettiğine dair çıkarılan şayia ve Çelebi Sultan Mehmet'in siyasî teşebbüsü üzerine orada barınamayarak Bizans İmparatoru Manuel'e iltica edip ve ondan yardim ister. Kendi menfaatini göz önünde bulunduran İmparator, görünüşte Çelebi Mehmet'in dostu idi. Hatta ona bir evlam gözü ile baktığını bile söyleyerek ona bu yönde teminat vermişti. Fakat bütün bunlar, menfaat karşılığı idi. Gerçekten Manuel, Musa Çelebi'ye karsı, Çelebi Sultan Mehmet'e yardim etmişti. Çünkü o sıralarda Musa Çelebi İstanbul'u kuşatma altına almıştı.

Bu defa onun karsısına Yıldırım Bayezid'ın yasça kendisinden daha büyük olan (bazı kaynaklarda küçük) ve saltanat iddiasında bulunan Mustafa Çelebi'yi çıkarmıştı. Mustafa, Manuel'e Osmanlı ülkesinden daha çok menfaat temin edeceği garantisini veriyordu. Bu sebeple İmparator Manuel bu defa Mustafa'ma tarafını tutmaya başlamıştı. Ulahlardan ve iki defa isyan edip iki defa da af edilen Niğbolu Sancak beyi İzmiroğlu Cüneyt Bey'den yardim gören Mustafa Çelebi, Tesalya ve Selanik taraflarında faaliyete geçer. Burada faaliyette bulunmalarının sebebi de herhangi bir muvaffakiyetsizlik halinde derhal Selanik kalesine sığınabilmeleri içindi.

Çelebi Sultan Mehmed, Mustafa ve Cüneyt Bey'in giriştikleri hareketleri haber alır almaz derhal harekete geçer. Selanik mıntıkasında iki ordu karsı karsıya gelir. Yapılan muharebede Çelebi Sultan Mehmed galip geldiyse de Mustafa ve Cüneyt'i yakalayıp ortadan kaldıramaz. Çünkü mağluplar Selanik kalesine sığınmışlardı. Selanik valisi Dimitrios Laskaris Leondarios, bunlara izaz ve ikramlarda bulunarak onları teselli eder. Talihlerinin değişmiş olmalarından müteessir olmamalarını, cesaretlerini kayb etmemelerini ve Selanik'in Türklere teslimi tehlikesi olsa bile, kendilerini Mehmet'e teslim etmeyeceğini bu bakımdan müsterih olmaları gerektiğini söyler. Onlar da Dimitrios'un teselli veren bu sözlerinden cesaret alarak rahat bir nefes aldılar.

Selanik valisi Dimitrios'un, kaçakları, koruması altına alması üzerine Çelebi Sultan Mehmed, maiyeti erkanından birisini Selanik valisi Dimitrios Laskaris'e göndererek:

"Bizans imparatoru ile aramızda mevcut olan bozulmaz dostluk ve sevgiyi pekiyi bilirsin. Bu dostluğu bozmaya ve Bizanslılara büyük zararlar yapılmasına sebep olma. Bizimle Bizanslılar arasında nifak ve düşmanlık sokmaya çalışma. Bunun için avlamakta olduğum avı bana teslim et. Bunu yapmayacak olursan, dostluğu bırakarak düşmanlığı ele alacağım. Kısa bir zaman içinde şehri zapt edip halkını esir edeceğim, senin hayatına da son verip düşmanlarımı avucumun içine alacağım." dedi. Bu açık tehdide karşılık Selanik valisi Dimitnos Leondarios su yumuşak cevabi verir:

"Ey padişah, pekâla bilirsin ki, ben despot değil bir kulum. Yalnız Bizans İmparatorunun kulu değil, ayni zamanda senin de kulunum. Zira sen, onun evladı makamındasın. Tarafınızdan sadır olan bu emrin icrası ve neticeye erdirilmesi size ait bir keyfiyettir. Halbuki benim de vazifem cereyan eden hali imparatoruma haber vermektir. Sunu da biliniz ki, imparatorun himayesine sığınan ve bir atmacanın takip ettiği keklik gibi, hayatini kurtarmak isteyen zât, alelâde Türklerden biri değildir. Haber aldığıma göre o senin kardeşindir. Zaten alelâde biri olsa dahi yine imparatorun izni olmadıkça onu size veremezdim. Bu sebeplerden dolayı âbidene istirham ediyorum, biraz Saba ediniz. Ben, su dakikada cereyan eden vakıaları imparatora yazıyorum. Bu hususta emir vermek ona aittir. Ben ise verilecek emri ifa edeceğim." diyerek padişahtan özür diler.

Validen bu şekilde bir cevap alan Çelebi Sultan Mehmed, imparatora müracaat ile Mustafa Çelebi'nin kendisine teslim edilmesini ister. Bu istek karsısında Bizans İmparatoru Manuel, Çelebi Mehmet'e gönderdiği mektubunda:

"Sen benim evladım, ben de baban makamında olmayı kabul ederek ahd ettik. Eğer ettiğin yemini tutmak istemiyorsan haksiz olanı Allah'ın adaleti cezalandırır. Bana iltica edenleri teslim hakkındaki teklifini yapmak değil, dinlemek bile istemem. Bununla beraber, biz Hıristiyanların itikada ettiğimiz ekenim-i selaset (Hıristiyanlıktaki üçlü ilâh sistemi)'ye yemin ederim ki, hükümdarlığın devam ettikçe ve sen hayatta bulundukça mülteci Mustafa ile arkadaşı Cüneyt hapishaneden çıkmayacaklardır. Sen bu dünyadan göç ettikten sonra talihleri ne ise o olsun. Eğer isin böylece halline razı değilsen istediğin gibi hareket et." sözleri ile Mustafa ve Cüneyt'in teslim edilmesi teklifini red eder. Bu arada, Selanik valisinden de Mustafa ile Cüneyt'in kendisine gönderilmesini ister.

Mektuptaki ifadelerden anlaşıldığına göre İmparator, gerek Sultan Mehmed, gerekse ondan sonra gelecek olan Osmanlı hükümdarlarına karsı bunları, hem bir koz, hem de bir emniyet supabı olarak kullanmak arzusunu taşımaktadır. O, bu arzusunu açıkça dile getirmese bile "hükümdarlığın devam ettikçe..." demek suretiyle zımnen buna işaret etmektedir.

Sultan Mehmed, daha ileri gitmeyerek imparatorun teklifini kabul eder görünür. Selanik kuşatmasını da kaldırarak Edirne'ye döner. İmparator, İstanbul'a getirilen Mustafa ile Cüneyt'i ve maiyetlerindeki otuz üç kişiyi Limni adasına gönderir.

Bu mültecilerin masraflar için Osmanlı Devleti , her sene üç yüz bin akça vermeyi, buna karşılık imparator da Çelebi Mehmed hayatta kaldığı müddetçe Mustafa'yı serbest bırakmamayı ve Mehmet'in haleflerinin Bizans'a karsı takınacakları tavra göre hareket etmeyi taahhüde ediyorlardı.

Bu hadiselerden sonra Çelebi Mehmed, Mustafa Çelebi'ye yardim edip asker veren Eflâk topraklarına akınlar yaptırmak suretiyle intikamını almış oluyordu.

Çelebi Sultan Mehmed, 1420 yılında İstanbul yolu ile Anadolu'ya geçmek üzere gelir. Bu arada Bizans casusları, padişahin Anadolu'daki islerini bitirdikten sonra İstanbul'u almak üzere kuşatacağı haberini getirmişlerdi. Bu haber üzerine Bizans'ın bazı ileri gelenleri, padişah İstanbul yolu ile Anadolu'ya geçerken yolda yakalanıp tevkif edilmesini imparatora teklif ettiler. Fakat İmparator Manuel, bu teklifi kabul etmez. Bununla beraber bu haber yüzünden ihtiyatî bir tedbir olmak üzere Çelebi Sultan Mehmet'i karşılamak için çocuklarını da göndermez. Ama Bizans ileri gelenlerinden birçoğunu padişahi karşılamak ve hediyeler takdim etmek üzere gönderir. Elçiler, Çelebi Mehmet'i şehir dışında karşılayarak Boğaz kenarında Çifte Sütun (Beşiktaş) denilen yere kadar kendisine refakat ederler. Dolmabahçe ve Tophane sahillerine gelen padişahi, burada üç sıra kürekli kadırgada bulunan imparator bizzat kendisi karşıladı. Padişaha tahsis edilen gemi ile imparatorun gemisi yan yana olmak üzere Üsküdar'a geçtiler. Çelebi Sultan Mehmed, burada karaya çıkarak çadıra iner. Aksam olunca maiyeti ile birlikte İzmit tarafına hareket ederek Bursa'ya gelir.

Şehzâde Savcı İsyânı
Osmanlı tarihinde, ilk ciddi taht kavgası olarak gösterilen bu isyan hakkında Osmanlı ve Bizans tarihleri arasında farklı görüşler bulunmaktadır. Yeri, zamanı ve hatta Savcı Bey'in o zamanki yası hakkında değişik görüşler bulunmasına rağmen bu olay, ileride meydana gelecek olan ve "kardeş katli"ne sebep olacak olaylara öncülük etmesi bakımından önemli bir olay olarak kabul edilmesi gerekir. Sultan Murad'ın üç oğlundan biri olan Savcı Bey'in, babasına karsı ayaklanması, Osmanlıları olduğu kadar Bizans da ilgilendiriyordu. Çünkü bu isyanda Bizans İmparatoru Ioannes'in büyük oğlu Andronikos da bulunmaktaydı. Zira imparator, Selanik valiliğinde bulunan ikinci oğlu Manüel'i, saltanat ortağı yapmayı düşünmüştü. Böylece büyük oğlu Andronikos'un hakkini ondan daha küçük olan kardeşine verecekti. Bu, Andronikos'un kızmasına ve ondan intikam almasına sebep olmuştu. Bu sebeple her ne pahasına olursa olsun imparatorluğu ele geçirmeyi düşünüp fırsat kolluyordu. Bu fırsat, babasının kendisini vekil bırakarak Sultan Murad ile birlikte bazı asi beyleri cezalandırmak üzere Anadolu'da bulunduğu bir sırada ele geçmişti. Tam bu esnada Sultan Murad'ın, Edirne'de yerine vekil bıraktığı Şehzade Savcı ile birleşerek babalarının aleyhine bas kaldırdılar. Bu hadiseden haberdar olan Sultan Murad, derhal Rumeli'ne geçerek İstanbul yakınında asi kuvvetleri bozguna uğratır. Dimetoka'ya kaçan Savci'yi da yakalatarak gözlerine mil çektirir. Buna karşılık İmparator Ioannes, istemeyerek de olsa oğlunun gözlerini tamamen kör olmayacak şekilde kaynar sirke ile yaktırır. Hammer'in ifadesine göre Ioannes bunu Sultan Murad'ın başkişi üzerine yapmak zorunda kalmıştır.

Osmanlı tarihlerinde bu olay daha farklı bir şekilde verilmektedir. Buna göre yeni ülkeler feth etmek üzere Rumeli'ye geçen Sultan Murad, büyük oğlu Bayezid (Yıldırım)'i, güvenlik ve huzur kaynağı olmak, bakımlı ülkeleri korumak göreviyle Anadolu hududunda, Germi yan vilayetinde bırakıp Kütahya'da oturmasını uygun görmüştü. Ortanca oğlu Yakubi Çelebi'yi Karesi vilayetinde, küçük oğlu Savci Beyi de Bursa muhafızlığında bırakmıştı. Savci Bey, gençlik heyecanı ve atılganlığı ile basına buyruk olmak, dilediğini yapmak hevesine kapılmıştı. Onun bu toyluğunu, bazı kötü arkadaşları da desteklemişlerdi. O da bu düşüncelere kanarak babasına karsı bas kaldırmıştı. Böylece padişahlık sevdasına düşmüştü. Tahta oturduğunu ilan ederek kendisine bağlı olanlara hazineyi dağıttı. Bu tutumuyla bazı eşkıyayı yanına çekmiş ve ülkeyi istediği şekilde idare etmeye başlamıştı. Hatta adına hutbe okutarak çevresine karsı saldırılara başlamıştı. Bütün bunlar, padişahîn kulağına ulaşınca o da Edirne'den hareketle bu büyük fitneyi bastırmak ve bu fesada ateşini söndürmek üzere Bursa'ya doğru yürüdü. Olayın kansız bir şekilde ortadan kaldırılması için de söyle bir plan tasarlanmıştı. Savci Bey'in hareket ve tutumundan habersizmiş gibi davranılacak, Biga çevresinde büyük bir sürek avı tertiplenecek. Savci Bey de Bursa'dan çıkıp padişahî ve ordusunu burada karşılayacaktı. Böylece baba, bu yiğit oğlu ile Biga'da at koşturacak ve avlanacaktı. Çıkartılan bu ferman şehzadeye ulaşınca o, verilen emre itaat etmemiş, çevresinde ordu toplayıp savaş hazırlıklarına başlamıştı. Onun bu tutumu padişaha bildirilince hükümdar derhal Bursa üzerine yürümeye karar verdi. Savci Bey ise yandaşları ile birlikte padişahla savaşmak üzere Bursa'dan çıkıp Kite ovasında babasını karsılar. Sonuçta hükümdara bağlı olan askerlerin gayreti ile şehzadeye bağlı olan eşkıya grubu hezimete uğrayıp dağılıp kaçar. Şehzade de yakalanıp padişahîn huzuruna getirilir. Suçunu kabul edip özür dilemesi gerektiği ve bu sayede babasının kendisini af edeceği bildirildiği halde o böyle bir yola girmemiş, aksine sert ve gerçek dişi sözlerle babasına karsı gelmeyi sürdürmüştü. Bunun üzerine gözlerine mil çekilerek kör edilmişti.

Böylece Andronikos ve şehzade Savci Bey gailesini ortadan kaldıran Sultan Murad, bu sefer başka bir olayla meşgul olma zorunda kaldı. Bu da doğrudan doğruya Bizans ile ilgili bir hadise idi Bu olay, o dönemlerde Bizans'ın, Osmanlılar karsısındaki durumunu ortaya koyması bakımından da dikkat çekmektedir. Hammer bu olayı bize su ifadelerle nakl etmektedir: İmparatorun oğlu Manüel, vali bulunduğu Selanik'e yakin olan Serez'i Osmanlıların elinden alma tasavvurunda bulununca padişah, onun bu hainliğini, veziri Hayreddin Paşa'yı Selanik'i almakla görevlendirmek suretiyle karşılamıştır. Manüel de ölü veya diri ek geçirilecekti. Manüel, kendi kuvvetinin üç misli olan bu askere karsı koyamayacağını anlayınca şehri yüz üstü bırakıp deniz yolu ile Bizans'a dönmüştü. Fakat imparator, yeniden Murad'ın şüphesini çekmek ve hiddetine uğramak korkusuyla firari oğluna sığınma hakki tanıma cesaretini gösteremedi. Bunun üzerine Manüel Midilli'ye sığınmak istediyse de, adanın Ceneviz valisi de onu kabule cesaret edemedi. Sonunda Manüel, her şeyi göze alarak padişahîn affına ve büyüklüğüne bas vurdu. Ümidi de boşa çıkmadı. Sultan Murad, düşmanının kendisine güvenmesinden haz duyacak kadar yüksek bir ahlakî fazilete sahipti. Manüel'i karşıladı. Hareketinden dolayı yumuşak sözlerle onu ayıplamakla yetindi. Manüel de hatasını kabul ederek suçunun bağışlanmasını istedi. Padişah da onu bağışladı. Hatta daha da ileri giderek daha önce kendisini kabul etmeyen babasının yanına yolladı ve onu iyi karşılamasını istedi.

İste bu zamanlarda Osmanlıların güç ve kuvvetleri o derece yüksek ve Bizans'ın kuvveti o kadar gevsek idi ki; İmparator, kendi oğluna bile devlet merkezinin kapılarını müttefikinin izni olmadıkça açamıyordu.

Sultan Murad'ın en değerli ve teşkilatçı komutanlarından biri olan ve son zaferi olmak üzere Selanik'i Osmanlı ülkesine katmış bulunan Hayreddin Paşa'nın ölümü, bu sıradadır. Hayreddin Pasa, vefatı tarihi olan 10 Zilhicce 789 (22 Aralık 1387) da padişahîn yanında olmayıp Rumeli'deki ordunun basında idi.

Çandarli Halil Hayreddin Pasa, ordusu ile Yenice-i Varda'da bulunurken hastalandığı için Serez'e nakl edilmiş ve orada vefat etmiş ise de cesedi İznik'te defe edilmiştir. Türbesi İznik surlarının dışında Lefke kapısına yakin bir mezarlığın ortasındadır. Halil Hayreddin Pasa vefat edince geride Ali, İlyas ve İbrahim isimlerinde üç erkek evlat bırakmıştı. Müstakim zade, Osmanlıların üçüncü veziri olarak gösterdiği Halil Hayreddin Paşa'nın ilim ve fazlından bahseder. Onun, Celaleddin Kazvinî'nin belagat ilminden Telhisu'l-Miftah adli eserini serh eyledi yazar. Gerek Osmanlı, gerek yabancı tarihlerdeki kayıtlardan Hayreddin Paşa'nın çok değerli ve teşkilatçı bir devlet adamı ve muktedir bir komutan olduğu anlaşılıyor. Filhakika bu zat, idarî, askerî, malî ve siyasî sahalarda ve Osmanlı Devleti 'nin kurulmasında birinci derecede rol oynamıştır. İznik'te Yeşil Cami adındaki camisi ve yine orada eski ve yeni imaret denilen iki imareti, Gelibolu ve Serez'de de camileri vardır. Halil Hayreddin Paşa'nın vefatı üzerine padişahîn yanında bulunan büyük oğlu Ali Pasa vezir olur.

Devletin, dirayetli ve maharetli bir generali; akilli, zeki ve tedbirli bir veziri olan Hayreddin Pasa, kendisinden daha aşağı bir derecede bulunmayan ve hatta bazı yönleri ile kendisinden çok daha üstün olan bir padişahin veziri idi. Fetihlerin gerçekleşmesi ve devletin gelişmesinde el ele veren bu iki kişi, basarili bir grafik sergilemişlerdir.

Gerek Rum, gerekse Osmanlı tarihçileri arasında Hayreddin Pasa ile ilgili en fazla belge bırakanın, Halkondil olduğu söylenir. Bu tarihçi, bu şöhretli zatla ilgili vesikalar arasında, Sultan Murad ile Hayreddin Pasa arasında geçen su konuşmayı nakl eder:

Hayreddin Pasa bir gün Sultan Murad'a der ki:

? Efendimiz, ordularınla arzu edilen bir amaca erişebilmek için harp islerini nasıl idare etmek gerekir?

Padişah bu soruya söyle cevap verir:

? Elverişli fırsatlardan faydalanmak, ihsan ve merhametle askerin sevgisini kazanmak suretiyle.

? Ama fırsatlardan faydalanmak demekle neyi kast ediyorsunuz?

? Gayeye ulaşmak için her vasıtayı, değişik ihtimallere göre hesaplamak, ona göre ölçmek ve karsılaştırmak gerektiğini söylemek istiyorum.

Bunun üzerine Hayreddin gülmeye başlayarak söyle der:

? Büyük bir akillilik ile yaratılmışsın. Bunu görüyorum. Ancak yapılması veya yapılmaması gereken şeyleri önceden bilmediğin ve kendi kendine danışarak bir ciheti ren ve diğerini kabul etmeye gücün yetmediği durumlarda, bu vasıtaları nasıl hesaplayıp ölçeceksin?

? Bir şeye karar verildiği zaman onu hemen yerine getirmek gerekir. Maharetli bir komutan, danışmalarında gayet ihtiyatlı davranmalı; ama icrada yıldırım gibi sürsat göstermeli, ordusunun basında da örnek olacak derecede yiğitlik sahibi olduğunu isnat etmelidir.

İste vezir ile Sultan Murad arasında, bu konuşmaların çerçevesine uygun şekilde Bizans İmparatorluğu'nun fethine hazırlanma başladı.

Sultan Murad'ın, gerek siyasî, gerek idarî, gerekse medenî sahalardaki basarîsinin sırrını onun yaratılış, karakter ve anlayışına bağlayan bu ifadelere göre o, olaylar karsısında cesurane kararlar veren bir kimsedir. Hiç bir zaman ecz belirtisi gösterip kararsızlık sergilemeyen, aksine bütün ihtimalleri değerlendirip ona göre çareler düşünen bir kimsedir. Olayları değerlendirirken çok ihtiyatlı, karar verildiği andan itibaren yıldırım süratiyle onu uygulayan bir kimsedir. Bu yönü ile o, "XVI. ve XVII. Asırlarda Osmanlılar ve İspanya" adli eserin müellifi olan Leopold Won Ranke'nin, Osmanlı Devleti 'nin kudretini teşkil eden üç unsurdan biri olarak kabul ettiği "hükümdar şahsiyetleri" ifadesine hak kazanmış görünmektedir.

Küçük Mustafa Çelebi İsyanı

--------------------------------------------------------------------------------

Küçük Mustafa, Çelebi Sultan Mehmet'in oğlu olup babasının sağlığında henüz on üç yasında iken Hamideli sancak beyliğine tayin edilmişti. Küçük Mustafa, babasının ölümünü müteakip, Murad'ın Osmanlı tahtına geçmesi üzerine, öldürülmek korkusu yüzünden Karamanoğlu'nun yanına kaçmıştı. Sultan Murad, İstanbul muhasarası ile meşgulken Bizans İmparatoru'nun el altından teşvik ve uğraşılan sonucunda Anadolu'da saltanat iddiasına kalkışmıştı. İmparator, kuşatmadan kurtulmak için şehzadenin lalası Sarabdar İlyas'a mektuplar yazarak külliyetli miktarda altın göndermişti ki, bunlarla asker toplayabilsin. Is bu kadarla da bitmeyecek ve İmparator, Küçük Mustafa'yı İstanbul'a getirtecekti. İstanbul'a gelen Küçük Mustafa, Manuel ve onun çocukları ile görüşür. Bu görüşmede, muvaffak olduğu takdirde imparatora karsı yapacağı fedakârlık hakkında teminat verdikten sonra Rumların verdikleri kuvvetlerle Anadolu tarafına geçerek faaliyetlere baslar. Bu faaliyetleri esnasında, daha basından beri Osmanlılar'la çekişen Karamanoğlu'nun Turgutlu Türkmenleri ile Germiyanoğlu'nun kuvvetleri de kendisine iltihak eder. Şehzade Mustafa bu şekildeki bir iddia ile ortaya çıkmakla, babasının vasiyeti hilafına hareket etmiş oluyordu.

Mustafa, topladığı kuvvetlerle Bursa üzerine yürür. Fakat Bursa halkı, şehri ve kaleyi Mustafa'ya teslim etmek istemez. Bu sebeple kendisine, memleketin ileri gelenlerinden Ahi Yakub ile Ahi Hoşkadem'i elçi olarak gönderir. Bunlar, Mustafa'ya para ve hediyeler takdim etmek suretiyle onu Bursa'yı almaktan vazgeçirmeye çalışırlar. Elçiler, Şehzade Mustafa'nın kendisine vezir yaptığı ve bütün bu olaylara sebep olan Sarabdar İlyas ile de görüşürler. Heyet, Bursalıların Sultan Murad'a bey'at ettikleri için ona sadakatle bağlı kalacaklarını ve gerekirse şehri müdafaa edeceklerini söyler. Ayrıca, bir Osmanlı şehrinin Karamanoğlu'nun kuvvetleri ile vurulmasının da doğru olmayacağını anlatır. Sarabdar İlyas, heyetin bu teklifini kabul edince, Mustafa'nın ordusu oradan ayrılıp İznik tarafına doğru harekete geçer.

Şehzade Mustafa, İznik kalesini kırk gün kadar kuşatma altında tutar. Firez Bey'in oğlu olan kale muhafızı Ali Bey, gelişmelerden Sultan Murad'ı haberdar eder. Padişah, kaleyi sulh yolu ile teslim etmesini bildirerek Mustafa orada meşgulken kendisinin yetişeceğini yazar. Ayrıca, küçük şehzadeyi alet edip kullanan Sarabdar İlyas'ı da ondan ayırmaya çalışır. Bunun gerçekleşmesi için Sarabdar İlyas'a adamlar göndererek kendisini Anadolu beylerbeyliğine tayin edeceğini bildirir. Sarabdar'a gelen adam, Beylerbeyilik beratını da yanında getirmişti. Bu makama karşılık Sultan Murad, Sarabdar İlyas'tan çok önemli bir hizmet bekliyordu. O da kendisi gelinceye kadar Şehzade Mustafa'nın kaçmasına engel olup onu oyalaması idi.

Sarabdar İlyas, tıynetini bir defa daha ortaya koymuştu. Vaktiyle Çelebi Mehmet'in taraftarı iken Süleyman'ın vaade ettiği menfaat karşılığında derhal Çelebi Mehmet'i bırakarak karsı tarafa geçmişti. Bu defa da saf değiştirmekte bir sakınca görmemişti. Anadolu beylerbeyliğine konduğunu öğrenince kendisinden istenen şeyleri büyük bir ustalıkla basardı.

Ali Bey, Sultan Murad'san aldığı talimat üzerine muhasaranın kırk gün uzamasından dolayı halka ve şehre hiç bir zarar gelmeyeceğine dair yeminli söz aldıktan sonra teslim olur. Sarabdar İlyas da aldığı Beylerbeyilik müjdesi üzerine şehirden ayrılmaz. Çandarlızâde İbrahim Paşa'nın sarayına yerleşen Küçük Mustafa, tımar ve memuriyetler vermek suretiyle hükümdarlığını ilan etmiş oluyordu. Böylece Osmanlı mülkünde, yeniden ikinci bir hükümdar tehlikesi belirmişti. Âsikpasazâde bu hükümdarlığı su ifadelerle nakleder:

"İznik'te, İbrahim Paşa'nın sarayına kondular. Etraftan gelip tımar isteyene tımar dahi verdiler. Hüküm ve hükümet ettiler."

Sultan Murad, bütün gücü ile İstanbul'u kuşatıp feth etmek üzere iken, kardeşi Küçük Mustafa'nın faaliyetleri üzerine, bazı tedbirler alarak kuşatmayı kaldırmak zorunda kalır. Çünkü kardeşinin hareketleri, memleketi ikiye bölmeye yönelikti. Bu ise daha tehlikeli bir durum arz ediyordu. Onun için derhal Gelibolu yolu ile Anadolu'ya geçip İznik üzerine yürür. Sultan Murad'ın bu yolculuğu devam ederken Şehzade Mustafa'nın, İznik'te kalmasını tehlikeli bulan Germiyan ve Turgutlu kuvvetlerinin komutanları, onu buradan uzaklaştırmaya çalışırlar. Onu tehlikeden korumak için Karaman, Germiyan veya İstanbul'a götürmek istedilerse de daha önce Sultan Murad'san Beylerbeyilik beratını almış olan Sarabdar İlyas, çeşitli bahaneler ileri sürerek buna mani olur.

Sultan Murad'ın ordusu, yola çıkısının dokuzuncu günü gece geç saatlerde İznik'e gelir. Henüz uyku mahmurluğunu atamamış ve Mustafa'ya bağlı olan askerlerin şaşkın bakışları arasında, sabahın erken saatlerinde açılan kapılardan İznik'e girilir. O anda hamamda bulunan Küçük Mustafa, Mihaloglu tarafından yakalanmak üzere iken Mustafa'nın beylerbeyi olan Taceddinoğlu Mahmud Bey, efendisine bir at bulup onu kaçırmak ister. Fakat bunda muvaffak olamaz. Ama Mihaloglu'nu durdurup onunla vuruşmaya baslar. Taceddinoğlu ile Mihaloglu arasında başlayan bu vuruşma sonunda, her şeyi idaresi altında bulunduran ulu hâkimin (Allah) ecel hükmü, Mihaloglu'nun şahadet beratını kanla yazıp hakkini teslim eyleyecektir. Nitekim attan düşürülen Mihaloglu ölümcül bir yara alır. Bundan bir kaç gün sonra da vefat eder. Mihaloglu'nu atından düşürüp ölümüne sebep olan Taceddinoğlu Mahmud Bey, daha sonra saklandığı yerde yakalanıp Mihaloglu'nun adamlarına teslim edilecek ve onlar tarafından öldürülecektir.

Sultan Murad'ın, İznik'i kuşattığı ve Taceddinoğlu ile Mihaloglu'nun vuruştuğu sırada fırsat kollayan Sarabdar İlyas, Mustafa Çelebi'yi yakalayıp Murad'ın, şehrin önünde bulunan Mirahor başısına teslim eder. Âsikpasazâde bu olayı da söyle verir:

"Bunlar bunda cenkte iken Sarabdar İlyas, Mustafa'yı tuttu kucağına aldı. At üzerinde Mustafa "Hey lala, beni niçin tutarsın?" Hain İlyas "Kardeşine ilemeyin" der. Mustafa "Beni kardeşime iletme kim kardeşim bana kıyar." der. Sarabdar İlyas sakin oldu. Aldı gitti Hüdavendigâr'a karsı iletti." Mustafa, padişahîn emri ile İznik dışında bir incir ağacının dibinde boğdurularak cesedi Bursa'ya gönderildi. Şehzade Mustafa, Bursa'da babasının türbesine defn edildi.

Görüldüğü gibi Küçük Şehzade Mustafa Çelebi hadisesi, amcasınınkinden daha kısa ve daha kolay bir şekilde halledilmiş oldu. İkinci Murad, İstanbul muhasarasını kaldırmakla, kardeşinin fazla taraftar toplamadan hakkından gelip kendisine bırakılmış olan Osmanlı tahtını emniyete almak istiyordu. Onun, vakit kayb etmeden isyanı ortadan kaldırmaya teşebbüs etmesi, memleketin ikiye bölünmesini ve beyhude yere kardeşkanının akıtılmasını önlemiş oldu. Böylece, Bizans'ın bu son oyunu da başarısızlıkla son bulmuş, ama olan aldatılmış bulunan zavallı Küçük Şehzade Mustafa'ya olmuştu. Bizans'tan menfaat temin eden ve küçük şehzadenin öldürülmesine sebep olan Sarabdar İlyas ise yaptıkları için:

"Sureta ben günahkâr oldum. İlla bu ikisi vilayette olsa zarar-i âmmdir. Ve biri dahi bu kim, ben efendim oğluna yaramaz is etmedim. Bu dünyanın murdarına bulaşmadan sehid ettirdim. Ve hem cemi-i âlem rahat oldu. Ve hem bizden önden gelenler bu kanunu koymuşlar" diyerek yaptığı fenalığı tevile çalışmıştır.

Sultan Murad, Şehzade Küçük Mustafa'nın gailesini bertaraf etmekle bürükte benzer bir tehlikenin daha mevcuda olduğunun farkında idi. Bir daha kardeş kanının akıtılmaması ve ülkenin, Bizans gibi entrikacı bir devlet ile, varlığını Osmanlılar'ın zayıflamasına bağlayan Karaman gibi bir beyliğin oyuncağı haline gelmemesi için henüz ortaya çıkmadan bu tehlike ve fitnenin ortadan kaldırılması gerekiyordu. Bunun için Sultan Murad, tarihi henüz kesin olmayan bir zamanda, Tokat kalesinde tuttuğu Mahmud ve Yusuf adlarındaki iki kardeşinin gözlerine mil çektirip onları kör ettikten sonra anneleriyle birlikte Bursa'ya getirir. İdareleri için de kendilerine yüksek seviyeden maaş bağlatır.

Şah Kulu İsyanı

--------------------------------------------------------------------------------

Sultan İkinci Bâyezid döneminin önemli ve devleti sarsan olaylarından biri de Teke Sancağı'nda patlak verip Kütahya'ya kadar yayılan Sah- Kulu vakasıdır. Bu olay, siyasî oldugu kadar, iç inzibat ve asayişi ilgilendiren tipik bir eşkıyalık hareketidir. Semiha Ayverdi, bu ve benzer şekavet (eşkıyalık) örneklerini değerlendirdiği ifadesinde güzel ve yerinde noktalara parmak basarak söyle der:

"Selçuklular devrinin Babaî isyanı, Çelebi Mehmed devrinin Şeyh Bedreddin isyanı, nihayet Sah Kulu vak'asi, hatta daha ilerde patlayacak olan Celalî hareketleri, Şia menseli muayyen bir mikrobun, huruç için içtimaî aksaklıklardan faydalanma zemini bulması kadar, diğer bir yüzüyle de âdi şekavet hareketi olarak görülebilir.

Babaî isyanları, Selçukluların içtimaî buhran ve siyasî tazyikler ortasında kalan halkın, bir ölüm kalım kaygısına düştüğü devirlere rastlamış, Şeyh Bedreddin'in hurucu da yine mes'um Timur macerasının, devlet ve cemiyet mekanizmasını alt üst ettiği devrin mahsûlü olmuştu.

Dikkat edilecek olursa, bu bas kaldırma vak'aları, Sünnîler arasında değil, daima Şiî - Bâtinî topluluklar içinde inkişaf zemini bulmuştur. Bu Şia menseli ve görünüşte bir mezhep ve akide mücadelesi damgasını taşıyan hurûçların asil gayesi, komsu İran'dan gelen siyasî tertiplerle, toplulukların arasına ayırıcı ve yıkıcı bozgunlar sokmaktı. Dikkat edilecek olursa bir Mehdîlik motifi etrafında hareketlenen bu isyanlar, derhal renk değiştirerek, bir iktidar davasına çevrilmiş, tenkil kuvvetlerine galebe çalan bu sakilerden bir kısminin, namlarına hutbe okuttukları, dirlik ve mesnede dağıttıkları dahi görülmüştür."

Anadolu'da meydana gelen düzensizlik, Sah İsmail taraftarlarının serbestçe teşkilât kurmalarına ve propaganda yapmalarına imkân vermişti. Sah - Kulu ( Osmanlı tabiri ile Şeytan-Kulu), adi ile anılan Kızılbaş Şeyhi, Hasan Halife'nin oğludur. Babası desturunu, Sah İsmail'in babası Şeyh Haydar'dan almıştı. Uzun yıllar hizmetinde bulunmuş, daha sonra Antalya civarında Yalınlu köy yakınında bir mağaraya yerleşerek gizli ve sırlarla dolu bir hayat yasamaya başlamıştı.

"Hasan Halife ölünce, onun postuna oğlu Sah - Kulu geçti. Toroslara bölgesi, öteden beri Iran ve Horasan'dan gelen göçmenlerin yasadığı belli baslı yerlerdendi. Bu göçmenler, yasayışlarına uygun tarikatlara mensuptular. Aralarında Alevî, Tahtacı ve Kızılbaşlar çoktu. Hasan Halife ve oğlu Sah - Kulu, bunları kısa zamanda safları arasına aldılar. Hükümetten memnun olmayan köylüler, aşiretler ve çiftlikleri ellerinden alınan tımar erleri ile sipahiler, Sah - Kulu ve babasından destur alarak Kızılbaşlığın en sadik bendesi oldular. Bilhassa Şehzâde Korkut'un Mısır'a gidisinden faydalanan Sah - Kulu, faaliyetlerini artırdı.

Taraftarları, Sah - Kulu'nun, Allah, Peygamber ve Mehdi oldugunu iddia ediyorlar, memleketin, düştüğü felaketten ancak onun sayesinde kurtulacağını ileri sürüyorlardı. Sah - Kulu, zaman zaman Kapulu Kaya'da Döşeme Derbendi'nde toplantı ve âyinler yapıyor, Anadolu'yu İran'la birleştirmek için bütün gayretini sarf ediyordu. Garip hayati ve labirente benzeyen meskeni, onu, halk arasında tanrılaştırmış idi. Sah - Kulu isyanı, sanıldığı kadar basit ve gelişigüzel tertiplenmiş bir hareket değildir. Sah - Kulu, isyanından önce ve sonra, devlet dâhilindeki bütün taraftarlarına mektuplar yazmış ve casuslar göndermişti. Bu mektuplarda, hazırlanmalarını emretmişti. Bu suretle Sah - Kulu hareketi planlı tertiplenmiş, Anadolu'yu Kızılbaş yapmak için esaslı surette hazırlanmıştır.

Şiî - Bâtinî karakterli bir hareket olan Sah İsmail'in faaliyetleri, Osmanlı Devleti için büyük bir tehlikeye işaret ediyordu. Devletin varlığına kast eden Sah İsmail'in faaliyetleri, daha önceki iki faaliyetle benzer özellikleri taşımasından dolayı Uzunçarşılı tarafindan su ifadelerle değerlendirilir: " Osmanlı Devleti 'nin Anadolu'da genişlemesi, kendisini muhtelif tarihlerde üç büyük tehlike ile karsılaştırmıştı: l.Timur, 2. Uzun Hasan ve 3. Sah İsmail. Belli bir mezhebin inanç sistemi (akidesi) üzerine kurulan Safevî Devleti'nin kurucusu Sah İsmail tehlikesi, sinsi bir sekilde ülkeye sokularak gelmekte idi. Gerçekten Sah İsmail, Iran, Azerbaycan ve Irak'ı aldıktan sonra bir hayli cüretlenmiş görünmektedir. Bu dönemde Osmanlı ülkesinde ona bağlı epey taraftarı vardı. Sah İsmail, meydana getirdiği askerlerine kırmızı çuhadan taçlar giydirdiğinden dolayı taraftarlarına "Surhser" yani "Kızılbaş" denilmiş ve bu isim genellik kazanmıştır. Sah İsmail, Anadolu'daki Alevîleri iyiden iyiye kendine bağlamak için buraya (Anadolu'ya) kendi adamlarını gönderip propaganda yaptırıyor ve el altından Osmanlılar aleyhine geniş bir isyan hazırlıyordu. Bu gizli faaliyet, Anadolu'da Osmanlı idaresindeki Kızılbaşları, alttan alta ayaklanmaya hazırlıyordu. Bunun için Anadolu'ya, halife ismi verilen bir takim alevîler gönderiliyordu. Bâyezid'in, Arnavutluk Seferi'nden dönüsü esnasında Işık adında bir Kızılbaşın, kendisine suikast yapmak üzere iken öldürülmesi, Sah İsmail taraftarlığı faaliyetinin ne kadar genişlediğini gösterir. Bâyezid, bunların Anadolu'daki faaliyetlerine son vermek için, İran'a gitmelerine müsaade etmediği gibi yakaladıklarını da Rumeli'ye sürmüştü. Sah İsmail'in, ülkedeki tahriklerini ve takip ettiği siyaset ile maksadını iyi anlayan Trabzon Valisi Şehzâde Selim, ona ilk silleyi vurmuştu. Anadolu'dan, kendisi ile görüşmek için gelen ziyaretçilerin men edilmesi, Sah İsmail'i hem taraftarları ile görüşmekten, hem de "nezir" denilen önemli bir gelir kaynağından mahrum etmişti. Sah İsmail, bu yasağın kaldırılması için Osmanlı hükümdarı nezdinde teşebbüste bulunduysa da bu arzusu kabul edilmedi.

Hem yerli hem de yabancı kaynaklara dayanarak Tekeoğulları ve Sah-Kulu baba Tekeli İsyanı haklarında makaleler yazan Şehabeddin Tekindağ, bu konuda daha detaylı bilgi vermektedir. Onun, bu makalelerinde Osmanlı Devleti 'ne karsı olan isyanı açıklayan ve ortaya koyan bölümlerini kısaca vermek istiyoruz. Böylece, Sultan Bâyezid döneminin, görünüşte dinî karakterli olan bu isyanı hakkında bilgi sahibi olmaya çalışacağız.

"Sah İsmail'in, Akkoyunlular bertaraf edip Safevî Devleti'nin temellerini atmasından sonra, daha önce oldugu gibi bu sefer de On iki İmam'a mütemayil taraftarlar, kısım kısım İran'a göç etmekle yeni kurulan Şiî Devletin kudretini artırmaya başlamışlardı. Bilhassa on iki dilimli kızıl taç veya külah (= Tâç-i Haydarî ) in kabulünden sonra Kırşehir, Tokat, Amasya, Yozgat ve Çorum çevresinde Safevî (Şiî)lebe taraftar olanlar, Hataî mahlasıyla şiirler yazan Sah İsmail'e büyük bir bağlılık göstererek onu bir kurtarıcı olarak kabul etmişlerdir. Nitekim Eğriboz'lu Yeminî gibi sairler, Safevîleri müdafaa ettikleri gibi, Sah İsmail, sonra da Sah Tahmasb ile sıkı münasebetleri bilinen Hoy'lu Pir Sultan Abdal, Osmanlı Türklerine karsı mezhebinin zaferini ve şahinin galebesini temenni eden nefesler kaleme almıştır. Bu nefeslerde Sünnîlere karsı büyük bir kin göze çarpmaktadır:

Lânet olsun sana Ey Yezide Pelid

Kızılbaş mı dersin söyle bakalım

Biz ol asıklarız ezel gününden

Rafızî mi dersin söyle bakalım.

Ey Yezide, geçersen Şahin eline

Zülfikar'ın çalar senin beline

Edeple girdik biz kırklar yoluna

Kızılbaş mı dersin söyle bakalım.

Yuf etti erenler e münkir size

İftira ettiniz sizler de bize

Muhammed sizleri taş ile eze

Rafızî mi dersin söyle bakalım

Pir Sultan'ım eder lânet Yezid'e

Müfteri yalancı Yezidler sizi

İste Er meydani çık meydan yüze

Rafızî mi dersin söyle bakalım.

Sah İsmail'e gösterilen bu bağlılık, Osmanlı Devleti tarafindan daima dikkatle takip edilmiş ve İran'dan gelen Kızılbaşlar ile onlara yardim eden Anadolu'daki taraftarları cezalandırılmıştır.

Bu arada Sah İsmail, bazı diplomatik teşebbüslerle taraftarlarının takipten kurtulup rahatça İran'a gelmelerini sağlamak istemiş ve bu maksatla I. Bâyezid'e müracaat etmişti. İste bu Teke -eli (sonradan: Tekeli) sipahîleri, l500 de, Bâyezid II. devrinde Sah İsmail'in müritleri olarak Erdebil'i ziyarete gitmişlerdir ki, bunların gidip dönmediklerini, bu yüzden sipahî sınıfının günden güne azalmakta oldugunu gören Bâyezid, bir tedbir olmak üzere İran'a gideceklere geri dönmek sertiyle izin verilebileceğini açıklamış ve bundan sonra Sufi (Sah İsmail) nâmına kimsenin hududdan geçirilmemesi için şiddetli emirler vermiştir.

Yine bu Tekeli sipahîleri, l5l0'da bazı fena niyetli kimseler yüzünden tımarlarının (dirlik) ellerinden alınıp, layık olmayanlara devredilmesi sebebiyle eski imtiyazlarını kaybetmeleri yüzünden, devlete isyan ile Sah İsmail'e meal etmişlerdir. Bu yüzden, Sah İsmail'in halifesi Karabıyık oğlu Sah -Kulu Baba Tekeli (Osmanlı tarihlerinde Şeytan-Kulu) ile birleşmişler ve çıkan isyanın büyük bir süratle genişleyip bütün Anadolu'yu tehdide etmesinde de mühim bir rol oynamışlardır. Sah - Kulu Baba Tekeli, II. Bâyezid'in yaslılığı, yumuşaklığı ve şehzâdeler arasındaki anlaşmazlıkları fırsat bilerek artik harekete geçme zamaninin geldiğine karar verir. Bu sebeple o, devletin her tarafına dağılmış olan taraftarlarını çoğaltmak için babasının ölümünden sonra memleketin hâli (bos ) olup fırsatın kendisinde oldugunu ileri sürerek bilhassa maiyetindeki sipahilerden Çakır-oğlanları, kızıl-oğlu, Göle-oğlu, Dede-Alisi ve Hızır, Kapulu-Kaya'daki Döşeme Derbendi'nde devlet aleyhine gizli toplantılar tertip etmiş ve müritlerinden Safer'i Siroz'a, İmam oğlu'nu Selanik'e, Taceddin'i Zagra yenicesi'ne ve Pir Ahmed'i Filibe'ye göndermek suretiyle geniş bir propaganda faaliyetine girişir. Bu arada, Sah-Kulu'nun Döşeme Derbendi'nde yaptığı ayinleri ve giriştiği propaganda faaliyetlerini dikkatle takip eden Antalya Kadısı, şehrin Subaşısı'nı göndererek, bu toplantıları bastırdı ise de Sah Kulu kaçıp kurtulmayı başarır. Onun bu kurtuluşu, müritleri tarafindan başka bir propaganda vasıtası yapılarak bir mânada ilahlaştırılmasına sebep olmuştur. Nitekim Antalya Kadısı'nın Şehzâde Korkut'a gönderdiği 9l6 Zilhicce (l5l0 Nisan) tarihli belgeden, müritlerinin onun hakkında: "Allah budur, Peygamber budur, sûr-i hesaba bunun önünde olsa gerektir, buna itaat etmeyen imansız gider"de dikleri anlaşılmaktadır. Anadolu'nun maruz kaldığı en büyük tehlike, şehzâdelerin birbirleri ile uğraşmaya başladıkları bir sırada, Antalya'dan Manisa'ya gitmekte olan Şehzâde Korkul Çelebi'nin adamlarına saldırıp, Antalya'dan üzerine gönderilen kuvvetleri de maglub eden Sah - Kulu Baba Tekeli, Teke-eli'nin şehir, kasaba, karye (köy), dağ, yayla ve obalarında bulunan Şiî ve Alevîliğe mütemayil bütün Türkmenleri etrafına toplamış, tımarları ellerinden alinmiş kızgın sipahîlerin de yardımları ile Teke-eli'nin kendine tabi olmayan bütün köy ve kentlerini yağma edip halkını da öldürtmüştür. Kaynak ve vesikalardan anlaşıldığına göre, Istanız (Korkuteli) kasabasını tahribe edip, Elmalı'nın mescide ve zâviyelerini yıkan Sah - Kulu Baba Tekeli, eline geçirdiği Kurban'ları da ateşe atıp mahvetmiştir. Bundan sonra Gölhisar'ı alarak her tarafı yakıp yıkmağa eline geçen canlıları ise insan ve hayvan ayırmaksızın, acımadan öldürtmeye başlamıştır. Onun bu vahşice hareketleri, Şehzâde Osman'ın Divân'a gönderdiği arîza (rapor)da oldugu gibi, Şehzâde Korkul Çelebi tarafindan daha sonra İstanbul'a sevk edilen Sufi'nin ikrarlarından da bütün çıplaklığı ile ortaya çıkmıştır. (TSMA.Nr.5053). Bundan sonra Baba İshak-i Horasanî gibi, kendisinin Mehdî oldugunu iddia edip Burdur'a kadar gelen Sah - Kulu Baba Tekeli'nin etrafına 20.000 kişi toplanmıştır ki, bunların ekserisini, çoluk-çocuk, mal ve hayvanları ile gelen Tekeli Türkmenleri teşkil ediyordu. Yine vesikalardan anlaşıldığına göre, Teke - eli'nde Sah adına bir Türkmen devleti kurmak isteyen Sah - Kulu Baba Tekeli, bundan sonra Keçiborlu, Sandıklı, Kıçısıçanlu, Ulusıçanlu'yu geçip Altuntaş'ı yaktıktan sonra "dağdan boşanmış hanazir-i tir horde gibi deprenüb" Kütahya önüne geldi. Tekeli sipahîlerin teşvikleri ile Kütahya kalesini muhasara ve zapt etmiş, Anadolu Beylerbeyi olan Karagöz Paşa'yı kazığa vurdurmakla yetinmemiş, demire sarılan etlerini de ocakta pişirmiştir. Bundan sonra Kütahya Hisarını zapt eden Sah-Kulu'nun askerleri, şehri ateşe verirler. Adamları ile müşavereden sonra Alaşehir Ovası'nda Şehzâde Korkut tarafindan üzerine gönderilen Hasan Ağa ile maiyetini maglub eden Sah -Kulu'nun bu basarisi, bütün Anadolu'ya dehşet saçmaya yetmişti. Onun, Bursa'ya doğru harekete geçmesi üzerine, Sadrazam Hadim Ali Pasa, Rumeli'den Anadolu'ya geçer. Bunun üzerine Sah - Kulu, Teke-eli'ni Karaman'a bağlayan Kızılkaya Boğazı'na çekilmek zorunda kalır. Bunun üzerine Sadrazam ile Amasya valisi Şehzâde Ahmed, Kızılkaya Boğazı'nı 38 gün muhasara ettilerse de Sah - Kulu Baba Tekeli, önce İncirli Derbendi'nden, sonra da Döşeme Derbendi'nden kayalar arasından kendine bir yol açarak Beyşehir önlerine gelmeye muvaffak olur. Daha sonra Kayseri yolu üzerinden Sivas yakınındaki Gedik Hani mevkiine gelen Sah - Kulu Baba Tekeli üzerine az bir kuvvetle yürüyen Hadim Ali Pasa, Tekeli Türkmenlerinin şiddetli mukavemeti ile karsılaşmış, girişilen savaş sonunda Sah - Kulu ve Hadim Ali Pasa okla vurulmuşlardır. Bu savaştan sonra süratle İran'a doğru çekilen Tekeli sipahîleri ve Türkmenler, Erzincan'da hacca giden bir Iran kervanına saldırdıkları için Sah İsmail'in hakaretlerine maruz kalmışlardır. Anadolu'da 50.000 kişinin ölümüne sebep olan bu isyan..." diye verdiği bilgi, bizim burada nakl ettiğimizden daha uzun olmakla birlikte, bu kadarı ile yetinmek istedik. Zira bu kadarı bile o dönemde, ülkede estirilen Şiîlik havası ve propagandanın sebep oldugu olalar hakkında bir fikir vermektedir.
« Son Düzenleme: Ağustos 13, 2009, 10:48:52 ÖS Gönderen : MaViSh »

WeBCaNaVaRi'na Üye Olmadan Link'leri ve Kod'ları Göremezsiniz.
Link'leri Görebilmek İçin. Üye Ol. veya Giriş Yap.
Üyelerimizden Destek Bekliyoruz.
WeBCaNaVaRi Botu

Bu Site Mükemmel :)

*****

Çevrimİçi Çevrimİçi

Mesajlar: 222 194


View Profile
Re: Isyanlar
« Posted on: Nisan 16, 2024, 02:58:06 ÖS »

 
      Üye Olunuz.!
Merhaba Ziyaretçi. Öncelikle Sitemize Hoş Geldiniz. Ben WeBCaNaVaRi Botu Olarak, Siteden Daha Fazla Yararlanmanız İçin Üye Olmanızı ŞİDDETLE Öneririm. Unutmayın ki; Üyelik Ücretsizdir. :)

Giriş Yap.  Kayıt Ol.
Anahtar Kelimeler: Isyanlar e-book, Isyanlar programı, Isyanlar oyunları, Isyanlar e-kitap, Isyanlar download, Isyanlar hikayeleri, Isyanlar resimleri, Isyanlar haberleri, Isyanlar yükle, Isyanlar videosu, Isyanlar şarkı sözleri, Isyanlar msn, Isyanlar hileleri, Isyanlar scripti, Isyanlar filmi, Isyanlar ödevleri, Isyanlar yemek tarifleri, Isyanlar driverları, Isyanlar smf, Isyanlar gsm
Yanıtla #1
« : Temmuz 09, 2009, 04:12:40 ÖÖ »

YalnızHayat53
*
Üye No : 7715
Nerden : Antalya
Cinsiyet : Bay
Konu Sayısı : 2955
Mesaj Sayısı : 6 343
Karizma = 7085


bu isyanlar varya bizi paran parça etti Sağol. paylaşımın için

Hayatta üç prensibim vardır her ne olursa olsun adaletten vazgeçmemek her ne olursa olsun acıda olsa dürüst olmak ve  her zaman kişilik sahibi olmak
Yanıtla #2
« : Ağustos 07, 2009, 12:55:23 ÖS »

x[BLack RoSe]x
*
Üye No : 2816
Yaş : 34
Nerden : Rize
Cinsiyet : Bayan
Konu Sayısı : 901
Mesaj Sayısı : 12 413
Karizma = 13


bilgiler için teşekkürler
Yanıtla #3
« : Ağustos 07, 2009, 01:47:14 ÖS »

StyLeLife[Rap]
*
Üye No : 24582
Nerden : Ankara
Cinsiyet : Bay
Konu Sayısı : 815
Mesaj Sayısı : 7 812
Karizma = 19646


BiLgi için teşşekürler

чusuf  '-Pınarcı    >> 


Sevginin göstergesi ilgidir , ilgi yoksa yakışan Silgidir (;
 
Yanıtla #4
« : Ağustos 13, 2009, 10:49:21 ÖS »

MaViSh
*
Üye No : 3490
Yaş : 32
Nerden : Rize
Cinsiyet : Bayan
Konu Sayısı : 777
Mesaj Sayısı : 8 087
Karizma = 16200


bilgiler için sağol

Ne Ağlayacak Kadar Günahkarım...
Ne Göklere Çıkabilecek Kadar Masum...


Ne Geçmişte Yaşadıklarımdan Huzursuzum...
Ne Şu An Yaptıklarımdan Mutlu...


Sırlar İçinde Bir Dünyam Var Birde
Sen Varsın İçinde...


Ne Seni Kaybedecek Kadar Cesurum...
Ne De Seni Kazanacak Kadar Güçlü...
Yanıtla #5
« : Ekim 17, 2009, 02:08:11 ÖS »

Furkan
*
Üye No : 3437
Yaş : 28
Nerden : Tokat
Cinsiyet : Bay
Konu Sayısı : 6751
Mesaj Sayısı : 10 941
Karizma = 15570


Hmm..Teşekkürler bilgiler için.
Yanıtla #6
« : Temmuz 28, 2011, 10:15:51 ÖÖ »

EmpaThy
*
Üye No : 79937
Nerden : İstanbul
Cinsiyet : Bayan
Konu Sayısı : 167
Mesaj Sayısı : 2 272
Karizma = 30


TeşekkürLer, emeğine sağLık.
Sayfa 1
Yukarı Çık :)
Gitmek istediğiniz yer:  



Theme: WeBCaNaVaRi 2011 Copyright 2011 Simple Machines SiteMap | Arsiv | Wap | imode | Konular