0 Üye ve 1 Ziyaretçi Konuyu İncelemekte. Aşağı İn :)
Sayfa 1 2
Konu: Istanbul Eyüp Ilçesi  (Okunma Sayısı: 4596 Kere Okundu.)
« : Şubat 23, 2008, 01:16:17 ÖÖ »
Avatar Yok

Musty*
*
Üye No : 2609
Yaş : 32
Nerden : İstanbul
Cinsiyet : Bay
Konu Sayısı : 2624
Mesaj Sayısı : 16 848
Karizma = 1552


EYÜP
İstanbul Eyüp ilçesi

Eyüp İstanbul Metropolitan Alanı’nın Batı yakasında, Çatalca Yarımada’sında yer almaktadır.İlçe doğuda Sarıyer, Şişli, Kağıthane, güneydoğuda Beyoğlu, güneyde Fatih ve Zeytinburnu, güneybatıda Bayrampaşa, batıda ve kuzeybatıda Gaziosmanpaşa ilçeleri ile çevrilidir. İlçe Haliç’in son bulduğu noktada başlayan, kuzeyde Karadeniz kıyılarına kadar uzanan 242 km2’lik geniş bir alana sahiptir. İlçe sınırları içinden Alibeyköy ve Kağıthane dereleri geçerek Haliç’e dökülmektedir. Arnavutköy ve İmrahor yörelerinin sularını alan Alibeyköy Deresi önce doğuya, sonra da güneye Haliç’e yönelmektedir. Yaklaşık 50 km uzunluğundaki derenin üzerinde Alibey Barajı mevcutdur. Eyüp tarihi merkezi Haliç doğal suyolu üzerinde bulunmaktadır. Kent yalnızca kurumsal, ekonomik ve politik bir olgu değil aynı zamanda tarihsel gelişim süreci içinde oluşan, bir mimari fenomendir. Şehirleri meydana getiren, anıtların birlikte var olmaları, yaşantıların, anıların, geleneklerin,ilişkilerin bağlantıların, bir öncekine saygının , etkileşimlerin , var olmaları daha da önemlisi birlikte var olmalarının birer tanıklığından başka bir şey değildir.

Kentin mekansal oluşumunda, hem coğrafi hem de tarihsel olarak bulunduğu yerin önemi büyüktür. Eyüp uygun topoğrafik yapısı, iklimi, suya ulaşım kolaylığı ve verimli toprakları nedeniyle tarih öncesi dönemden beri insanların yerleşmesi ve yaşaması için cazibe merkezi olmuştur. Kağıthane ve Alibey derelerinin birleştiği yerde 1949 yılında yapılmış olan Arkeolojik kazılar M.Ö. 2. yüzyıldan kalan bazı yapılara işaret etmektedir. Bizanslı Dionisios bu derelerin birleştiği yerde yapılmış Semestra Sunağı çevresinde bir yerleşimden bahseder. 1544’den 1550’ye kadar kentte bulunan Gilles Bizanslı Dionisios’u referans göstererek, Haliç’in eski çağlarda temiz suları, yeşil tepeleri ve koyları ile güzel bir yer olduğunu belirtir. Deniz ve rüzgarın şiddetine karşı korunaklı doğal bir limandır. Bölgenin Bizans dönemine ait (M.Ö.4 .y.y. –1453) açık bir tasvirini bulmak oldukça güçtür. En erken bilgiler Theodosius II’un arkadaşı Paulinus tarafından verilmektedir. Bu bilgiler Aziz Kosmas ve Damianus adlarına yaptırılmış bir kilisenin varlığına işaret eder. (Van Millingen 1899=170) Manastır büyük bir olasılıkla 5.yüzyılın ikinci yarsında yapıldı ve daha 6.yüzyılda yurt ve hamamı olan popüler bir şifa yeri oldu. 626’daki Avar kuşatması sırasında yıkılan manastır, 10.yüzyılda Michael IV (1034-1041) tarafından çeşitli eklemelerle daha geniş bir biçimde ve binayı bir duvarla çevreleyerek yeniden inşa ettirilmiş ve 15.yüzyıla kadar tamamı değilse bile bazı bölümleri ile varlığını sürdürebilmiştir.

Aziz Kosmas ve Damianus’a ait manastırın yeri tarihi kaynaklarda açık değildir. Ancak, 6. Yüzyılda kent valisi olan Prokorpius’un yaptığı tarife göre manastırın bugünkü Eyüp Camiinin hemen arkasında yer alan dik yamacın üzerinde olduğunu söyleyebiliriz. K.Ekrem Uykucu İlçeleriyle birlikte İstanbul isimli eserinde; Eyüp tepesinde “Ayamama” adlı bir saray ve manastır inşa edilir. Bu manastır kilisesinde; Bizans İmparatorları silah kuşanırlar. Bu gelenek, daha sonraki yüzyıllarda Osmanlı padişahlarının da Eyüp’te kılıç kuşanarak padişahlıklarını ilan etmeleri şeklinde devam eder, demektedir. Ancak diğer kaynaklar ve tarihi kalıntılar göz önüne alındığında; bugünkü Eyüp’ün bulunduğu yerde Aziz Kosmos ve Damianos adına yaptırılmış olan manastırın dışında önemli sayılabilecek başka bir yapı bulunmadığı belirterek, Eyüp’teki ilk önemli yapının Osmanlılar tarafından Eyüp el-Ensari adına yaptırılan türbe, cami ve imaretten oluşan külliyedir diyebiliriz. Emevi halifelerinden Ebu Süfyan Muaviye zamanında (H.50 veya 52) Muaviye’nin oğlu Yezi t’in kumandası altında büyük bir Arap ordusu İstanbul önlerinde göründü. Bu orduda Abbas oğlu Abdullah, Yezit oğlu Abdullah, İbni Zübeyr, Eba Eyyup Zeyd oğlu Halit gibi sahabeler de vardı. Arap ordusu elli bin kadar askerden ibaretti. Bunlar iki yüz bin parça kayıkla önce Rodos limanına oradan da İstanbul’a geldiler. Arap ordusu şehri sardı, savaş altı ay sürdü, Arap ordusunda bulunan Eba Eyyup savaş sırasında ishale tutuldu, hastalığı gittikçe şiddetlendi. Öleceğini anlayan bu büyük adam, ordu kumandanı Muaviye’nin oğlu Yezit’i ve ordunun belli başlı rükünlerini yanına çağırdı, öldüğü zaman kendisinin İstanbul surlarına pek yakın bir yere gömülmesini vasiyet etti. Eba Eyyup vefat edince vasiyetine uyularak cesedi surların yakınında hazırlanan mezara konuldu. Bizanslılar gece Zeyd oğlu Halit’in kabrinden bir nur yükseldiğini görünce şaşaladılar, sabah olunca imparator Arap ordusuna hususi bir elçi gönderdi. Surların yakınında görünen nurun ne olduğunu sordurdu. Araplar hâdiseyi çekinmeden anlattılar. Bunun üzerine imparator Eba Eyyub’a bir türbe yapılmasını ve kabrin başucunda dört kandil yakılmasını emretti. Bundan sonra Bizanslılar, her sıkıldıkları zaman Eba Eyyub’un ruhundan yardım istediler, hatta kabrin ayak ucundan çıkan suyu akıl hastalığının tedavisi için kullandılar.

Bir diğer kaynakta ise; Eba Eyyub el-Ensari’nin şehid edilişi şöyle anlatılmaktadır:Arap ordusu başarı gösterip şehri düşüremedi. O yıl kış da şiddetli oldu. Asker arasında dedikodu çoğaldı. Ordudaki herkes “Fetihten vazgeçelim, haraç alalım” diyor ve bu düşünce de ısrar ediyordu. Ordunun başında olanlar, aralarında uzun uzadıya konuştular. Fetihten vazgeçmeği ve haraç almağı kararlaştırdılar. İstanbul imparatoru da güç vaziyette olduğundan haraç vermeyi sevinçle kabul etti. Arap ordusu savaşı bıraktı. Bu münasebetle ordudaki sahabeler “Buraya kadar gelmişken İstanbul’a girip iki rekât namaz kılalım” dediler. Bunun için imparatordan izin aldılar. Eba Eyyup bin kadar askerle kalenin altına geldi. Bizanslılardan rehin almaksızın, korkusuzca ve tereddütsüz şehre girdi. Gerek kendisi, gerekse askerleri Ayasofya’da ikişer rekât namaz kıldılar. Ayasofya’nın İslâmlar için ibadet yeri olmasını Allah’tan dilediler. Ayasofya’dan çıkıp civarda dolaşırken papazların tahrikiyle Bizanslılar, misafirlerini öldürmek kararı verdiler. Askeri aldatmak maksadiyle ziyafetler tertip ettiler, “Şehri görünüz” diye Edirnekapısı’na doğru götürürlerken onlara saldırdılar. Bizanslıların saldırışını Arap askeri cesaretle karşıladı. Onlar da kılıçlariyle Bizanslıların üzerine atıldılar. Göz açıp kapayıncaya kadar Bizanslıların birçoğu yere serildi. Ne çare ki Arap askeri pek azdı, bununla beraber çarpışma üç saatten fazla sürdü. Damlardan, bacalardan, pencerelerden Bizanslı kadınlar ve çocuklar Müslümanlara ateş yağdırıyorlardı. Araplar vuruşa vuruşa Eğrikapı’ya geldiler. Kapıcıları ve bekçileri öldürdüler. Eba Eyyup Eğrikapı’dan çıkarken atılan bir taşla yaralandı. Ötedenberi biraz da rahatsız olduğundan bu vesile ile hastalığı şiddetlendi. Nihayet şehit düştü. Araplar, Eba Eyyup’u Eğrikapının yakınında bir meşelikte hazırladıkları kabre bıraktılar. Kabrin üzerine ölüm tarihini gösteren bir taş koydular. Ondan sonra İstanbul’dan ayrıldılar. Eyyüb Sultan ve Kutsal Emanetler isimli eserinde Recep Akakuş; “Halid bin Zeyd, Müslümanları cihada teşvik etmekle kalmamış, sekseni aşkın bir çağda İstanbul muhasarasına katılmış ve bu yolda kendi hayatını feda etmiştir.

İslâmın dinamizmini muhafaza edebilmek için çöller, vadiler, dağlar, uçsuz bucaksız ovalar aşarak İstanbul surlarının önüne gelen Halid bin Zeyd, muhasara esnasında hastalanmış, ishal veya astım hastalığına yakalanarak yatağa düşmüştür. Vasiyetinin olup olmadığını soran başkumandan Yezid’e cevaben : “Sizler için ehemniyet arzeden hususların artık benim için hiçbir değeri yoktur; şu kadar var k, Resul-ü Ekrem’den, İstanbul surlarının yakınına salih bir kimsenin defn olunacağını işitmiştim; umarım ki, o salih kimse ben olayım; bu sebeple öldükten sonra beni gaslediniz; nâşımı da İslâm ordusunun ilerleyebileceği en ileri noktaya götürüp defnediniz. Gerçekten o emsalsiz mücahit, ideali ve imanı uğruna savaşmak üzere geldiği Bizans surlarının yakınında düçar olduğu hastalıktan kurtulamıyarak Hakka yürümüştür. Vasiyeti aynen yerine getirilmiş, gasledildikten sonra nâşı, bugün kendi adı ile yâd edilen türbesinin bulunduğu yere defnedilmiştir. Bi r rivayete göre yine vasiyeti icabı, mezarının üzerinde süvari atları dolaştırılmak suretiyle kabri, gizlenmiştir. Bazı tarihi kaynaklara akseden bilgilere göre, Hazreti Halid bin Zeyd’in, defin merasimini Eğrikapı civarındaki Tekfur Sarayından Bizans İmparatoru Konstantin, gönderdiği bir elçi vasıta ile durum hakkında bilgi istemiş, gördüğü fevkalâdeliğin sebebini sormuştu. Edindiği istihbarattan sonra, sırf Müslümanların kumandanı Yezid’i tahrik etmek üzere şu haberi gönderir: “- Ben İslâm Halifesi Muaviye’nin akıllı bir adam olduğunu zannederdim. Bu kadar akıllı bir adamın bu derece ahmak bir oğlu olacağını hiç düşünmemiştim. Hiç insan, ulularından biri vefât eder de nâşını düşman toprağına gömer mi? Onlar çekilir çekilmez ben toprağıma defnettikleri büyüklerinin cesedini çıkartır, vahşi hayvanlara yediririm.”


Bizans İmparatorunun bu tahrik ve tehdit edici bu haberi üzerine Yezid, cevaben şu haberi göndermiştir: “Şüphesiz, defnettiğimiz zat, Müslüman ulularındandır. Vasiyeti mucibince buraya defnedilmiştir. Yoksa o’nu yâd ellerde bırakmazdım...” ve hemen ilâve eder: “ Bizler buradan çekildikten sonra İslâm ulularından Halid bin Zeyd’in kabri açılırsa nâşı, vahşi hayvanların önüne atılır ve bunun haberi bana ulaşırsa İslâm diyarındaki kiliseleri yıkar, taş taş üstüne bırakmam. Hıristiyanları da kılıçtan geçiririm.” Müslüman ordu komutanı Yezid tarafından gönderilen bu cevabi haber üzerine Bizans İmparatoru tutumunu değiştirir, Müslüman ordu komutanı ile antlaşma cihetine gidilir. İmparator, tahrip ve imha etmek istediği Hazreti Halid’e ait kabri korumayı, muhafaza etmeyi taahhüt eder. Hatta üstüne dört sütun üzerine açık bir kubbe inşa ettirir. Geceleri de burada kandil yaktırır. Buhari şarihlerinden Ayni, eserinde, yaşadığı devirde Halid bin Zeyd’e ait kabrin Bizanslılarca muhafaza edilmekte olduğunu haber vermektedir. Diğer taraftan yine tarihi kaynakların verdiği malûmata nazaran, Hazreti Halid bin Zeyd’e ait mezar ve türbe yüzyıllarca Bizanslılar tarafından korunmuş, ziyaret mahalli olarak kullanılmış, hâlen türbede bulunan ve kısmet kuyusu olarak anılan kuyunun suyu,akıl ve astım hastalıklarına şifa niyeti ile dağıtılmıştır. Lâtinlerin İstanbul’u istilâ edip tahrip edişlerine kadar Halid bin Zeyd’in türbe ve mezarı Bizanslılarca korunmuş, ziyaret edilmiş, kıtlık ve darlık zamanlarında kutsal bir mahal olmuştur. Ancak Lâtinler, İstanbul’u istila edince, Hıristiyanlara ait bir çok kilise ve benzeri kutsal yerleri yıktıkları gibi Hazreti Halid bin Zeyd’in mezarını ve türbesini de tahrip etmişler, ortadan kaldırmışlar. Aradan 7 asır geçmiştir. Fethin hemen akabinde, Fatih Sultan Mehmed’in hocası, Akşemseddin naaşın bulunduğu yeri belirlemiştir. Bunun üzerine bu yer kazılmış ve üzerinde “Haza kabr-i Eba Eyyub” ibaresi yazılı bir taş bulunmuştur.

Padişahın iradesiyle bir türbe yaptırılmıştır. Hazreti Halid bin Zeyd’in kabrinin bulunması ve burada bir türbe inşa edilmesinden sonra, şehrin ilk büyük selatin camii inşa edilmiştir. Bu yapılara bir medrese, hamam ve aşhane de eklenerek Türk çağının İstanbul’daki ilk külliyesi meydana getirildi. Yine padişah tarafından kurulan bir vakıf ile bu hizmet yapılarının yaşaması temin edilmiştir. İstanbul’un fethinin hemen arkasından inşa ettirilen bu külliye Eyüp yerleşmesinin çekirdeğini teşkil etmiştir. Yahya Kemal, 5 Mart 1922 tarihli Tevhid-i Efkâr gazetesinde yayınlanan “Bir rüyada Gördüğümüz Eyüp” başlıklı yazısında; “Eyüp, Türklerin ölüm şehri Eyüp, Avrupa toprağının bittiği sahilde İslam cennetinin bir bahçesi gibi yeşil duruyor. Bu ölüm bahçesine bir defa girenler, kendilerini bir servi ve çini rüyası içinde kaybolmuş gibi hissettikleri zaman biliyorlar mı ki hakikaten bir rüyada bulunuyorlar?. Çünkü İstanbul’u fethetmeye gelen Türk ordularının hicretin 857’inci senesi baharında, surlara karşı gördükleri bir rüya idi. İşte o rüya, Haliç’in kenarında gördüğümüz yeşil şehir oldu.” demektedir. Eyüp Sultan için yaptırılan külliye tamamlandıktan sonra, etrafına evler inşa edildi. Fakat, nüfus bu yörede gelip geçici idi. Buraya halk taşradan yılın belirli günlerinde ibadet için gelirdi. Fatih Sultan Mehmed zamanında İstanbul’un iskanı için uygulanan Eyüp İstanbul Metropolitan Alanı’nın Batı yakasında, Çatalca Yarımada’sında yer almaktadır.İlçe doğuda Sarıyer, Şişli, Kağıthane, güneydoğuda Beyoğlu, güneyde Fatih ve Zeytinburnu, güneybatıda Bayrampaşa, batıda ve kuzeybatıda Gaziosmanpaşa ilçeleri ile çevrilidir. İlçe Haliç’in son bulduğu noktada başlayan, kuzeyde Karadeniz kıyılarına kadar uzanan 242 km2’lik geniş bir alana sahiptir. İlçe sınırları içinden Alibeyköy ve Kağıthane dereleri geçerek Haliç’e dökülmektedir. Arnavutköy ve İmrahor yörelerinin sularını alan Alibeyköy Deresi önce doğuya, sonra da güneye Haliç’e yönelmektedir. Yaklaşık 50 km uzunluğundaki derenin üzerinde Alibey Barajı mevcutdur. Eyüp tarihi merkezi Haliç doğal suyolu üzerinde bulunmaktadır. Kent yalnızca kurumsal, ekonomik ve politik bir olgu değil aynı zamanda tarihsel gelişim süreci içinde oluşan, bir mimari fenomendir. Şehirleri meydana getiren, anıtların birlikte var olmaları, yaşantıların, anıların, geleneklerin,ilişkilerin bağlantıların, bir öncekine saygının , etkileşimlerin , var olmaları daha da önemlisi birlikte var olmalarının birer tanıklığından başka bir şey değildir.

Kentin mekansal oluşumunda, hem coğrafi hem de tarihsel olarak bulunduğu yerin önemi büyüktür. Eyüp uygun topoğrafik yapısı, iklimi, suya ulaşım kolaylığı ve verimli toprakları nedeniyle tarih öncesi dönemden beri insanların yerleşmesi ve yaşaması için cazibe merkezi olmuştur. Kağıthane ve Alibey derelerinin birleştiği yerde 1949 yılında yapılmış olan Arkeolojik kazılar M.Ö. 2. yüzyıldan kalan bazı yapılara işaret etmektedir. Bizanslı Dionisios bu derelerin birleştiği yerde yapılmış Semestra Sunağı çevresinde bir yerleşimden bahseder. 1544’den 1550’ye kadar kentte bulunan Gilles Bizanslı Dionisios’u referans göstererek, Haliç’in eski çağlarda temiz suları, yeşil tepeleri ve koyları ile güzel bir yer olduğunu belirtir. Deniz ve rüzgarın şiddetine karşı korunaklı doğal bir limandır. Bölgenin Bizans dönemine ait (M.Ö.4 .y.y. –1453) açık bir tasvirini bulmak oldukça güçtür. En erken bilgiler Theodosius II’un arkadaşı Paulinus tarafından verilmektedir. Bu bilgiler Aziz Kosmas ve Damianus adlarına yaptırılmış bir kilisenin varlığına işaret eder. (Van Millingen 1899=170) Manastır büyük bir olasılıkla 5.yüzyılın ikinci yarsında yapıldı ve daha 6.yüzyılda yurt ve hamamı olan popüler bir şifa yeri oldu. 626’daki Avar kuşatması sırasında yıkılan manastır, 10.yüzyılda Michael IV (1034-1041) tarafından çeşitli eklemelerle daha geniş bir biçimde ve binayı bir duvarla çevreleyerek yeniden inşa ettirilmiş ve 15.yüzyıla kadar tamamı değilse bile bazı bölümleri ile varlığını sürdürebilmiştir.

Aziz Kosmas ve Damianus’a ait manastırın yeri tarihi kaynaklarda açık değildir. Ancak, 6. Yüzyılda kent valisi olan Prokorpius’un yaptığı tarife göre manastırın bugünkü Eyüp Camiinin hemen arkasında yer alan dik yamacın üzerinde olduğunu söyleyebiliriz. K.Ekrem Uykucu İlçeleriyle birlikte İstanbul isimli eserinde; Eyüp tepesinde “Ayamama” adlı bir saray ve manastır inşa edilir. Bu manastır kilisesinde; Bizans İmparatorları silah kuşanırlar. Bu gelenek, daha sonraki yüzyıllarda Osmanlı padişahlarının da Eyüp’te kılıç kuşanarak padişahlıklarını ilan etmeleri şeklinde devam eder, demektedir. Ancak diğer kaynaklar ve tarihi kalıntılar göz önüne alındığında; bugünkü Eyüp’ün bulunduğu yerde Aziz Kosmos ve Damianos adına yaptırılmış olan manastırın dışında önemli sayılabilecek başka bir yapı bulunmadığı belirterek, Eyüp’teki ilk önemli yapının Osmanlılar tarafından Eyüp el-Ensari adına yaptırılan türbe, cami ve imaretten oluşan külliyedir diyebiliriz. Emevi halifelerinden Ebu Süfyan Muaviye zamanında (H.50 veya 52) Muaviye’nin oğlu Yezi t’in kumandası altında büyük bir Arap ordusu İstanbul önlerinde göründü. Bu orduda Abbas oğlu Abdullah, Yezit oğlu Abdullah, İbni Zübeyr, Eba Eyyup Zeyd oğlu Halit gibi sahabeler de vardı. Arap ordusu elli bin kadar askerden ibaretti. Bunlar iki yüz bin parça kayıkla önce Rodos limanına oradan da İstanbul’a geldiler. Arap ordusu şehri sardı, savaş altı ay sürdü, Arap ordusunda bulunan Eba Eyyup savaş sırasında ishale tutuldu, hastalığı gittikçe şiddetlendi. Öleceğini anlayan bu büyük adam, ordu kumandanı Muaviye’nin oğlu Yezit’i ve ordunun belli başlı rükünlerini yanına çağırdı, öldüğü zaman kendisinin İstanbul surlarına pek yakın bir yere gömülmesini vasiyet etti. Eba Eyyup vefat edince vasiyetine uyularak cesedi surların yakınında hazırlanan mezara konuldu. Bizanslılar gece Zeyd oğlu Halit’in kabrinden bir nur yükseldiğini görünce şaşaladılar, sabah olunca imparator Arap ordusuna hususi bir elçi gönderdi. Surların yakınında görünen nurun ne olduğunu sordurdu. Araplar hâdiseyi çekinmeden anlattılar. Bunun üzerine imparator Eba Eyyub’a bir türbe yapılmasını ve kabrin başucunda dört kandil yakılmasını emretti. Bundan sonra Bizanslılar, her sıkıldıkları zaman Eba Eyyub’un ruhundan yardım istediler, hatta kabrin ayak ucundan çıkan suyu akıl hastalığının tedavisi için kullandılar.

Bir diğer kaynakta ise; Eba Eyyub el-Ensari’nin şehid edilişi şöyle anlatılmaktadır:Arap ordusu başarı gösterip şehri düşüremedi. O yıl kış da şiddetli oldu. Asker arasında dedikodu çoğaldı. Ordudaki herkes “Fetihten vazgeçelim, haraç alalım” diyor ve bu düşünce de ısrar ediyordu. Ordunun başında olanlar, aralarında uzun uzadıya konuştular. Fetihten vazgeçmeği ve haraç almağı kararlaştırdılar. İstanbul imparatoru da güç vaziyette olduğundan haraç vermeyi sevinçle kabul etti. Arap ordusu savaşı bıraktı. Bu münasebetle ordudaki sahabeler “Buraya kadar gelmişken İstanbul’a girip iki rekât namaz kılalım” dediler. Bunun için imparatordan izin aldılar. Eba Eyyup bin kadar askerle kalenin altına geldi. Bizanslılardan rehin almaksızın, korkusuzca ve tereddütsüz şehre girdi. Gerek kendisi, gerekse askerleri Ayasofya’da ikişer rekât namaz kıldılar. Ayasofya’nın İslâmlar için ibadet yeri olmasını Allah’tan dilediler. Ayasofya’dan çıkıp civarda dolaşırken papazların tahrikiyle Bizanslılar, misafirlerini öldürmek kararı verdiler. Askeri aldatmak maksadiyle ziyafetler tertip ettiler, “Şehri görünüz” diye Edirnekapısı’na doğru götürürlerken onlara saldırdılar. Bizanslıların saldırışını Arap askeri cesaretle karşıladı. Onlar da kılıçlariyle Bizanslıların üzerine atıldılar. Göz açıp kapayıncaya kadar Bizanslıların birçoğu yere serildi. Ne çare ki Arap askeri pek azdı, bununla beraber çarpışma üç saatten fazla sürdü. Damlardan, bacalardan, pencerelerden Bizanslı kadınlar ve çocuklar Müslümanlara ateş yağdırıyorlardı. Araplar vuruşa vuruşa Eğrikapı’ya geldiler. Kapıcıları ve bekçileri öldürdüler. Eba Eyyup Eğrikapı’dan çıkarken atılan bir taşla yaralandı. Ötedenberi biraz da rahatsız olduğundan bu vesile ile hastalığı şiddetlendi. Nihayet şehit düştü. Araplar, Eba Eyyup’u Eğrikapının yakınında bir meşelikte hazırladıkları kabre bıraktılar. Kabrin üzerine ölüm tarihini gösteren bir taş koydular. Ondan sonra İstanbul’dan ayrıldılar. Eyyüb Sultan ve Kutsal Emanetler isimli eserinde Recep Akakuş; “Halid bin Zeyd, Müslümanları cihada teşvik etmekle kalmamış, sekseni aşkın bir çağda İstanbul muhasarasına katılmış ve bu yolda kendi hayatını feda etmiştir.

İslâmın dinamizmini muhafaza edebilmek için çöller, vadiler, dağlar, uçsuz bucaksız ovalar aşarak İstanbul surlarının önüne gelen Halid bin Zeyd, muhasara esnasında hastalanmış, ishal veya astım hastalığına yakalanarak yatağa düşmüştür. Vasiyetinin olup olmadığını soran başkumandan Yezid’e cevaben : “Sizler için ehemniyet arzeden hususların artık benim için hiçbir değeri yoktur; şu kadar var k, Resul-ü Ekrem’den, İstanbul surlarının yakınına salih bir kimsenin defn olunacağını işitmiştim; umarım ki, o salih kimse ben olayım; bu sebeple öldükten sonra beni gaslediniz; nâşımı da İslâm ordusunun ilerleyebileceği en ileri noktaya götürüp defnediniz. Gerçekten o emsalsiz mücahit, ideali ve imanı uğruna savaşmak üzere geldiği Bizans surlarının yakınında düçar olduğu hastalıktan kurtulamıyarak Hakka yürümüştür. Vasiyeti aynen yerine getirilmiş, gasledildikten sonra nâşı, bugün kendi adı ile yâd edilen türbesinin bulunduğu yere defnedilmiştir. Bi r rivayete göre yine vasiyeti icabı, mezarının üzerinde süvari atları dolaştırılmak suretiyle kabri, gizlenmiştir. Bazı tarihi kaynaklara akseden bilgilere göre, Hazreti Halid bin Zeyd’in, defin merasimini Eğrikapı civarındaki Tekfur Sarayından Bizans İmparatoru Konstantin, gönderdiği bir elçi vasıta ile durum hakkında bilgi istemiş, gördüğü fevkalâdeliğin sebebini sormuştu. Edindiği istihbarattan sonra, sırf Müslümanların kumandanı Yezid’i tahrik etmek üzere şu haberi gönderir: “- Ben İslâm Halifesi Muaviye’nin akıllı bir adam olduğunu zannederdim. Bu kadar akıllı bir adamın bu derece ahmak bir oğlu olacağını hiç düşünmemiştim. Hiç insan, ulularından biri vefât eder de nâşını düşman toprağına gömer mi? Onlar çekilir çekilmez ben toprağıma defnettikleri büyüklerinin cesedini çıkartır, vahşi hayvanlara yediririm.”


Bizans İmparatorunun bu tahrik ve tehdit edici bu haberi üzerine Yezid, cevaben şu haberi göndermiştir: “Şüphesiz, defnettiğimiz zat, Müslüman ulularındandır. Vasiyeti mucibince buraya defnedilmiştir. Yoksa o’nu yâd ellerde bırakmazdım...” ve hemen ilâve eder: “ Bizler buradan çekildikten sonra İslâm ulularından Halid bin Zeyd’in kabri açılırsa nâşı, vahşi hayvanların önüne atılır ve bunun haberi bana ulaşırsa İslâm diyarındaki kiliseleri yıkar, taş taş üstüne bırakmam. Hıristiyanları da kılıçtan geçiririm.” Müslüman ordu komutanı Yezid tarafından gönderilen bu cevabi haber üzerine Bizans İmparatoru tutumunu değiştirir, Müslüman ordu komutanı ile antlaşma cihetine gidilir. İmparator, tahrip ve imha etmek istediği Hazreti Halid’e ait kabri korumayı, muhafaza etmeyi taahhüt eder. Hatta üstüne dört sütun üzerine açık bir kubbe inşa ettirir. Geceleri de burada kandil yaktırır. Buhari şarihlerinden Ayni, eserinde, yaşadığı devirde Halid bin Zeyd’e ait kabrin Bizanslılarca muhafaza edilmekte olduğunu haber vermektedir. Diğer taraftan yine tarihi kaynakların verdiği malûmata nazaran, Hazreti Halid bin Zeyd’e ait mezar ve türbe yüzyıllarca Bizanslılar tarafından korunmuş, ziyaret mahalli olarak kullanılmış, hâlen türbede bulunan ve kısmet kuyusu olarak anılan kuyunun suyu,akıl ve astım hastalıklarına şifa niyeti ile dağıtılmıştır. Lâtinlerin İstanbul’u istilâ edip tahrip edişlerine kadar Halid bin Zeyd’in türbe ve mezarı Bizanslılarca korunmuş, ziyaret edilmiş, kıtlık ve darlık zamanlarında kutsal bir mahal olmuştur. Ancak Lâtinler, İstanbul’u istila edince, Hıristiyanlara ait bir çok kilise ve benzeri kutsal yerleri yıktıkları gibi Hazreti Halid bin Zeyd’in mezarını ve türbesini de tahrip etmişler, ortadan kaldırmışlar. Aradan 7 asır geçmiştir. Fethin hemen akabinde, Fatih Sultan Mehmed’in hocası, Akşemseddin naaşın bulunduğu yeri belirlemiştir. Bunun üzerine bu yer kazılmış ve üzerinde “Haza kabr-i Eba Eyyub” ibaresi yazılı bir taş bulunmuştur.

Padişahın iradesiyle bir türbe yaptırılmıştır. Hazreti Halid bin Zeyd’in kabrinin bulunması ve burada bir türbe inşa edilmesinden sonra, şehrin ilk büyük selatin camii inşa edilmiştir. Bu yapılara bir medrese, hamam ve aşhane de eklenerek Türk çağının İstanbul’daki ilk külliyesi meydana getirildi. Yine padişah tarafından kurulan bir vakıf ile bu hizmet yapılarının yaşaması temin edilmiştir. İstanbul’un fethinin hemen arkasından inşa ettirilen bu külliye Eyüp yerleşmesinin çekirdeğini teşkil etmiştir. Yahya Kemal, 5 Mart 1922 tarihli Tevhid-i Efkâr gazetesinde yayınlanan “Bir rüyada Gördüğümüz Eyüp” başlıklı yazısında; “Eyüp, Türklerin ölüm şehri Eyüp, Avrupa toprağının bittiği sahilde İslam cennetinin bir bahçesi gibi yeşil duruyor. Bu ölüm bahçesine bir defa girenler, kendilerini bir servi ve çini rüyası içinde kaybolmuş gibi hissettikleri zaman biliyorlar mı ki hakikaten bir rüyada bulunuyorlar?. Çünkü İstanbul’u fethetmeye gelen Türk ordularının hicretin 857’inci senesi baharında, surlara karşı gördükleri bir rüya idi. İşte o rüya, Haliç’in kenarında gördüğümüz yeşil şehir oldu.” demektedir. Eyüp Sultan için yaptırılan külliye tamamlandıktan sonra, etrafına evler inşa edildi. Fakat, nüfus bu yörede gelip geçici idi. Buraya halk taşradan yılın belirli günlerinde ibadet için gelirdi. Fatih Sultan Mehmed zamanında İstanbul’un iskanı için uygulanan politikalar çerçeveler neticesinde Eyüp Sultan külliyesi çevresine Bursa’dan gelenler yerleştirilmiştir. Böylece dini bir anının etrafında şehrin önemli ve Bizans surları dışında, yeni bir yerleşme bölgesi kurulmuş oldu.

Fatih döneminde başlayan imar hareketleri, Sultan II.Bayezıt ve özellikle Kanuni Sultan Süleyman zamanında inşa ettirilen cami, medrese, imaret v.s. ve kırk çeşme su yollarının yapılması gibi büyük imar faaliyetleri ile devam ettirilmiştir. Bu dönemde Eyüp büyük gelişme göstermiş olup; Eyüp yerleşme dokusu, bir önceki döneme göre fazla yayılmamakla birlikte mevcut doku içinde önemli imar hareketleri olmuştur. Mimari yapı, malzeme ve süslemelerde yansıyan üslubu ile Osmanlı klasik döneminin en güzel örneklerini sergilendiği yapılar, burada gelişen sosyal ve kültürel ortamın da bir göstergesi olmuştur. Osmanlı metin ve belgelerinde sıklıkla, Haslar, Havas-ı Konstantiniye veya Havas-ı Refiye adlarıyla anılan Eyüp Kazası İstanbul’un dört büyük kadılığından biridir. 17.yüzyılın ikinci yarısındaki Eyüp’ü anlatan Robert Mantran, Başkentin dış mahallelerini anlattığı bölümde Eyüp için; “Surların içinde her hal-ü kârda Türk’ün en kalabalık unsur olduğu karışık bir nüfus yaşıyorduysa da, surların dışında Halicin sağ (güney) kıyısında yalnızca Osmanlılar tarafından iskân edilen dış mahalleler büyümüştür. Bunların başlıcası olan Eyüp o kadar önemli bir noktaya gelmiştir ki, özel bir yargı alanı meydana getirmekte, kendi kadısı, kendi subaşısı ve mütevellisi bulunmaktadır. Eyüb, saf bir şekilde Türk olan bir merkezdir.... Kutsal bir ziyaret ve saygı yeri olan Eyüb, kalabalık, faal ve müreffeh bir kenttir.... Dükkâncılar, balıkçılar, zenaatkârlar, bahçıvanların yanı sıra, çok sayıda din adamı -ulemalar- bu kutsal yerde yerleşmek üzere gelmişlerdir. Ve gene kutsallık zihniyeti içinde ekâbiran ve yüksek kişilerde burada ikâmet etmekte veya burada kendilerine konut yaptırmaktadırlar. Cuma günü belde müminler kalabalığı tarafından istila edilmektedir ve kaymakçı ile yoğurtçu dükkânları bereketi tatmaktadırlar....

Buraya gelen İstanbul müslümanları, ticaret, kazanç, kâr hırsı ve yönetim kavgalarının dışarıda bırakıldığı bu kentte, kâfirlerle ilişkiden uzak bir şekilde, kendilerini gerçekten evlerinde hissetmektedirler. Eyüb, büyük kentin soysuz ve yozlaşmış dünyasının yanında sığınılacak bir liman gibidir” demektedir. Evliya Çelebi’nin verdiği bilgilere göre Eyüp Kadılığı; “500 akçelik bir Mevleviyettir. Kaza 700 köye yayılmaktadır, 16 nahiye naibi vardır; yıllık adalet geliri 10.000 guruştur. Bağı ve bahçesi çok mamur bir şehirdir. Dokuz bin sekizyüz kadar saray ve evi vardır.... Çarşısında tam bin seksen beş tane dükkân vardır. Bedestanı yoktur. Fakat bütün kıymetli eşyaları dükkânlarda bulmak mümkündür. Kavaf çarşısı, halis süt çarşısı ve Masumlar çarşısı mükellef ve süslü çarşılardır. Bu çarşının yoğurt ve kaymağı lezzetli, berber dükkânları pek süslüdür. Her Cuma binlerce kişi Hazreti Ebâ Eyyûbu ziyaret için geldiklerinden, o gün çarşı ve Pazar insan denizi halini alır. Zevk sahipleri kaymakçı dükkân balkonlarında oturarak halis süt, beyaz peynir, saf bal yiyip safa ederler.... Eyüp şehrinin suyu, havası güzel, kadın ve erkeklerinin güzelliği methedilir. Ayan ve eşrafı çoktur. Halkının çoğunu bilginler meydana getirir. Eyüb şehrinin has ekmeği, kaymağı, yoğurdu, şeftalisi ve kayısısı meşhurdur. Eyüb avlusundaki çınar ağaçlarına yuva yapan balıkçıl kuşları her sene başlarından iki tüyü baştan başa nurlu Eyüb Türbesi üzerine bırakarak hediye ederler...” demektedir. Edmondo de Amicis ise; İstanbul (1874) isimli kitabında Eyüp için; “Bu fevkalade bir sessizliğe gömülmüş aristokratik bir mahalle gibi uhrevi bir hüzünle beraber dünyevi bir hürmet hissini ilham eden bembeyaz, gölgeli ve şahane bir güzelliğe sahip bir mezar şehridir... İstanbul’un başka bir yerinde, ölüm tasvirini güzelleştiren ve korkmadan seyrettiren müslüman sanatı bu kadar zarafetle gözler önüne serilmez. Dudaklarda hem dua hem tebessüm uyandıran hüzün ve zarafet dolu bir kabristan bir saray bahçe, bir mabet’tir bu....”demektedir.

;Geleneksel musikisi ile insanları bir araya toplayıp, eğitip geliştiren simgesi, Tekke ve Dergâhlar kentin simgesel karakterini oluştururken; 19. yüzyılın başlarında Eyüp İskelesinden Bahariye’ye doğru kıyılar birçok sahilhaneler, sahil sarayları, kayıkhaneler ve kahvehanelerle süslüydü. İstanbul’un diğer semtleri gibi sık sık yangınlara sahne olan Eyüp, Sultan II. Mahmut zamanında büyük çapta imar edilmiştir. 19.yüzyılın başlarında, Tanzimat sonrası değiştirilen askeri kıyafetin imalatı için Defterdarburnu ile Eyüp İskelesi arasına III:Selim’in kızkardeşi Hatice Sultan’ın yalısının feriye kısmına nakledilen Feshane ile Haliç’te sanayileşme de önemli bir aşama kaydedildi. (1839). Feshane’de daha sonra aba ve halı tezgâhları ile dokumacılık başlamış, 1843-1857 yılları arasında İngiltere, Fransa ve Belçika’dan buhar gücü ile çalışan iplik, dokuma ve apre makineleri getirilerek fabrika daha da geliştirilmiştir. Ayrıca bu tarihlerde daha çok askeri ihtiyaçların karşılanması maksadıyla 1828’de Eyüp’te Riştehane ve İplikhane Kârhanesi adı verilen bir halat fabrikası kurulmuştur. Alibey ve Kağıthane derelerinin Haliç’e döküldüğü yerde, İstanbul’un elektrik ihtiyacını karşılamak amacıyla tesis edilmiş olan Türkiye’nin ilk termik elektrik santralı olan Silahtarağa Termik Elektrik Santralının yapımına 1911 yılında başlanmış ve 1914 yılında şebekelere ve abonelere elektrik verilmeye başlanmıştır. Ancak tesislerin çok eskimiş olması ve soğutmaya suyunun temininde güçlük çekilmesi nedeniyle 18.3.1983 yılında santralın üretimine son verilmiştir. İstanbul’daki, ilk Türk ve Müslüman yerleşmesi olma özelliği taşıyan Eyüp, Osmanlı - Türk şehirciliğinin tipik bir örneğidir.

Osmanlı Sultanları ve halkın gözünde kutsal bir yer sayıldığı için en değerli sanat ve kültür eserlerinin toplandığı bir merkez olarak gelişmiştir. Ebâ Eyyûb’un ahirette şefaatini kazanmak ümidiyle imparatorluğun seçkin kişileri burada türbelerini yaptırmış ve bir çok vakıf tesisleri kurmuş bulundukları gibi, zamanla burada büyük mezarlıklar gelişmiş, Eyüp Sultan adeta İstanbul’un seçkin bir kabristanı olmuştur. Ayrıca, yeni tahta çıkan her Osmanlı sultanına Eyüp Sultan Türbesi’nde devrin en büyük tarikat şeyhi veya şeyhülislâm tarafından kılıç kuşatılırdı. Taklid-i Seyf adı verilen bu merasim, tahta oturmak için biat merasimi kadar önemliydi. Saltanatın en mukaddes eşyasından sayılan Peygamber’in Sancağı da 1703 Patrona Halil İsyanı’na kadar Eyüp Sultan Türbesi’nde saklanmış, sonra Topkapı Sarayı’nda Harem Dairesi’ne alınmıştır. Özetle, Eyüp Sultan, Osmanlı siyasi düzeninde, son derece önemli bir makam oluşturmaktadır. Eyüp, Osmanlı Türk mimarisi, çinicilik ve hat sanatları bakımından da eşsiz bir müze durumundadır. Eyüp Sultan, aynı zamanda en önemli tekkelerin toplandığı bir merkezdir. Tekkelerin, Türk tasavvuf, edebiyat ve sanat tarihindeki seçkin yeri gözönüne alındığında, Eyüp Sultan bir fikir ve sanat merkezidir. Fatih Sultan Mehmed ve II.Bayezid İstanbul’un yeniden iskânı için özel bir çaba harcamışlardır. Fatih Sultan Mehmed zamanında İstanbul’un iskanı için uygulanan politikalar çerçevesinde Eyüp Sultan külliyesi çevresine Bursa’dan gelenler yerleştirilmiştir. Daha sonra da nüfusun artırılması için İstanbul’a ve Eyüp’e göçmen kabul edilmiştir. Çektiği göçmen tipine bakılarak Eyüp’ün Balkanların bir parçası olduğunu söyleyebiliriz. Eyüp, işlevsel olarak İstanbul’a bağımlı küçük bir kasaba, önemli bir dini ziyaret merkezi ve büyük bir mezarlık alanıydı. Fakat yönetim bakımından, güneyde Büyükçekmece’den kuzeyde Arnavutköy’e kadar uzanan İstanbul’un Rumeli’deki hinterlandını kapsayan bağımsız bir kazanın, Haslar kazasının merkeziydi. Çok sayıda kayık ve suyolları ile işlek karayollarının varlığı, kırsal alandan kaza merkezine taşımacılığın, başkentin merkeze uzak ve karaya dönük diğer bölgelerine oranla, çok daha kolay olmasını sağlıyordu.

Haslar kazası esas olarak kırsal bir kazaydı; Eyüp kasabası merkezinde yaşayan kentliler kaza içinde azınlık olarak kalmaktadır. Ancak burada kırsallık farklı bir boyuta sahipti. Zira bu bölge taze süt, sebze ve çiçek gibi uzak tarım alanlarından getirilmesi mümkün olmayan malları İstanbul için üreten yörenin bir parçasını oluşturuyordu. Eyüp, aynı zamanda dinsel amaçlı ziyaret ve konaklama mekanı, buna dayalı imalat ve ticaret (seramik, çanak-çömlek, oyuncak atölyeleri) işlevleri ile İstanbul’un Haliç çevresindeki mekansal yapılanmasında bir son nokta olmuştur. 17. ve 18. Yüzyıllarda Anadolu ve Rumeli’deki huzursuzluklar ve aynı dönemde Avrupa’da ve Kırım’da toprak kayıplarının başlaması İstanbul’a göçü artırmış ve konut alanlarının yoğunlaşmasına neden olmuştur. Eyüp’ün bu göç olgusundan etkilenmesi ise 18. Yüzyılda olmuştur. Bu dönemde Eyüp, Kasımpaşa ve Üsküdar’da gecekondulaşmanın ilk işaretleri görülmeye başlamıştır. Lale devri olarak adlandırılan 1718-1730 yılları arasındaki dönemde Eyüp, mesireleri ve sahil sarayları ile ün yapmıştır. O zamanlar İstanbullularca Eyüp Sultan’ın meşhur sayılan pek çok özelliği vardı: Eyüp kebabı, Eyüp kaymağı, Eyüp oyuncağı, Eyüp kuş lokumu , Eyüp hacı lokumu, reçellik gülleri ve can erikleriyle, yazın türbe erikleri, sonbaharda Sultan Selim incirleriyle meşhur Eyüp bostanları, fulya tarlaları, lale ve sümbül bahçeleri, hanımların içinde ferace ve yaşmaklarını çıkararak kebap ve kaymak yedikleri türbe bahçesi, en girift yazıları hâkkeden mezar taşçıları vardı. Ancak, 18.yüzyılda başlayan yenileşme hareketleri ve 1834 Tanzimat Fermanı bilimde, sanatta ilerleyen,sömürgeleşme ve sanayileşme ile zenginleşen Batının etkilerinin Osmanlı ülkesinde de yaşanmaya başlanması İstanbul’da yaşama alanlarının değişmesine yol açmış, sarayın Beşiktaş’a dolayısıyla Boğaz’a yerleşmesini müteakip prestijli yerleşim alanları Beyoğlu ve Boğaz kıyılarında gelişmeye başlamıştır.
Eyüp İlçesi sınırları içerisinde yer alan tescilli yapı ve yapı elemanlarına ait liste aşağıdaki gibidir:
Cami-Mescit : 38 Türbe – Kabir : 56 Mezarlık- Hazire : 121İmarethane : 1 Kilise : 3 Namazgâh : 7 Tekke ve Dergâhlar : 24 Medrese : 7 Su Tesisleri : 50
Sebil – Şadırvan : 8 Tarihi Ağaç : 7 Yapı Kalıntısı : 3 Kârgir Yapı :5 Mektepler : 11 Askeri Tesis : 1 İskele : 1 Kütüphane : 2 Hamam : 5 Çeşme : 116 Atik Duvar : 12 Sivil Mimarlık Örnekleri : 392 Kırkçeşme tesisleri (Kemer- Galeri-Havuz) : 14
« Son Düzenleme: Mart 14, 2009, 11:18:58 ÖS Gönderen : [--mavish--] »

Y.
WeBCaNaVaRi Botu

Bu Site Mükemmel :)

*****

Çevrimİçi Çevrimİçi

Mesajlar: 222 194


View Profile
Re: Istanbul Eyüp Ilçesi
« Posted on: Nisan 16, 2024, 09:09:40 ÖS »

 
      Üye Olunuz.!
Merhaba Ziyaretçi. Öncelikle Sitemize Hoş Geldiniz. Ben WeBCaNaVaRi Botu Olarak, Siteden Daha Fazla Yararlanmanız İçin Üye Olmanızı ŞİDDETLE Öneririm. Unutmayın ki; Üyelik Ücretsizdir. :)

Giriş Yap.  Kayıt Ol.
Anahtar Kelimeler: Istanbul Eyüp Ilçesi e-book, Istanbul Eyüp Ilçesi programı, Istanbul Eyüp Ilçesi oyunları, Istanbul Eyüp Ilçesi e-kitap, Istanbul Eyüp Ilçesi download, Istanbul Eyüp Ilçesi hikayeleri, Istanbul Eyüp Ilçesi resimleri, Istanbul Eyüp Ilçesi haberleri, Istanbul Eyüp Ilçesi yükle, Istanbul Eyüp Ilçesi videosu, Istanbul Eyüp Ilçesi şarkı sözleri, Istanbul Eyüp Ilçesi msn, Istanbul Eyüp Ilçesi hileleri, Istanbul Eyüp Ilçesi scripti, Istanbul Eyüp Ilçesi filmi, Istanbul Eyüp Ilçesi ödevleri, Istanbul Eyüp Ilçesi yemek tarifleri, Istanbul Eyüp Ilçesi driverları, Istanbul Eyüp Ilçesi smf, Istanbul Eyüp Ilçesi gsm
Yanıtla #1
« : Nisan 06, 2008, 02:00:52 ÖS »
Avatar Yok

FeMoX
*
Üye No : 570
Yaş : 34
Nerden : Rize
Cinsiyet : Bayan
Konu Sayısı : 2803
Mesaj Sayısı : 5 853
Karizma = 39


paylaşım için teşekkürler..
Yanıtla #2
« : Nisan 19, 2008, 04:10:04 ÖS »

Sahin07
*
Üye No : 3786
Yaş : 38
Nerden : Antalya
Cinsiyet : Bay
Konu Sayısı : 408
Mesaj Sayısı : 2 252
Karizma = 1453


paylaşımın için Sağol.

Ah!Mümkün olsa
savaştan barış
barıştan insan yapardım
acıdan sevinç
sevinçten umut
umuttan dostluk yapardım
kurşun yerine çocuklara
her sabah şiir atardım.
Yanıtla #3
« : Nisan 20, 2008, 02:04:55 ÖS »
Avatar Yok

HuNTeR-DeViL
*
Üye No : 3263
Yaş : 31
Nerden : Trabzon
Cinsiyet : Bay
Konu Sayısı : 1811
Mesaj Sayısı : 7 822
Karizma = 2088


Hımmm. Sağol.

OnLyReLentless
Yanıtla #4
« : Nisan 20, 2008, 07:21:43 ÖS »

BbuSHhHeE
*
Üye No : 1446
Yaş : 33
Nerden : İstanbul
Cinsiyet : Bayan
Konu Sayısı : 130
Mesaj Sayısı : 4 553
Karizma = 12372


bilqiLer için teşekkürler Gülmek :)
Yanıtla #5
« : Nisan 24, 2008, 06:22:36 ÖÖ »

Lady32
*
Üye No : 3262
Yaş : 37
Nerden : Isparta
Cinsiyet : Bayan
Konu Sayısı : 134
Mesaj Sayısı : 3 585
Karizma = 54


Bilgiler icin Sağol.
Yanıtla #6
« : Mayıs 05, 2008, 09:04:20 ÖS »
Avatar Yok

*GeLinCiKk
*
Üye No : 2580
Yaş : Yok
Nerden : Rize
Cinsiyet : Bayan
Konu Sayısı : 1966
Mesaj Sayısı : 12 262
Karizma = 28326


bilgiler için Sağol.
Yanıtla #7
« : Mayıs 08, 2008, 02:49:36 ÖÖ »

Ebru$h
*
Üye No : 547
Yaş : 32
Nerden : İstanbul
Cinsiyet : Bayan
Konu Sayısı : 212
Mesaj Sayısı : 2 934
Karizma = 328


Emeğine SağLık ..
Yanıtla #8
« : Mayıs 18, 2008, 07:17:32 ÖS »

melis
*
Üye No : 3668
Yaş : 34
Nerden : İzmir
Cinsiyet : Bayan
Konu Sayısı : 10
Mesaj Sayısı : 1 252
Karizma = 41


PayLasım içiN teşekkürler.'Ler...
Yanıtla #9
« : Haziran 27, 2008, 10:32:55 ÖÖ »

ebru_cq
*
Üye No : 719
Nerden : Rize
Cinsiyet : Bayan
Konu Sayısı : 418
Mesaj Sayısı : 3 965
Karizma = 4018


paylaşım için teşekkürler
Sayfa 1 2
Yukarı Çık :)
Gitmek istediğiniz yer:  


Benzer Konular
Konu Başlığı Başlatan Yanıtlar Görüntü Son Mesaj
Eyüp Duman Ararım 2009
Albüm Tanıtım
By.TuRuT 1 1097 Son Mesaj Aralık 23, 2009, 02:37:50 ÖÖ
Gönderen : Meto
Eyüp Faslı
Türküler
SaviorAngel 0 715 Son Mesaj Şubat 27, 2013, 02:21:16 ÖS
Gönderen : SaviorAngel
Eyüp Sabrı
Deyimler Sözlüğü
Asortik Hatun 0 588 Son Mesaj Kasım 05, 2013, 10:13:21 ÖS
Gönderen : Asortik Hatun
Expletus - Eyüp Fırat
Kitaplar Hakkında Bilgi ve Özetler
sanane_61 0 560 Son Mesaj Haziran 10, 2014, 11:53:12 ÖS
Gönderen : sanane_61
Fahişeydi Ama Sevdim - Eyüp Yaşar Ovalı
Kitaplar Hakkında Bilgi ve Özetler
sanane_61 0 818 Son Mesaj Ekim 23, 2014, 07:47:52 ÖS
Gönderen : sanane_61


Theme: WeBCaNaVaRi 2011 Copyright 2011 Simple Machines SiteMap | Arsiv | Wap | imode | Konular