0 Üye ve 1 Ziyaretçi Konuyu İncelemekte. Aşağı İn :)
Sayfa 1
Konu: Edebi Türler  (Okunma Sayısı: 1815 Kere Okundu.)
« : Haziran 23, 2008, 11:10:00 ÖÖ »
Avatar Yok

mEkansIz_qEnc
*
Üye No : 588
Yaş : 34
Nerden : Rize
Cinsiyet : Bay
Konu Sayısı : 3519
Mesaj Sayısı : 17 287
Karizma = 17407


1. Önsöz
2. Anı ve Anının Özellikleri
3. İlk Ayrılış
4. Bir Bakışta Londra
5. Avrupa’da Türk Olmak
6. Çağdaşlığın Simgesi
7. Rüyalarımın Şehrinde
8. Çocukluğuma Dönerken

ANI VE ANININ ÖZELLİKLERİ

ANI: Yaşanmış olayları anlatan yazı türü, hatıra.

ANININ ÖZELLİKLERİ:
1- Gerçek deneyimleri anlatır.
2- Herhangi bir düşünceyi kanıtlama amacı yoktur; bilgilendirme amacı vardır.
3- Söyleşi havasındadır, dili yalındır.
4- Genellikle öyküleyici anlatım biçimiyle yazılır.
5- Konusunu bir yerden alır.


İLK AYRILIŞ

- Ezgi kızım, yağmurluk koydun mu bavuluna? Biliyorsun çok yağmur yağıyormuş oralarda.
- Evet annecim, biliyorum, koydum.
...
- Ezgicim, acil durumlar için ilaçlarını hazırladın mı? Neyi nasıl kullanacağını iyi biliyorsun değil mi kızım ?
- Evet baba, biliyorum, sağol.

- Ezgi, canım bak, bu kutuya vitaminleri koydum. Hergün almayı ihmal etme olur mu?
- Sen merak etme anneannecim, alırım.

- Abla?
- Efendim tatlım.
- Peki Tavşi ne olacak? (Tavşi, kardeşimle, oyuncak tavşanımıza koyduğumuz bir isimdi. Benim için çok özeldi sessiz dostum. Çoğu kez umutsuzluğumda onu bulurdum karşımda. Onu çok özleyecektim.)
- Öykücüm, Tavşi’yi bir aylığına sana emanet ediyorum. Beni özlediğinde ona sarılırsın, canım.
Gideceğime en çok üzülen kardeşimdi aslında. Son zamanlarda huzursuzluğu iyice artmış, olur olmadık şeylerde beni azarlar olmuştu. Kolay değildi tabii onun için. Gözlerini ilk açtığı andan itibaren ben vardım yanında. Bu onunla ilk uzun ayrılışımızdı.
Aslında bana ne kadar belli etmeseler de herkesin içinde bir burukluk, bir hüzün vardı. Odam bile üzülüyordu sanki gideceğime. Gözünde hiçbir zaman büyüyemeyeceğim babam, elinde büyüdüğüm anneannem ve bana kendime güvenmeyi öğretmiş olan annem, şimdi kendilerini sorguluyorlardı. Acaba “küçük” kızlarını göndermekle hata mı ediyorlardı, yoksa bunun benim için harika bir deneyim olacağına ve bir ayın çabuk geçeceğine inanmışlar mıydı? Bildiğim tek birşey vardı. Bu yurtdışı kampıyla, ailemin bana olan güvenini sağlamlaştıracak ve bana sağladıkları bu imkanı en iyi şekilde değerlendirecektim. “ Sana güveniyoruz ve bunu da başaracağını biliyoruz” demişti bir keresinde babam.Onun bu sözleri beni çok mutlu etmiş ve kendime güvenim gelmişti iyice.
Benim duygularım aileminkilerden de karışıktı. Evden ilk ayrılışım olması işleri zorlaştırsa da, farklı bir ortamda bulunma, farklı bir kültürü tanıma fikri beni heyecanlandırıyor, ailemden uzak olmanın vereceği özgürlük de çok hoşuma gidiyordu. Ne de olsa, erken yatıp uykumu almam gerektiğini hatırlatacak babam, ya da soğuk havalarda giydiğim kıyafetleri eleştirecek annem olmayacaktı. Benim sorumluluğum tamamen bana aitti bu ay.
Gidişimden bir önceki akşam, İngiltere’ye birlikte gideceğimiz, çok yakın arkadaşlarım olan Gizem ile Zeynep’i aradım. Onlar da çok heyecanlıydılar. Birlikte, götüreceklerimizi tekrar kontrol edip, ertesi gün saat üçte havaalanında buluşmak üzere telefonu kapattık. İkinci dönemin başından beri gideceğimi bilmeme rağmen, bu son telefon konuşması, bunun bir hikaye olmadığını ve gerçekten gitmek üzere olduğumuzu hatırlattı aslında. Genellikle buluşma yeri seçerken, saat 12’ de Karum’un önünde, ya da üçte Bilkent’te gibi sözlerden sonra “saat üçte havaalanında” demek, bir hayli ilginç gelmişti.
Büyük gün geldi de çattı sonunda. Uyandıktan hemen sonra, son hazırlıklarımı tamamlayıp, bavulumu kapattım. Sevgili anneannemin baskıları üzerine birkaç lokma bir şeyler yeyip evden ayrıldık. Yolda, genellikle sürekli konuşan ve şaklabanlıklarıyla hepimizi güldüren kardeşim çok sessizdi. Bu sessizlik hiç hoşuma gitmiyor ve ben de her zaman olduğu gibi durmadan konuşuyordum. En sonunda havaalanına vardık. Arkadaşlarımı ve grup liderimi görmek neşemin yerine gelmesini sağlamıştı. Annemler, diğer veliler ile muhabbete dalmışken, ben de arkadaşlarımla konuşuyordum. En sonunda bavullar uçağa verildi, biniş işlemleri tamamlandı, uçuş kartları alındı ve grup liderimiz, gitme zamanının geldiğini söyledi. Ben yine neşeli olmaya çalışarak annemlerle vedalaşıp, gümrükten geçmek üzere ayrıldım. En son arkama bakıp el sallarken, annemin gözlerinin yaşlı olduğunu gördüm. O sahneyi, şimdi bile unutamam. Çok fazla etkilenmeme karşın, daha fazla kötü hissetmemek için önüme döndüm.
İşte, 9 Temmuz 2000 Pazar günü, Ankaranın 40 dereceyi geçen sıcağında ayrıldık Türkiye’den. Farklı bir dünyayı keşfe doğru…

BiR BAKIŞTA LONDRA

Türkiye ile bazı benzerlikleri bulunmasına rağmen, farklı bir dünya gibi gelmişti Londra bana. Saatleri iki saat geri almakla birlikte, Avrupa’nın en gözde şehrine adım attığınızda, kendi büyülü dünyasına çekiyordu sizi. Bunu uçaktan bile farkedebilmek mümkündü, gecenin karanlığında ışıl ışıldı Londra...
İlk günlerde sanki bize “Hoşgeldiniz” diyerek kendini göstermiş olan güneş, ikinci haftamızda bizi İngiltere’nin alışılagelmiş yağmurlarıyla yalnız bıraktı. Bu hava değişimi, temmuzun ortasında sıkı sıkı giyinmemize, ilk girdiğimiz mağazalardan kazak almamıza, neredeyse saniyede bir hapşırarak, hergün aspirin yutmamıza neden olmuştu. Buna rağmen, Londra’ya varışımızın ertesi gününden, son günümüze kadar durmadan gezmiştik. İlk hafta, yolda yürümek bile bizim için bir maceraya dönüşmüştü adeta. Yollardaki uyarıları çoğu kez görmeyen bizler, alışmadığımız trafik düzeni yüzünden kaç kere ezilmenin eşiğinden dönmüş, İngiliz sürücülere zor anlar yaşatmıştık. Neyse ki, bu duruma çabuk alışmıştık. Üç buçuk hafta boyunca en önemli ulaşım aracımız olmuş olan “undergound”umuz, yani metro, bizim en eğlenceli oyuncağımız olmuştu. Kaybolmaya mahkum olduğunuz bu metroda, birçok İngiliz ile sohbet etmiş, Türkiye’yi anlatmıştık uzun yollar boyunca. Kimi zaman yorgunluktan uyuklamış, kimi zaman da bırakılan gazeteleri okumuştuk. Ne var ki, gazeteler çok sıkıcı gelmişti Türkiye’nin hergün değişen haberlerinden sonra..
Uzun yollar katederek gittiğimiz her yer çok güzeldi ve her gezimiz de çok eğlenceliydi. Tarihi yansıtan eski binalar insanı büyülüyor ve oyuncak arabalara benzeyen şirin kırmızı otobüsler ve kırmızı telefon kulübeleri Londra sokaklarını renklendiriyordu. Ülkemizde duymaya alıştığımız ezan seslerinden sonra, “Trafalgar Square” gibi ünlü meydanlarda duyduğumuz çan sesleri, tanımlayamadığım bir mutluluk veriyordu insana. İndirim diye bağıran mağazaların ise Türkiye’den pek bir farkı yoktu. Hatta, mağazalarının zevksiz olduklarını söylemek yanlış olmazdı. İngiltere’nin en büyük mağazaları olan “Harrods” ve “Miss. Selfridge” turistlerin ve tabii bizim de ilgi odağımız olmuştu. Şort ve uygunsuz kıyafet giymiş olan insanlar mağazaya alınmıyor ve birçok insan sırf Harrods’tan bir şeyler almış olmak için gereksiz şeylere tonlarca para harcıyordu. Bizler de, Harrods dışındaki birçok mağazanın indiriminden yararlanmış, dönüşte bavulumuzu zor kapatmıştık. Alışveriş merakımızın Türkler’in kanında olduğunu söylemişti annem bir keresinde...
Bu bir aylık kamp süresince, “Madame Tussaud”, “National Art Gallery” ve “Natural History Museum” gibi birçok müzeye gitmiş, ilginç şeyler görmüştük. Madam Tussaud müzesindeki mumyalar ile fotoğraf çektirmiş, ünlü ressamların resimlerini incelemiş ve bilim tarihini öğrenmiştik. Ünlü Victoria Tiyatrosunda müzikal izlemeye gitmiş, yarısında yorgunluktan uyumuş olmama rağmen çok eğlenmiştim. Ayrıca, Londra’nın tek ve muhteşem lunaparkı “Chessington”da başımız dönünceye kadar aletlere bindiğimiz hiç unutamam.
Bu gezdiğimiz yerlerin bana göre en güzeli, “Coventgarden” adlı çok ünlü bir meydandı. Bu meydanın özelliği, geçimlerini sağlayabilmek için, birçok insanın hiç hareket etmeden, heykel gibi saatlerce durmaları; bir kısmının ufak skeçlerle insanları güldürmeleri ve bir kısmının da uzak doğunun mistik müziklerini çalmasıydı. Bizler de, bu insanları seyrederken zamanın nasıl geçtiğini anlamıyor ve durmadan fotoğraf çekiyorduk. Ayrıca, Coventgarden’ın bir başka özelliği ise yakınında sabun fabrikasının bulunmasıydı. Fabrikadan içeri girdiğinizde, adeta nefes almak zorlaşıyor ve biribirinden farklı kokular insanın başını döndürüyordu. Hayatımda, hiç bu kadar ilginç bir yer görmemiştim!
Bu üç buçuk hafta süresince elimizden geldiğince gezmiş ve çok farklı yerler görmüştük. Gezip gördüğümüz bu yerler belki Londra’nın yarısını bile oluşturmuyordu ama, Türkiye’ye dopdolu, öğrendiklerimizi, gezdiğimiz gördüğümüz yerleri, edindiğimiz deneyimleri; ailemize, arkadaşlarımıza anlatma heyecanıyla dönmüştük. Bir dahaki sefere, keşfedemediğimiz yerleri keşfedebilme ümidiyle…
DİVAN EDEBİYATI NAZIM BİRİMLERİ
Uyak (kafiye)
• Şiirde dize sonlarındaki ses benzerliğidir. Türk halk şiirinde ayak olarak adlandırılır. Uyakta ses açısından benzeşen sözcüklerin anlam bakımından farklı olmaları gerekir. Şiirde ses benzerliği yoluyla uyum sağlamak ve genellikle okuru etkilemek amacıyla kullanılan uyak, sözlü edebiyat ürünlerinde hatırlamayı ve ezberi kolaylaştıran bir öğedir.
Ses benzerliğinin niteliğine göre uyaklar çeşitli türlere ayrılır. Yalnızca bir ünsüzün (sessiz) benzeştiği uyaklara "yarım uyak" denir. En az bir hecedeki ünlü (sesli) ve ünsüzün benzediği uyaklara "tam uyak" ya da "yalın uyak" adı verilir. Birden fazla hece arasındaki ses benzerliği ise "zengin uyak"tır. Yazılış ve söylenişleri aynı olduğu halde, anlamları farklı olan sesiz sözcüklerle yada bu sözcüklerin yan ana gelmesiyle yaratılan ses karmaşası sonucu ortaya çıkan benzerliğe "cinaslı uyak" denir. Uyak, divan edebiyatında aruz kadar büyük önem taşımaktadır. Divan şiirini belirleyen temel ilkelerden biri uyak düzenidir.

Beyit
• Şiirde sonları uyaklı, iki dizeden oluşan, kendi içinde bağımsız bir yapısı ve anlam bütünlüğü bulunan birimdir. Bir beytin her dizesi kendi içinde bir bütün olabildiği gibi, birinci dizedeki anlam ikinci dizede de sürebilir. Beyit uzun şiirlerde anlatım birimi olarak sık kullanılır. Güçlü ve özlü söyleyişlere uygun olduğu için bağımsız tek bir şiir olarak da yazılabilir. Yada başka şiir biçimlerinin bir parçası olarak da ele alınabilir. Batı edebiyatında olduğu gibi Türk edebiyatında da yaygın olarak kullanılır. Özellikle divan edebiyatı beyit temeline dayalıdır.
Divan edebiyatında, bir beyitteki iki dize kendi içinde iki parçaya ayrılır. Birinci dizenin ilk parçasına sadr, son parçasına aruz yada harb denir. İkinci dizenin ilk parçası ibtida, son parçası acz yada darb'tır. Sadr ile aruz, ibtida ile acz arasında kalan bölüm haşv olarak isimlendirilir. Uyaklı bir beyite "beyt-i musarra", uyaksız olanlara "ferd" yada "müfred" denir. Divanlarda müfred bölümleri müfredat adıyla ayrı bir bölümde toplanır. Uyaklı beyitlerin olduğu bölüme de "metali" denir.

Mısra (dize)
• Manzum edebiyat yapıtlarının her bir satırına verilen isimdir. Bir ölçüye uygun olarak söylenmiş beyitin yarısına da mısra denir. En küçük anlamlı nazım birimi olan mısra, bir şiirin parçası olabileceği gibi, bağımsız bir bütün de olabilir. Yani tek mısralık şiirler de olabilir. Divan edebiyatında kendi içinde bir bütün oluşturan mısralara mısra-i azade (bağımsız mısra) adı verilir. Ayrıca bir beyitin birbirinin anlamlarını tamamlayan yada aralarındaki anlam bağı kesin olmayan mısralarına da aynı isim verilir. Yetkinliği, sağlam yapısı, özlü ve çarpıcı anlatımıyla dikkat çeken, her zaman kolayca anımsanabilen, dilden dile dolaşan mısralar "mısra-i berceste" yada şah-mısra diye adlandırılır.



Bend (kıta)
• Şiirde iki yada daha çok mısradan oluşan birimdir. Şiirin içeriği ve biçimine göre düzenlenir. Kıtanın yapısını şiirin ölçüsü, uyak düzeni ve mısra sayısı belirler. İki beyitlik kıtalara divan şiirinde rubai, halk şiirinde dörtlük denir. Bu tür kıtaların uyak (kafiye düzeni) birinci ve üçüncü mısraları serbest, ikinci ve dördüncü mısraları kafiyelidir (yani ab cb şeklinde.) Bazen birinci ve üçüncü mısralar kendi aralarında, ikinci ve dördüncü mısralar da kendi aralarında uyaklı (yani ab ab) şeklinde de olabilir. Birinci, ikinci ve dördüncü mısraları kafiyeli (yani aaba şeklinde) olan kıtalara nazım denir. Murabba, muhammes, şarkı gibi nazım biçimlerinin her bendi de parça anlamında kıta diye adlandırılır.
Divan şiirinde kıta mahlassız şiirdir ve mısraları arasında anlam bütünlüğü vardır.Bir düşünceyi, hikmeti, nükteyi, yergiyi, övgüyü, yaşam anlayışını konu edinebilir. Beyit sayısı ikiden fazla olan kıtalara "kıta-i kebire" denir. Divanlar düzenlenirken kıtalara en sonda bağımsız şiirler olar yer verilir. Bu bölüme de "mukattaat" denir.

Aruz
• Divan şiirinin ölçüsü "aruz"dur. Aruz'da açık ve kapalı heceler çeşitli kalıplarda, kendilerine özgü bir düzen içinde sıralanır. Şairler eserlerini yazarken seçtikleri kalıba mutlaka uymak zorundadır. Aruz, esas olarak hecelerin uzunluğu kısalığı temeline dayanan şiir ölçüsüdür. İlk kez Arap dilcisi İmam Halil bin Ahmed tarafından kullanıldı. Türklerin İslamiyet'i kabul etmelerinden sonra medrese kültürü ile yetişen şairlerin Farsça'yı edebiyat dili olarak benimsemeleri, aruzun Türk edebiyatına da girmesine yol açtı.
Aruzda heceler uzun ve kısa olarak ikiye ayrılır. Uzun heceler çizgi (-), kısa heceler nokta (.) ile gösterilir. Uzun ve kısa heceler çeşitli biçimlerde yan yana gelerek kalıpları oluşturur. Bu kalıplar yan yana geliş biçimlerine göre, failatün, failün, mefailün ve benzeri değişik adlarla anılır. Aruz ölçüsüyle şiir yazmak için sözcükleri bu kalıplara uydurmak gerekir. Aruzda sözcükleri ses özelliklerini bozmadan kullanmak her zaman olanaklı değildir. Bu yüzden heceleri kimi zaman uzun, kimi zaman da kısa okumak gerekir. Sık rastlanan bu iki duruma imale (uzun okuma) ve zihaf (kısa okuma) denir. Zihaf, aruzda kusur sayılır.
Aruz ölçüsünde hece ölçüsündeki duraklar yoktur. Dizelerdeki hece sayıları eşit olmayabilir. Dize sonlarındaki heceler kısa da olsa uzun kabul edilir. Aruzda bir sözcük sessiz biter, ondan sonra gelen sözcük sesli harfle başlarsa, bu sesli harf birinci sözcüğün sonundaki sessiz harfi kendisine çeker. Böylece birinci sözcüğün sonundaki sesiz harfle biten uzun hece kısa hece durumuna gelir. Bu duruma da vasl (ulama) denir.
TÜRK HALK EDEBİYATI NAZIM BİRİMLERİ
HECE
• Türk Halk Edebiyatı nazımda hece ölçüsüne (veznine) dayanır. Bu nedenle hece ölçüsünün tanımlanması gerekir. Hece, tek bir sesli harften yada bu sesli harfin başına yada sonuna gelen bir yada birden çok sessiz harften oluşan ses öbeğidir. Örneğin, o, ot, bir, git, kırk gibi. Kapalı yada engelli denilen heceler sessiz harfle, açık yada engelsiz heceler sesli harfle biter.



HECE ÖLÇÜSÜ (VEZNİ)
• Şiirde mısralardaki hece sayısının eşit olmasına dayanan ölçüdür. Türkçe'nin yapısına uygun bir ölçüdür. Hecelerin sayısı parmakla sayıldığı için "parmak ölçüsü" adıyla da bilinir. Türkçe'de heceler uzunluk kısalık bakımından hemen hemen aynı değerdedir. Bu yapısal özellik şiirde hece ölçüsünün kolayca kullanılmasına imkan verir. İlk yazılı Türk edebiyatının ürünleri olarak bilinen Göktürk Yazıtları'nda şiir bulunmamasına rağmen şiirsel özellikler taşıyan ve hece ölçüsüne uyan bölümler vardır. Kaşgarlı Mahmud'un Divanü Lugati't Türk eserindeki şiirler de hece ölçüsüyle yazılmışlardır. Türklerin İslamiyet'i kabulünden sonra divan edebiyatı ve aruz ölçüsünün yaygınlaşması hece ölçüsünün yalnızca tekke ve aşık edebiyatına özgü bir ölçü olmasına yol açtı.
• Hece ölçüsünde kalıbı dizelerdeki hecelerin sayısı belirler. Her dizesinde 11 hece bulunan bir şiirin kalıbı "11'li hece ölçüsü" olarak gösterilir. Bir hecenin belli bölümlere ayrılmasına "durgulanma", bu bölümlerin okuma sırasında hafifçe durularak vurgulanan yerlerine de "durak" denir. Kalıplar 2'liden başlayarak 20'lilere kadar çıkar. Az heceli, yani 2'liden 6'lıya kadar kalıplar tekerleme, atasözü, bilmece gibi ürünlerin şiirsel parçalarında uyum öğesi olarak yer alır. Bu tür kısa kalıpların durakları dizenin sonundadır.
• Hece ölçüsünde durağın önemi büyüktür. Bir kalıp en az 2, en çok 5 duraklı olabilir. Bir durakta bulunan hece sayısı ise 1 ile 10 arasında değişir. Hece kalıpları duraklar ve duraklardaki hece sayıları bakımından bölümlenir. Bu kalıplar içinde en çok kullanılanlar 7'li, 8'li, 11'li ve 14'lü olanlardır. 7'li ölçü daha çok mani türünde kullanılmıştır. 8'li kalıp semai, varsağı, destan ve türkülerin ölçüsüdür. 11'li ölçü ise başta koşma ve destan olmak üzere aşık ve tekke edebiyatı şiirlerinde kullanılmıştır. 14'lü hece ölçüsüne ise daha çok tekke şiiri ve çağdaş Türk şiirinde rastlanır.
HECENİN BEŞ ŞAİRİ ADIYLA BEŞ HECECİLER
Şiire 1. Dünya Savaşı ve Millî Mücadele yıllarında başlayan, Mütareke yıllarında şöhret kazanan hececiler, Anadolu'yu ve vasat insan tipini şiire soktular.Memleket sevgisi, yurt güzellikleri, kahramanlık ve yiğitlik, işledikleri
başlıca konulardır.Hecenin bu beş şairi millî edebiyat akımından etkilenmiş ve aruzu bırakarak şiirlerinde heceyi kullanmaya başlamışlardır. Bunda da oldukça başarılı olmuşlardır. Şiirde sade ve özentisiz olmayı tercih etmişlerdir.

Orhan Seyfi Orhon (1890-1972)
Şiirlerinde konuşma dilini kullanmıştır.
Bazı şiirlerinde halk şiiri şekillerini kullanmıştır.
Daha çok şahsî temaları işleyen şair vatanî konuları da işlemiştir.
Eserleri: Fırtına ve Kar, Peri Kızı ile Çoban, Gönülden Sesler, O Beyaz Bir Kuştu.

Yusuf Ziya Ortaç (1896-1967)
Şiire aruzla başlamış, da ha sonra heceyi kullanmıştır.
Günlük hayatın çeşitli görünümlerini sade bir dille işlemiştir.
Akbaba adlı mizah dergisini çıkarmıştır.
Eserleri: Akından Akına, Aşıklar Yolu, Yanardağ, Bir Rüzgâr Esti.

Faruk Nafiz Çamlıbel (1898-1973)
Beş Hececilerin en genci ve en başarılısıdır. Buna rağmen aruzu da tamamen terk
etmemiştir.
Şiirlerinde Anadolu’yu, memleket sevgisini anlatmıştır. Ferî konuları da
işlemiştir.başlıca konu ve temaları, aşk, hasret, tabiat, ölüm, kahramanlık,
ihtiras.
Lirik şiirleri vardır.
Şiirleri: Han Duvarları, Çoban Çeşmesi, Dinle Neyden, Gönülden Gönüle.
Tiyatro eserleri: Canavar, Akın, Özyurt, Kahraman.

Enis Behiç Koryürek'in (1892-1949)
Şiire aruzla başlamıştır.
Heceyle yazdığı ilk şiirlerinde aşkı işlemekle beraber, daha sonra Kurtuluş
Savaşı yıllarında millî duyguları ve tarihî kahramanlıkları işlemiştir.
Şiirleri: Miras, Güneşin Ölümü.

Halit Fahri Ozansoy (1891-1971)
“Aruza Veda” adlı şiiriyle aruzu bırakıp heceyi kullanmaya başlamıştır.
Şiirlerinde konuşulan Türkçeyi başarıyla kullanmıştır.
Derin bir melânkoli ev karamsarlık taşıyan şiirlerinde ferdî konuları
işlemiştir.
Şiir, roman ve tiyatro türünde eserleri vardır: Cenk Duyguları, Efsaneler,
Baykuş, Hayalet.
da anılan bu sanatçılar milli edebiyat akımından etkilenmiş ve şiirlerinde hece veznini kullanmışlardır.

Beş hececilerin özellikleri
*Şiirde sade ve özentisiz olmayı ve süsten uzak olmayı tercih etmişlerdir.
*Beş hececiler şiire birinci dünya savaşı ve milli mücadele döneminde başlamışlardır.
*Beş hececiler ilk şiirlerinde aruz veznini kullanmışlar daha sonra heceye geçmişlerdir.
*Şiirde memleket sevgisi, yurdun güzellikleri, kahramanlıklar ve yiğitlik gibi temaları işlemişlerdir.
*Hece vezni ile serbest müstezat yazmayı da denediler.
*Mısra kümelerinde dörtlük esasına bağlı kalmadılar yeni yeni biçimler aradılar.
*Nesir cümlesini şiire aktardılar ve düzyazıdaki söz dizimini şiirlerde de görülmesi beş hececiler de çok rastlanan bir özelliktir.
*Beş hececiler şu sanatçılardan oluşmuştur:
Faruk Nafız Çamlıbel, Yusuf Ziya Ortaç,
Enis Behiç Koryürek, Halit Fahri Ozansoy ,
Orhan Seyfi Orhon

HALK EDEBİYATI
"Halk Edebiyatı"terimi,en genel anlamda "halkın yarattığı edebi ürünler"i karşılar.Öyleyse halk edebiyatı,halkın kültüründen kaynaklanan,aydınların dışında gelişen,geleneğe bağlı bir edebiyattır. Başlıca özelliklerinden birisi de sözlü olmasıdır.
Türk Halk Edebiyatı;Türk halkının ruhuna uygun,ulusal,divan edebiyatımızdan daha renkli,daha zengindir.
Halk Edebiyatı'nın kapsamına şu yaratımlar girer:
1)Anonim ürünler:Sanatçısı bilinmediği için halkın ortak malı sayılan tüm yaratımlar.(Türkü,mani,masal,halk öyküsü...vb)
2)Aşık Edebiyatı (Saz şiiri)
3)Tekke Edebiyatı (Tasavvuf )
Halk Edebiyatının Ortak özellikleri:
a)Dil halkın konuştuğu Türkçe'dir. Bununla birlikte İslam uygarlığı etkisiyle halkın konuşma diline bazı yabancı sözcükler girdiğinden,halk şiiri az da olsa bundan etkilenmiştir.Özellikle XVI.yüzyıldan sonraki halk şiirinde bu etki daha çok görülmektedir.
b)Halk edebiyatında şiirle müzik içiçedir.Şiirler, saz şairi ya da "aşık" adı verilen sanatçılar tarafından saz eşliğinde çalınıp söylenir.
c)Şiirlerde kullanılan ölçü hece ölçüsüdür.
d)Çoğunlukla yarım kafiye ve uyak kullanılır.
e)Nazım birimi dörtlüktür.
f)Nazım biçimleri koşma,türkü,mani,destan,semai,varsağı,ilahi...vb.' dir.
g)Aşk,özlem,gurbet,ölüm,doğa ve yurt güzellikleri ile sevgisi,yiğitlik,din,yakınma,kıskançlık,özgürlük temleri işlenir.
h)Bazı şiirler konularına göre adlandırılır:Güzelleme,koçaklama,taşlama,ağıt,şadh iye,ilahi,nefes..vb.
ı)Dil sadedir.
i)Şiirin son dörtlüğünde şairin adı geçer.
j)Halk şiirinde de Divan şiirinde olduğu gibi kalıplaşmış mazmunlara yer verilir.Örneğin,"boy" için selvi, "diş" için inci,"yüz"için buğday beniz,"dil" için şirin dil, "güzellik" için yeşil başlı ördek, "bakış" için yavru balaban bakış, "göz" için ela göz gibi.
Ancak halk şairlerinin bunlara sıkı sıkıya bağlı kalmadıkları,kuralların dışına çıkarak kişisel görüşlerini de dile getirdikleri görülmektedir.
HALK EDEBİYATININ BAŞLICA OZANLARI
13-14.-yy. Yunus Emre
15.yy.-Hacı bayram Veli,Eşrefoğlu,Hasan Dede ,Kaygusuz Abdal,
16.yy.-Kul Mehmet,Öksüz Dede,Pir Sultan Abdal,Köroğlu
17.yy.-Kayıkçı Kul Mustafa,Aşık Ömer,Karacaoğlan,Kul Himmet,Kazak Abdal,
18.yy.-Ercişli Emrah,Öksüz Ahmet,Selimi,
19.yy.Erzurumlu Emrah,Bayburtlu Zihni,Dertli,Seyrani,Kağızmanlı Hıfzı,Ruhsati,Dadaloğlu,
20.yy.-Aşık Veysel,Aşık Ali İzzet,Kul Ahmet,Mahzuni,Reyhani vb.
ANONİM HALK EDEBİYATI:
Anonim Halk Edebiyatı;halkın arasında türeyip ağızdan ağıza dolaşan,yazanları söyletenleri belli olmayan,ortaklaşa, sözlü,çok kere besteli,yabancı etkilerden uzak,dili sade,nazım ölçüsü hece olan edebiyat koludur.
Anonim Halk Edebiyatı;tüm olarak halkın malıdır.Ortaklaşa süregelen halk şiirleri,devamlı bir değişme içindedir.
Bunun için ilk doğduğu andaki biçimi ve özü zamanla değişebilir.
Anonim edebiyat;ilk dönemin özelliklerini gösterir.Halkın arasından türeyip bugün de ağızdan ağıza dolaşan "atasözü, ağıt,mani,bilmece,halk hikayeleri..." nesir ve nazım olmak üzere devam edegelen verimlerdir.
Anonim Halk Edebiyatı;folklora dayalı,folklor kaynaklarından doğan bir türdür.İsimsiz ,yani Anonim edebiyat
dilin kendiliğinden doğurduğu ürünlerin yarattığı edebiyattır.
Anonim Halk Edebiyatımız,folklorumuzda,eski ozanlık geleneklerimizden yararlanır.Folklor İngilizce bir kelimedir.
Folk:halk, lore:bilgi demektir.Folklorun konusunu genel olarak uygar topluluklar arasında yaşayan ve atalarının
geleneklerini sözlü olarak devam ettiren halk ortaya çıkarır.
Halk yaşayış,duyuş ve gelenekleri;bir toplukta yaşayan inançları ve alışkanlıkları,söylenen türkü,masal,fıkra,efsane, bilmece,tekerleme...gibi ürünleri inceleyerek o toplumun duyuşunu ve yaşayışını anlatmaya çalışan bilime folklor, halkbilgisi,halkbilim,halkiyat denir.
Foklorumuz,binlerce yıldan beri tüm insanlarımızın ortaklaşa çabasıyla hayal edilmiş,düşünülmüş,yaratılmış,uygulanmış halk sanatımızdır.
ANONİM ÜRÜNLER:
A)Biçimine göre Anonim Halk Edebiyatı:
MANİ:
ört dizeden oluşur.7'li hece ölçüsü kullanılır.aaba düzeninde uyaklanır.Çoğu rediflidir.Asıl konu aşktır.
Toplum yaşayışıyla ilgili her şey maniye konu olabilir.
Manilerin bir çoğunda kafiyelerin cinaslı olduğu görülür.Örnek:
"Kara gözler kara gözler
Kararmış kara gözler
Gemim deryada kaldı
Yelkenim kara gözler"
(Manilerde çok kere birinci,ikinci dizeler hazırlayıcı küçücük tablolar şeklindedir;asıl amaç üçüncü ve dördüncü dizelerde açıklanır.)
TÜRKÜ:Müzikli Türk halk şiiridir.8'li ya da 11'li hece ölçüsüyle söylenir.Birimi üçlük ya da beşlik olabilir.Türkünün asıl bölümüne "bent",tekrarlanan bölümlerine "kavuştak" denir.Kavuştaklar 1-3 dize olabilir.Çoban türkülerine "kayabaşı" denir.Genellikle acıklı konuları işler,liriktir.Söyleyeni belli değildir.Konuları:aşk,doğa,güzellik,toplumsal olaylardır.Uyak düzeni çeşitli olabilir.
Örnek:
"Aliş'imin kaşları kare,
Sen açtın sineme yare,
Bulamadım derdime çare...
Görmedin mi,ah,civan Aliş'imi
Tuna boyunda?
B)Türüne göre Anonim Halk Edebiyatı:
AĞIT:Ölenin ardından söylenen halk şiiridir.Çeşitli hece ölçüsü kullanılabilir.Anonim olanları da şairi belli olanları da vardır.Belirli bir uyak düzeni yoktur.
ALKIŞ:Anonim halk edebiyatımızda alkışlar,konuşmaya renk katan,hayır-dualardır.Halkımızın günlük konuşmalarında sık sık başvurduğu alkışlar,duyguları belirtmekte;konuşmayı süslemekle kalmazlar,anlatıma csnlı bir güçlülük katarlar.
Örnekler:
Allah tuttuğunu altın etsin. Allah'tan sağlık,devletten ağalık bulasın. İyiler kardaşın,Hızırlar yoldaşın olsun.
NİNNİ:Birimi dörtlük olan halk şiiridir.Hece ölçüsü ve uyak düzeni değişik olabilir.Ninni,küçük çocukları uyutmak
için söylenen türküdür.
Örnek:
Ninni diyem uyutayım Ninnilerin benim olsun
Uykularda büyüteyim Uykularım senin olsun
Kuzularla yürüteyim Akan sular ömrün olsun
Ninni gonca gülüm ninni. Ninni yavru kuzum ninni.
KARGIŞ:İnsanları üzen kişiler için söylenir,onların kötü olması için beddua edilir.Örnek:
Köprünün altı diken Kara dut parmak gibi
Yaktın beni gül iken Kız yüzün kaymak gibi
Allah da seni yaksın Seni alan yiğitler
Üç günlük gelin iken. Kurusun yaprak gibi.
BOZLAK:Halk edebiyatında türkü çeşitlerinden biridir.Bozlaklarda aşklar,yiğitlikler,memleket manzaraları,türlü
Maceralar birbirine zincirleme manzumelerle anlatılır.Bu manzumelerin arasına hikaye nesri yerleştirilmiştir.
Nazımlı halk hikayelerinde nesir birinci planda tutulduğu halde,bozlaklarda nazım birinci planda,nesir ikinci
plandadır.Edebiyatımızda Afşar bozlağı,Urum bozlağı gibi adlarla anılırlar.Düğünleri olmak üzereyken,Moskof
harbi nedeniyle askere giden "Gazi Mahmut" bozlağından bir örnek:
Sıladan ayrıldım askere geldim; Çift tabanca yerleştirdim beline;
Hatçenin bağrını neşterle deldim; Yolladım ağamı Moskof iline;
Köyümde bir yaman aykırı seldim; Dulluk yakışır mı böyle geline;
"Hıncı viran olmuş çay"derler bana. Ezekli ağam ezekli,bayram geliyo.
BİLMECE:Bir şeyin adını anmadan niteliklerini üstü kapalı söyleyerek o şeyin ne olduğunu bulmayı dinleyene
veya okuyana bırakmaktan ibaret olan eğlence,sözlü halk edebiyatı ürünüdür.Bilmecelerimizin çoğu,ölçülü,
kafiyeli,aliterasyonlu,cinaslı bir söz oyunu niteliğini gösterir.Örnekler:
"Seğittim tepeye,yular taktım sıpaya."(iğne-iplik) "İki sıçan bir kütükten atlayamaz."(göz-burun)
Manzum örnekler:
Sarıdır safran gibi Bir ufacık mil taşı Biz biz idik biz idik
Okunur Kur'an gibi İçinde beyler aşı Yüz bin tane kız idik
Elden ele dolaşır Pişirirsen aş olur Gece oldu dizildik
Mısır'a sultan gibi Pişirmezsen kuş olur Sabah oldu silindik
(Altın) (Yumurta) (Yıldızlar)
TEKERLEMELER: Tekerlemelerde beklenmedik hayal oyunları,çapraşık düşünceler,şaşırtıcı görüşler tekrir
sanatından yararlanılarak anlatılır.Amaç dinleyicileri eğlendirmek ve güldürmektir.Örnekler:
Çiğdem çiğdem çivecik
Elimi kesti bıçacık
Yağlık getir silelim
Deve boynun binelim
Deve boynu bir pazar
İçinde maymun gezer.
(Masal,atasözü,deyim,efsane ve fıkralar anonim halk edebiyatının diğer ürünleridir.)
TEKKE EDEBİYATI (TÜRK TASAVVUF EDEBİYATI )
Türkler,Müslümanlığı kabul ettikten sonra,eski dinlerini büsbütün unutmadılar.Eski dinleriyle yeni inançlarını bağdaştırmak yoluna gittiler.Tanrıyı sevmek yoluyla anlamak,ona ulaşmak,böylelikle dünyada mutlu olmak yollarını aradılar.Bunun için tasavvuf denilen din felsefesini benimsediler.Bu düşünüşü anlatan eserler meydana getirdiler.
Tasavvuf Felsefesi:Tanrının maiyetinden,kainatın oluşundan bahseden bir din felsefesidir.Geniş ve felsevi anlamda tasavvufa "İslam mistisizmi"de denir.Bu felsefi sisteme Vahdet-i Vücut nazariyesi denir.
Bu felsevi sisteme göre kainatta tek bir varlık vardır."Vücut-ı Mutlak" (tek varlık)aynı zamanda "Hüsn-ü Mutlak"
"Cemal-i Mutlak" ve "Kemal-i Mutlak"tır. Vücut-ı Mutlak yani Tanrı ; varlık,iyilik ,güzellik gibi niteliklere sahiptir.
Buna karşılık insanda yokluk,kötülük,çirkinlik gibi nitelikler vardır.
Tasavvuf felsefesine göre her şey zıddıyla gelişir.Varlığın zıddı "Adem" yani yokluktur.Adem geçici bir hayalden
ibarettir ve tecelliye vasıtadır.Tanrı bir gün kendi güzelliğini görmek ister ve adem denilen yokluk aynasının karşısına geçer ve kainat (evren) biçiminde "tecelli" eder.Yani kün (ol) demiş varlıklar tecelli etmiştir.Feyekün (olma) dediği zaman her şey kaybolacaktır.Kainatta gördüğümüz tüm varlıklar Tanrının adem denilen yokluk aynasındaki bir tecellisinden (görüntüsünden)ibarettir.
İnsan kendindeki yokluk,kötülük ve çirkinlik gibi olumsuz nitelikleri bırakıp Tanrının varlık,iyilik ,güzellik gibi
niteliklerine sahip olmak,benliği öldürmek,nefse hakim olmak,masivadan vazgeçmek (Tanrıdan başka şeylerden
ilişiğini kesmsk) suretiyle "Enel-Hak" (Ben Tanrıyım) diyebilir ve böylece Tasavvufta en yüksek mertebe olan
"Fenafillah" mertebesine ulaşabilir.
Tasavvufta Tanrı yolunda yürüyenlere mürid,onlara yol gösterenlere mürşid,pir,şeyh gibi adlar verilir.
Mutasavvuflara göre kainatta tek bir varlık vardır. O da Tanrıdır.Ondan başka bir varlık yoktur.Bu nokta
Tasavvufu büyük dinlerdeki anlayıştan ayırır.Çünkü dinler biri yaratan (Tanrı),diğerğ yaratılan (Canlılar ve cansızlar) olmak üzere iki varlık olarak kabul etmişlerdir.Oysa Tasavvuf bu görüşe karşı "Allahtan özge varlık yoktur" görüşü ile karşı çıkar.
Tanrının varlığının ve güzelliğinin en tam şekli evrenin bir parçası olan insanda görülmektedir.Bu bakımdan insan, evrendeki hayallerden biri,canlıların en şereflisi,en mükemmelidir.Damlanın denize katılması gibi Tanrı'ya dönmek yeteneğine sahiptir.Tasavvuf daki bu düşünceyi Yunus Emre'nin dizeleri oldukça güzel anlatır:
"Allahı ararsan gönlünde ara;
Mekke'de, Kudüs'te, Hac'da değildir."
TEKKE EDEBİYATI ÜRÜNLERİ
A)Biçimine göre:Tekke şairlerinin şiirleri genellikle koşma biçimindedir.
B)Konusuna göre:
İLAHİ: Tanrıyı öven şiirlerdir.7'li,8'li ve11'li hece ölçüsüylesöylenir.İlahiler3-7 ve daha fazla dörtlük olabilir.Tekke edebiyatının en önemli türlerinden biridir.Divan edebiyatının "Tevhit"lerine karşıt gibidir.İlahiler belli bir tarikatın görüşünü yansıtmazlar.Yunus Emre'nin ilahileri ünlüdür.
Örnek:
"Ne varlığa sevinirim
Ne yokluğa yerinirim
Aşkın ile avunurum
Bana seni gerek seni." Yunus Emre
NEFES:Bektaşi felsefesini belirtmek için yazılan koşuk.Nefeslerin hemen hepsinde rindlik,kalenderlik ve istihza öğeleri görülür.7'li.8'li ve 11'li hece ölçüleriyle söylenir.Örnek:
Adem'i balçıktan yuğurdun yaptın Bakkal mısın terazuyu n'eylersin
Yapıp da n'eylersin bundan sana ne? İşin gücün yoktur gönül eylersin,
Halk ettin insanı cihana saldın, Kulun günahını tartıp n'eylersin
Salıp da n'eylersin bundan sana ne? Geçiver suçundan bundan sana ne?
Kaygusuz Abdal
DEMELER:Alevi-kızılbaş tarikatından olan halk tasavvuf şairlerinin hareketleriyle ilgili temaları işlemelerine denir. Bu şiirler Alevi tekkelerinde,tören sırasında,makamla ve sazla söylenirdi.
Örnek:
Çıkalım meydan yerine
Erelim Ali sırrına
Can u baş Hak yoluna
Koyamazsın demedim mi? ( Pir Sultan Abdal )
DEVRİYE:Tekke edebiyatında,evrenin ve insanın Tanrı'dan çıkıp tekrar Tanrı'ya dönmesi felsefesine göre
yazılan şiirlerdir.Örnek:
Ezel bi-dert idim bir dertli oldum
Makam makam gezdim cihana geldim
Kendimi ahsenü takvim'de buldum
Hak ile vakif-ı esrar idim ben ( Dertli)
ŞATHİYE:Ciddi bir düşünce duyguyu iğneli ve mizahlı bir dille anlatan şiirler.Bu tarz şiirlerde,tasavvufa bağlı
görüşler,şaşırtıcı bir alaycılık içinde dile gelir.Allah ile şakalı bir eda ile konuşur gibi yazılan şiirler şadhiyat-ı
sofiyane adını alır.
Örnek:
"Kıldan köprü yaratmışsın Sırat kıldan incedir
Gelsin kullar geçsin deyü Kılıçtan keskincedir
Hele biz şöyle duralım, Varıp anın üstüne
Yiğit isen geç a Tanrı!" ( Kaygusuz Abdal) Evler yapasım gelir (Yunus Emre)
NUTUK Tekke edebiyatında,tarikata yeni girenlere mürşitlerin yol göstermek için yazdıkları manzumedir.
:Örnek: "Bilmek istersen seni
Can içre ara canı
Gel canından bul anı
Sen seni bil sen seni "

AŞIK EDEBİYATI (SAZ ŞİİRİ)
*Aşık Edebiyatı;Anadolu'da,XVI.yy.dan sonra gelişen,Anonim Halk,Tekke ve Klasik Edebiyatlarımızın etkisinde gelişen orta tabaka edebiyatımızdır.Halk arasında yetişen saz şairlerinin meydana getirdiği edebiyattır.
*Aşık Edebiyatımızda nesir yoktur.Aşık edebiyatı din dışı bir edebiyattır.Aşık adı verilen şairlerin bağlama,cura, tanbura gibi sazlarlasöyleyip çaldıkları sözlü,besteli edebiyat türüdür.
* Aşıklar,sözlü olarak süregelen edebiyatımızı ünlü aşıklar yanında öğrenir.,onlardan mahlas alır.Aşıklığın tüm
özelliklerini öğrendikten sonra sazlarıyla diyar diyar dolaşırlar.Sazla söz artık geçim kaynağı olmuştur.
*Halk şiirimizi oluşturan biçimler"dörtlük"biriminden doğar.Uyak düzeni mani tarzı (aaxa) ya da koşma
(abab/bbba/ccca...)(abcb/dddb/eeeb...)tipidir.
AŞIK EDEBİYATI ÜRÜNLERİ:
A)Biçimine göre:
KOŞMA:Halk Edebiyatımızın en yaygın nazım şekillerinden biridir.Çoğı 4+4+3 veya 6+5 durak olmak üzere
11 hecedir.Aynı koşmada bazen bu iki veznin kullanıldığı olur.
Koşma,Divan edebiyatının "gazel"i gibi lirik konuları işlemekte kullanılır.Aşk,sevgi,doğa güzellikleri koşmanın
en belli başlı konuşarı arasındadır.Halk edebiyatı sıkı kurallardan pek hoşlanmadığı için,esas ölçümü 11 heceli
olan koşmayı,değişik ölçülerde de görüyoruz.
Koşmanın insan ve doğa güzelliğini övene güzelleme;yiğitlik temasını işleyene koçaklama;bir kişiyi ve toplumun
kötülüklerini işleyenine taşlama;yasla ilgili olanlarına ağıt adı verilir.Örnek :
"Ilgıt ılgıt esen seher yelleri
Esip esip yare değmeli değil
Ak elleri elvan elvan kınalı
Karadır gözleri,sürmeli değil." ( Karacaoğlan )
SEMAİ: Sekizli hece ölçüsüyle yazılır.4+4ölçüsüyle duraklıdır.Birimi, dörtlüktür.Özel bir bestesi vardır.
Konuları aşk ve tabiat güzellikleridir.Örnek:
"İncecikten bir kar yağar
Tozar Elif Elif diye
Deli gönül apdal olmuş
Gezer Elif Elif diye diye." (Karacaoğlan )
VARSAĞI:Ölçü ve biçimce semaiye benzer.Güney Anadolu'da Varsak Türkmenleri tarafından söylenir.
Beste bakımından semaiden ayrılır.Sekizli vezinle söylenir.3-5 ve daha fazla dörtlük olur.Kahramanlık,
kabadayılık,mertlik duygularını haşmetli,ciddi bir dille belirtmeye çalışır.Savaş,vuruşma,yiğitlik konularında
meydan okumayı vurgulayan(be hey,bre,hey!)gibi ünlemler vardır.
Örnek:
"Bre ağalar,bre beyler
Ölmeden bir dem sürelim
Gözümüze kara toprak
Girmeden bir dem sürelim" ( Karacaoğlan )
b]

Diğer Sitelerimizi Ziyaret Ettiniz mi.?

Bayanlara: WeBCaNaVaRi'na Üye Olmadan Link'leri ve Kod'ları Göremezsiniz.
Link'leri Görebilmek İçin. Üye Ol. veya Giriş Yap.
www.kadincaforum.net

4EverRAP: WeBCaNaVaRi'na Üye Olmadan Link'leri ve Kod'ları Göremezsiniz.
Link'leri Görebilmek İçin. Üye Ol. veya Giriş Yap.
www.rapcanavari.net

4EverROCK: WeBCaNaVaRi'na Üye Olmadan Link'leri ve Kod'ları Göremezsiniz.
Link'leri Görebilmek İçin. Üye Ol. veya Giriş Yap.
www.rockcanavari.net

Twilight Saga FAN: WeBCaNaVaRi'na Üye Olmadan Link'leri ve Kod'ları Göremezsiniz.
Link'leri Görebilmek İçin. Üye Ol. veya Giriş Yap.
www.twilightturkiye.com

FlashOyun: WeBCaNaVaRi'na Üye Olmadan Link'leri ve Kod'ları Göremezsiniz.
Link'leri Görebilmek İçin. Üye Ol. veya Giriş Yap.
www.flashoyuncu.net
WeBCaNaVaRi Botu

Bu Site Mükemmel :)

*****

Çevrimİçi Çevrimİçi

Mesajlar: 222 194


View Profile
Re: Edebi Türler
« Posted on: Nisan 25, 2024, 10:21:34 ÖÖ »

 
      Üye Olunuz.!
Merhaba Ziyaretçi. Öncelikle Sitemize Hoş Geldiniz. Ben WeBCaNaVaRi Botu Olarak, Siteden Daha Fazla Yararlanmanız İçin Üye Olmanızı ŞİDDETLE Öneririm. Unutmayın ki; Üyelik Ücretsizdir. :)

Giriş Yap.  Kayıt Ol.
Anahtar Kelimeler: Edebi Türler e-book, Edebi Türler programı, Edebi Türler oyunları, Edebi Türler e-kitap, Edebi Türler download, Edebi Türler hikayeleri, Edebi Türler resimleri, Edebi Türler haberleri, Edebi Türler yükle, Edebi Türler videosu, Edebi Türler şarkı sözleri, Edebi Türler msn, Edebi Türler hileleri, Edebi Türler scripti, Edebi Türler filmi, Edebi Türler ödevleri, Edebi Türler yemek tarifleri, Edebi Türler driverları, Edebi Türler smf, Edebi Türler gsm
Yanıtla #1
« : Haziran 23, 2008, 11:10:12 ÖÖ »
Avatar Yok

mEkansIz_qEnc
*
Üye No : 588
Yaş : 34
Nerden : Rize
Cinsiyet : Bay
Konu Sayısı : 3519
Mesaj Sayısı : 17 287
Karizma = 17407


DESTANLAR:Koşma biçiminde yazılır.Dörtlük sayısı konuya göre değişir.Toplumu ilgilendiren olaylar
üzerine düzenlenir.Savaşlar,doğal felaketler,gülünç olaylar destana konu olur.
*Uzun soluklu "epope"lerle Halk edebiyatındaki destanları karıştırmamak gerekir.
Örnek: "Eğerleyin kır atımın ikisin
Fethedeyim düşmanların hepisin
Sabah namazında Bağdat kapısın
Allah Allah deyip açtı Genç Osman" (Kayıkçı Kul Mustafa)
*Alaycı destanlar da vardır.Örnek:
"Mutfağa fareler ayak basmazdı
Kilere kediler kulak asmazdı
Yaş söğüt dalına vursan kesmezdi
Soğan doğradığım bıçak nic'oldu.
TÜRKÜ:Anonim türküler biçimindedir.Şairi belli olan türkülerdir.Bazı türküler,içindeki sözlerle anılır:Eminem,Turnam,
Ey Gaziler...gibi.
B)Konusuna göre Aşık Edebiyatı:
GÜZELLEME:Sevilen bir varlığı övmek için koşma,semai,türkü biçiminde yazılır.Sevgiliyi yüceltmeyi amaçlar.
Divan edebiyatında bu tarz manzumeler "medhiye" adını alır.
Örnek:
"Ala gözlerini sevdiğim dilber,
Şu gelip geçtiğin yollar övünsün;
Kadir Mevlam seni öğmüş yaratmış,
Kısmeti olduğun kullar öğünsün" (Karacaoğlan)
KOÇAKLAMA:Halk edebiyatında,kahramanlık duygularını anlatan,kavgalarla savaşları tasvir eden manzumelere
denir.Coşkulu bir söyleyişi olur.Genellikle koşma biçimindedir.Köroğlunun koçaklamaları ünlüdür.
Örnek: Ay yansın ağalar güneş tutulsun
Parlatı parlatı çalın kılıncı
Oklar gıcırdasın ayyuka çıksın
Mevlanın aşkına basın kılıncı
TAŞLAMA: Bir kimsenin kusurlarını, gülünç taraflarını alaylı bir dille ortaya koyan şiirdir.Divan şiirlerinin hicviyelerine karşılık halk şairleri şahıslara karşı duydukları nefret ve kinleri, yermek istedikleri kimseleri taşlamalarının okuna hedef tutmuşlardır. Aşık edebiyatımızda zengin bir taşlama geleneği vardır.
Örnek: Bir arzuhal yazsan makama varsan
Ağlasan derdini davanı sorsan
Ağır hasta olsan hekime varsan
Yarene bir ilaç sürmez parasız
AĞIT:Ölenin iyilikilerini, ölümünden duyulan acıları sayıp dökmek üzere yazılan, ölü çıkan evlerde matem toplantılarında okunup ağlanılan şiirlerdir. Divan şiirinde ağıta mersiye denir.
Örnek: Çarşının içinde sıra kasaplar
Adam ahbabına kama mı saplar
Mustafam gidiyor gelin ahbaplar
gelin ahbaplar
DEDİM DEDİ:Saz şiirimizde yaygın olarak görülen bir şiir türüdür. Divan şiirimizde de bulunmakla beraber koşmalarda seven erkekle sevilen kadının şiirle konuşmasından oluşur.
Örnek: Dedim: Dilber, yanakların kızarmış.
Dedi: Çiçek taktım, gül yarasıdır.
Dedim: Tana tane olmuş benlerin.
Dedi: Zülfün değdi, tel yarasıdır. (Aşık Ömer)
MUAMMA: Manzum bilmecelerdir.Bazı Halk şairleri muammalarını kahve duvarlarına asarlardı.
NASİHAT:Ata sözleriyle düzenlenmiş didaktik halk şiirleridir.





Tanım:
• Okuyanlara estetik (sanatsal) bir doyum sağlamak amacıyla yazılmış, ya da böyle bir amacı olmasa bile biçimsel ve içeriksel özellikleriyle bu düzeye ulaşabilen bütün yazılı eserlere edebiyat denir. Edebiyat bir anlatım biçimidir. Düşünce ve duyguları güzel ve etkili bir biçimde anlatma sanatı olarak da tanımlanabilir. Herhangi bir metnin edebiyat eseri sayılabilmesi için sanatsal değerler taşıması gerekir.

Türler
• Edebiyat türlerini önce ikiye ayırmak mümkün. Birincisi nazım, ikincisi nesir. Nazım belli bir ölçü ve kalıp esas alınarak üretilmiş edebi ürünlerdir. Ya da kısaca bütün şiir ve şiirler metinlerdir. Hece vezni gibi belli bir kalıp ve ölçü kaygısı güdülerek yazılır. Nesir ise serbest, ölçüsüz düz yazıdır. Nazım genel oarak bütün şiir türlerini kapsar. Nesir ise edebiyatın şiir dışındaki tüm biçimlerini. Roman, öykü, tiyatro, deneme gibi.

ŞİİR
• Dilin anlam, ses ve ritim ögelerini belli düzen içinde kullanarak bir olayı, ya da bir duygusal ve düşünsel deneyimi yoğunlaşmış ve sıradanlıktan uzaklaşmış bir biçimde ifade etme sanatıdır.

Lirik şiir
• Edebi türlerin en sanatsal, en katışıksız, en yoğun olanı lirik şiirdir. Estetik haz vermenin dışında hiçbir amaç taşımaz. Lirik şiiri destan, eleji, ağıt, mesnevi, dramatik şiir ve felsefi şiir izler.

Destan
• Kahramanlarının olağanüstü eylemlerini coşkulu, törensel bir üslupla anlatan ve genellikle birkaç bölümden oluşan manzum yapıtlardır. Bilinen en eski edebiyat türlerinden biridir. Yunanca "espos" sözcüğünden gelmektedir. Mitoloji, efsane, folklor ve tarihi öğeler içerir. Destanlar ve destansı öyküler ilkçağlardan beri dünyanın her yerinde gelenekleri sonraki kuşaklara aktarmak için kollektif olarak yaratılmış edebi biçimlerdir.
• Destanların ortak özellikleri:
Hepsinde yarı tanrısal nitelikler taşıyan bir ya da birçok kahramandan söz edilir. Destan bu kahramanın eylemleri üzerine kurulmuştur. Olaylar çok geniş bir kozmik coğrafya üzerinde geçer. Bir destanın dünyası ortaya çıktığı zaman içinde düşünebilecek her şeyi barındıran bütünsel, çok yönlü bir dünyadır. Hemen bütün destanlarda uzun yolculuklar anlatılır. Çoğu destanda olaylara doğaüstü yaratıklar da katılır. Kişiler, olaylar, doğal varlıklar hep gerçek yaşamdaki boyutlarından daha büyük, daha zengindir. Özellikle sözlü destanlarda uzun anlatı, betimleme (tanımlama) ve konuşma bölümleri bulunur. Öykü içinde öyküye yer verilir.Törensel söyleyişler ve kamusal duyarlılık hakimdir. Destanlar temel olarak iki gruba ayrılır.

Sözlü destanlar
• Yazının henüz bulunmadığı ve yaygınlaşmadığı bir kültürde doğan ve kuşaktan kuşağa sözlü olarak aktarıldıktan sonra yazıya geçirilen destanlardır. Ozan ve şarkıcıların değişik zamanlarda söylediği şarkı ve şiirlerin bütünleşmesi ve işlenmesiyle oluşturulurlar. Örnekler:
• Gılgameş: MÖ 3000 yıllarında Mezopotamya’da ortaya çıkmıştır. Bilinen en eski destandır. Babil ve Akad toplumlarınca da benimsenmiştir. Ama bugüne kalan en eksiksiz biçimi Sümer toplumunda ortaya çıkmıştır. Zalim Uruk kralı Gılgameş’in ölümsüzlük arayışını anlatır. Gılgameş ve arkadaşı Enkidu ile birlikte uzun arayışlardan sonra ölümsüzlük otunu bulur, ama bir yılana kaptırır.
• Ilyada ve Odysseia: MÖ 11-12’nci yüzyıllarda geçtiği sanılmaktadır. Homeros destanları olarak bilinirler. Yunan Yarımadası’ndaki Akhalar’ın, Anadolu’daki İon krallıklarına saldırısı ve Akha kral ve prenslerinin daha sonraki serüvenleri anlatılır. Özellikle Odysseia, Yunan Tragedyası ve Batı edebiyatının önemli bir kaynağıdır.
• Diğerleri: Eski İngilizce halk destanı Beowulf, Eski Almanca Heldenlieder (kahramanlık türküleri), Almanca Nibelungenlied , Kudrunlied, Fransa'da Chanson de Geste (kahramanlık şarkısı), Chanson de Roland (Frank kralı Charlemagne’ın savaşlarını anlatır), İspanya’da El Cantar de Mio Cid, Hindistan'da Mahabharata, Ramayana, Japonya’da Heike Monogatari.

Edebi destanlar
• Belirli bir yazar tarafından eski örneklere uygun olarak ve okunmak üzere kaleme alınmış destanlardır.
Örnekler:
• Vergilius’un Aeneis’i: MÖ 29-19’uncu yüzyılları kapsar. Troyalı Aeneias’in uzun ve zorlu bir yolculuktan sonra Latin ülkesine gelerek Lavinium kentini kurması anlatılır. Lavinium sonradan Alba Langa ve Roma kentlerinin yerine kurulan ilk kenttir.
• Milton’un Paradise Lost’u: İnsanın cennetten kovuluşu ve tanrının şeytanla mücadelesini anlatır.
• Dante’nin La Divina Commedia’sı (İlahi Komedya) MS 1310-1321, Ariosto’nun Orlando Furioso’su (Çılgın Orlando) 1532, Camoes’in Os Lusidas’ı 1572.


Türk edebiyatında destan
• Asya kıtasının çeşitli bölgelerinde yaşayan Türk boyları arasında zengin bir destan geleneği vardır. Bilinen Türk destanları arasında en eskisi Yaratılış Destanı’dır. Altay Türkleri arasında söylenmektedir. V. Radlov tarafından saptanıp yazıya geçirilmiştir.
Saka Destanı, İskit Türkleri’ne aittir. Bu destan zinciri içinde Alp Er Tunga ve Şu parçaları bulunur. Bunlar Kaşgarlı Mahmud’u Divanü Lugati-t-Türk adlı eserinde yer almıştır.
Oğuz Kağan Destanı 14’üncü yüzyılda derlenmiş özet nitelikte bir metindir. Oğuz Kağan’ın doğumu ve üstün nitelikleri, askeri başarıları ve ülkeyi oğulları arasında pay edişi anlatılır.
Oğuz Türkleri’nden günümüze gelen tek destan metni ise Dede Korkut Kitabı’dır. Bayındır Han soyundan geldikleri sanılan Akkoyunlular’ın egemen olduğu Kuzeydoğu Anadolu’daki olaylar ve Müslüman Oğuzlar’ın yaşamı anlatılır. Göktürk Destanları çeşitli parçalardan oluşmuştur. Bozkurt parçasında Göktürkler’in bir boz kurdun soyundan geldikleri, Ergenekon parçasında ise Ergenkon’a sığınmaları, çoğalıp buraya sığmayınca dağı eriterek dış dünyaya çıkmaları anlatılır. Köroğlu parçasında, göçebe Oğuzlar’ın Horasan ve Hazar’da İranlılarla savaşlarından sözedilir.
Manas Destanı’nda Kırgız Türkleri'nin putperest Kalmuk ve Çinliler’le savaşları vardır.
Cengiz Han Destanı, Moğol istilasından sonra Kıpçak bozkırlarında ve eski Uygurların yaşadığı bölgelerdeki olayları anlatır.
Timur Destanı, Timur’un savaşları ve kişiliğine yer verir. Danişmend Gazi Destanı’nda Türklerin Anadolu’yu ele geçirmeleri anlatılır.
Battal Gazi Destanı’nda da Anadolu’daki Türk-Bizans savaşları yer alır.

AĞIT
• Genellikle bir ölünün ya da acı, üzücü bir olayın ardından söylenen halk türküsü. Ağıtlar, başından acı bir olay geçen ya da ölen kişinin iyiliklerinden, yiğitçe davranışlarından ve yaşamındaki önemli olaylardan söz eder. Belli geleneksel hareketler eşliğinde kendine özgü ölçü ve uyaklarla söylenir.
Türklerde ağıt geleneği çok eskidir. Anadolu’nun hemen her yerinde söylenir. Ağıtlar yarı anonim folklor ürünleri arasında da sayılabilir. Türkçe’de 7, 8 ve 10 heceli ağıtlar yaygındır. En çok rastlanılanı 8 hecelilerdir. Erkeklerin söylediği ağıtlar varsa da ağıtları daha çok kadınlar söyler. Gösteri bölümüyle tiyatro, söyleniş biçimiyle şiirseldir. Ağıtlar türkü ve destanla yakın ilişki içindedir.

MESNEVİ
• Özellikle Arap, Fars ve Osmanlı edebiyatında kendi aralarında uyaklı beyitlerden oluşan ve aruz ölçüsüyle yazılan şiir biçimidir. Arapça’da "müzdevice" denilen mesnevi türü ilk olarak 10’uncu yüzyılda İran edebiyatında ortaya çıkmıştır. Türk edebiyatına girişi 11’inci yüzyılda Yusuf Has Hacib’in Kutadgu Bilig adlı yapıtıyla başlar. Her beytinin ayrı uyaklı olması yazma kolaylığı sağlar. Bu nedenle uzun aşk öykülerinde, destanlarda mesnevi kullanılmıştır. Mesnevi bir eser başlıca tevhid, münacat, na’t, miraciye bölümlerinden oluşur. Mesneviler aşk mesnevileri, dinsel-tasavvufi mesneviler, ahlaksal ve öğretici mesneviler, savaş ve kahramanlık konusunu işleyen gazavatnameler, bir kentin güzelliklerini anlatan şehrengizler ve mizahi mesneviler diye ayrılabilir. Mevlana Celaleddin Rumi’nin altı ciltlik tasavvufi yapıtı da "Mesnevi" adını taşımaktadır.


ELEJİ
• Tanınmış bir kişinin, bir arkadaşın ya da sevilen bir kişinin ölümünden duyulan üzüntüyü anlatan lirik şiir türüdür. Genel anlamda, insanın ölümlülüğü temasını işleyen, birbirini izleyen bir vurgulu iki vurgusuz heceli ayaklardan oluşan beşli ve altılı ölçüyle yazılan ve konuyla sınırlı olmayan şiire verilen addır. Modern batı edebiyatında bu terim şiirin içeriğinden çok ölçüsünü belirtir. Alman edebiyatında ölçü özelliği öne çıkarken, ingiliz edebiyatında şiir türü olarak tanınır. Örneğin, Milton’un okul arkadaşı Edward King’in ölümü üzerine yazdığı "Lycidas" (1838) bu kapsamdadır. Eleji, modern şiirde de sık rastlanan önemi bir şiirsel anlatım biçimidir.

NESİR: Düz yazı

ROMAN
• Belli bir tarihsel ya da coğrafi çevre içindeki belli bir kişi ya da bir grup insanın başından geçenleri, bu insan ya da insanların iç ve dış yaşantılarını belli bir kronolojik, mantıksal, duygusal ya da sanatsal ilişkiyi gözeterek öyküleyen ve belli bir uzunluğu aşan anlatılar için kullanılan edebi terimdir. Edebi türler içinde en yenisidir. Çünkü matbaanın bulunması ve kentsoylu bir okur kitlesinin ortaya çıkmasından sonra gelişmiştir.
• Aslında tanımlanması en zor edebi türdür. Gelişmesini tamamlamamış tek türdür denebilir. Bunun bir nedeni romanın tarihsel koşullara bağlı olması, diğer nedeni ise yazarına geniş bir özgürlük ve deney alanı bırakmasındandır. Romanın ataları arasında nesirsel özellikler taşıyan Petronius’un Satyricon (1’inci yüzyıl) ve Apuleius’un Metamorphoseon’u (2’nci yüzyıl) gösterilir.
Roman düzyazıyla yazılır. Anlatılan olaylar kahramanlık öyküleri değil, sıradan insanların günlük yaşantılarıdır. Anlatılan olaylar, saraylar ve savaş alanları gibi destansı mekanlarda değil, sokaklar, evler, meyhaneler gibi sıradan mekanlarda geçer. Olaylara yön veren tanrılar değil, kişilerin kendi tutum, davranış, duygu ve düşünceleridir. Kullanılan dil, nazım türlerinde olduğu gibi ağdalı değil günlük ve sıradandır.
• Roman tarihe en bağlı edebiyat türüdür. Toplumsal, politik olaylar gelişmelerle de yakın ilişkidedir. Romanın tarihe bağlı oluşu, çok köklü bir geçmişi olmayan yeni bir sınıfın, yani burjuvazinin kendine tarih içinde bir geçmiş, şimdi ve gelecek kurma çabasından doğmuş olmasında yatar. 18. yüzyıl romanlarının çoğu, burjuvazinin aristokrasiye karşı mücadelesinde kullanılmak üzere kaleme alınmış metinler gibidir.
Roman, işte bu nedenle, felsefe ve sanattan boş inançları kovmak ve bunların yerine akıl ve gerçeği geçirmek isteyen bir kültürel dönüşümün ürünüdür. Bu nedenle toplumların gelişimine, yani tarihe kopmaz biçimde bağlıdır. İnsanı, öncelikle toplumsal ve tarihsel bir varlık olarak konu alan ilk sanat türüdür.


Roman türleri
• Romanlar konu, üslup, yazıldığı dönem bakımından çeşitli türlere ayrılabilir.

Üslup bakımından "romantik roman", "gerçekçi roman", "doğalcı roman", "estetik roman", "izlenimci roman", "dışavurumcu roman", "yeni roman" türleri sayılabilir.

Romantik roman
• Kişilerin duygularını, arzularını, düşüncelerini yalnızca kendilerine ait, içten gelen doğal ve gerçek olgular gibi görür. Örneğin Sir Walter Scott’un tarihsel romanları, Jean Jack Rousseau’nun eserleri ve Goethe’nin Genç Verther’in Acıları romanı gibi.
Gerçekçi roman
• Romantik romandan ayrı olarak kuru ve kuşkucu bir anlatım ve düşünce yapısı taşır. Balzac ve Stendhal’in romanları bu üsluptadır.
Doğalcı roman
• Üslup bakımından gerçekçi romana benzer. Olanın olduğu gibi yazılmasını öngörür. Emile Zola ve Maupassant romanları doğalcı romanlardır.
Estetik roman
• Belli biçim ve anlatım kaygıları ile yazılmış romanlardır. Gustave Flaubert estetik romanın en önemli yazarıdır.
İzlenimci roman
• Diğer üsluplardan ayrı olarak eşyanın ve dış olayların kendi nesnel gerçeklikleriyle insanların bunları algılama biçimleri arasındaki farkları ortaya çıkarmaya yönelir. Yani dış gerçeklerden çok, duyu ve duygulara, iç yaşantının betimlenmesine öncelik verir. Ford Madox Ford’un romanları izlenimciliğin en sistemli ürünleridir.
Dışavurumcu roman
• 20. yüzyılda ortaya çıkmıştır. Dışavurumculuk toplumsal kimliklerin reddedilmesi ve insan yaşamını belirleyen toplum karşıtı ya da uygarlık karşıtı güçlerin öne çıkarılmasıyla belirlenir. Dışavurumculuk, şiddetli, fırtınalı ve tanımsız duyguları vurgulamasıyla, abartma, karikatürleştirme, çarpıtma ve soyutlama tekniklerinden yararlanmasıyla bir tür "yeni romantizm" olarak da değerlendirilir. Dostoyevski, Kafka, Beckett ve Brecth’in romanları bu türün örneklerindendir.
Yeni roman
• Aslında dışavurumculuğun izlerini taşır. Özellikle 1930 sonrasında ilk örnekleri görülmeye başlandı. Kendisinden önceki akımlardan hiçbirine benzemeyen, yazma deneyini, hatta romanın olanaksızlığını romanın asıl konusu haline getiren romanlardır. Yeni roman, yazma eyleminin kendisini sorgulamaya yönelir. Alain Robbe-Grillet, Michel Butor, Claude Simon, Philippe Soller, Julio Cortazar gibi yazarlar bunu denemişlerdir.

Konusu bakımından roman "tarihsel roman", "pikaresk roman", "duygusal roman", "gotik roman", "ruhbilimsel roman", "töre romanı", "oluşum romanı" türlerine ayrılır.

Tarihsel roman
• Uzak bir geçmişte yaşanan olayları konu alır. Ama tarihten daha derinlerde yatan insanla ilgili daha evresel bir gerçeği araştırmak amacıyla da yazılmış olabililer. Tarihi romanların örnekleri arasında Walter Scott’un romanlarını, Tolstoy’un Savaş ve Barış’ını, Stendhal’in Parma Manastarı’nı sayabiliriz.
Pikaresk roman
• İsmini, İspanyolca alt tabakadan serüvenci ya da serseri anlamına gelen sözcükten alır. Çoğunlukla ahlaksız, rezil bir kahramanın başıboş gezginlik yaşamında yaşadığı olayları gevşek ve rahat bir üslupla anlatır. Bu türün önemli örnekleri arasında Lesage’nin Gil Blas de Santilane’ın Serüvenleri, Defoe’nun Talihli Metres’i, Thomas Mann’ın Dolandırıcı Felix Krull’un İtirafları’nı sayabiliriz.
Duygusal roman
• İnsanın duygusal yaşamını yüksek ve özenli bir üslupla betimleyen romanlardır. Bazen bu türde yazarın kendi duygularıyla, okurun duygularını sömürmesi ön plana çıkar. Laurence Sterne’in Fransa ve İtalya’da Hissi Seyahat adlı eseri, Rousseau’nun romanları, Madame de La Fayette’in Prenses de Cleves’i bu türe örnek gösterilebilir.
Gotik roman
• Gotik roman, İngiliz ve Amerikan romancılığına özgü bir türdür. 18. yüzyılın akılcılığına karşı çıkan bir türdür. Karanlık, korkutucu, çılgınlıklarla dolu bir ortamda geçen kanlı, şeytani, büyülü olayları konu alır. Horace Walpole’un Otranto Şatosu, Mary Shelley’in Frankenstein adlı romanları bu türün örnekleridir. Gotik romanın günümüzdeki uzantıları bilimkurgu ve fantastik roman olarak gösterilebilir.
Ruhbilimsel roman
• Kişilerin ruhsal durumlarını ayrıntılarıyla çözümlemeye çalışan romanlardır. Daha serinkanlı ve denetimli oluşuyla duygusal romandan ayrılır. Abbe Prevost’un Manon Lasko adlı eseriyla Fransız edebiyatında açılan psikolojik roman çığırı diğer ülke romancılarını da etkilemiştir. Paul Bourget’in romanları da bu türe örnektir.
Töre romanı
• İnsanların en dolaysız biçimde toplumsal olan davranışlarını, adetlerini, geleneklerini ön plana çıkarır. Moda, yaygın konuşma ve ifade biçimleri, toplu olarak yapılan her şey bu tür romanların konusunu oluşturur. Toplumun derin yapısından çok, yüzeysel görüntüleriyle ilgilenir. En tipik temsilcileri olarak Arnold Bennet ve Evelyn Waugh’tur.


Türk edebiyatında roman
• Türk edebiyatına roman Fransızca’dan yapılan çevrilerle girdi. Bu çevirilerden ilki Yusuf Kamil Paşa’nın Fenelon’dan yaptığı Terceme-i Telemak’tır. Daha sonra adı bilinmeyen bir çevirici Victor Hugo’nun ünlü romanı Sefiler’i (Les Miserables) çevirdi. 1860-1880 yıları arasında başta Fransız yazarlar olmak üzere bir çok Batılı yazarın eseri Türkçe’ye çevrildi. İlk Türk romanı Şemseddin Sami’nin Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat adlı eseridir. Sami’den sonra Ahmed Mithad romanlarıyla Türk romanının gelişmesine katkıda bulundu. Türk romanı asıl Tanzimat döneminde gelişti. Recaizade Mahmud Ekrem’in Araba Sevdası yeni teknikler kullanılan Batılı anlamda türüne en yakın ilk Türk romanıdır. Servet-i Fünun edebiyatı döneminde ilk usta romanlar ve usta yazarlar kendilerini gösterdi. "Sanat sanat içindir" tezini savunan bu yazarlar aşk ve acıma gibi konuları işledi. Halid Ziya Uşaklıgil bu dönemin en önemli romancısı sayılır. Aşk-ı Memnu (1925) adlı romanı günümüzde de en başarılı Türk romanlarından biridir. 1910’dan sonra milli duyguların ağır basmasıyla birlikte "Genç Kalemler" dergisi çevresinde Türkçülük akımı gelişti. Milli romanların yazılması bu dönemde başladı. Halide Edip Adıvar’ın Vurun Kahpeye, Reşat Nuri Güntekin’in Çalıkuşu romanları bu dönemin örneklerindendir. Cumhuriyet döneminde çağdaş Türk romanı ortaya çıktı. Toplumsal ve sosyal gelişmeleri konu alan romanlar yazıldı. Köy ve kent romanları ayrımı da bu dönemle ilgilidir.

ÖYKÜ
• Gerçek ya da düş ürünü bir olayı aktaran kısa düz yazı şeklindeki anlatıdır. Kısa oluşu, yalın bir olay örgüsüne sahip olması, genellikle önemli bir olay ya da sahne aracılığıyla tek ve yoğun bir etki uyandırması ve az sayıda karaktere yer vermesiyle roman ve diğer anlatı türlerinden ayrılır.
• Öyküde, olayın geçtiği yer sınırlı, anlatım özlü ve yoğundur. Karakterler belli bir olay içinde gösterilir. Bu karakterlerin de çoğu zaman sadece belli özellikleri yansıtılır. Konu tümüyle düş ürünü olabilir, ya da son derece gerçekçidir. Genellikle ironik bir rastlantı yoluyla yaratılan özel bir an üzerindeki yoğunlaşma sürpriz sonlara olanak verir.
• Eski Yunan’daki fabl ve kısa romanslar, Binbir Gece Masalları öykünün habercileridir. Ama öykü ancak 19. yüzyılda romantizm ve gerçekçilik akımlarının yaygınlaşmasıyla edebi bir tür haline gelebildi. Edgar Allan Poe’nin Grotesk ve Arabesk öyküleri adlı eseriyle yalnızca Amerika Birleşik Devletleri’nde değil Avrupa’da da etkili oldu. Almanya’da Heinrch von Kleist, ve E. T. A. Hoffmann, psikolojik ve metafizik sorunları öykülerinde masalsı bir anlatımla yansıttılar.
• 20. yüzyıla girildiğinde öyküler ilk kez genellikle gazete ve dergilerde yayınlanıyor ve bu yüzden gazeteciliğe özgü yerel renkler taşıyordu. Bret Harte’nin öyküleri, Ruyard Kipling’in Hindistan’daki yaşamı anlatan öyküleri, Mark Twain’in Missisippi öyküleri bu özelliktedir.
• Rusya’da Gogol, Dostoyevski, Turgenyev ve Çehov’un öyküleri, öykü türünün edebi eserler arasında sağlam bir yere oturmasına büyük katkı sağladı.


Türk edebiyatında öykü
• Türk edebiyatında Batılı anlamdaki ilk öyküler Tanzimat döneminde yazıldı. İlk öykü yazarları, Ahmed Midhat, Emin Nihat, Samipaşazade Sezai ve Nabizade Nazım’dı. Türk öykücülüğünü yetkinliğe kavuşturan yazar ise Halit Ziya Uşaklıgil oldu. Edebiyat-ı Cedide döneminde yalın diliyle dikkat çeken Uşaklıgil, titiz gözlemciliğiyle gerçekçi öykü geleneğini başlatan yazardır. Bu dönemin diğer yazarları Hüseyin Rahmi Gürpınar, Mehmet Rauf, Hüseyin Cahit Yalçın, Ahmet Hikmet Müftüoğlu ve Saffeti Ziya idi.
• 2. Meşrutiyet’in ilanından sonra gelişen yeni edebiyat akımıyla birlikte öyküde toplumsal ve siyasi sorunlar işlenmeye başladı. Türkçe’de yabancı sözcüklerin temizlenmesi, yazımda konuşma dilinin hakim olması, taşra yaşamının gerçekçi bir üslupla edebiyata taşınması gibi özelliklerle bilinen bu dönemde Ömer Seyfettin, Türk öykücülüğünde yeri bir çığır açtı. Onu Halide Edip Adıvar, Reşat Nuri Güntekin, Refik Halit Karay izledi. F. Celaleddin, Selahattin Enis, Sadri Ertem, Cemal Kaygılı, Sabahattin Ali, Kenan Hulusi Koray, Nahit Sırrı Örik, Bekir Sıtkı Kunt, Mahmut Şevket Esendal Cumhuriyet dönemi öykücülüğünü hazırlan isimlerdir.
• Cumhuriyet dönemi 1930’lar sonrasını kapsar. Bu dönemde alışılmışın dışında bir öykü dünyası kuran Sait Faik Abasıyanık, Halikarnas Balıkçısı (Cevat Şakir Kabaağaç), diyalogların usta yazarı Orhan Kemal, Mehmet Seyda, Samet Ağaoğlu, Sabahattin Kudret Aksal, Kemal Bilbaşar, Kemal Tahir ve Ahmet Hamdi Tanpınar öykü yazarları olarak ön plana çıktı. Günümüzde Türk öykücülüğü geniş bir konu ve üslup zenginliğiyle sürmektedir.

MASAL
• Olağanüstü öğe, kahraman ve olaylara yer veren öykülerdir. Masal terimi öncelikle, Sindirella, Çizmeli Kedi gibi sözlü geleneğin ürünleri olan halk öykülerini kapsar. Ama sözlü gelenekle ilişkisi olmayan edebi yönü ağır basan bazı eserler de bu türün içinde yer alır. Halk masalları 4 temel grupta toplanır. Hayvan masalları, olağanüstü ve gerçekçi masallar, güldürücü öyküler, zincirlemeli masallar.
• Hayvan masalları genellikle kısa masallardır. Lafontaine masalları bu türün en güzel örnekleridir. Şeyhi’nin Har-name adlı eseri de Divan edebiyatındaki hayvan masalları türüne görmek gösterilebilir.
• Olağanüstü masallarda, olağan varlıkların yanı sıra cin, peri, dev, ejderha gibi olağanüstü varlıklara da yer verilir. Gerçekçi masalların başlıca kahramanları ise padişahlar, vezirler, prenses ve prensesler, zenginler, hırsızlar ya da haydutlar gibi gerçek hayattaki kişilerdir.
• Güldürücü masallar okuyan ve dinleyeni eğlendirmeyi amaçlayan masallardır.
• Zincirleme masallarda sıkı bir mantık bağıyla birbirine bağlanan, küçük ve önemsiz bir dizi olay art arda sıralanır.


TİYATRO
• Bir öyküyü, sahne olarak ayrılmış bir yerde oyuncuların söz ve hareketleriyle canlandırma sanatıdır. Çoğu zaman yazılı bir metne dayanır. Be metnin adı senaryodur. Ancak tiyatronun tek öğesi edebiyat değildir. Oyunculuk, sahne düzeni, dekor, köstüm, aydınlatma, müzik ve dans gibi öğeleri de vardır. Burada tiyatro terimi, eser olarak edebi yönüyle ele alınmaktadır.
• Başka bazı sanatlar gibi tiyatro da dinsel törelerden doğmuştur. Daha sonra dinden bağımsızlaşarak bir sanat olmuştur. Temelinde, ilke insanın doğa olaylarını kendi bedensel hareketleriyle simgesel olarak canlandırma çabaları yatar. Doğa üstü güçlerin insanlara görünmesine aracılık etme çabaları da tiyatronun bir diğer amacıdır.
Tiyatro eserleri de diğer edebi eserler gibi genel edebi akımların etkisinde kalır. İlk insan topluluklarıyla birlikte ortaya çıkan tiyatro, antik çağlarda asıl kimliğine kavuşmaya başladı. İlk tiyatro şenliği MÖ 534’te Atina’da düzenlendi.

DENEME
• Tek bir konuyu rahat ve akıcı bir biçimde ele alan, çoğu kez yazarının kişisel bakış açısı ve deneyimini aktaran orta uzunluktaki edebi metinlerdir. Bu türün yaratıcısı 16. Yüzyıl Fansız yazarı Michel de Montaigne’dir. Yazdığı metinlerin kişisel düşünce ve deneyimlerinin iletilmesine yönelik edebi parçalar olduğunu vurgulamak için deneme (essai) adını seçmiştir. Türk edebiyatına deneme, diğer edebi türler gibi Tanzimat’tan sonra Batı’nın etkisiyle girdi. Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Ahmet Haşim, Falih Rıfkı Atay, Yahya Kemal Beyatlı deneme türününde eserler veren önemli yazarlarımızdır. Ancak deneme türünün en önemi yazarı Nurullah Ataç’tır. Ataç, denemelerinde kişisel tavrını açıkça ortaya koyan, dilde yenilikçi ve titiz, üslupta akıcı bir yazardır.

BİYOGRAFİ
• "Yaşam öyküsü" de denebilir. Bir kişinin yaşamını anlatmayı konu alan edebiyat türüdür. Yazarın kendi yaşamını anlattığı oto biyografiler de bu türün içinde yer alır. Yaşam öyküsü kişisel anılara ya da araştırma sonucu edinilmiş sözlü ve yazılı malzemelerin düzenlenmesine ve yorumlanmasına dayandığı için tarihin bir dalı olarak da görülebilir. Ama konu alınan kişinin bireyselliğini, yaratıcı ve duygudaş bir kavrayışla aktarmaya çalıştığı için aynı zamanda edebiyatın bir koludur.
• Tarihte ölen kişinin yaşamını ve yapıtlarını öven mezar yazıtları ve cenaze törenlerindeki konuşmalar yaşam öykülerinin ilk örnekleri sayılabilir. Daha sonra eldeki verilerin keyfi ya da eleştirellikten uzak bir yorumuna dayanan, söz konusu kişiyi övmek ve okura örnek oluşturmak için yazılan yaşam öyküleri başlamıştır. Bunun hemen ardından kişilerin gerçek yüzünü ortaya çıkarmayı amaçlayan eleştirel yaşam öyküleri de kaleme alınmıştır.
• Yaşam öyküsünün bir başka özelliği, yazarının tarafsız olmamasıdır. Yaşamını yazdığı kişiyi sunar ve yorumlarken kendi kişiliğini de eserine yansıtır. Otobiyografi türünde bu özellik daha da belirgindir.

MAKALE
• Yazarın belli bir konuda, genellikle günlük politika ile ilgili görüşlerini dile getirdiği kısa metinlerdir. Makale, asıl gazetelerin yaygınlaşması ve gelişmesiyle kendini gösteren bir edebi türdür. Yazar bu kısa yazılarda çeşitli konulara ilişkin kişisel görüş eleştiri ve önerilerini sıralayabilir. Ya da politik veya toplumsal sorunlara değinebilir. Konular politikanın yanı sıra, bilim, dil, kültür gibi yazarın tercih ettiği herhangi bir alan da olabilir. Makalenin amacı, açıklama, eleştiri, tanıtım, bilgilendirme de olabilir. Ama genellikle eleştirel tutum ön plandadır. Makaleler, günlük yazıldıktan sonra bir araya getirilerek makale kitapları şeklinde yayınlanabilir.

ELEŞTİRİ
• Herhangi bir kişiyi, bir eseri, bir konuyu doğru ve yanlışlarını dile getirerek göstermek amacıyla yazılan kısa metinlerdir. Hedeflenen öğeyi doğru ve yanlış yönleriyle tanıtmayı amaçlayabileceği gibi, bu öğenin doğru tanıtılmasını sağlamayı ve bir değerlendirmeyi de hedef alabilir. Edebiyat sorunlarını ve yapıtlarını konu alan inceleme, yorum ya da değerlendirme olarak da tanımlanabilir.

ANI
• Kişisel yaşantının bütünü ya da belli bölümlerini ya da gözlemleri dile getirmek amacıyla yazılmış edebi metinler ya da kayıtlardır. Otobiyografi ile karıştırılabilen anı, ondan dışsal olaylara verdiği önem nedeniyle ayrılır. Anıda kişisel yaşam izlenimlerinin yanı sıra bu izlenimlerin dış boyutları da geniş olarak yer alır. Otobiyografide yazar öncelikle kendilerini konu edinirken, anı yazarları çoğunlukla çeşitli tarihsel olaylarda rol oynamış ya da bu olayların yakın gözlemcisi olmuş kişilerdir.


MİZAH
• Olayların gülünç, alışılmadık ve çelişkili yönlerini yansıtarak insanı düşündürme, eğlendirme ya da güldürme sanatıdır. Bu amaçla yazılan edebi eserler de mizah türü için de değerlendirilir. En kaba şakadan en ince espriye kadar bütün mizah örnekleri, birbiri ile uyum içindeki olaylar arasındaki çelişkinin birdenbire ortaya çıkarılmasına dayanır. Mizah gelenek ve kuralların sorgulanmasında önemli bir rol oynar. İki amacı vardır, saldırma ve savunma. İnsanın topluca yaşamaya başladığı dönemle birlikte mizah da otaya çıkmıştır. Kentleşmeyle birlikte daha soyut ve dolaylı bir özellik kazandı.
• Mizahı bedensel şiddetten ayırıp keskin dilli bir sanata dönüştüren Atinalılar olmuştur. Ortaçağda kilise ve kralları alaya alan masallarıyla şenliklerde halkı eğlendiren öykü anlatıcıları jonglörler ve gezgin minstrel’le birlikte açık cinsel çağrışımları da olan yeni bir mizah türü yaygınlaştı. 20. yüzyılda yeni bir mizah türü doğdu. Komik öğelerin yanı sıra ürkütücü ve korkunç öğelere de yer veren kara mizah ortaya çıktı. Siyasal mizah da bu dönemde önem kazandı.

Türk edebiyatında mizah
• Türk edebiyatında ise gerçek anlamda ilk mizah ürünleri masallar, fıkralar ve seyirlik oyunlardır. Divan edebiyatında da sık rastlanmamakla birlikte mizah yer almıştır. Tanzimat döneminde Türk mizahının çehresi geniş ölçüde değişti. Teodor Kasap ve Direktör Ali Bey’in Fransız edebiyatının etkisiyle yazdıkları tiyatro eserleri önem kazandı. Şinasi’nin Şair Evlenmesi, Ziya Paşa’nın Zafername Şerhi, Namık Kemal’in imzasız fıkra ve yergileri bu tiyatro eserlerini izledi. 2. Meşrutiyet’le birlikte Türk mizah edebiyatı büyük gelişme gösterdi. Baha Tevfik, Peyami Safa, Ömer Seyfettin, Yusuf Ziya Ortaç ve Orhan Seyfi Orhon gibi birçok yazar mizah yazılarıyla ünlendi.
• Cumhuriyetle birlikte Türk mizahı yeni bir kimlik kazandı. Bu dönem yazarları geçmişi eleştiren, yeni dönemi savunan bir tutum benimsedi. Çok partili dönemle birlikte mizah kapsam ve konu bakamından büyük zenginlik kazandı. Aziz Nesin, Sabahattin Ali, Rifat Ilgaz, Orhan Kemal, Bedii Faik, Haldun Taner, Muzaffer İzgü, Çetin Altan gibi yazarlar bu dönemin önemli isimleridir.[/
Yanıtla #2
« : Haziran 25, 2008, 12:06:40 ÖS »
Avatar Yok

FeMoX
*
Üye No : 570
Yaş : 34
Nerden : Rize
Cinsiyet : Bayan
Konu Sayısı : 2803
Mesaj Sayısı : 5 853
Karizma = 39


teşekkürler hakan..emğine sağlık..güsel bir paylşım ..
Sayfa 1
Yukarı Çık :)
Gitmek istediğiniz yer:  


Benzer Konular
Konu Başlığı Başlatan Yanıtlar Görüntü Son Mesaj
Edebi Değerler
Diğer Dinler ve Bilgiler
xxRuzqaRxx 6 2317 Son Mesaj Mayıs 10, 2008, 01:30:11 ÖÖ
Gönderen : seyyah
Edebi Türler
Dersler
FeMoX 6 2252 Son Mesaj Haziran 21, 2008, 03:21:06 ÖS
Gönderen : *GeLinCiKk
Batı Edebiyatı Ve Edebi Akımlar
Edebiyat
Asortik Hatun 2 1071 Son Mesaj Ocak 28, 2013, 04:43:33 ÖS
Gönderen : mischief
Ilginç Edebi Anekdotlar
Genel Kültür.
Burc_ 0 934 Son Mesaj Mayıs 29, 2013, 04:03:59 ÖS
Gönderen : Burc_


Theme: WeBCaNaVaRi 2011 Copyright 2011 Simple Machines SiteMap | Arsiv | Wap | imode | Konular