0 Üye ve 1 Ziyaretçi Konuyu İncelemekte. Aşağı İn :)
Sayfa 1
Konu: Dini Sözlük Z  (Okunma Sayısı: 1004 Kere Okundu.)
« : Mart 21, 2008, 09:08:26 ÖS »
Avatar Yok

iBRaHiMiNe
*
Üye No : 3622
Yaş : 35
Nerden : İstanbul
Cinsiyet : Bay
Konu Sayısı : 1247
Mesaj Sayısı : 2 560
Karizma = 349


ZÂHİD:
1. Dünyâya düşkün olmayan kimse.
Allahü teâlâ bir kulunu severse, onu dünyâda zâhid, âhirete râgıb (isteyen) yapar. Ayıblarını ona bildirir. (Hadîs-i şerîf-Berîka)
Dünyâda zâhid olanı, Allah sever. İnsanlarda bulunanlarda zâhid olanı insanlar sever. (Hadîs-i şerîf-Berîka)
Dünyâyı sevmek, bütün hatâların başlangıç noktasıdır. Dünyâdan kendini sakınan kimseler, zâhid olanlardır. (Hadîs-i şerîf-Berîka)
Âlimler buyuruyor ki: "Bir kimse ölürken, malının, zamânın en akıllısına verilmesini vasiyyet etse, zâhide vermek lâzımdır." Çünkü zâhid, dünyâya rağbet etmez, özenmez, üzerine düşmez.Dünyâya düşkün olmaması aklının çok olduğunu gösterir. (İmâm-ı Rabbânî)
Zâhid, dünyâya gönül bağlamadığı için insanların en akıllısıdır. (İmâm-ı Rabbânî)
2. Şüpheli olur korkusu ile mübâhların (dînen izin verilenlerin) çoğunu terk eden.
Zâhid âlimin iki rek'at namazı, zâhid olmayanın ömrü boyunca kıldığı namazdan hayırlıdır. (Muhammed Hâdimî)
Ey oğlum! Yakîn ve sabrı san'at edin. Allahü teâlânın haram kıldığı şeylerden uzak olursan, dünyâda zâhid ve mücâhid olursun. (Lokman Hakîm)

ZÂHİR (Ez-Zâhir):
1. Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Varlığında şek ve şübhe olmayan, her eserinde varlığına deliller, işâretler bulunan yüce Allah.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Her şeyin başlangıcı ve sonu, Zâhir ve Bâtın O'dur. (Hadîd sûresi: 3)
Allahü teâlâ Zâhirdir. O'nun varlığı her şeyden âşikârdır. Gözümüzün gördüğü her manzara, kulağımızın işittiği her ses, elimizin tuttuğu, dilimizin tattığı her şey; gerek içimizde, gerek dışımızda şimdiye kadar anlayıp sezebildiğimiz her şey, O'nun v arlığına, birliğine delildir ve Zâhir ismini işâret etmektedir. (İmâm-ı Gazâlî)
İşrak vaktinde ez-Zâhir ism-i şerîfi söylendiğinde kalbde evliyâlık nûru meydana gelir. (Yûsuf Nebhânî)
2. Açık, görünen, dış görünüş, insanın dış görünüşü.
Bâzı kimseler, güzellikleriyle tekebbür ederler. Hâlbuki güzellik insanda kalıcı değildir. Çabuk gider. Âriyet, ödünç olan şeyle kibirlenmek ve öğünmek ahmaklıktır. Zâhirin güzelliği, kalbin güzelliği ile yâni iyi huyla birlikte olunca, kıymetlidir. Kalbin temizliği de Resûlullah'ın sünnetine uymakla belli olur. (Muhammed Hâdimî)
3. Fıkıh usûlü ilminde; sevk edilmediği, kendisi için buyrulmadığı mânâ, açıkça ve kolayca anlaşılan lafız (söz).
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Resûlümün size verdiğini alınız. Nehy, men' ettiği şeyden sakınınız. (Haşr sûresi: 7)
Bu âyet-i kerîme harbsiz ele geçen malların (fey'in) taksiminde (bölüştürülmesinde) Resûlullah'a sallallahü aleyhi ve sellem itâat edilmesi hakkında nâzil olmuştur. Ayrıca, bu âyet-i kerîme, her emrettiği ve her yasak ettiği şeyde Peygamberimize sall allahü aleyhi ve sellem itâat etmenin vâcib olduğuna delâlet etmesi bakımından da zâhirdir. Böyle sevk edildiği, buyrulduğu mânâya açıkça delâlet eden lafza nass denir.

Zâhir Haberler:
Hanefî mezhebinin, İmâm-ı a'zam Ebû Hanîfe ve talebelerinden gelen kuvvetli, güvenilir haberlerine verilen ad. Bu haberlere usûl haberleri de denir.
Hanefî mezhebinin bilgileri sonraki âlimlere üç yoldan gelmiştir. Bunlar; zâhir haberleri, nevâdir haberleri ve vâkıât haberleridir.
Zâhir haberler, İmâm-ı Muhammed'in altı kitâbı ile bildirilmektedir. Bu altı kitab; El-Mebsût, Ez-Ziyâdât, El-Câmi-us-sagîr, Es-Siyer-üs-sagîr, El-Câmi-ul-kebîr, Es-Siyer-ül-kebîr kitâblarıdır. Bu kitabları İmâm-ı Muhammed'den güvenilir kimseler geti rdiği için zâhir haberler denilmiştir. Zâhir haberlerini ilk toplayan, Hâkim Şehîd Muhammed'dir. Bunun Kâfi kitâbı meşhûrdur. (İbn-i Âbidîn)

Zâhir Mânâ:
Lafızdan (sözden) anlaşılan, açık, görünen mânâ.
Ehl-i sünnet âlimleri, nasslara (âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîflere) zâhir mânâlarını vermişlerdir. Zarûret olmadıkça, nassları te'vîl etmemişler, bu mânâları değiştirmemişlerdir. Kendi bilgileri ve görüşleri ile bir değişiklik yapmamışlardır. Sapık fırkalardan olanlar ve mezhebsizler, Yunan felsefecilerinden ve din düşmanlarından işittiklerine uyarak nasslara yanlış mânâ vermişlerdir. (Seâdet-i Ebediyye)

Zâhirî İlimler:
Okuyarak, çalışarak ve araştırarak elde edilen, öğrenilen ilimler. Kelâm, tefsîr, fıkıh gibi din bilgileriyle; mantık, matematik, fizik, kimyâ, biyoloji, geometri gibi fen bilgileri.
Zâhirî ilimlerde mütehassıs, tasavvuf derecelerinde çok yüksek olan derin âlim, büyük velî Abdullah-ı Dehlevî buyurdu ki: "Hazîn ses ve Allah sevgisini anlatan şiirler ve evliyây-ı kirâmın hayâtını bildiren kasîdeler, kalbdeki bağlılığı harekete geti rir. Hafif sesle zikr etmek (Allahü teâlânın adını anmak) ve İslâmiyet'in yasak etmediği şiirleri dinlemek Çeştiyye yolunda olanların kalblerini inceltir."
Zâhirî ilimlerden olan tefsîr ilmini öğrenmek ve Kur'ân-ı kerîmin tefsîrini yapabilmek için şu on beş ilmi bilmek lâzımdır:Lügat, sarf, nahv, iştikak, meânî, beyân, bedî, kırâat, usûl-i din, fıkıh, esbâb-ı nüzûl, nâsih ve mensûh, usûl-i fıkh, hadîs, ilm-i kulûb. Bu ilimleri bilmeyen kimsenin tefsîr yapması câiz değildir. (Muhammed Hâdimî)

ZÂHİRİYYE:
Kur'ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîflerin zâhir, görünen mânâlarından başka hiçbir delîl ve kıyâsı kabûl etmeyen Dâvûd-i Zâhirî'nin kurduğu mezheb.
Zâhiriyye mezhebine mensûb kimseler, hükmü açık omayan âyet-i kerîmeleri ve hadîs-i şerîfleri te'vil ettiler, yâni yanlış mânâlar vererek Ehl-i sünnetten (Peygamber efendimizin ve Eshâbının yolundan) ayrıldılar. Hayırlı işlerin namaz yerine gececeği sapıklığını körüklediler. (İbrâhim Muhammed Neşât)
Zâhiriyye mezhebini 1184-1198 yıllarında iktidârda olan Muvahhidî hükümdârı Yâkub bin Yûsuf bin Abdülmü'min, Kuzey Afrika ve Endülüs'te yaymaya çalışmıştır. Bu hükümdâr halkın zâhiriyye mezhebine uymasını ve Mâlikî mezhebini bırakmasını istemiş, hatt â Mâlikî mezhebine göre yazılan fıkıh kitablarını toplatıp yaktırmıştır. Adı geçen hükümdârın ölümünden sonra, zâhiriyye mezhebi, yavaş yavaş sönmüştür. (Muhammed Ebû Zühre)

ZÂLİM:
1. Zulm eden, müslümanlara ve İslâmiyet'e; eli ile, dili ile ve kalemi ile zarar veren, başkalarının hakkına tecâvüz eden.
Zâlimin çok yaşamasına duâ etmek, Allahü teâlâya isyân olunmasını istemektir. (Hadîs-i şerîf-Berîka)
Zâlime yardım eden, ondan zarar görür. (Hadîs-i şerîf-Ahmed bin Abdülehad)
Bir zâlime yardım edene Allahü teâlâ o zâlimi musallat eder. (Hadîs-i şerîf-Berîka)
Ananın-babanın çocuğuna olan ve mazlûmun, zâlime olan bedduâları red olunmaz. (Hadîs-i şerîf-Berîka)
Sabah ve akşam tevbe etmeyen kimse zâlimlerdendir. (İmâm-ı Mücâhid)
Âsi ve fâsıklarla arkadaşlık etmemeli, fıskı çok olanlardan çok kaçınılmalıdır. Zâlimlerden, müslümanlara eziyyet edenlerden daha çok kaçmalıdır. (Abdülhakîm Arvâsî)
2. Allahü teâlâya inanmayan kâfir.
Allahü teâlâ, âyet-i kerîmede meâlen buyuruyor ki:
Allahü teâlâ zâlimleri sevmez. (Âl-i İmrân sûresi: 57 ve 140)

ZÂMİN:
Kefil, birisinden belli bir veya birkaç kimsenin istedikleri bir şeyi, kendisinin de ödeyeceğine söz veren kimse. Dâmin. (Bkz. Kefil)
Mübâşir (kişi, bizzat kendisi) müteammid (kasten) olmasa da zarar verdiği şeyi zâmin olur. Mübâşir, kasten yaparsa, hem zâmin hem günahkâr olur. (İbn-i Âbidîn)
Birinin hayvanı bir kimseden ürküp de kaçarken koybolsa, ürkmesine sebeb olan zâmin olmaz. (Mecelle)

ZAMM-I SÛRE:
Farz namazın ilk iki rek'atinde, sünnet namazların ve vitrin her rek'atinde ayakta Fâtiha'dan sonra okunan sûre veya en az üç kısa âyet.
Farzın ilk iki rek'atinde zamm-ı sûreyi unutan, üçüncü ve dördüncü rek'atlerde okuyup, sonra secde-i sehv yapar. Zamm-ı sûrenin bir parçasını rükûda okuyana, Ettehiyyâtüden sonra az bir şey okuyarak, üçüncü rek'ati geciktirene secde-i sehv lâzım gel ir. (Halebî)

ZAN:
Sanma ve düşünme.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki:
Zanların çoğundan kaçının, zîrâ bâzı zanlar günâhtır. (Müslümanların ayıb ve kusurlarını) araştırmayın; bir kısmınız bir kısmınızı (arkasından hoşlanmayacağı sözle) çekiştirmesin... (Hucurât sûresi: 12)
Kulum beni nasıl zannederse, ona zannettiği gibi muâmele ederim. (Hadîs-i kudsî-Keşf-ül-Hafâ)
Şu kimselere şaşarım; zanla konuşurlar ve onunla amel ederler. (İmâm-ı a'zam Ebû Hanîfe)
Yolda rastlanan bir suyun temiz olduğu, iyi bilinir veya temiz olduğu çok zannedilirse, bununla abdest alınır. (Halebî)

Zann-ı Gâlib:
Çok kuvvetli zan.
Abdest aldım mı, almadım mı diye şüpheye düşüp, zann-ı gâlibi abdestsiz olduğu yönde olursa, abdesti bozulur. (Muhammed bin Kutbüddîn İznikî)

Zannî Delil:
Mânâsı açık anlaşılmayan âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîfler ile bir sahâbî tarafından bildirilen mânâsı açık hadîs-i şerîf.
Zannî deliller, vâcibler ile tahrîmen (harama yakın) mekrûhları bildirir. Meselâ, kurban kesmek, vitir namazı kılmak zannî delil ile bildirilmiştir. Bunları yapmamak tahrîmen (harama yakın) mekrûhtur. (İbn-i Âbidîn, Molla Hüsrev)

ZÂRİYÂT SÛRESİ:
Kur'ân-ı kerîmin elli birinci sûresi.
Zâriyât sûresi, Mekke'de nâzil oldu (indi). Altmış âyettir. Zâriyât kelimesi ile başladığından, bu isim verilmiştir. Sûrenin başındaki âyet-i kerîmeler, öldükten sonra dirilmenin, âhiret hayâtının ve âhirette mükâfât ve cezânın vukû bulacağını, pek m uazzam kudret eserlerinin bir kısmına yeminle beyân edilmiştir. (İbn-i Abbâs, Râzî, Kurtubî)
Zâriyât sûresinde meâlen buyruldu ki:
Şüphesiz ki muttakîler (takvâ sâhipleri) , Cennetlerde pınar başlarındadır. Rablerinin kendilerine verdiğinden râzı oldukları hâlde. Doğrusu onlar bundan önce güzel amel işleyenlerdi. (Âyet: 15,16)
Kim Zâriyât sûresini okursa, Allahü teâlâ ona, dünyâda cereyân eden ve esen her bir rüzgârın adedi için on hasenât (sevâb) verir. (Hadîs-i şerîf-Envâr-ut-Tenzîl)

ZARÛRET:
Haram olan, yasaklanan bir işin yapılmasını mübâh (dînen serbest) kılan sebeb, özür.
Zarûretler, dînen haram, yasak olan şeyleri mübâh kılar. Yâni mübâhı (dînen yapılması serbest olan bir işi) yapan nasıl muâheze olunmazsa (cezâlandırılmazsa), zarûret olan bir işi yapan da muâheze olunmaz. Bir kimse, mûteber bir ikrah (zorlama, cebr) ile başkasının malını telef etse, ikrah zarûreti bu işin haramlığını, yasaklığını gidermez. O iş yine haramdır. Sâdece bu işi ikrah, zorlama, korkutma gibi zarûret sebebiyle yaptığı için, sorumlu olmaz. Zarûretlerin, yasakları mübâh kılmasına ruhsat denir. (Mecelle, Ali Haydar Efendi)
Zarûretler, kendi miktarlarınca takdîr olunurlar. Açlıktan helâk olacak, ölecek bir kimse, başkasının malından izni olmadan ancak ölmeyecek kadar alıp yiyebilir. Açlık bahânesiyle fazlasını yiyemez. Daha sonra ölmeyeceği miktarda yediğinin bedelini s âhibine verir, yâhut helâllaşır. (Mecelle, Ali Haydar Efendi)

ZARÛRİYYÂT-I DİN:
İnanılacak ve yapılacak işlerle ilgili, âlim ve câhil herkesin bilmesi lâzım olan din bilgileri.
Her şeyden önce zarûriyyât-ı dîni öğrenmek lâzımdır. Bunları bırakıp, başka şeylerle uğraşmak, kıymetli ömrü faydasız şeylere harcamak olur. Hadîs-i şerîfte; "Allahü teâlânın bir kulunu sevmemesinin alâmeti, onun mâlâyânî (kendisini ilgilendirmeyen, faydasız şeyler) ile vakit geçirmesidir." Zarûriyyât-ı dinden olan bilgiler o kadar çoktur ki, insan mâlâyânî ile uğraşmaya vakit bulamaz. (İmâm-ı Rabbânî)

ZÂT:
1. Kendi.
Allahü teâlâ zâtı ile vardır. Varlığı kendi kendiyledir. Şimdi var olduğu gibi, hep var idi ve hep var olacaktır. Varlığının önünde ve sonunda yokluk olamaz. Çünkü, O'nun varlığı lâzımdır. (Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî)
2. Kişi, şahıs.

ZÂVİYE:
1. Eskiden büyük kervanların geçtiği ıssız yollarda veya köy ve kasabalarda; dînî ilimlerin, İslâm ahlâkının ve fen ilimlerinin öğretilmesi, yolcuların barınması maksadıyla kurulan yer; küçük tekke. (Bkz. Hânekâh, Tekke)
Türkiye Selçuklu Devleti'nden sonra kurulan Osmanlı Devleti zamânında Anadolu'nun çeşitli yerlerinde zâviyeler kuruldu. Osman Bey, sık sık hocası Şeyh Edebâlî'nin zâviyesine gider, sohbetlerini dinlerdi. (Âşıkpaşazâde)
Zâviyeye devâm eden genç, orta yaşlı, ihtiyar her zümreden insan, gerekli dînî ilimleri okuyarak ve yaşayarak öğrenir, güzel ahlâk sâhibi ve herkes tarafından sevilen, topluma faydalı bir kişi olarak cemiyete katılırdı. (İslâm Târihi Ansiklopedisi)
... Zâviyeye bir yolcu geldiği zaman, eşyâ ve hayvanları yerleştirildikten sonra hamama sokuluyor, güzelce yıkanıyor,sonra bir odaya alınıp, yiyecek ve içecek ikrâm ediliyordu. Akşam namazından sonra zâviyede Kur'ân-ı kerîm okunuyor ve gece teheccüd namazına kalkılıyordu... (İbn-i Battûta)
2. Tasavvufta bulunan kimselerin, ibâdet için çekildiği tenhâ yer.

ZEÂMET:
Osmanlılar zamânında subaylara verilen ve geliri en az yirmi bin ve en çok 99.999 akçe olan toprak.

ZEBÂNÎ:
Cehennem meleği, azâb yapıcı melek.
Cehennem zebânîleri, günâh işleyen hâfızlara, puta tapanlardan daha önce azâb yapacaklardır. Çünkü bilerek yapılan günâh, bilmeyerek yapılandan daha kötüdür. (Hadîs-i şerîf-İhyâ-ul-Ulûm)
Zebânîlere Cehennem'deki vazîfeleri esnâsında, Cehennem ateşi zarar vermez. Denizin, balığa zararlı olmaması gibidir. (Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî)

ZEBÂYIH:
Kesilecek kurbanlık hayvanlar. Kurban edilmiş, kurban olarak kesilmiş hayvanlar. (Bkz. Zebh)

ZEBH:
Boğazlama, kesme. Hayvanın boğazındaki yemek borusu, hava borusu, iki yandaki kan damarından üçünü bir anda kesmek.
"Bismillâhi Allahü ekber" diyerek deveden başka hayvanın boğazının herhangi bir yerinden zebh edilir. Bismillâhi derken (h)yi belli etmek lâzımdır. Belli edince Allahü teâlânın ismi olduğunu düşünmek lâzım olmaz. (h)yi açıkça belli etmezse, Allahü te âlânın ismini söylediğini düşünmek lâzımdır. Bunu da düşünmezse, hayvan leş olur. Yemesi helâl olmaz. (İbn-i Âbidîn)
Deve kesmekte sünnet olan nahrdır (damarları boynun alt tarafından, göğsün bitim yerinden kesmek). Sığır cinsi, ganem (koyun) ve tavuk gibi zebh olunur. Deveyi zebh ve sığırı ve koyunu nahr etmek mekrûhtur. (Fetâvây-i Hindiyye)
Hayvanın boğazında merî denilen yemek borusu, hulkûm denilen hava borusu ve evdâc denilen iki yanda birer kan damarı vardır. Zebh ve nahrda bu dört borudan üçü bir anda kesilmelidir. Zâbihin (kesenin) kıbleye dönmesi sünnettir. (M. Zihni Efendi, İbn-i Âbidîn)
Eti helal olan hayvanlardan boynu uzun olanların hepsi nahr, boynu kısa olanların hepsi zebh edilir. (İbn-i Âbidîn)
Zebh edilmeksizin ölen hayvan, meyte (leş) olduğu gibi dînin bildirdiği şekilde zebh edilmeyip de boğulmak ve başı koparılmak yâhut beyni üzerinde tokmak vurulmak veya kulak tozuna şiş saplanmak şeklinde öldürülen hayvan dahi meyte (leş) demektir. (M. Zihni Efendi)

ZEBÛR:
Dört büyük kitabdan biri. Dâvûd aleyhisselâma indirilen mukaddes kitâb.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Dâvûd'a (aleyhisselâm) Zebûr'u verdiğimiz gibi, (Habîbim) şüphesiz sana da vahy ettik. (Nisâ sûresi: 163)
Tevrât'tan sonra Zebûr'da da yazmışızdır ki, arza (Cennet'e ancak) sâlih kullarım mîrâsçı olur. (Enbiyâ sûresi: 105)
Allahü teâlânın peygamberleri vâsıtasıyla kullarına gönderdiği dört büyük kitabdan biri olan Zebûr, manzûm (şiir hâlinde) olup, İbrânî dili üzere idi. Tevrât'tan sonra indirilmiştir. Vâz ve nasîhat şeklinde olup, Tevrât'ı kuvvetlendirir ve açıklar. Z ebûr, Tevrât'ın hükmünü nesh etmemiş (kaldırmamış)tır. İçinde haram ve helâle dâir hükümler yoktur. (Ahmed Nişâpûrî)
Allahü teâlâ Dâvûd aleyhisselâma güzel ve gür bir ses ihsân etmişti. O, Zebûr'u okurken bütün vahşî hayvanlar boyunlarını eğerek etrâfında toplanırlardı. Pek yanık ve tatlı sesiyle Zebûr'u okurken; insanlar, cinler, vahşî hayvanlar etrâfında halka ol ur, dinlerlerdi. Zebûr'u Dâvûd aleyhisselâmdan dinleyenler hayrân, şaşkın kalıp pekçok kimse kendinden geçip düşerdi. (Kâdı Beydâvî)
Allahü teâlânın kitâbları vardır. Kur'ân-ı kerîmde bildirilen, yüz dört kitabdır. Yüzü küçük kitabdır. Bunlara suhuf denir. Dördü büyük kitabdır. Tevrât Mûsâ aleyhisselâma, Zebûr Dâvûd aleyhisselâma, İncîl Îsâ aleyhisselâma, Kur'ân-ı kerîm bizim peyg amberimiz Muhammed aleyhisselâma nâzil olmuştur. (Kutbüddîn İznikî)

ZEKÂ:
Sebeb ile netîce arasındaki bağlılıkları bulmak, benzeyiş ve ayrılışları anlamak, yeni îcab ve vaziyetlere zihnin en iyi şekilde uyması.
Akıl başka, zekâ başkadır. Her akıllı zekî, her zekî de akıllı olmayabilir. (Abdülhakîm Arvâsî)
Akıl, iyiyi ve kötüyü, fâideliyi ve zararlıyı anlar, ayırır. Aklı az olanın zekâsı çok olabilir. Zekâsı çok olan kâfirleri, din düşmanlarını akıllı sanmak doğru değildir. (Abdülhakîm Arvâsî)
İlk insanların ve her asrın, geri kalmış kısımları, tabîate uymak, hayvanlar ve kendileri arasında münâsebet kurmak için âletler yapmışlardır. Bu âletler, zekâ ile yapılmıştır. (Bergson)
Bir arslanın zekâsı, insan zekâsı kadar kuvvetli olsaydı, bu arslan öteki arslanlardan, on bin kat daha çok korkunç olurdu. Akılsız, dinsiz kimse de, kuvvetinin ve zekâsının çokluğu kadar, cemiyetlere büyük tehlike olur. (Abdülhakîm Arvâsî)

ZEKÂT:
İslâm'ın beş şartından biri. Dînen zengin sayılan müslümanın nisab miktârındaki zekat malının belli zamanda belli miktârını zekat niyeti ile ayırıp emr edilen müslümanlara vermesi.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki:
Allahü teâlânın ihsân ettiği malın zekâtını vermeyenler, iyi ettiklerini, zengin kalacaklarını sanıyorlar. Hâlbuki, kendilerine kötülük yapmış oluyorlar. O malları, Cehennem'de azâb âleti olacak, yılan şeklinde boyunlarına sarılıp, baştan ayağa kadar, onları sokacaktır. (Âl-i İmrân sûresi: 108)
Malı, parayı biriktirip, zekâtını, müslüman fakirlerine vermeyenlere çok acı azâbı müjdele! Zekâtı verilmeyen mallar, paralar, Cehennem ateşinde kızdırılıp, sâhiplerinin alınlarına, böğürlerine, sırtlarına mühür basar gibi bastırılacaktır. (Tövbe sûresi: 134, 135)
Akıllı olan ve büluğ çağına giren ve hür olan müslüman erkek ve kadının, zengin olup şartları bulununca, zekat vermeleri farzdır. (Halebî)
Zekâtın farzı birdir. Bu da niyet etmektir. Niyet kalb ile olur. Malın zekâtını ayırırken veya müslüman fakire verirken (Allah rızâsı için, zekat vereceğim) diye niyet etmek, kalbden geçirmektir. (Tahtâvî)
Dört çeşit malın zekatı vardır. Bu mallar altın ve gümüş, ticâret eşyâsı, hayvanlar ve toprak mahsulleridir. (İbn-i Âbidîn)
Zekat şu yedi sınıfa verilir: Fakir, miskîn (bir günlük nafakasından fazla bir şeyi olmayan müslüman), âmil (zekât toplayan memur), mükâtep (efendisinden kendisini satın alıp, borcunu ödeyince âzâd olacak köle), münkatı' (hac ve cihâd yolunda olup mu htaç kalanlar), medyûn (borcu olan ve ödeyemeyen müslüman), ibn-üs-sebîl (kendi memleketinde zengin ise de, bulunduğu yerde yanında mal kalmamış olan ve çok alacağı varsa da alamayıp muhtaç kalan). (İbn-i Hümâm)
Malı zarardan korumanın ilâcı, zekât vermektir. (İmâm-ı Rabbânî)
Zekât niyeti ile az bir miktar vermek, dağlar kadar altını sadaka vermekten kat kat daha sevâbdır. (Ahmed Fârûkî Serhendî)

ZEKERİYYÂ ALEYHİSSELÂM:
İsrâiloğullarına gönderilen peygamberlerden. Yahyâ aleyhisselâmın babasıdır. Soyu Süleymân aleyhisselâma ulaşır. Mûsâ aleyhisselâmın dîninin emir ve yasaklarını insanlara tebliğ etti. Yahûdîler tarafından şehîd edildi. Kabri Haleb'dedir.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Bunun üzerine Rabbi onu (Meryem'i) güzel bir kabûl ile kabûl etti. Onu güzel bir nebât (bitki) gibi büyüttü. Zekeriyyâ'yı da ona (bakmaya) kefîl kıldı. Zekeriyyâ ne zaman mihrâba (odaya) girse, onun yanında bol rızık (yiyecek) bulurdu. "Yâ Meryem! Bu (rızk) sana nerden geliyor?" dedi. O da; "Bu, Allahü teâlâ tarafındandır. Şüphe yoktur ki, Allahü teâlâ dilediği kimseyi hesâbsız olarak rızıklandırır" derdi. (Âl-i İmrân sûresi: 37)
Zekeriyyâ aleyhisselâm mihrâbında (odasında) namaz kılarken, melekler (Cebrâil aleyhisselâm) ona şöyle nidâ etti (seslendi : "Muhakkak Allahü teâlâ sana kendinden gelen kelimeyi (yâni Îsâ aleyhisselâmı) tasdîk edici ve kavminin seyyidi (efendisi) ve nefsine hâkim ve sâlihlerden bir peygamber olduğu hâlde Yahyâ'yı müjdeler. (Âl-i İmrân sûresi: 39)
Kudüs'teki Mescid-i Aksâ'da Tevrât yazan ve kurban kesme ibâdetini idâre eden Zekeriyyâ aleyhisselâm, İsrâiloğullarına peygamber gönderildi. Tevrât'ın emir ve yasaklarını insanlara anlattı. Duâsı bereketiyle Allahü teâlâ ona Yahyâ aleyhisselâmı ihsân etti. Zekeriyyâ aleyhisselâm, Hunne'nin kızı hazret-i Meryem'i alıp, evine götürdü. Onu Zekeriyyâ aleyhisselâmın hanımı ve hazret-i Meryem'in teyzesi Elisâ Hâtun büyüttü. Hazret-i Meryem beş yaşına girince, Zekeriyyâ aleyhisselâm ona Tevrât-ı şerîfi okuttu. İsrâiloğulları Zekeriyyâ aleyhisselâma iftirâda bulundular. Zekeriyyâ aleyhisselâmı şehîd etmek üzere aramaya başladılar. Yahûdîler onu yakalamak için peşine düştüler.Zekeriyyâ aleyhisselâm, Beyt-ül-makdîs yakınlarında ağaçlı bir bahçeye gir di. Mûcize olarak yarılan bir ağacın içine girdi. Ağaç kapandı ve onu gizledi. Yahûdîler o ağacı bıçkı ile biçtiler ve Zekeriyyâ aleyhisselâmı şehîd ettiler. Zekeriyyâ aleyhisselâm şehîd olduğu sırada yüz yaşında idi. (İbn-ül-Esîr, Nişâbûrî, Nişâncızâde)

ZELÎL:
Aşağı, alçak, hor, hakîr.
Kıyâmet günü, dünyâdaki kibir sâhibleri, küçük karınca gibi zelîl ve hakîr olarak kabirden çıkarılacaktır. Karınca gibi fakat insan şeklinde olacaklardır. Herkes bunları hakîr görecektir. (Hadîs-i şerîf-Berîka)
Nefsini azîz eden dînini yıkar. Nefsini zelîl eden kimse, dînini azîz eder. (Mücâhid bin Cebr)
İlmi azîz ederseniz, azîz olursunuz, zelîl ederseniz zelîl olursunuz. İlim, bir kimsenin yanına gitmez, ilmin ayağına gidilir. (İmâm-ı Mâlik)
Biz zelîl bir kavim idik. Allahü teâlâ bizi İslâm ile azîz eyledi. (Hazret-i Ömer)

ZELLET-ÜL KÂRÎ:
Kırâat hatâsı. Namazın içindeki farzlardan kırâati yerine getirirken (Fâtiha ve zamm-ı sûreyi okurken) meydana gelen hatâ, yanlış okuma.
Zellet-ül kârî dört şekilde olabilir:Birincisi i'râbda hatâdır. Yâni harekelerde ve sükûnda olabilir. Meselâ şeddeyi hafif okur veya medleri (uzunları) kısa okur veya bunların aksini yapar. İkinci şekil hatâ, harflerde olur. Harfin yerini değiştirir veya harf ilâve eder, yahut azaltır veya harfi ileri geri alır. Üçüncü şekil hatâ, kelimelerde ve cümlelerde olur. Dördüncüsü ise, vakf ve vaslde hatâ olur. Yâni duracak yerde durmaz geçer. Geçecek yerde durur. Bu dördüncü şekil hatâda mânâ değişse de bozulmaz. İlk üç şekilde zellet-ül kârî mânâyı değiştirip, küfre sebeb olacak mânâ hâsıl olursa veya âyet-i kerîmede kastedilen mânâ tamâmen değişirse, namazı bozar. (İbrâhim Halebî)

ZEMHERİR:
Cehennem'deki soğuk yer, soğuk cehennem.
Zemheririn soğukluğu pek şiddetlidir. Bir an dayanılmaz. Kâfirlere, bir soğuk, bir sıcak, sonra soğuk sonra sıcak Cehennem'e atılarak azâb yapılacaktır. Cinler ateşten etkilenmezler. Cehennemlik olanları zemherirde azab göreceklerdir. (Kâdızâde Ahmed)

ZEMM:
Kötüleme, yerme, kınama.
İnsana yakışan; başkalarını zemmetmekten utanıp kendi kusurlarını düzeltmekle meşgûl olmasıdır. Bilmiş ol ki! İnsanların çoğu medhedilmeyi sevdiği ve zemmedilmekten korktukları için, helâk olmuşlardır. Çünkü medhedilmeyi sevmeleri ve zemden korkmalar ı sebebiyle bütün tavır ve davranışlarında insanların rızâlarını almayı ve gönüllerini hoş etmeyi istemektedirler. (İmâm-ı Gazâlî)

ZEMZEM:
Kâbe-i muazzamanın Hacer-ül-esved köşesi karşısındaki kuyudan çıkan mübârek su.
İbrâhim aleyhisselâmın zevcesi (hanımı) , İsmâil aleyhisselâmın annesi olan Hâcer, su aramak üzere Safâ ve Merve tepeleri arasında gidip gelirken, Zemzem kuyusunun bulunduğu yerde, Cibrîl (Cebrâil) aleyhisselâm göründü. Topuğu ile (veya kanadıyla) toprağı kazıp suyu (Zemzem'i) meydana çıkardı. Hâcer (bu durumu görünce) zâyi olmasın diye hemen suyun etrâfını çevirip, havuz hâline getirdi. Bir taraftan da testisini doldurmaya çalışıyordu. Su ise avuç avuç alındıkça tekrar fışkırıyordu. Allahü teâlâ İsmâil'in anasına rahmet etsin! O, Zemzem'i kendi hâline bırakmış olsaydı, yâhut suyu avuçlamasa idi, muhakkak Zemzem akar bir ırmak olurdu. (Hadîs-i şerîf-Buhârî)
Zemzem suyu ne için içilirse, ona şifâdır. (Hadîs-i şerîf-Mir'ât-ül-Haremeyn)
Kim hac niyeti ile Beyt-i şerîfe (Kâbe'ye) gelip, Kâbe-i şerîfin etrâfında yedi kere tavâf etse, dolaşsa sonra Makâm-ı İbrâhim'e gelip iki rek'at tavâf namazı kılsa, ondan sonra Zemzem kuyusuna gelip, suyundan içse, cenâb-ı Hak onu anasından doğduğu gün gibi günahından tertemiz yapar. (Hadîs-i şerîf-Ahbâru Mekke)
Zemzem içerken, Kıbleye karşı yönelmeli, ayakta ve üç yudumda içmelidir. Zemzem içmeden önce, şu duâyı okumalıdır: "Allahümme innî es'elüke ilmen nâfian ve rızkan vâsian ve şifâen min külli dâin ve sekamin birahmetike yâ Erhamerrâhimîn (Allah'ım send en faydalı ilim, bol rızık, her türlü hastalıktan şifâ istiyorum. Ey merhametlilerin en merhametlisi! Bunları senin rahmetine güvenerek istiyorum)" (Eyyûb Sabri Paşa)

Dengeli Yaşam Tarzı Yolunda Bir Adım
WeBCaNaVaRi Botu

Bu Site Mükemmel :)

*****

Çevrimİçi Çevrimİçi

Mesajlar: 222 194


View Profile
Re: Dini Sözlük Z
« Posted on: Nisan 20, 2024, 07:09:50 ÖS »

 
      Üye Olunuz.!
Merhaba Ziyaretçi. Öncelikle Sitemize Hoş Geldiniz. Ben WeBCaNaVaRi Botu Olarak, Siteden Daha Fazla Yararlanmanız İçin Üye Olmanızı ŞİDDETLE Öneririm. Unutmayın ki; Üyelik Ücretsizdir. :)

Giriş Yap.  Kayıt Ol.
Anahtar Kelimeler: Dini Sözlük Z e-book, Dini Sözlük Z programı, Dini Sözlük Z oyunları, Dini Sözlük Z e-kitap, Dini Sözlük Z download, Dini Sözlük Z hikayeleri, Dini Sözlük Z resimleri, Dini Sözlük Z haberleri, Dini Sözlük Z yükle, Dini Sözlük Z videosu, Dini Sözlük Z şarkı sözleri, Dini Sözlük Z msn, Dini Sözlük Z hileleri, Dini Sözlük Z scripti, Dini Sözlük Z filmi, Dini Sözlük Z ödevleri, Dini Sözlük Z yemek tarifleri, Dini Sözlük Z driverları, Dini Sözlük Z smf, Dini Sözlük Z gsm
Yanıtla #1
« : Nisan 17, 2008, 02:28:02 ÖS »
Avatar Yok

By.CeZa
*
Üye No : 293
Nerden : İstanbul
Cinsiyet : Bay
Konu Sayısı : 12191
Mesaj Sayısı : 28 687
Karizma = 11179


bilgiler için teşekkürler..
Yanıtla #2
« : Mayıs 23, 2008, 01:54:42 ÖÖ »

Ebru$h
*
Üye No : 547
Yaş : 32
Nerden : İstanbul
Cinsiyet : Bayan
Konu Sayısı : 212
Mesaj Sayısı : 2 934
Karizma = 328


TŞkLR.  Göz Kırp.
Sayfa 1
Yukarı Çık :)
Gitmek istediğiniz yer:  



Theme: WeBCaNaVaRi 2011 Copyright 2011 Simple Machines SiteMap | Arsiv | Wap | imode | Konular