0 Üye ve 1 Ziyaretçi Konuyu İncelemekte. Aşağı İn :)
Sayfa 1
Konu: Dini Sözlük V Devamı  (Okunma Sayısı: 909 Kere Okundu.)
« : Mart 21, 2008, 09:07:36 ÖS »
Avatar Yok

iBRaHiMiNe
*
Üye No : 3622
Yaş : 35
Nerden : İstanbul
Cinsiyet : Bay
Konu Sayısı : 1247
Mesaj Sayısı : 2 560
Karizma = 349


VEDÎA:
Güvenilen kimseye saklamak için verilen mal. Emânet.
Vedîa söz veya hâl ile yapılan îcâb ve kabûl netîcesinde olur. Veren ve alan, diledikleri zaman fesh edebilir (vazgeçebilir). (Mecelle)
Vedîa, sâhibinden izinsiz kullanılamaz; âriyet, kirâ ve rehin ve ödünç verilemez ve sâhibinin borcu, onun izni olmadan ödenemez. Bunları izin ile yapabilir. (Ali Haydar Efendi)

VEDÛD (El-Vedûd):
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Bütün yarattıklarına ihsân eden, onlara iyilik ve ihsân etmeyi seven, beğenen Allahü teâlâ.
El-Vedûd ism-i şerîfini söyliyen karı-kocanın birbirine karşı sevgi ve muhabbeti çoğalır. (Yûsuf Nebhânî)

VEFÂ:
Sözünde durmak. (Bkz. Ahd)
Muâz bin Cebel şöyle rivâyet etmiştir:Resûl-i ekrem bana; "Yâ Muâz! Allah'tan kork! Doğru konuşmak, sözüne vefâ, emâneti edâ, hıyâneti terk, komşuyu himâye, öksüze acımak, yumuşak konuşmak, herkese selâm vermek, kanatları alçaltmağı (tevâzu'u) sana tavsiye ederim." dedi. (Hadîs-i şerîf-Mektûbât-ı Ma'sûmiyye)

VEHHÂB (El-Vehhâb):
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden), mahlûkâtına (yarattıklarına) ihsân hazînelerinden karşılıksız veren Allahü teâlâ.
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Yâ Rabbî! Bizi doğru yola hidâyet ettikten (ilettikten) sonra kalblerimizi şek ve şüpheye saptırma, meylettirme. Bize, kendi tarafından rahmet (tevfîk, îmân, hidâyet ve doğru yolda devâm etmek) ver. Şüphesiz sen, Vehhâb'sın. (Âl-i İmrân sûresi: Şeklimi Koyarım.
El-Vehhâb ism-i şerîfini kim duhâ (kuşluk) namazından sonra söylerse, başkasına muhtaç olmaz. Kalblerde heybet hâsıl eder. (Yûsuf Nebhânî)

VEHHÂBÎLİK:
Sapık bir fırka. On sekizinci yüzyıl ortalarında Arabistan yarımadasında Necd bölgesinde ortaya çıkan, Muhammed bin Abdülvehhâb tarafından kurulan dînî ve siyâsî bir yol. Bu yolda olana Vehhâbî denir.
Vehhâbîliğin kökü hicrî dördüncü asırlara uzanır. Bu sırada, Hanbelî mezhebinden, dolayısıyla Ehl-i sünnetten ayrılan bâzı kimseler, müteşâbih (mânâsı kapalı) âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîflere zâhirî (görünen) mânâlarına yapışarak, kendi akıllarına göre yanlış mânâ verdiler. Teşbih ve tecsim (Allahü teâlâyı mahlûkuna benzetme)gibi bozuk bir inanışın içine düştüler. Sözlerine inandırabilmek için selef-i sâlihînin (Eshâb-ı kirâm ve Tâbiînin) yolunda olduklarını söyliyerek, kendilerine selefîler adını verdiler. Hanbelî mezhebinde olan Ebül-Ferec İbn-ül-Cevzî ve diğer Ehl-i sünnet âlimleri onların selef-i sâlihîn yolunda olmadıklarını, bozuk mücessime fırkasından olduklarını bildirerek bu fitnenin yayılmasını önlediler. Hicrî yedinci asırda İbn-i Teymiyye aynı fitneyi tekrar alevlendirdi. Bu bozuk yol, İbn-i Teymiyye'nin talebesi İbn-i Kayyım el-Cevziyye ve başkaları ile devâm etti. Nihâyet hicrî on ikinci asırda (mîlâdî on sekizinci yüzyıl ortalarında) İbn-i Teymiyye'nin kitablarını okuy arak te'sirinde kalan ve İngilizlere aldanan Muhammed bin Abdülvehhâb ile tekrar ortaya çıkarıldı. Muhammed bin Abdülvehhâb, Vehhâbîlik denilen fikirlerini 1744 senesinde Necd bölgesinde yaymaya başladı. Bu bölgenin ileri gelenlerinden Muhammed bin Suûd ona yardımcı oldu. Bu sırada Ehl-i sünnet âlimleri vehhâbîliğin bozukluğuna dâir eserler yazdılar. Buna rağmen vehhâbîler, Hicâz ve Irak taraflarını da hâkimiyetleri altına alınca, Sultan İkinci Mahmûd Han zamânındaki Osmanlı Devleti'nin Mısır vâlisi olan Kavalalı Mehmed Ali Paşa ve oğlu Ahmed Tosun Paşa tarafından mağlûb edilerek, Mekke ve Medîne'den çıkarıldılar ve büyük bir darbe yediler. Daha sonra Osmanlı Devleti'nin zayıflaması üzerine yirminci yüzyılın başlarında tekrar ortaya çıkan vehhâbîler, 1932'de Suûdi krallığını kurdular. Vehhâbî inanışını yaymak için çalışmaktadırlar. (M. Sıddîk Gümüş)
Vehhâbîliğin belli başlı husûsiyetleri şunlardır: Amel, ibâdet, îmânın parçasıdır. Farzı yapmıyan meselâ farz olduğuna inandığı hâlde bir namazı kılmayan dinden çıkar. Allahü teâlânın Kur'ân-ı kerîmde bildirilen sıfatları ile el, yüz v.b. ifâdeleri t e'vîl etmezler, zâhirî (görünen) mânâlariyle anlarlar. Bunun için teşbih ve tecsîme (Allahü teâlâyı yarattıklarına benzetme inancına) düşerler. Onlara göre Allahü teâlâdan başkasından şefâat (yardım) istemek şirktir (Allahü teâlâya ortak koşmaktır). Peygamberlerin aleyhimüsselâm ve evliyânın rûhlarından şefâat istiyen onların mezarlarını ziyâret edip, onların hürmetine diye vesîle ederek duâ eden İslâmiyet'ten çıkar. Tasavvuf yoluna girmek bid'attir, sapıklıktır. Kur'ân-ı kerîm ve sünnet-i seniyyeden başka kaynak kabûl etmezler. İcmâ ve kıyâsı ve dört hak mezhebden birine bağlanmayı red ederler. Peygamber efendimizin hırka ve sakal-ı şerîflerinin ziyâret edilmesini şirk sayarlar. Amelde Hanbelî, îtikâdda selefî olduklarını söylerler. (Ahmed Zeynî Dahlân, Ebû Hâmid bin Merzûk, Hamdullah Decvî)

VEHM:
İnsanın kalbinde bir şey hakkında iki ihtimâlden az, zayıf olanı.
Mü'minleri haram işleyici yâni fâsık zannetmek, sû-i zan olur. Sû-i zan haramdır. Haram işlediğini öğrenerek, bilerek sevmemek, sû-i zan olmaz. Buğd-i fillâh olur, sevâb olur. Din kardeşinin ayıbını görünce ona hüsn-i zan etmeli, te'vîline, iyi şeyle yorumuna çalışmalıdır. Onu ıslâh etmelidir. Kalbe gelen düşünce, sû-i zan olmaz. Zan etmek, yâni kalbin o tarafa kayması, sû-i zan olur. Sâlih veya fâsık olduğu bilinmeyen mü'mine hüsn-i zan etmelidir. Fâsık (kötü) ve sâlih (iyi) olmasının ihtimâli müsâvî (eşit) ise, şek, şübhe olur. Müsâvî değilse, vehm olur. Bunlardan kaçınmak lâzımdır. (Hâdimî)

Vehm Mertebesi:
Var olmayıp, var görünen.
Nokta-i cevvâleden (dönen nokta) meydana gelen dâirenin varlığı, vehm mertebesindedir. Yâni, bir ipin ucuna bir taş bağlayıp, öteki ucundan tutup, elimiz etrâfında çevirirsek, dönen taş, karşıdan dâire şeklinde görünür. Dönen taş nokta-i cevvâledir. Görünen dâire vehmde vardır. Aslında dâire yoktur, yalnız bir görünüştür. Allahü teâlâ bütün mahlûkları bu mertebede yarattı. Fakat görünüşlerini devâm ettirmektedir. Böylece var olmaları görünüş değil, doğrudur. Mertebe-i vehm'den kurtulup, nefs-i emrî olmuşlardır. Yâni yalnız geçici bir görünüş olmayıp, kalıcı bir varlık olmuşlardır. Vehm mertebesi şaşılacak bir varlıktır. Nefs-i emr (hakîkat, gerçek) mertebesindeki varlığa benzemez. Onunla ilgisi ilişiği yoktur. Nokta-i cevvâle nefs-i emr mertebesinde yâni gerçekten vardır. Bundan hâsıl olan dâire ise mertebe-i vehmdedir, gerçek olarak yoktur. (İmâm-ı Rabbânî)

VEKÂHET:
Hayâsızlık, utanmazlık, edebsizlik, yüzsüzlük.
Vekâhet kalb âfetlerinden (hastalıklarından)dir. (Muhammed Hâdimî)
Vekâhet ile îmânın bir arada durmayacağını, bir gün belki ânında îmânı yok edeceğini düşünmedin ise, nefs-i emmâreye hoş gelen şeylerin Allahü teâlâ tarafından gadab edilen şeyler olduğunu hâlâ anlayamadınsa ve "Din, edebden ibârettir" mübârek sözünü tutmadın ise, İslâm ipine, yâni baştan başa edeb olan İslâm dînine sarılmadın ise yazıklar olsun sana! (Hâdimî)

VEKÂLET:
Bir kimsenin, bir veya birçok işi yapmak için, başkasını kendi yerine koyması yâni başkasına iş havâlesi. Vekil edene sâhib veya müvekkil, vekâlet verilip yerine geçirilene vekîl denir. (Bkz. Vekîl)
Vekâlet, îcâb ve kabûl ile olur. Yâni müvekkilin seni vekil yaptım ve vekilin de kabul ettim sözleri ve yazıları ile olur. (Ali Haydar Efendi)

VEKAR (Vakar):
Ağır başlı olup yerine göre uygun davranmak, şahsiyetli olmak.
Mü'min vakar sâhibi olur, yumuşak olur. (Hadîs-i şerîf-Berîka)
Âlimlerin vakâr sâhibi olmaları, şereflerine uygun giyinmeleri lâzımdır. (Hâdimî)
Vakar sâhibi dünyâ işlerinde kolaylık gösterir. Din işlerinde sarp kaya gibi olur. (Hâdimî)
Her mubah iyi niyetle yapılınca tâat olur. Kötü niyetle yapılınca, günâh olur. Bir kimse, sünnet olduğu için koku sürünür, şık giyinirse, câmiye saygı için, câmide yanında oturan müslümanları incitmemek için, temiz olmak için, sıhhatli olmak için, İs lâm'ın vekarını, şerefini korumak için niyet edince her niyeti için ayrı sevaplar kazanır. (Seyyid Abdülhakîm-i Arvâsî)
İlmin süsü ve kıymeti, vakardır. Âlim kişi, kibirli, sert ve kaba olmaz. (İmâm-ı Şa'bî)
Çok gülmek heybeti, çok şaka vakarı ve şahsiyeti giderir. İnsan neyi çok yaparsa onunla bilinir. Meselâ çok güler ve şaka yaparsa hafif olarak bilinir. (Ahnef bin Kays)
Temiz ve yeni elbise giyiniz. Gittiğiniz yerlerde ahlâkınızla, sözlerinizle, giyinişinizle, İslâm'ın vekarını, kıymetini gösteriniz. (Seyyid Abdülhakîm-i Arvâsî)

VEKÎL (El-Vekîl):
1. Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Mahlûkâtın dünyâda ve âhirette işlerini hakkıyla yerine getiren, rızkları veren, tevekkül etmeye (kendisine güvenilmeye) lâyık olan.
Bir kısım kimseler mü'minlere; "Düşmanlarınız size karşı toplandılar, aman onlardan sakının" dediklerinde, bu, onların îmânlarını bir kat daha artırmış ve "Allah bize yeter. O ne güzel vekîldir" demişlerdir. (Âl-i İmrân sûresi: 173)
Allah her şeyin yaratanıdır. O, her şeye vekîldir. (Zümer sûresi: 62)
Bir şeyden korkan el-Vekîl ism-i şerîfini söylerse, emniyet bulur.Kendisine hayır ve rızk kapıları açılır. (Yûsuf Nebhânî)
2. Bir kimsenin, bir işi yapmak için kendi yerine koyduğu, işini havâle ettiği kimse.
Vekil asıl gibidir. (Atasözü)
Yemeğe çağrılan kimseye, malımdan istediğin kadar ye ve al ve dilediğine ver, hepsi helâl olsun denilse yedikleri helâl olur. Aldıkları, başkasına verdikleri helâl olmaz. Çünkü, miktârı bilinmeyen ta'âmın yemesini helâl etmek câizdir. Fakat miktârı b ilinmeyen malı almak için vekîl etmek ve meçhûl, belli olmayan ve ayrı olarak teslimi mümkün olan malı ayırmadan hediyye etmek sahîh (muteber) değildir. (Muhammed Berdûsî-zâde)
Vekil edenin, işi yapabilecek kimse olması, vekîlin de âkıl (akıllı) olması şarttır. Bâliğ (ergenlik çağına ulaşmış) olması şart değildir. (Ali Haydar Efendi)
Alış-verişe, borç vermeye veya ödemeye vekîl olan kimsenin teslim aldığı mallar kendinde emânet olur. (Ali Haydar Efendi)
Vekîl, sâhibinden ayrıca izin almadıkça veya istediğini yap diyerek umûmî vekil edilmedikçe başkasını kendine vekîl, yapamaz. Yalnız zekât vermek için olan vekîl, izinsiz olarak başkasını vekil yapabilirler. (Ali Haydar Efendi)
Her şeye vekîlimsin denilen umûmî vekil, talak, hediye, sadaka ve vakftan başka her şeyi, sâhibi adına yapabilir. (Ali Haydar Efendi)
Vekîlin vekil olmayı kabûl etmesi şart değildir. Red etmezse, kabûl ettiği anlaşılır. (Fetâvâ-yı Hindiyye)
Kurbanını hayır cemiyetine hediye etmek isteyen bir kimse, kurbanını veya parasını götürüp bu işle vazîfeli me'mura teslim ederken; "Allah rızâsı için bayram veya nezir (adak) kurbanımı kesmeye ve dilediğine kestirmeye ve etini ve derisini dilediğine vermeye seni vekîl ettim" demelidir. Vekil de kurban kesilirken sâhiblerinin ismini söyleyerek kasapları vekil eder. (Fetâvây-ı Hindiyye)

VELED-İ ZİNÂ:
Nikâhsız evlenmeden meydana gelen çocuk.
Çocuğun dîni, yanında bulunan ana-babasından dîni daha iyi olanı gibidir. Veled-i zinâ için de böyledir. Yalnız veled-i zinâya babası nafaka vermez ve baba tarafından mîrâs almaz. (İbn-i Âbidîn)
Akıllı çocuğun, âmânın, veled-i zinânın, vakitleri ve ezân okumasını bilen câhil köylünün ezân okuması kerâhetsiz (mekruh olmayıp) câizdir. (İbn-i Âbidîn)
Veled-i zinânın imâm olması mekruhtur. (Alâüddîn-i Haskefî)

VELÎ (El-Veliyyü):
1. Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Mü'minleri seven, onlara yardım eden, işlerini bitiren, sevdiklerini sevmediklerine gâlib, üstün kılan, kâfirleri sevmeyen.
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Allahü teâlâ mü'minlerin velîsidir. (Âl-i İmrân sûresi: 68)
Her Cumâ gecesi el-Veliyyü ism-i şerîfini söyliyenin işleri kolay olur. (Yûsuf Nebhânî)
2. Bir çocuğun veya kadının babası yoksa baba tarafından dedesi, yoksa kâdı veya bunların vasî tâyin ettikleri kimse.
Eskiden müslümanlar dînî nikâhın dört mezhebe uygun yapılmasına çok dikkat ederlerdi. Şâfiî ve Hanbelî ve Mâlikî mezheblerinde nikâhın doğru olması için, birinci şart, bâliğa olan kıza da velînin izin vermesi lâzımdır. Velî bu üç mezhebde babadır. Ba ba yoksa, babanın babası ve onun babasıdır. Bunlardan sonra erkek kardeşidir. Bundan sonra, erkek kardeş oğlu, sonra onun oğludur. Sonra amca, sonra amca oğlu ve onun oğludur. (Saîdüddîn Fergânî)
3. Vasî. Meyyitin (ölünün) hayatta iken, öldükten sonra namaz keffâreti ve daha başka işlerini yapması için vasiyyet ettiği kimse veya vârislerden (mîrâsçılarından) biri.
Bir kimse, ağır hasta olursa, öldükten sonra namaz keffâreti yapılması için vasiyyet etmesi, velîsinin de bu vasiyyeti yerine getirmesi lâzımdır. (Tahtâvî)
4.Allahü teâlânın rızâsını kazanmış sevgili kulu; her şeyi Allahü teâlâ için seven ve her işi O'nun rızâsı için yapan, her an Allahü teâlâ ile bulunan, gafletten uzak kimse, eren. (Bkz. Evliyâ)
Bir velî kuluma düşmanlık eden, benimle harb etmiş gibi olur. (Hadîs-i kudsî-Mektûbât)
Allah'ın velîleri öyle kimselerdir ki, görüldüklerinde Allah hâtırlanır. (Hadîs-i şerîf-Râmûz-ül-Ehâdîs)
Farzların birincisi Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdikleri gibi îmân etmektir. Bundan sonra haramlardan sakınmak ve farz olan ibâdetleri yapmak ve evliyâyı sevmektir. Sevdiği velîden feyz gelerek kalbi temizlenir ve Allahü teâlânın sevgisine kavuşur. (Mazhar-ı Cân-ı Cânân)
Velîlerin kalbleri, Hakk'ın nazargâhıdır. O kalblere girmiş olanlara da o nazardan nasîb erişir. (İmâm-ı Rabbânî)
Eğer insanlar velî zâtların kadrini, kıymetini bilip, iyice anlayacak derecede olsalardı, herkes karşılaştığı bütün insanlara karşı edebli olurdu. Çünkü görünüş îtibâriyle velî de bizim gibi bir insandır ve karşılaştığımız bir kimse de Allahü teâlânı n bir velî kulu olabilir. (Dâvûd-i İskenderî)
Allahü teâlânın rızâsına, sevgisine kavuşmak için en kısa ve kolay yol; bir velîyi tanıyıp, onun sözlerinden Ehl-i sünnet îtikâdını, ibâdetlerini ve tasavvufun edeblerini kolayca öğrenmek ve bunlara uymak ve onu sevmektir. (Muhammed Ma'sûm Fârûkî)
Velî hayatta iken kınındaki kılıç gibidir. Vefât ettikten sonra kınından çıkar, tasarrufu daha kuvvetli olur. (Echûrî) Üç nişan olur velîlerde demiş erbâb-ı dil, Biri ol ki, görenin gönlü ona mâil olur. Onun ikinci nişânı, oldur ki, iyi bil, Her ne dese, dinleyenler, sözüne kâil olur. Üçüncüsüne gelince, cümle a'zâsı onun, Şer' ile âdâb ile her zaman âmil olur.
(Erbâb-ı dil: Gönül ehli. Mâil: Meyleden, akan Nişan: Alâmet Kâil olmak: Kabûl etmek, Şer'i din: İslâmiyet. Âdâb: Edebler. Âmil olur: Yapar) (M. Sıddîk Gümüş)

VELÎME:
Düğün yemeği.
Peygamber efendimiz Abdurrahmân bin Avf'a (r.anh) "Bir koyun da olsa velîme yap" buyurdu. (Hadîs-i şerîf-El-Fıkhü alel Mezâhib-il-Erbea)
Velîme sünnettir. (M. Zihni Efendi)
Velîme dâvetine gitmek için şartlar vardır. Çağıranın yemeği şüpheli ise veya İslâmiyet'in yasak ettiği şey, meselâ ipek sofra örtüsü, gümüş kap ve tavanda, duvarda canlı resmi varsa veya çalgı çalınıyorsa, oyun kumar gibi şeyler varsa çağırılan yere gidilmez. Bu yasakların bulunduğu yemeğe gitmek harâm veya mekrûh olur. Çağıran zâlim ise veya Ehl-i sünnet değil ise, fâsık (açıkça günâh işleyen) ise, kötülük yapan ise veya övünmek için, gösteriş için çağırıyorsa gitmek câiz (uygun) olmaz. (İmâm-ı Gazâlî, İmâm-ı Rabbânî, Muhammed Rebhâmî)

VERÂ':
Haramlardan ve helâl ve haram olduğu bilinmeyen şüpheli şeylerden sakınmak.
Hiçbir şey verâ gibi olamaz. (Hadîs-i şerîf-Künûz-ül-Hakâyık)
Dîninizin direği verâdır. (Hadîs-i şerîf-Künûz-ül-Hakâyık)
Kıyâmet günü Allahü teâlânın huzûrunda kıymetli olanlar verâ ve zühd sâhibleri (dünyâya düşkün olmayanlar)dir. (Ebû Hüreyre)
Bir kimse, şu on şeyi kendine farz bilmedikçe, tam verâ sâhibi olamaz: Gıybet etmemek, mü'mine sû-i zân etmemek, kötü bilmemek, kimse ile alay etmemek, yabancı kadınlara, kızlara bakmamak, doğru söylemek, kendini beğenmemek için, Allahü teâlânın, ken disine yaptığı ihsânları nîmetlerini düşünmek, malını helâl yere harc edip, harâmlara vermemek, nefsi keyfi için, mevkî-makam istemeyip, bunları insanlara hizmet yeri bilmek, beş vakit namazı vaktinde kılmağı birinci vazîfe bilmek, Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiği îmân ve işleri iyi öğrenip, kendini bunlara uydurmak. (İmâm-ı Rabbânî)
Zerre kadar verâ sâhibi olmak, bin nâfile oruç ve namazdan daha hayırlıdır. (Hasan-ı Basrî)

Verâ-ül-Verâ:
Ötelerin ötesi. Nasıl ve ne şekilde olduğu bilinmeyen. Allahü teâlânın nasıl olduğunun bilinemeyeceğini ve akıl ile anlaşılamayacağını, idrâk olunamayacağını ifâde eden dînî bir terim.
Allahü teâlâ verâ-ül-verâdır. Hiçbir şeye benzemez. Nasıl olduğu anlaşılamaz. Akıl neyi düşünür ve neyi hayâl ederse etsin, O değildir. Bu husûsu en iyi anlatan, Şûrâ sûresi on birinci âyet-i kerîmesindeki "O'nun benzeri gibi hiçbir şey yoktur..." kelâmıdır. (İmâm-ı Rabbânî)

VERÂSET:
Maddî ve mânevî olarak vâris olmak. (Bkz. Vâris)

VERESİYE SATIŞ:
Bedelini, parasını sonra ödemek üzere yapılan alış-veriş.
Veresiye satışta satılan malın bedelinin ödeneceği zamânı belirtmek lâzımdır. "Ne zaman istersen ver, paran olduğu zaman ver." şeklinde ifâde ile veresiye satış yapılmaz. (İbn-i Âbidîn)
Eskiden ticârette ihsân sâhipleri, fakirlere veresiye verip, parası olmayandan istememeyi niyet ederlerdi. En iyi olanlar ise fakirler için, hiç defter tutmazlardı. Bunlar, fakir bir şey getirirse alır, getirmeyenlerden bir şey istemezlerdi. (M. Sıddîk Gümüş)
Fâiz illeti bulunan yâni, ölçülen ve tartılan mallar aynı cinsten oldukları takdirde veresiye satışları fâiz olup, câiz değildir. (Muhammed Rebhâmî)

VESENİYYE:
Putperestlik, puta tapma inancı. Taştan yapılmış heykellere tapınma. Taştan yapılmış heykele vesen, bu heykele tapana vesenî denir.
Beş sınıf kâfir vardır: Dehriyye (dinsizler), seneviyye (iki ilâh olduğuna inanan mecûsîler), felâsife (felsefeciler), veseniyye ve ehl-i kitâb (hıristiyanlar, yahûdîler). İlk dördü kitâbsız kâfirdir. Yâni semâvî kitabları yoktur. Bugün Hindistan'da yayılmış olan Brehmen ve bunun, mîlâddan 542 sene evvel ölmüş olan Budda Guatama tarafından değiştirilmesi ile hâsıl olan Buda dinlerinde olanlar Veseniyye inanışına sâhibdirler. (İbn-i Âbidîn)
Mecûsîler yâni ateşe tapanlar ve veseniyye inancında olanlar ve bütün müşrikler kitablı kâfirlerden fenâ (kötü)dır. (Alâüddîn Haskefî)
İdris aleyhisselâm diri olarak Cennet'e çıkarılınca, onu çok sevenler, ayrılık acısına dayanamadılar. Resmini yapıp seyr eylediler. Daha sonra gelenler bu resimleri tanrı sandı. Çeşitli heykeller de yapılıp tapıldı. Böylece veseniyye meydana çıktı. V eseniyye inanışı İslâmiyet'in zuhûruna kadar devâm etti. İslâmiyet gelince veseniyyenin kökünü kazıdı. İslâmiyet zâtında ve sıfâtlarında aslâ Allahü teâlâya şerîk, ortak kabûl etmez. (Mirhaund, Nişâncızâde)

VESÎLE:
Kişiyi Allahü teâlâya yaklaştıran, Allahü teâlânın nezdinde (katında) yakınlığa ve hâcetlerin yâni ihtiyâçların giderilmesine sebeb olan her şey.
Allahü teâlâ, âyet-i kerîmelerde meâlen buyuruyor ki:
Ey îmân edenler! Allahü teâlâdan korkunuz! O'na yaklaşmak için vesîle arayınız! (Mâide sûresi: 35)
Hazret-i Ömer, kuraklık sebebiyle kıtlık olduğu zaman, Resûlullah efendimizin amcası hazret-i Abbâs'ı vesîle ederek; "Allah'ım! Biz kıtlığa düştüğümüz zaman, Resûlullah'ı vesîle ettiğimizde, sen bize yağmur verirdin. Şimdi Resûlullah'ın amcasını vesî le ediyoruz, bize yağmur ver" der, Allahü teâlâ da onların bu dileklerini kabûl edip, yağmur verirdi. (Enes bin Mâlik)
Duânın kabûl olması için; Peygamberleri ve sâlih (makbûl, kıymetli) kulları vesîle etmelidir. (İbn-ül-Cezerî)
İbâdetler, duâlar, mübârek zâtlar, Allahü teâlânın rızâsına kavuşmak için hep vesîledirler. (Senâullah Dehlevî)

VESK:
Bir deve yükü miktârında bir hacim ölçeği.
İmâm-ı a'zam'a göre, her sebzenin ve meyvenin, az olsun çok olsun mahsul topraktan alındığı zaman öşrünü vermek farz olur. İmâm-ı Ebû Yûsuf ile İmâm-ı Muhammed'e göre uşr (topraktan alınan mahsûlün zekâtını) vermek için, topraktan çıkan mahsûlün, bir sene dayanıklı olması ve miktârının beş veskten çok olması lâzımdır. Fetvâ, İmâm-ı a'zam'a göre verilmiştir. (Abdurrahmân İmâdî)

VESVESE:
Zararlı olan şüphe, kuruntu.
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Cinden olsun insanlardan olsun insanların göğüslerine (kalblerine) vesvese veren hannâsın (şeytânın) şerrinden (kötülüğünden) insanların Rabbine... sığınırım. (Nâs sûresi)
Şeytan kalbe vesvese verir. Allah'ın ismi zikredilince, söylenince kaçar. Söylenmezse vesveselerine devam eder. (Hadîs-i şerîf-Berîka)
Melekten gelen ilhâm, İslâmiyet'e uygundur. Şeytandan gelen vesvese İslâmiyet'ten ayrılmaya sebeb olur. (Hadîs-i şerîf-Berîka)
Vesvese şeytandandır. Abdest alırken, gusül (boy) abdesti alırken ve necâset (pislik) temizlerken, şeytanın vesvesesinden sakınınız. (Hadîs-i şerîf-Berîka)
Çamaşır yıkarken, su kullanırken, acaba temiz mi diye vesvese etmek verâ değildir. Sıddıklar böyle vesvese yapmazdı. Her buldukları su ile abdest alırdı. Elbisenin, suyun temizliğinde vesvese etmek gösteriş yapmağa yol açar ve nefsin hoşuna gider. (İmâm-ı Gazâlî)
Helâl yiyen kimse, ilhâm ile vesveseyi birbirinden ayırır. Vesvese; duâ ederek, zikr ederek azalır ve yok olur. Vesvese ve ilhâm devamlı olmaz. (Muhammed Hâdimî)

VEYL:
Vay hâline, yazıklar olsun.
1. Bir kimse veya topluluğun işledikleri kötülükler sebebiyle karşılaşacakları azâbı, kötü hâlleri ve acınacak bir hâlde bulunduklarını ifâde eden bir söz.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Ölçüde ve tartıda hîle yapanlara veyl olsun. (Mutaffifîn sûresi: 1)
(Ey Habîbim!) De ki: "Ben ancak sizin gibi bir insanım. (Yalnız) bana şu vahy olunuyor; sizin ilâhınız ancak tek ilâhtır. Onun için hepiniz O'na (îmân ve tâatle) yönelin. O'ndan mağfiret isteyin. O Allah'a ortak koşanlara veyl olsun. (Fussilet sûresi: 6)
2. Cehennem'de bir vâdinin adı.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Hayır biz hakkı bâtılın tepesine atarız da onu parçalar. Bir de bakarsın o anda (bâtıl) mahv olmuştur. (Allah çocuk edinmiştir, melekler Allah'ın kızlarıdır gibi) Allah'a isnâd ettiğiniz (noksan) vasıflardan dolayı sizin için veyl vardır. (Enbiyâ sûresi: 18)
Çok müslüman evlâdı, babaları yüzünden veyl ismindeki Cehennem'e gideceklerdir. Çünkü bunların babaları, yalnız para kazanmak ve keyf sürmek hırsına düşüp ve yalnız dünyâ işleri arkasında koşup, evlâdlarına müslümanlığı ve Kur'ân-ı kerîmi öğretmediler. Ben böyle babalardan uzağım. Onlar da benden uzaktır. Çocuklarına dinlerini öğretmeyenler Cehennem'e gideceklerdir. (Hadîs-i şerîf-İhyâ)

VİLÂYET (Velâyet):
Evliyâlık, velîlik makâmı, Allahü teâlâya yakın olma, gafletten uzak bulunma.
Vilâyetin hâsıl olması için, hârikaların, kerâmetlerin meydana gelmesi lâzım değildir. Din âlimlerinin hârikalar göstermesi lâzım olmadığı gibi, evliyânın da hârikalar göstermesi şart değildir. (Muhammed Bâki-billah)
Vilâyete kavuşmak için mâsivâyı (Allahü teâlâdan başka şeyleri) kalbden çıkarmak lâzımdır.Tasavvuf büyüklerinin hepsi Ehl-i sünnet idi. Bid'at sâhiplerinden (bozuk, sapık kimselerden) hiçbiri, Allahü teâlânın mârifetine (O'nu tanıma şerefine) yaklaşa mamıştır. Vilâyet nûrları bunların kalblerine girmemiştir. (Abdülhak-ı Dehlevî)
Evliyâ, vilâyetten, muhabbetten, mârifetten ve kurb-i ilâhîden (Allahü teâlâya yakın olmaktan) kazandıkları her şeyi, peygamberlere tâbi olmak sâyesinde elde ederler. Bu yolun dışı dalâlet (sapıklık) yoludur. (Muhammed Ma'sûm)

Vilâyet Yolu:
Bir vâsıtanın yâni yetişmiş bir velînin yol göstermesi lâzım olan, insanı Allahü teâlâya kavuşturan evliyâlık yolu.
Vilâyet yolundan vâsıl olanların (kavuşanların) önderi ve en üstünleri ve ötekilere vâsıta olanı hazret-i Ali Murtezâdır. Bu yoldan gelen feyzlerin kaynağı odur. (İmâm-ı Rabbânî)
Bütün peygamberlerin eshâblarının hepsinin nefsleri mutmainne olmuş yâni îmân etmiştir. Böyle nefsin îmân etmesi ya tasavvuf ve vilâyet yolundan ilerleyenlere veya bütün sünnetlere yapışarak bütün bid'atlerden kaçanlara nasîb olur. (Fudayl ibn Dükkîn)

Vilâyet-i Âmme:
İslâmiyet'in yalnız sûretine uyanların kavuştuğu evliyâlık makâmı.
Vilâyet-i âmmeye kavuşanlar tasavvuf yolunda ilerleyerek vilâyet-i hâssaya (seçilmiş olanların evliyâlığına) kavuşabilirler. (İmâm-ı Rabbânî)

Vilâyet-i Hâssa:
Tasavvufta, nefsin îmân ve itâate geldiği ve bütün ibâdetlerin hakîkî ve kusursuz olduğu makam.
Kulun dileği ve isteği sâdece sâhibi ve sâhibinin dileği olmalıdır. Başka hiçbir dileği bulunmamalıdır. Böyle olmazsa, kulluk bağını koparmış, kölelikten kaçmış olur. Allahü teâlâya kul olmak nîmetine kavuşmak, ancak vilâyet-i hâssa hâsıl olunca ele geçer. (İmâm-ı Rabbânî)

Vilâyet-i Kübrâ:
Vehimden ve hayâlden kurtulma makâmı. Bu vilâyete, Vilâyet-i enbiyâ da denir.

Vilâyet-i Muhammediyye:
Peygamber efendimizin kendine mahsûs vilâyetle birlikte bütün peygamberlerin vilâyetlerini (evliyâlık derecelerini) kendisinde toplamış olması. Vilâyet-i Mustafaviyye de denilir.
Peygamberlerden birinin vilâyetine kavuşmak, Vilâyet-i Muhammediyye'nin bir parçasına kavuşmaktır. (Hâce Behâeddîn Buhârî)

Vilâyet-i Sugra:
Vehimden ve hayâlden kurtulamadan ilerlenen evliyâlık yolu. Buna Vilâyet-i evliyâ da denir.
Vilâyet-i sugrada, vehmden ve hayâlden kurtuluş yoktur. Vilâyet-i kübrâda vehmden ve hayâlden kurtuluş vardır. (İmâm-ı Rabbânî)

VİLDÂN:
Allahü teâlânın cennettekilere hizmet için nûrdan yarattığı güler yüzlü ve tatlı dilli hizmetçiler.
Sen o vildânları görünce, onları Cennet'e saçılmış inci zannedersin." (İnsan sûresi: 21)
Ehl-i Cennet'in içtikleri şaraptan, başları ağrımaz ve akıllarına halel gelmez. Onlara hizmet eden vildân, istedikleri ve arzu ettikleri kuş etlerini getirirler. Onlar da istedikleri kadar yerler. (Vâkıa sûresi: 19-21)

VİRD:
Nâfile olarak devamlı yapılan ibâdet, tesbih ve duâlar. Çoğulu evrâddır.
Kulun duâ, zikr, Kur'ân-ı kerîm okuma ve tefekkür (mahlûklardaki ve kendi bedenindeki ince san'atları, düzenleri birbirine bağlılıklarını düşünerek, Allahü teâlânın büyüklüğünü anlaması, insanın günahlarını hatırlayıp, bunlara tövbe etmesi lâzım geld iğini, ibâdetlerini ve tâatlerini düşünerek bunlara şükretmesi gerektiğini hâtırına getirmesi), sabah namazından sonra âhiret yolcusunun virdi olmalıdır. (İmâm-ı Gazâlî)
Okunmalarında fazîlet olduğu bildirilen bâzı âyet-i kerîmeleri vird edinip, okumak da müstehabdır. Fâtiha, Âyet-el-kürsî ve Âmenerresûlü bunlardandır. Kaylûle, öğleye doğru bir miktâr uyumak da, gündüz virdlerindendir. (İmâm-ı Gazâlî)
Hazret-i Ömer, gece virdinden bir âyet-i kerîme okuyamadığı zaman, gündüzleri bayılırdı. Hattâ bu yüzden bir hasta ziyâreti gibi günlerce ziyâret edildiği rivâyet edilmiştir. (İmâm-ı Gazâlî)
Bir gece uyuya kaldım ve virdlerimi yerine getiremedim.Rüyâmda birisi karşıma çıktı ve okur-yazarlığın var mı dedi. Var dedim. Şu yazıyı okur musun dedi ve elime bir kâğıt parçası verdi. Kâğıtta: "Dünyânın geçici ve aldatıcı nîmetleri, ölümsüz olarak yaşayacağın Cennet'in zevk ve safâsından seni alıkoymuştur. Yâni geçici olarak zevk aldığın bu uyku, ebedî seâdetine yarayacak ibâdetine mâni olmuştur. Uyan, namaz kıl ve Kur'ân-ı kerîm oku. Zîrâ bunlar, uykudan hayırlıdır" yazılıydı. (Mâlik bin Dînâr)

VİTR NAMAZI:
Yatsı namazından sonra kılınan üç rek'atlik vâcib namaz.
Vitr namazının vâcib olduğu şu hadîs-i şerîf ile bildirildi: "Rabbim bana farz kıldığı namazlara bir namaz daha ekledi; bu vitr namazıdır. (Hadîs-i şerîf-Müsned-i Ahmed)
İmâm-ı a'zam vitr namazı vâcibdir, buyurdu. (Mâlikî ve Şâfiî mezheblerinde sünnettir). Bunda ezân ve ikâmet okunmaz. Vaktinde kılamayanın kazâ etmesi lâzımdır. (Muhammed Mevkûfâtî)
Vitr namazında üçüncü rek'atte rükûa eğilmeden önce Kunut duâsını okumak vâcibdir. Bunları bilmeyen üç kerre (Allahümmeğfir lî) istiğfâr okur. (Muhammed Mevkûfâtî)
Vitr namazı tek başına kılınır. Ancak Ramazanda, cemâatle kılınan terâvihten sonra o da cemâatle kılınır. (M.Zihni Efendi)

VUKÛF-İ ADEDÎ:
Nakşibendiyye yolunun on temel esâsından biri. Tasavvuf yolunda ilerlemek ve yükselip olgunlaşmak için yapılan zikri, bildirilen adede (sayıya) göre yapmak. Meselâ bir nefeste 1, 3, 5, 7, 11 kerre Allah demek gibi teke riâyet ederek zikretmek.

VUSLAT:
Erişmek, kavuşmak, gönlün devâmlı olarak ve kıl kadar istikâmet değiştirmeyerek Allahü teâlâya bağlı kalması.
Tasavvuf yolunun âşıkları, yakınlık görünen uzaklıkla sevinmezler. Onlar uzak görünen bir yakınlık ve ayrılık görülen bir vuslat ararlar. İşin geciktirilmesine, sonraya bırakılmasına râzı olmazlar. Tembelliği, gericiliği çirkin bilirler. Kıymetli dak ikaları, yaldızlı pislikler için elden kaçırmazlar. (İmâm-ı Rabbânî) Emrine baş eğenlerin Vuslatına erenlerin Bülbül gibi ötenlerin Kimse dilin bilmez imiş.
(M. Sıddîk Gümüş)

VÜCÛB ŞARTLARI:
Bir ibâdetin bir kimseye farz olmasının şartları.
Haccın vücûb şartları, İmâm-ı a'zam'a göre sekizdir: 1) Müslüman olmak, 2) Kâfir memleketinde olanın, haccın farz olduğunu işitmesi, 3) Akıllı olmak, 4) Bâliğ (ergenlik, yâni evlenecek çağa gelmiş) olmak. 5) Hür olup, köle olmamak, 6) Geçim ihtiyâcın dan fazla olarak hacca götürüp, getirecek ve geride kalanlara yetecek kadar helâl parası olmak, 7) Hac vakti gelmiş olmak. Hac vakti Arefe ve bayram günleri olmak üzere beş gündür. Şeklimi Koyarım. Hacca gidemeyecek kadar; kör, hasta, çok ihtiyar ve sakat olmamak. Haccın vücûb ve edâ (haccı yapabilmek için lâzım olan) şartları kendisinde bulunan kimsenin, o sene hacca gitmesi farz olur. Vücûb şartlarından birisi bulunmayan kimsenin hacca gitmesi farz olmaz. Vücûb şartlarını temin etmek lâzım değildir. (İbn-i Âbidîn)

VÜCÛD:
Var olmak.
Allahü teâlânın zâtı hakkında, bilmemiz vâcib olan sıfatlar beştir: 1) Kıdem: Allahü teâlânın varlığının evveli olmamak, 2) Bekâ: Varlığının sonu olmamak. 3) Kıyâm bi-Nefsihî: Zâtında, sıfatlarında ve fiillerinde kimseye muhtâç olmamak. 4) Muhâlefetü n lil-havâdis: Zâtında, sıfatlarında kimseye benzememek. 5) Vahdâniyet: Zâtında, sıfatlarında ve fiillerinde ortağı ve benzeri olmamak. (Âlimlerin çoğuna göre, vücûd, ayrıca Allahü teâlânın bir sıfatıdır. Böylece Allahü teâlânın zâtına âit (zâtî) sıfatları altı olmaktadır.) (Kutbüddîn-i İznikî)

Vücûd-i Adem:
Tasavvufta cezbe denilen makâmda kendini yok bildikten sonra, hâsıl olan bir hâl, makam.
Vücûd-i adem, fenâ makâmından öncedir. Bu hâl yok olabilir. Yok olduğu görülmüştür de. Zaman olur ki, bu hâl ondan alınır. Sonra geri verilir.Tam fenâdan sonra hâsıl olan bekâ hiç yok olmaz. Hiç sarsılmaz. (İmâm-ı Rabbânî)

Vücûd-i Vehmî:
Tasavvuf ehlinin, eşyânın gördüğümüz varlığına verdikleri isim.

VÜCÛH İLMİ:
Kur'ân-ı kerîmin çeşitli okunuş şekillerini bildiren ilim.

VÜCÛH ŞİRKETİ:
Sermâyesiz olup, halk arasında emniyet ve îtibârları ile veresiye alıp-satmak üzere kurulan şirket.
Vücûh şirketinde kâr, malın helâki veya ziyandaki tazmin nisbeti şartına göre taksim edilir. Kâr nisbeti, tazmin nisbetinden başka olamaz. (Mecelle)
Vücûh şirketlerinde, ortaklardan herbirinin satın alınan malda hissesi ne kadarsa kârdaki hissesi dahi o kadar olur. Eğer birine satın alınan maldaki hissesinden fazla şart edilse şart lağv olur. Ve kâr, aralarında satın alınan maldaki hisselerine gö re taksim olunur. (Mecelle)
Vücûh şirketi ile ortak olan iki kimse, alıp vermelerinde mutazarrır oldukları (zarar gördükleri) sûrette, eğer satın alınan mal aralarında yarı yarıya olmak şartı ile sözleşilmiş ise, zarar ve ziyan dahi müsâvat (eşitlik) üzere taksîm olunur. Eğer s atın alınan malda sülüs (üçte bir) ve sülüsân (üçte iki) şekliyle hissedar olmak şartıyla sözleşmişlerse zarar ve ziyan dahi ikili birli olarak taksim olunur. Zarar ettikleri malı gerek birlikte satın alsınlar ve gerek yalnız birisi şirket için almış olsun. (Mecelle)

Dengeli Yaşam Tarzı Yolunda Bir Adım
WeBCaNaVaRi Botu

Bu Site Mükemmel :)

*****

Çevrimİçi Çevrimİçi

Mesajlar: 222 194


View Profile
Re: Dini Sözlük V Devamı
« Posted on: Nisan 25, 2024, 10:28:35 ÖÖ »

 
      Üye Olunuz.!
Merhaba Ziyaretçi. Öncelikle Sitemize Hoş Geldiniz. Ben WeBCaNaVaRi Botu Olarak, Siteden Daha Fazla Yararlanmanız İçin Üye Olmanızı ŞİDDETLE Öneririm. Unutmayın ki; Üyelik Ücretsizdir. :)

Giriş Yap.  Kayıt Ol.
Anahtar Kelimeler: Dini Sözlük V Devamı e-book, Dini Sözlük V Devamı programı, Dini Sözlük V Devamı oyunları, Dini Sözlük V Devamı e-kitap, Dini Sözlük V Devamı download, Dini Sözlük V Devamı hikayeleri, Dini Sözlük V Devamı resimleri, Dini Sözlük V Devamı haberleri, Dini Sözlük V Devamı yükle, Dini Sözlük V Devamı videosu, Dini Sözlük V Devamı şarkı sözleri, Dini Sözlük V Devamı msn, Dini Sözlük V Devamı hileleri, Dini Sözlük V Devamı scripti, Dini Sözlük V Devamı filmi, Dini Sözlük V Devamı ödevleri, Dini Sözlük V Devamı yemek tarifleri, Dini Sözlük V Devamı driverları, Dini Sözlük V Devamı smf, Dini Sözlük V Devamı gsm
Yanıtla #1
« : Nisan 17, 2008, 02:28:40 ÖS »
Avatar Yok

By.CeZa
*
Üye No : 293
Nerden : İstanbul
Cinsiyet : Bay
Konu Sayısı : 12191
Mesaj Sayısı : 28 687
Karizma = 11179


emeğine sağlık..
Yanıtla #2
« : Mayıs 23, 2008, 01:50:08 ÖÖ »

Ebru$h
*
Üye No : 547
Yaş : 32
Nerden : İstanbul
Cinsiyet : Bayan
Konu Sayısı : 212
Mesaj Sayısı : 2 934
Karizma = 328


pylşm için Sağol.
Sayfa 1
Yukarı Çık :)
Gitmek istediğiniz yer:  



Theme: WeBCaNaVaRi 2011 Copyright 2011 Simple Machines SiteMap | Arsiv | Wap | imode | Konular