0 Üye ve 1 Ziyaretçi Konuyu İncelemekte. Aşağı İn :)
Sayfa 1
Konu: İstanbul Seyahatnamesi  (Okunma Sayısı: 1699 Kere Okundu.)
« : Temmuz 23, 2008, 01:38:40 ÖS »
Avatar Yok

By.CeZa
*
Üye No : 293
Nerden : İstanbul
Cinsiyet : Bay
Konu Sayısı : 12191
Mesaj Sayısı : 28 687
Karizma = 11179


Yeni bir yere gittiğimizde, yeni bir topluma karıştığımızda hepimiz öncelikle onları değerlendirir, bir kanaat sahibi olmaya çalışırız. Bu arada oraları veya onları kendi ülkemiz ve insanlarımızla karşılaştırır, bizim örf ve adetlerimize benzeyen veya benzemeyen yönlerini belirlemeye çalışırız. Sıradan insanlar bu tespitlerini birer hatıra olarak korurlar, yeri geldiğinde de çevrelerindekilere aktarırlar. Böylece sohbetlerini zenginleştirirler. Bilgi kadar görülenlerden de faydalanmak esas olduğundan, bir atasözümüzde “Çok gezen mi, çok okuyan mı daha iyi bilir?” denmiş, yani gezip gören kişinin sözlerine de itibar edilmesi istenmiştir.
Zaman zaman çevremizde değişik amaçlarla, farklı yerler görmüş, yeni insanlar tanımış kişilerle karşılaşırız. Onlar görmüşler ve gördüklerini nakletmekteyseler, kendilerini dinlemek eğlenceli ve hattâ öğretici olabilir. Nitekim televizyonlardaki bir kısım belgesel programlarını da bu çerçevede değerlendirmemiz mümkündür. Bununla birlikte kişiler gördüklerini anlatırken, kendi değerlendirmelerini de katmakta iseler, sözlerinin tamamının aynı değere sahip olamayacağını düşünmemiz gerekir. Çünkü herkes değerlendirmelerini sahip olduğu alt yapıya, bilgi donanımına ve daha da önemlisi kendi durduğu noktaya, değer yargılarına göre yapar. Bunlar ve diğer mülâhazalarımıza rağmen gezip görenlerin anlattıklarından geçmişte faydalandık, bundan sonra da faydalanmaya devam edeceğiz.
Bize gitmediğimiz, görmediğimiz yerleri, tanımadığımız insanları anlatan, onların örf ve adetlerinden bahsedenlerin çok azıdır ki, bu tespitlerini yazıya dökerler. Diğerlerinin bilgi ve görgüleri, hayatlarının son bulmasıyla birlikte, gitgide daha da sönükleşen hatıra parçacıkları halinde unutulmaya terk edilir. Bununla birlikte tanımak ve tanıtmak amacıyla yapılmış seyahatler de vardır. İşte onların kitapları sayesinde biz, çok uzak geçmişler hakkında bilgi sahibi olabiliriz. Onların eserleri sıradan okuyucular kadar tarihçilerin de dikkatlerini çeker ve mazinin anlatımında, gerekli usullere uyarak, onlardan faydalanırlar.
Bizim geçmiş toplumumuz ve hayatımız çok sayıda seyyahın ilgisini çekmiş, hakkımızda birçok kitaplar yazılmıştır. Bunların kimilerinde haklı, kimilerinde haksız olarak yerilmiş, kimilerinde tarafsız olarak gösterilmiş, kimilerinde ise yazarların menfi yönde bütün taraf tutma çabalarına rağmen bir kısım iyi niteliklerimizle yer alabilmişizdir. Biz bu defasında 1672’den itibaren iki sene süreyle İstanbul’da kalmış bir Fransız’ın, Guillaume Joseph Grelot’nun Relation Nouvelle d’Un Voyage Constantinople (Paris, 1680) adlı seyahatnâmesinin Maide Selen tarafından İstanbul Seyahatnamesi (İstanbul, 1988) ismiyle dilimize kazandırılmış olan eserinde nasıl tanıtıldığımızı değerlendirmeye çalışacağız.
Guillaume Joseph Grelot eserini, “Majestelerinin, daima muzaffer ordularını oraya gönderdiğinde yararlanmak üzere, egemenliğine alacağı yerlerin hiç olmazsa şeklini kendilerine sunma” isteğiyle, XVI. Luis’ye sunmuştur. Onun bizim değerlerimize karşı hiç de saygılı olmadığını ise, çok sayıdaki diğer ifadeleri yanında, Ayasofya Camii’nin içerisinde çizim çalışmaları yaptığı sırada, gizli gizli şarap içmekten, domuz eti yemekten geri durmamasından anlamamız mümkündür. Bununla birlikte Grelot seyahatnâmesinde bizimle ilgili birçok olumlu tespitlerini ifade etmekten de kendini alamamıştır. Onun eserinde İstanbul’un genel görünümü, sarayları, camileri, bahçeleri yanında dönemin Türk toplumunun yapısı, günlük hayatın çeşitli yönleri hakkında oldukça detaylı bilgiler bulunmaktadır. Ayrıca da anlatımlarını destekleyen gravürlerin yer alması, seyahatnâmenin bizim açımızdan değerini daha da artırmaktadır.
Şimdi onun tespit ve değerlendirmelerine geçebiliriz. Guillaume Joseph Grelot eserinde zaman zaman Osmanlı ülkesindeki din ve vicdan hürriyetinden bahseder. Nitekim onun o sırada hapishane olarak kullanılan Yedikule hakkında bilgi verirken “Hristiyan bir mahkum için, küçük bir şapelde rahiplerin missa ayinini yapmalarına ve dinsel işlemlerini serbestçe yerine getirmelerine izin verilir” kaydını koymuş olması dikkat çekicidir. Nitekim o Osmanlı ülkesinde kölelerin durumundan bahsederken, diğer dinlerin mensubu gayrimüslim tebaa yanında kölelere de, inanç ve ibadet konusunda eksiksiz serbestlik verildiğini açık biçimde ifade etmiştir.
Grelot’nun seyahatnâmesinde Osmanlı ülkesindeki Müslümanların dinî hayatlarıyla ilgili olarak da enteresan tespitler yer almaktadır. Ona göre Türkler samimi Müslümanlardır. İbadetlerini yerine getirmekte gayet titizdirler. Hattâ Avrupalı Hristiyanların onların ibadet hayatlarını örnek almaları yerinde olacaktır. Nitekim şu sözler ona aittir; “Kiliselere saygısı olmayan Hristiyanlardan, ibadet sırasında Türklerin Tanrı’ya karşı yükümlülüklerini nasıl bir tevazu ve özenle yerine getirdiklerini büyük bir dikkatle izlemeleri istenmelidir. Böylece, Müslümanların bedenlerinde ya da giysilerinde kalmış en küçük pisliği bile ne kadar özenle yıkadıklarını gözleyerek, kiliseye günahla kirlenmiş bir ruhla girmemeyi, kilise kapısında, dünya entrikalarından sıyrılmayı; ibadete adanmış mekânların çoğunda yaptıklarının tersine hiç konuşmamayı öğrenebilirler. Hattâ, Türklerin ayakkabılarını kapıda çıkarmadan camiye girmediklerine, ibadet sırasında sessizliği ve tevazûyu koruduklarına dikkat etmeleri bile övgüye değer”.
Grelot Müslümanların durumunu ifade ettikten sonra, İstanbul’daki Hristiyanların dinlerine olan kayıtsızlık ve samimiyetsizliklerinden söz eder ve bu arada, kendisinin Ayasofya’ya gösterdiği ilgiden etkilenen, İstanbul doğumlu seksen yaşlarındaki bir Rum’un anlattıklarına da yer verir. “Bu sevimli ihtiyar heyecandan titreyerek elimi tuttu ve gözyaşları içinde: “Ah evladım! Eğer atalarımız Ayasofya’ya Türkler kadar saygı gösterselerdi, bu kilisenin de, kentin de efendisi hâlâ biz olurduk” dedi. “Ama” diye sözlerini sürdürdü, “evinin onuru konusunda kıskanç olan Tanrı, Bizanslıların bu günahını, öteki günahlarından daha ağır cezalandırdı”. Sonra, bu konuda dedesinden defalarca dinlediklerini anlattı: “Son Doğu imparatorlarının hükümdarlık dönemlerinde kendini beğenmişlik öyle bir hale gelmiş ki, biraz mal mülk sahibi zenginler bile Ayasofya’ya atla girerler ya da kiliseye kadar kendilerini tahtırevanla taşıtırlarmış ve ortalık da hayvan pisliğine bulanırmış”.
Grelot büyük camilerimizin dış kapılarında bugün hâlâ varlığını koruyan ve geçmişte at üzerinde gelen sultanın eğilmeden geçmesine imkân vermeyen, böylece herkese Yüce Yaratıcı karşısındaki aczini ve hiçliğini hatırlatan kalın zincirlerden bahsetmiyorsa da, tevazularının göstergesi olarak Müslümanların camiye daima, “başlarını eğerek girdiklerini” belirtiyor ve ibadet hayatları hakkında ilginç detaylar vermekten de geri kalmıyor.
“Müslümanlarda durum farklıdır. İbadet sırasında öyle sade ve mütevazi duruşları vardır ki, bu büyük itaati anlatmak imkânsızdır. Tanrı’ya dua ederek iyice yıkandıktan ve caminin kapısında ayakkabılarını çıkarttıktan sonra, olabildiğince imama yakın bir yere yerleşirler. Önde oturanı itmeden, rahatsız etmeden, öylece diz çöküp topuklarının üstüne otururlar. Doğulular bunu en mütevazi duruş olarak nitelendirirler. O şekilde, yanındakiyle konuşmadan, hatta bunu yapmayı akıllarından bile geçirmeden ibadetin başlamasını beklerler”(s. 203-204). O daha sonra namaz hakkında geniş bilgi verir, bir yabancı için görsel malzeme olmak üzere namaz kılan Müslümanların resimlerini de çizer. Seyahatnâmesinin bir başka yerinde tekrar namaz konusuna değinen Grelot, Müslümanların günde beş vakit namaz kılmakla elli vaktin sevabını kazanmayı umduklarından bahseder. Namaz konusundaki titizliklerine dikkati çeker ve namaz vakti geldiğinde kervanla seyahat etmekte bile olsalar, hemen yolculuğa ara vererek Kâbe’ye yöneldiklerini, huşû içerisinde namazlarını kıldıklarını anlatır. Cuma ve Teravih namazlarından, kandil gecelerinden ve nihayet Üç Aylarla özellikle Ramazandaki ibadet hayatından, Bayramlardan bahseder (s. 71, 129, 204-208).
Müezzinler ve ezan Grelot’nun dikkatini çeken ibadet unsurları arasındadır. Ezanı dinleyen Müslümanların, bu çağrıya uymadaki samimiyetlerinden söz eder. Özellikle bayramlarda Sultan Ahmet Camii’nin her birinde üçer şerefe bulunan altı minaresinde, çok farklı ses ve tonlarda okunan ezanların Müslümanların kulaklarını okşadığından, halbuki Hristiyanların hiç hoşuna gitmediğinden bahseder. İstanbul’da çevreyi etkileyecek çok fazla ses olmadığından müezzinlerin “berrak ve dik sesleri kentin en uzak mahallelerine kadar ulaşır. Hattâ kent dışındaki önemli mesafelerden bile duyulmaktadır.
Grelot, bir İslâm mabedi olarak Ayasofya’dan ve İstanbul’daki bazı büyük camilerle Müslüman Türklerin genel olarak camilere verdikleri önemden bahsederken, “Tüm uluslar arasında, ibadete ayrılmış yerlere Türklerden daha saygılısını bulma” nın zorluğunu dile getirir (s. 129 vd., 208-234). Bunlar yanında onun dikkatini çeken bir husus da Türklerin af edicilikleri ve bağışlayıcılıklarıdır. “Türkler arasında kin gütmeye hemen hiç rastlanmaz. Bazı anlaşmazlıklar olduğunda, pazarları sayılan Cuma gününü düşmanlarıyla barışmadan geçiremezler ya da bunu yapamadılarsa en azından, düşmanlarını bağışlamak üzere, o gün Tanrı’ya dua etmek (tevbe) zorundadırlar; aksi takdirde dualarının kabul olmayacağını düşünürler” (s. 179). Bununla birlikte dinleriyle alay edilmesine da asla tahammül edemezler (s. 187).
Grelot’nun kitabını okuyacaklar bizim burada sözünü ettiğimiz hususlarda çok daha geniş bilgiler bulabilecekleri gibi, tabiatıyla bizim hiç de hak etmediğimiz biçimde yerildiğimizi de göreceklerdir. Biz eksikliklerimizin üzerini örtmeden, güzelliklerin yayılmasını, çoğalmasını arzu etmekteyiz. Bu nedenle bu defa da satırlarımıza, Grelot’nun da dikkatini çeken farklı bir yönümüzü ortaya koyarak son vermek istiyoruz. Fransız seyyah, Türk-İslâm toplumlarının yakın geçmişe kadar varlığını koruyan bir niteliğine, üzerine Yüce Mevlamızın mesajının yazılmış olması dolayısıyla kâğıda verilen kıymete değiniyor. “Müslümanlar arasında çok büyük saygı görür. Kesinlikle pis işlerde kullanmazlar. Yolda küçük bir kâğıt parçası buldukları zaman, yerden alıp öperler ve bir duvar deliğine koyarlar. Bu durum, kuşkusuz Kur’ân’a duyulan saygıdan kaynaklanır. Kur’ân’ı taşırken kesinlikle belden aşağı tutmazlar… ”.

Kaynakça

Josephus Grelot, İstanbul Seyhatnamesi, Çev. Maide Selen, İstanbul, 1998; Gülgün Üçel-Aybet, Avrupalı Seyyahların Gözünden Osmanlı Dünyası ve İnsanları (1530-1699), İstanbul, 2003, s. 87-89 ve diğer muhtelif sayfalar; Rophaela Lewis, Osmanlı Türkiyesinde Gündelik Hayat ( Âdetler ve Gelenekler), Çev. Mefkûre Poroy, İstanbul, 1973, s. 52.
WeBCaNaVaRi Botu

Bu Site Mükemmel :)

*****

Çevrimİçi Çevrimİçi

Mesajlar: 222 194


View Profile
Re: İstanbul Seyahatnamesi
« Posted on: Mart 29, 2024, 03:27:53 ÖS »

 
      Üye Olunuz.!
Merhaba Ziyaretçi. Öncelikle Sitemize Hoş Geldiniz. Ben WeBCaNaVaRi Botu Olarak, Siteden Daha Fazla Yararlanmanız İçin Üye Olmanızı ŞİDDETLE Öneririm. Unutmayın ki; Üyelik Ücretsizdir. :)

Giriş Yap.  Kayıt Ol.
Anahtar Kelimeler: İstanbul Seyahatnamesi e-book, İstanbul Seyahatnamesi programı, İstanbul Seyahatnamesi oyunları, İstanbul Seyahatnamesi e-kitap, İstanbul Seyahatnamesi download, İstanbul Seyahatnamesi hikayeleri, İstanbul Seyahatnamesi resimleri, İstanbul Seyahatnamesi haberleri, İstanbul Seyahatnamesi yükle, İstanbul Seyahatnamesi videosu, İstanbul Seyahatnamesi şarkı sözleri, İstanbul Seyahatnamesi msn, İstanbul Seyahatnamesi hileleri, İstanbul Seyahatnamesi scripti, İstanbul Seyahatnamesi filmi, İstanbul Seyahatnamesi ödevleri, İstanbul Seyahatnamesi yemek tarifleri, İstanbul Seyahatnamesi driverları, İstanbul Seyahatnamesi smf, İstanbul Seyahatnamesi gsm
Yanıtla #1
« : Ekim 24, 2016, 11:23:41 ÖS »
Avatar Yok

elfgcgn
Üye No : 0
Nerden :
Konu Sayısı : 750
Mesaj Sayısı :
Karizma = 0

kitabın pdfsi varmı
Sayfa 1
Yukarı Çık :)
Gitmek istediğiniz yer:  



Theme: WeBCaNaVaRi 2011 Copyright 2011 Simple Machines SiteMap | Arsiv | Wap | imode | Konular