Paris’e hiç bu gözle baktınız mı?
Nereden başlanır ki Paris’i anlatmaya? Şarap kokusundan, kafe kültüründen, mimarisiyle büyüleyen binalarından mı başlamalı, yoksa yardımsever ama sadece Fransızca yardım edebilen Fransızlardan ya da hayat biçimleri arasındaki uçurumun, kimini kaldırım kenarında sabahlamaya kimini de Şanzelize’nin (Champs Élysé) pahalı mağazalarında alışverişe ittiğinden mi?
Galiba en iyisi, İstanbul-Paris hattından başlamalı anlatmaya. Yani, en başından.
Air France’ın davetlisi olarak başladı Atatürk Havaalanı’ndan Charles De Gaulle Havaalanı’na yolculuğumuz. Misafirperver ve güleryüzlü hostesler sayesinde keyifli bir uçuştu bizimki. Ortalama 3,5 saatte indik Paris’e. Havaalanından şehir merkezine özel bir firma otobüsüyle gittik. Otobüse kişi başı 15 Avro ödeniyor.
Aklınızda bulunsun, havaalanından şehre, şehirden havaalanına metroyla ya da bizdeki gibi belediye otobüsleriyle de gidilebiliyor. Üstelik onlar için ortalama 9 Avro ödüyorsunuz.
Söz paradan açılmışken, Paris’in gerçekten pahalı şehirler arasında yer aldığından dolayı yeme içme ve ulaşım konularının biraz masraflı olduğuna değinmekte yarar var. Ama buna rağmen sevimli Fransız kafelerinde gündüz kahve, akşam da bir kadeh şarap içmenin tadına varmak için biraz masrafı gözden çıkarmak gerek. Zaten orada hayat böyle…
Sabah kahvaltı niyetine bir sade kahve, belki çok açsanız bir tane kruvasan. Bizdeki gibi bir kahvaltı etme alışkanlıkları yok demek yanlış olmaz sanırım. Sabah kahveyle ayılıyorlar, o kadar. Bizdeki sonradan olma, “kahve içmeden ayılamıyorum”cuların orijinal hali yani Fransızlar!
Paris gerçekten bir aşk şehri mi?
Paris’in bir aşk şehri olduğu söylenir ya… Bu, biraz bir şehre nasıl baktığınız, şehirden ne beklediğinizle alakalı aslında. Montmartre’da Ressamlar Tepesi de denilen Sacre Coeur Bazilikası’na çıkıp çimenlere uzanıp Paris’i kuşbakışı izlerken tıpkı oradaki pek çok çift gibi yudumlayabilirsiniz yanınızda getirdiğiniz şarabı.
İşte, Paris’in bu kısmı gerçekten romantik. Ama bu satırların yazarı gibi Paris’te kısa zamanda çok yer görmek, çok izlenim edinmekse amacınız, romantizmi yarıda kesip yollara düşmekte beis görmezsiniz.
Şarap ve kitap
Şehrin geneli için, o güzelim tarihi dokunun korunduğunu söylemek mümkün. Fransızlar yıkıp yenisini yapmayı değil, orijinal halini koruyup güçlendirmeyi esas almış belli ki. Apartmanların çiçekli balkonları, üzerlerinde hikaye anlatır gibi duran balkon demirleri, sonuna kadar açık perdeler, akşam olunca kapanan kepenkler… Tam bir bohemlik hakim şehrin ara sokaklarında…
Zaten önünden geçtiğiniz evlere es kaza gözünüzü çevirdiğinizde içeride loş ışık altında kitabını okurken şarap yudumlayan insanlara denk geliveriyorsunuz. Fark ettiniz mi, ne çok bahsettik şaraptan şimdiye kadar! Yazının bundan sonrası için de söz etmeme garantisi veremiyoruz ne yazık ki…
Paris’te Orhan Pamuk
Evet, şarap ve kitap… Fransızları en çok bu ikisiyle hemhal olmuş vaziyette görüyorsunuz Paris’te. Ne çok okuyorlar! Bunun için kuru araştırma rakamlarına başvurmaya gerek yok. Gözünüzle görüyorsunuz, her kafede, her bankta, metroda, otobüste, hatta bazen yolda yürürken okuyan insanları… Bu okuma konusunda naçiz yazarınızı sevindiren bir detay…
Air France’taki koltuk komşumuz olan Fransız’ın Orhan Pamuk kitabı okumasıyla parlayan gözlerimiz, Place de Clichy’deki bir kitapçının vitrininde başköşedeki Orhan Pamuk kitabının ışıltısıyla da kamaşmadı desek yalan olur. Gururlandık haliyle… Ve yolumuza devam ettik.
Moulin Rouge
Montmartre’da Clichy Bulvarı’na yürüdük. Sıra sıra seks shop’ların, ‘özel’ dans mekanlarının bulunduğu bulvarın 82 numarasını aradı gözümüz. Kırmızı yel değirmeni dönüyordu. Yani Moulin Rouge karşımızda duruyordu.
Fransa’nın sembollerinden biri Moulin Rouge. 1889 yılında inşa edilmiş bir kabare. Fransız kan kan dansı gösterisiyle ünlü bu kabare; kırmızı değirmeni, elit erotik şovları, yetişkinlere yönelik orijinal eğlence programlarını görmek için gelen pek çok turisti ağırlıyor yıl boyunca.
Bu devasa kabare tiyatrosu, özel davetler için ayrılmış bir lounge ve sinema salonundan oluşuyor. Gösteri öncesinde akşam yemeğinizi de yiyebileceğiniz bir masa istiyorsanız kişi başına 160 avroyu gözden çıkarmanız gerekiyor. Moulin Rouge, Fransa’nın en çok şampanya tüketilen yeri olarak biliniyor bu arada.
Ünlülerin mezarları
Montmartre’in Paris'in bohem ve sanat kokan yüzünün merkezi olduğunu aynı adla anılan mezarlıktan bile anlayabilirsiniz. Montmartre Mezarlığı’na girişte bir harita almakta yarar var. Çünkü bu kocaman mezarlıkta çok özel isimler var ve özellikle görmek istediklerinizi ancak haritaya bakarak bulabilirsiniz. Görkemli birer kule ya da mini ev diyebileceğimiz şekillerde inşa edilmiş mezarlıklar yazar Alexandre Dumas, yönetmen François Truffaut, yazar Emile Zola, şarkıcı Dalida gibi tarihten ve yakın geçmişten ünlü isimleri ağırlıyor.
Söz mezarlıktan açılmışken, Paris’in en büyük ve dünyanın en ünlü mezarlarından Père-Lachaise’i es geçmemek gerek. Paris'in 20. bölgesinde bulunan mezarlık; Molière, Jean de La Fontaine, Oscar Wilde, Jim Morrison, Maria Callas’ın yanı sıra Türkiye’den Yılmaz Güney ve Ahmet Kaya’nın mezarlarına da ev sahipliği yapıyor.