|
|
|
1970 VE SONRASI SANAT AKIMI Sanat tarihine duyulan yeni ilgi, bir bakıma toplumumuzda sanat ve sanatçının konumunu değiştirmiş olan birçok etkenin bir sonucudur ve sanatı geçmişte hiç olmadığı kadar moda haline getirmiştir. Bu etkenlerden birkaçına değinmek istiyor. 1. Kuşkusuz birincisi, insanoğlunun gelişme ve değişme konusundaki deneyimidir. Bu deneyim bize, insanlık tarihinin, günümüze kadar gelip, geleceğe uzanan bir dönemler dizisi olduğunu göstermiştir. Bir kimsenin kendi döneminin sanatını kabul etmemesi hem boşunadır hem de aptalcadır. Tüm büyük sanatçıların kendi zamanlarında reddedildiği ve alaya alındığı gibi bir inanç hâkimdir günümüzde. Bu yüzden toplum artık hiçbir şeyi reddetmemek ve alaya almamak için büyük çaba göstermektedir. Sanatçıların geleceğin öncüsü olduğu ve eğer onların değerini anlamazsak, onların değil bizim gülünç duruma düşeceğimizi savunan görüş, toplumun en azından büyük bir kısmına egemendir. 2. Şimdiki duruma katkıda bulunan ikinci öge de gelişme ile, özellikle de bilimin ve tekniğin gelişimi ile ilgilidir. Hepimiz, modern bilimin kuramlarının, inanılmaz derecede karışık ve anlaşılması zor görüldüğü halde yine de bir değere sahip olduğunu biliyoruz. Bunun en etkileyici örneği, artık herkesin de bildiği, Einstein'in görecelik kuramıdır. Bu kuram, zaman ve yer hakkındaki tüm akla uygun kavramlarla çelişiyor gibi görünse bile, sonuçta atom bombasının yapımını sağlayan kütle ve enerji formülünü ortaya çıkarmıştır. Bilimin gücünden ve saygınlığından oldukça fazla etkilenen sanatçı ve eleştirmenler, deneylere güven beslemeye başladılar; ne var ki aynı zamanda, anlaşılması güç olan her şeye de inançla sarıldılar. Ne yazık ki bilim, sanattan çok daha değişiktir, çünkü bilim adamı mantıklı yöntemlerle, anlaşılması güç olanı, saçma olandan ayırma gücüne sahiptir. Sanat eleştirmeninin böyle kesin sonuç veren sınama yöntemleri yok. Dahası, yeni bir deneyin anlamlı olup olmadığı üzerinde düşünmek için zaman istemenin mümkün olmadığım da seziyor. Böyle yaptığı takdirde, geride kalabilir. Geçmişin eleştirmenleri için belki de bunun önemi yoktu; bugünse, eski inanışlara bağlı kalanların, değişmeyi reddedenlerin ezilip geçileceğine hemen hemen herkes inanıyor. Ekonomide sürekli olarak ya uyum göstermemiz ya da yok olmamız gerektiği söyleniyor. Açık görüşlü olmamız ve sunulan yeni yöntemlere bir şans tanımamız gerekiyor. Hiçbir sanayici, tutucu olduğu, girişimci olmadığı damgası yeme riskine girmek istemez. Sadece zamana uyması yeterli değildir; zamana uyduğunun algılanması da gerekir. Bu yüzden özel ofisini en son modanın yapıtlarıyla doldurur. Onun için bu yapıtlar ne kadar devrimci olursa, o kadar iyidir. 3. Günümüz koşullarında üçüncü öge, ilk bakışta öncekilerle çelişir gibi gözüküyor, ne de olsa sanat, sadece bilim ve teknolojiye ayak uydurmak istemiyor, aynı zamanda bu "canavarlar"dan kurtulmak için de bir çıkış yolu arıyor. Daha önce de gördüğümüz gibi, sanatçılar bu yüzden mantıklı ve mekanik olanı reddetmişlerdir. Aralarından çoğu, kendiliğindenliğin ve bireyselliğin önemini vurgulayan gizemli bir inancı kucaklamışlardır. İnsanların mekanikleşmekten ve otomatikleşmekten, aşırı düzenli ve standartlaşmış bir hayata sahip olmaktan niye ürktüklerini anlamak hiç zor değildir. Kişisel tuhaflıklara, kaprislere hâlâ izin verilen ve dahası değer verilen tek yer sanattır sanki. XIX. yüzyıldan beri, birçok sanatçı, boğucu gelenekçiliğe karşı, kentsoyluyu şaşırtarak savaştığını ileri sürmüştür. Ne yazık ki, kentsoylu bu arada, şaşırtılmış olmanın çok eğlenceli bir şey olduğunu anladı. Büyümeyi reddeden ama yine de çağdaş dünyada kendine bir yer bulan insanların tuhaf davranışlarını izlemekten hepimiz biraz hoşlanmaz mıyız? Üstelik, yeni şeyler karşısında şaşırmayı reddederek ne kadar önyargısız olduğumuzu herkese gösterme şansını da elde etmez miyiz? Böylece teknik verimlilik dünyası ve sanat dünyası geçici bir barışa kavuştular. Sanatçı özel dünyasına çekilip, mesleğinin gizleri ve çocukluk düşleriyle ilgilenebilir, yeter ki, ürettiği şeyler toplumun sanat kavramına uygun olsun. 4. Bu kavramlar, sanat ve sanatçılar hakkında ortaya çıkan belirli psikolojik varsayımların etkisinde kalmıştır. Örneğin kökleri Romantik döneme kadar uzanan "kişisel ifade" kuramı ve dönemini derinden etkileyen Freud'un buluşları gibi. Bu buluşlardan yola çıkarak, sanatla ruhsal rahatsızlık arasında, Freud'un hiçbir zaman kabul etmeyeceği kadar yakın bir ilişki olduğu öne sürülmüştü. Bu görüş, sanatın "çağının bir ifadesi" olduğu inanışıyla birleşince, ortaya şöyle bir sonuç çıktı: her türlü özdenetimi terk etmek, sanatçının sadece hakkı değil, göreviydi de. Eğer bu şekilde özdenetimsiz yapılan eserler hoş görünmüyorsa, bunun nedeni yaşanan çağın da hoş olmamasıdır. Önemli olan, bu çıplak gerçeklerle yüzleşerek kendi durumumuzun teşhisini koymaktır. Bu kusurlu dünyada bize sadece sanatın mükemmeli vereceğini savunan karşıt fikir ise, genellikle "gerçekten kaçış" olarak yorumlanıp dikkate alınmamıştır. Psikolojinin uyandırdığı ilgi, hem sanatçıları hem de seyircileri, insan ruhunun daha önce tabu olarak görülüp uzak durulan derinliklerini keşfetmeye yönlendirmiştir. "Gerçeklerden kaçma" damgası yememe isteği, birçoklarının gözünü, önceki kuşakların uzak duracağı gösterilerden başka yöne çevirmesini engelledi. 5. Şimdiye kadar sıraladığımız dört unsur, resim ve heykelin yanı sıra edebiyat ve müzikte de etkili oldu. Geri kalan beş unsur daha çok sanatın uygulaması ile ilişkili. Kitapların basılıp yayımlanması, tiyatro eserlerinin oynanması ve müzik eserlerinin çalınması gerekir. Bu işlerin bir mekanizma tarafından yapılması zorunluğu olanların, aşırı deneyler yapma şansını belirli ölçüde frenler. Bu yüzden, tüm sanatlar arasında kökten yeniliklere en açık olanı resim olmuştur. Eğer boyanızı tuvale dökmeyi tercih ediyorsanız, fırça kullanmak zorunda değilsinizdir. Eğer Yeni-Dadacı iseniz, bir sergiye yapıt olarak bir çöp parçası gönderip, bunun sergilenmesi konusunda sergi yöneticilerine meydan okuyabilirsiniz. Onlar neye karar verirse versin, siz dalganızı geçersiniz. Sonuçta sanatçının da bir aracıya, onun çalışmalarını sergileyip tanıtan bir galeri sahibine ihtiyacı vardır. Şimdiye kadar saydığımız, sanatçı ve sanat eleştirmenini yönlendiren tüm etmenler, galeri sahibi üstünde büyük bir olasılıkla daha etkili olacaktır. Eğer değişikliği kollayan, akımları izleyen ve yükselen yetenekleri gözleyen biri varsa, o da galeri sahibidir. Doğru ata oynarsa sadece büyük bir servet kazanmakla kalmayacak, müşterilerini de memnun edecektir. Bir önceki kuşağın tutucu eleştirmenleri, "bu modern sanatın", galeri sahiplerinin bir dalaveresi olduğundan yakınırlardı. Ne var ki, sanatın ticaretini yapan bu insanlar her zaman kâr etmek istemişlerdir. Onlar bu pazarın efendileri değil, hizmetkârlarıdır. Doğru bir seçimin, bir galeri sahibine, sanatçılara ün kazandıracak ya da ün kaybettirecek bir güç ve prestij verdiği zamanlar olmuştur. Ama tıpkı yel değirmenlerinin rüzgâr estiremeyeceği gibi, galeri sahipleri de bir değişim rüzgârı yaratamazlar. 6. Öğretmenlerin durumu ise daha farklı olabilir. Bence altıncı öge sanat öğretmenidir ve günümüzde önemli bir yer tutmaktadır. Modern eğitimdeki devrim kendini ilk olarak çocuklara sanatın öğretilmesinde göstermiştir. Bu yüzyılın başında sanat öğretmenleri, geleneksel yöntemlerin insan ruhunu köreltici alıştırmalarını terk ederlerse, çocukların ne kadar daha verimli olacağım görmeye başladılar. Aynı zamanda psikologlar, çocukların boya ve oyun macunu kullanırken duydukları hazzı olumlu bir öge olarak gördüler. "Kendini ifade etme" ideali, ilk olarak sanat derslerinde geniş bir kitle tarafından değer gördü. Günümüzde "çocuk sanatı" terimini olağan bir biçimde kullanırken, bu terimin önceki kuşakların sanatla ilgili tüm kavramlarına karşıt olduğunu aklımıza bile getirmiyoruz. Toplumun büyük bir kısmı, gördükleri bu yeni eğitim sonucu yeni bir hoşgörü kazanmıştır. Çoğu özgür yaratıcılığın tadına varmıştır ve dinlenmek amacıyla resim yapmayı bir alışkanlık haline getirmiştir. Amatörlerin sayılarındaki bu hızlı artış, sanatı da birçok yönden etkilemiştir. Bu etkilerden biri, sanata olan ilginin güçlenmesidir ve bu, sanatçılar tarafından olumlu karşılanmalıdır. Buna karşın, çoğu profesyonel, bir sanatçının ve bir amatörün fırça vuruşları arasındaki farkı vurgulamaya önem verir. Usta fırça vuruşunun gizemi de belki bu farktan doğmaktadır. 7. Aslında rahatlıkla birinci sıraya da koyabileceğimiz yedinci etmene geldik: Resmin rakibi olarak fotoğrafın yaygınlaşması. Geçmişin sanatı elbette ki tümden ve yalnızca gerçekliğin taklidini amaçlamamıştır. Fakat, daha önce de gördüğümüz gibi sanatın doğayla olan bağı bir türlü nirengi noktası sağlamış, en iyi sanatçıların yüzyıllar boyunca kafalarını meşgul edecek ve eleştirmenlere yüzeysel de olsa bir ölçüt sağlayacak bir sorun oluşturmuştur. Fotoğrafın, XIX. yüzyılın başlarında bulunduğu doğrudur ama, onun şu andaki kullanım biçimi başlangıçtaki kullanımıyla karşılaştırılamaz. Artık her ülkede, fotoğraf makinesine sahip milyonlarca insan var. Tatil süresinde çekilen renkli fotoğrafların sayısı milyarları buluyor. Bunca fotoğrafın arasından, bilinçli olmadan, şans eseri çekilmiş ve çoğu manzara resmi kadar güzel ve çekici, birçok portre resmi kadar etkili ve unutulmaz olan görüntüler çıkacaktır elbette. Bu yüzden, "fotoğraf gibi" sözünün, sanatçıların ve sanat beğenisi dersi veren öğretmenlerin gözünde aşağılayıcı bir sıfata dönüşmesine şaşmamalı. Böyle bir aşağılamayı desteklemek için kimi zaman ileri sürülen gerekçeler temelsiz ve haksız olabilir, ama artık sanatın, doğanın betimlenmesi dışında yeni seçenekler sunması gerektiği fikri, birçoklarınca kabul edilmektedir. 8. Sekizinci nokta olarak şunu unutmamak zorundayız: Dünyanın birçok yerinde sanatçıların yeni seçenekler aramaları engellenmiştir. Eski Sovyet Rusya'nın yorumuna göre ele alınan Marksçı kuramlar, XX. yüzyılın sanatsal deneylerini kapitalist toplumun çürümüşlük belirtisinden başka bir şey olarak görünmüyordu. Sağlıklı bir komünist toplumun belirtisi ise traktör süren neşeli köylüleri ya da güçlü, kuvvetli maden işçilerini resimleyerek, verimli çalışmanın sevinçlerini yücelten bir sanattı. Dolayısıyla, bu tepeden denetim girişimi sanatsal özgürlüğün yararları konusunda bizi eğitebilir. Doğal olarak başka ülkelerde sanatı böyle tepeden gelen bir güçle kontrol etme girişimi, kendi yaşadığımız özgür ortamın ne kadar büyük bir nimet olduğunu anlamamıza yardım etmiştir. Ama aynı zamanda bu girişim, sanatı politika arenasına çekmiş ve Soğuk Savaş'ta kullanılan bir silah haline getirmiştir. Batı dünyasında, sanatta aşırı başkaldırılara verilen resmi destek, biraz da diktatörlük ve özgür toplum arasındaki büyük zıtlığı vurgulama olanağından kaynaklanmaktadır. 9. Yeni durumun dokuzuncu öğesine geldik. Totaliter rejimle yönetilen ülkelerin tatsız tekdüzeliğiyle, özgür bir toplumun neşeli çeşitliliği arasındaki farkta gerçekten bir ders yatmaktadır. Günümüz yaşantısına anlayışlı bir açıdan yaklaşan herkes, toplumda yeniliğe duyulan susamışlığın ve modanın geçici heveslerine karşı ilginin, yaşantımıza tat kattığını kabul etmek zorundadır. Bu sayede sanatta ve tasarımda canlandırılan yaratıcılık ve maceraseverlik ruhu, gerçekten de eski kuşaklan imrendirecek ölçüdedir. Bazen, soyut resim alanındaki en son başarıyı, "perdelik kumaş deseni" diye tanımlayarak dikkate almama eğiliminde olabiliriz. Fakat bu soyut deneylerin etkisiyle, perde kumaşlarının ne kadar zengin ve çeşitli desenlere kavuştuğunu da unutmamamız gerekir. Yeni oluşan hoşgörü ile birlikte eleştirmenlerin ve üreticilerin yeni fikirlere şans tanıma konusundaki açıklıkları, gerçekten de çevremizi zenginleştirmiştir. Modanın bu kadar hızlı değişmesi bile eğlendirici oluyor. İnanıyorum ki, gençlerin çoğu kendi zamanlarının sanatı olarak kabul ettikleri eserlere bu gözle bakıyorlar. Onlar, bir sergi katalogunun girişinde yazılmış anlaşılmaz ve gizemli sözcükleri hiç önemsemiyorlar. Olması gereken de bu zaten. Eğer sanattan gerçekten zevk alıyorlarsa, birkaç gereksiz ağırlığın atılmasından memnun olmalıyız. Öte yandan, modaya tamamen teslim olmanın tehlikeleri, vurgulamaya gerek bırakmayacak şekilde belirgindir. Sahip olduğumuz özgürlüğün elimizden alınması söz konusudur. Burada devlete ait herhangi bir kolluk kuvvetinin tehdidi yoktur elbette (ve bunun için teşekkür borçlu olmalıyız). Asıl tehdit, topluma boyun eğme baskısı, geride kalma ya da "eski kafalı" olarak nitelendirilme korkusudur. Çok yakın zamanlarda bir gazetede çıkan yazıda, okuyucuların "sanat yarışında geri kalmamak" için o anda açık olan bir tek kişilik sergiye gitmeleri söyleniyordu. Böyle bir yarış yoktur elbette. Ama eğer olsaydı kaplumbağa ve tavşan öyküsünü anımsamak yararımıza olurdu. Ancak, sanatta "gelişme"den söz edilemeyeceğini, bir açıdan elde edilen kazancın farklı bir açıdan yaşanılan kayıpla dengelendiğini de göstermeye çalıştık. Bu, geçmişte olduğu gibi günümüzde de geçerlidir, Örneğin, hoşgörünün artması sonucu elde edilen kazanç, standartlarda bir düşüşü de beraberinde getirecektir; yeni heyecanlar peşinde koşma hevesi, sanatseverlerin eski başyapıtların sırlarını öğrenebilmek için yaptıkları sabırlı gözlemi tehlikeye atacaktır. Geçmişe olan saygı, hayatta olan sanatçıları ihmale yol açtığı durumlarda zararlı olmuştur elbette. Ancak güncele duyduğumuz bu yeni hevesin, modayı ve şöhret olma tutkusunu bir kenara itip azimle çalışan gerçek dehâları ihmal etmemize neden olmayacağını kimse garanti edemez. Ayrıca, kendimizi tümden şimdiye verirken, geçmişin sanatını sadece yeni başarıları anlamlı kılan bir arka plan olarak görürsek, sanat mirasımızdan tamamen kopabiliriz. Müzeler ve sanat tarihi kitapları tehlikeyi artırabilirler, çünkü totem direklerini, Yunan heykellerini, katedrallerin pencerelerini, Rembrandt'ın ve Jackson Pollock'un yapıtlarını bir yerde toplayıp, ayrı dönemlerde yapılmış bile olsalar, tümünün bir arada, büyük S'li "Sanat" ı oluşturduğu izlenimini uyandırırlar. Sanat tarihi, ancak, bunun niçin böyle olmadığını ve ressamlarla heykelcilerin değişik durumlara, modalara, niçin değişik biçimde tepki gösterdiklerini gördüğümüz an bir anlam kazanmaya başlayabilir. Geleceğe gelince: Ne olacağını kim bilebilir ki?
|