0 Üye ve 1 Ziyaretçi Konuyu İncelemekte. Aşağı İn :)
Sayfa 1
Konu: Dini Sözlük S Devamı  (Okunma Sayısı: 897 Kere Okundu.)
« : Mart 21, 2008, 09:01:52 ÖS »
Avatar Yok

iBRaHiMiNe
*
Üye No : 3622
Yaş : 35
Nerden : İstanbul
Cinsiyet : Bay
Konu Sayısı : 1247
Mesaj Sayısı : 2 560
Karizma = 349


SÂHİR:
Büyü ve sihir yapan. (Bkz. Büyü)
Sihir yapmak büyük günâhlardandır. Sâhir tövbe etmezse muhakkak Cehennem'dedir. (Muhammed Rebhâmî)
Sâhir, sihir ile istediğini elbette yapar, sihir muhakkak te'sir eder diyenin ve inananın îmânı gider. Sihir, Allahü teâlâ takdir etmiş ise, te'sir edebilir, demelidir. (İmâm-ı Rabbânî)

SAHÛR:
Güneşin batmasından imsak vaktine kadar olan zamânın son altıda biri, seher vakti; oruç tutmak için yemeğe kalkılan vakit.
Sahur yemeğini yeyiniz. Çünkü onda bereket vardır. (Hadîs-i şerîf-Müslim)
Bir yudum su ile de olsun sahur yapınız. (Hadîs-i şerîf-İbn-i Hibbân)
Sahur yemeğinden gündüzün orucu, kaylûleden de gecenin namazı için istifâde edin. (Hadîs-i şerîf-İbn-i Mâce)
Üç şey vardır ki, bunlar üzerine kul hesâba çekilmez: Sahur yemeği, iftâr yemeği ve din kardeşleriyle birlikte yenilen yemek. (Hadîs-i şerîf-Müslim Şerhi)
Mü'minin sahûrunun hurma ile olması ne güzeldir. (Hadîs-i şerîf-Mektûbât)
Ramazân-ı şerîfte, iftarı erken yapmak, sahuru geciktirmek sünnettir. Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem, bu iki sünneti yapmağa çok önem verirdi. İftârda acele etmek ve sahuru geciktirmek, belki insanın aczini, yiyip içmeğe ve dolayısıyla her şe ye muhtâc olduğunu göstermektedir. İbâdet etmek de zâten bu demektir. (İmâm-ı Rabbânî)

SAHV:
Uyanıklık, aklı başında, şuuru yerinde olma hâli, sekr hâlinin zıddı. Tasavvufta kendini kaybetme hâlinden kurtulup, ayılma hâli. Fenâdan sonraki bekâ hâli.
Sahv hâlinde olan, emirlere uygunsuz davranabilir. Ancak bu davranış, Allahü teâlânın lütf etmesi ve koruması ile yalnız müstehabları yapmamak olup, bundan ileriye gitmez. (Abdullah-ı Dehlevî)
Sahv hâlinde olanlarda sekr (kendinden geçme hâli) hiç bulunmaz sanmamalıdır. Sahv hâlinde biraz sekr bulunması, yemeğe lezzet vermek için tuz karıştırmağa benzer. Tuzsuz taam (yemek) tadsız olur. (İmâm-ı Rabbânî)

SÂÎ:
Emvâl-i zâhirenin zekâtını toplayan me'mûr; sâime (senenin ekserisini çayırda otlayan) hayvanların ve toprak mahsûllerinin zekâtlarını toplamakla vazîfeli kimse, zekât me'muru.
Dört çeşit zekât malından ikisine yâni zekât hayvanları ile topraktan elde edilen mallara (Emvâl-i zâhire) denir. Bunların zekâtlarını sâî toplar. Hükûmet, bu toplanan malları (ve âşir) denilen me'murların yolcu tüccarlardan aldıkları zekâtı beyt-ül- mâl denilen devlet hazînesinde saklayıp, yedi sınıftan herbirine sarf eder. (İbn-i Âbidîn)

SA'ÎD:
Allahü teâlânın, kendisinden râzı olduğu kimse. Cennetlik.
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Sa'îd olanlara gelince, onlar Cennet'tedirler. (Hûd sûresi: 108)
Şakîler dünyâya sarılır, sa'îdler, bâkî olana (ebedî, sonsuz olan âhirete) sarılır. (Abdülhakîm Arvâsî)
Bir kimsenin sa'îd olmasının nişânı (alâmeti) şudur ki, Hak teâlâ hazretlerinin kazâ ve kaderine râzı olur. Şakî olmasının nişânı da şudur ki, kazâ ve kadere râzı olmayıp, bağırır, çağırır, çok ağlar, sızlar. (Süleymân bin Cezâ)

SÂİL:
İsteyen, yoksul, dilenci.
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Sâile gelince (onu) azarlayıp koğma. (Duhâ sûresi: 10)

SÂİME:
Senenin yarısından fazla, meralarda, kırlarda sırf sütleri alınmak veya üreme ve beslenmeleri için otlatılan (koyun, keçi, sığır, manda, at ve deve cinsinden olan), ehlî hayvanlar.
Sâime hayvan sayısı nisâb miktârı olduktan (zekât sınırına ulaştıktan) bir yıl sonra zekâtı verilir. Yük taşımak ve binmek için olursa, sâime denilmez ve zekâtı lâzım olmaz. (İbn-i Hümâm)
Deve, sığır gibi başka cinsten sâime hayvanlar birbirlerine ve diğer ticâret eşyâsına eklenmezler. (M. Mevkûfâtî)
Sâime hayvanlarda; koyunlardan kırk koyunda bir koyun, sığır ve mandalardan otuz sığırdan kırk sığıra kadar, iki yaşına girmiş erkek veya dişi bir buzağı, develerde nisâb (zenginlik ölçüsü) beş olup, birer yaşlarını bitirmiş beş deve için bir koyun z ekât verilir. (Burhâneddîn-i Mergınânî)

SAKAL-I ŞERÎF:
Peygamber efendimizin mübârek sakal-ı şerîfi. (Bkz. Lihye-i Şerîf)
Peygamber efendimizin mübârek saçları ve sakal-ı şerîfinin kılı çok kıvırcık ve çok düz değil, yaratılışta ondüle idi. Mübârek saçları uzundu. Önceleri kâkül bırakırdı, sonradan ikiye ayırır oldu. Mübârek saçlarını bâzan uzatır, bâzan da keser, kısal tırdı. Saç ve sakal-ı şerîfini boyamazdı. Vefât ettiği zamanda, saç ve sakalında ak kıl, yirmiden az idi. Mübârek bıyığını kırkardı. Bıyıklarının uzunluğu ve şekli mübârek kaşları kadar idi. Emrinde husûsî berberleri vardı. (İmâm-ı Kastalânî)

SAKALÂN (Sakaleyn):
1. İnsanlar ve cinler.
Allahü teâlâ, âyet-i kerîmede meâlen buyuruyor ki:
Ey sakalân! Yakında (kıyâmet günü) sizi hesâba çekeceğiz. (Rahmân sûresi: 31)
Sakalân, yeryüzünde bulunan diğer mahlûkâta nazaran yüklendikleri emir ve yasaklar îtibâriyle daha büyük bir varlığa sâhib oldukları için bu adı almışlardır. Yâhut bunlar, yeryüzünde ölüleri ve dirileriyle bir ağırlık vermekte oldukları için kendiler ine sakalân denilmiştir. (Ahmed Sâvî-Senâullah Dehlevî)
2. Kıymetlerini bildirmek için, Kur'ân-ı kerîm ve Ehl-i beyte (yâni Peygamber efendimizin akrabâlarına) verilen isim.
Ben size sakalânı bırakıyorum: Kitâbullah (Kur'ân-ı kerîm) ve Ehl-i beytim (akrabâlarım) . (Hadîs-i şerîf-Tefsîr-i Mazharî)

SAKÎM AKIL:
Hasta, ileriyi göremeyen akıl. (Bkz. Akıl)
Sakîm akıllılar yaptıklarından hep pişmân olurlar. Niye yaptım diye dövünürler. Böyle bir akla nasıl güvenilir. Bunların aklı dinde senet olmaz. (Seyyid Abdülhakîm)

SALÂ:
Minârelerde Cumâ ve cenâze namazı için okunan salât u selâm.
Salâ okunması asr-ı seâdette olmayıp, sonradan dîne sokulan bir bid'attır. Okunması mûteber kaynak kitablarda yazılı değildir. (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)

SALÂBET-İDÎNİYYE:
Din sağlamlığı, din gayreti, din kuvveti.
Salâbet-i dîniyyesi olanların, malları ile, canları ve sözleri ile ve kalemleri ile, Allah rızâsı için cihâd etmeleri (İslâm dîni uğrunda düşmanla savaşmaları) lâzım olduğu, " Allah yolunda cihâd edenler, kötülenmekten korkmazlar" (Mâide sûresi: 54) âyet-i kerîmesinde bildirilmektedir. (Muhammed Hâdimî-Berîka)
Müdâhenenin, yâni kudreti olduğu, gücü yettiği hâlde, haram işleyene mânî olmamanın zıddı, karşılığı; gayret ve salâbet-i dîniyyedir. (Muhammed Hâdimî)
Türkler zekîdirler ve kendilerini müsbet (olumlu) yolda sevk ve idâre edecek devlet adamlarına sâhib oldukları müddetçe de çalışkandırlar. Gâyet kanâatkârdırlar (elde olana râzı olurlar). Onların bütün meziyyetleri (üstünlükleri), hattâ kahramanlık d uyguları da, an'anelerine (örf-âdet ve kültürlerine) olan bağlılıklarından, salâbet-i dîniyyelerinden ileri gelmektedir... (Patrik Gregoryus'un, Rus çarı Aleksandr'a yazdığı mektubdan bir parça)

SALÂH:
Sâlih olmak, iyilik, dürüstlük; iyi huylarla süslenme, dînine bağlı olma.
İlim, din ve salâh sâhibi bir kızı, fâsıkın yâni günah işleyenin nikâh etmesi câiz (uygun) olmaz. Çünkü, zevc ile zevcenin küfv (denk) olmaları lâzımdır. (Süleymân bin Cezâ)
Babanın malını oğulları arasında pay ederken, reşîd (malını isrâf etmiyen) ve sâlih iyi veya ilim tahsîlinde olan çocuklarına daha çok vermesi câizdir. Salâhları müsâvî (eşit) ise, müsâvî dağıtmalıdır. (Fetâvâ-i Hindiyye)

SALÂT:
1. Allahü teâlâdan rahmet, meleklerden istiğfâr, mü'minlerden duâ.
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Allahü teâlâ ve melekleri Peygambere (Muhammed aleyhisselâma) salât ederler. Ey mü'minler! Siz de O'na salât ediniz. (Allahü teâlânın Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellemi salâtının O'nu melekler arasında senâ etmesi, övmesi demek olduğu d a rivâyet edilmiştir.) (Ahzâb sûresi: 56)
2. İslâm'ın beş esâsından (temelinden) birisi olan namaz.
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
(Resûlüm) sana vahyolunan Kur'ân-ı kerîmi oku. Salâtı, şartlarını yerine getirerek kıl. Çünkü salât, insanı dînin ve aklın kötü gördüğü şeylerden men eder, alıkor. (Ankebût sûresi: 45)
Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem; "Birinin evi önünde nehir olsa, hergün beş kerre bu nehirde yıkansa, üzerinde kir kalır mı?" diye sordu. Yanında bulunanlar; hayır, yâ Resûlallah! dediler. "İşte, beş vakit salâtı kılanların da, böyle küçük günâhları afv olunur" buyurdu. (Hadîs-i şerîf-Buhârî, Müslim)
Salâtı kılmayanlar, kıyâmet günü, Allahü teâlâyı kızgın olarak bulacaklardır. (Hadîs-i şerîf-Riyâd-un-Nâsihîn)
Salât, dînin direğidir. (Hadîs-i şerîf-Riyâd-un-Nâsihîn)
İslâm âlimleri buyuruyor ki: Beş şeyi yapmıyan, beş şeyden mahrûm olur: Malının zekâtını vermeyen, malının hayrını görmez. Uşrunu vermeyenin, tarlasında, kazancında bereket kalmaz. Sadaka vermeyenin, vücûdunda sıhhat kalmaz. Duâ etmeyen, arzûsuna kav uşamaz. Salât vakti gelince, kılmak istemeyen, son nefeste Kelime-i şehâdet getiremez. (Gaznevî)
3. Peygamber efendimizin ism-i şerîfleri anıldığında, işitildiğinde veya yazıldığında söylenen ve yazılan "sallallahü aleyhi ve sellem". sözü ve benzerleri. Çoğulu salevâttır.
Cumâ günleri bana çok salât okuyunuz! Bunlar bana bildirilir. (Hadîs-i şerîf-Ebû Dâvûd)
Allahü teâlâdan bir şey isteyen kimse, önce Allahü teâlâya hamd ve senâ ettikten sonra,Resûlullah efendimize salât okumalıdır. Böyle bir duâ, kabûle lâyıktır. (Duânın başında ve sonunda olmak üzere) iki salât ile yapılan duâ geri çevrilmez." (İbn-i Cezerî)
Resûlullah'a salevât getirmemiz, hâşâ ki, O'nun için Hak teâlâ katında şefâat değildir. Zîrâ bizim gibiler nerede, o azîz Habîbullah nerede. Lâkin Allahü teâlâ bize ihsân, iyilik edene, mükâfâtta bulunmayı ve mükâfâtında âciz olduğumuza ise iyi duâ e tmemizi emretmiştir. O hâlde, üzerimizde hadsiz, hesabsız hakkı olan Resûl ve Habîbine, başka bir şeyle mükâfattan aczimizi bildiğinden, salâtla karşılık vermeyi bildirip emr etti. (İbn-i Abdüsselâm)
Bâzı âlimler diyor ki: Salâtla emr olunmanın bir faydası da, salevâtın fazîleti hakkındaki hadîs-i şerîfler içinde bildirilen dünyâ ve âhiret iyiliklerinin salât okuyanda da hâsıl olmasıdır. (Nişâncızâde)

Salât u Selâm:
Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem ism-i şerîfleri anılınca, işitilince veya yazılınca söylenen veya yazılan hayır duâlardan ibâret olan sözler yâni sallallahü aleyhi ve sellem, Allahümme salli ve sellim alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âli seyyidinâ Muhammed, Essalâtü ves-selâmü aleyke yâ Resûlallah mübârek sözleri ve benzerleri.
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Ey mü'minler! O'na (peygambere) salât ve selâm edin. (Ahzâb sûresi: 56)
Kim bir kitabda bana salât u selâm getirirse (yazarsa) benim ismim o kitabda bulunduğu müddetçe, melekler, onun için istiğfâr ederler (Allahü teâlâya onun günâhını bağışlaması için yalvarırlar) . (Hadîs-i şerîf-Mir'ât-ı Kâinât)
Cimrilik sâdece malı tutmak, onu hayır yerlere sarfetmemek değildir. İbâdetlerini yapmayan kimse, nefsine cimrilik ettiği gibi, Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimizin ism-i şerîflerini duyduğu hâlde salât u selâm okumayan, müslüman kardeş ine rastlayıp selâm vermeyen kimse de cimrilik etmiş olur. (Yûsuf Sinânüddîn)

SALÎB:
Hıristiyanlık dîninin sembolü kabûl edilen birbirini dik kesen iki doğrunun meydana getirdiği şekil, haç, istavroz. (Bkz. Haç)
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Bu bir de inkârlarından, Meryem'e büyük iftirâda bulunmalarından, Allah'ın Resûlü Meryem oğlu Îsâ'yı öldürmelerinden ötürüdür. Yoksa onu öldürmediler, salîbe germediler. Fakat onlara öyle göründü. Bu husustaki bilgileri ancak zandan ibârettir. Onu asmadılar, onu öldürmediler. Bilakis Allah onu katına yükseltti. Allah azîzdir, hakîmdir (hikmet sâhibidir) . (Nisâ sûresi: 156-158)
Canlı resmi; namaz kılanın başında, önünde, sağ ve sol hizâsında duvara çizilmiş veya beze kağıda yapılarak asılmış veya konmuş ise namaz kılmak mekrûhtur. Canlı şeklinde olmasa dahi salîb resmi de canlı gibidir. Çünkü hıristiyanlara benzemek oluyor. Onlara benzemek niyeti olmasa dahi, onların yaptığı kötü şeyleri ve kötü olmayanları da onlara benzemek niyeti ile yapmak mekrûhtur. (İbn-i Âbidîn)

SÂLİH:
İyi insan. Dünyâya kıymet vermeyen, îtikâdı doğru olup, Allahü teâlânın rızâsını, sevgisini kazanmak için çalışan müslüman.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki:
Sizden biriniz ölüm (alâmetleri) gelip de: "Ey Rabbim! Beni yakın bir zamâna kadar geciktirsen de, sadaka versem ve sâlihlerden olsam" demeden önce, size rızık olarak verdiğimiz şeylerden (Allah yolunda) harcayın. (Münafikûn sûresi: 10)
Sâlih kullarım için, Cennet'te, hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği, hiçbir insanın gönlünden geçirmediği bir takım nîmetler hazırladım. (Hadîs-i kudsî-Et-Tergîb vet-Terhîb)
Ümmetimin sâlihlerinin Cennet'e girmeleri, namaz ve oruçları sebebiyle değil, cömertlik, müslümanlara karşı kalblerinde kötülük beslememeleri ve müslümanlara nasîhatleri sâyesindedir. (Hadîs-i şerîf-Dâre Kutnî)
Sâlihlerle sohbette berâber olunuz. Onlar, dünyâ hazîneleridir. Onlarla berâber olmak, ebedî seâdetin anahtarıdır. ( Câfer-i Huldî)
Kim cennetliklerden olmayı isterse, sâlih kimselerle berâber olsun. ( Hâris el-Muhâsibî)
Sâlihlerin hizmetinde bulunan kimse yükselir. Allahü teâlânın kendisini sâlihlere hürmet etmekten mahrum ettiği kimse, insanlardan gelen sıkıntılara mübtelâ olur. (Ebû Midyen Mağribî)
Allah'ım! Arzularımızın düşüklüğünden, kötülüğünden, amellerimizin noksanlığından, ecelimizin yaklaşmasından, sâlih kullarının aramızdan ayrılmasından sana sığınırız. (Abdullah bin Gâlib)

Sâlih Amel:
Allahü teâlânın beğendiği iş. (Bkz. Amel-i Sâlih)
İnsanoğlunun, yaptığı sâlih amelleri gözünde büyüterek bir hayli ibâdet yaptığını, ibâdet ve tâat husûsunda durumunun iyi olduğunu düşünerek, günahlarını unutmaktan sakınması gerekir. Çünkü bunda, amellerin onu şımartması ve işlediği günahların azâbı ndan emin olması vardır. Böyle bir durum ise tehlikelidir. (Ahmed bin Âsım Antâkî)

SÂLİH ALEYHİSSELÂM:
Semûd kavmine gönderilen peygamber. Nûh aleyhisselâmın oğullarından Sâm'ın neslindendir. Hazret-i Âdem'in on dokuzuncu kuşaktan torunudur.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki: Biz Semûd kavmine kardeşleri Sâlih'i peygamber olarak gönderdik... (Hûd sûresi: 61)
Semûd kavmi, gönderilmiş olan peygamberlerini (Sâlih aleyhisselâmı) yalanladılar. Onların (nesebde soyda) kardeşleri olan Sâlih aleyhisselâm onlara dedi ki: "Allahü teâlâdan korkmaz mısınız ki, O'na şirk (ortak) koşarsınız. Ben, Allahü teâlâdan size gönderilen emin bir peygamberim. Şimdi Allahü teâlâdan korkun. Size bildirdiğim, O'nun emir ve yasaklarında bana itâat edin. Bunun için sizden ücret istemem. Bilin ki, benim ücretim ancak âlemlerin Rabbi Allahü teâlânın üzerinedir." (Şuarâ sûresi: 141-145)
Sâlih (aleyhisselâm) ve onunla olan mü'minlere necât (kurtuluş) verdik. Onlar küfür ve günâhtan sakınırlardı. (Neml sûresi: 53)
Hûd aleyhisselâmın peygamber olarak gönderildiği Âd kavmi helâk olduktan sonra, felâketten kurtulanlardan olan Semûd, berâberindekilerle birlikte Şam ile Hicâz arasındaki Hicr denilen yere giderek yerleştiler. Semûd'un torunları tekrar Âd kavminin he lâk edildiği yerlere gittiler. Dağlardaki kayaları oyup evler yaptılar. Allahü teâlâ onlara çok mal verdi. Zamanla daha da çoğalarak bağlar, bahçeler ve köşkler yaptılar. Her türlü nîmetler içinde bulunup azgınlığa, taşkınlığa saptılar. Taşlardan yaptıkları putlara taptılar. Allahü teâlâ, küfür ve azgınlık içinde bulunan Semûd kavmine Sâlih aleyhisselâmı peygamber olarak gönderdi. Sâlih aleyhisselâm onları putlara tapmaktan ve azgınlıklardan sakındırdı. Allahü teâlâya îmân ve ibâdete dâvet etti. Nûh aleyhisselâmın dînini tebliğ etti. Sâlih aleyhisselâma az sayıda kimse tâbi olup, diğerleri yalanlayıp karşı çıktılar. Semûd kavmi, Sâlih aleyhisselâmı, büyülenmiş yalancı ve büyüklenen diye ithâm etmelerine rağmen Sâlih aleyhisselâm yılmadan, t atlı bir dille kavmini îmâna dâvete devâm etti. İnanmadıkları takdirde, şiddetli azâbla korkuttu. Fakat Semûdlular onun dâvetini kabûl etmediler. Allahü teâlâ, Semûd kavminin küfür ve taşkınlığı sebebiyle kadınlarını kısır bıraktı. Ağaçlar kuruyup meyve vermedi. Hayvanlar yavrulamaz oldu.
Bu durum karşısında Semûd kavmi Sâlih aleyhisselâma karşı hakâret etmeye başladılar. Ölümle tehdîd ettiler. Eğer hakîkaten peygamber isen mûcize göster dediler. Mûcize gösterdiği takdirde inanacaklarını söylediler. Kayadan bir deve meydana gelmesini istediler. Deve olmasını istedikleri kaya büyüyüp gebe bir deve şekline döndü. Deve yavruladı. Bu mûcize üzerine bâzı Semûdlular îmân ettiler. Devenin memesinden akan sütten Semûdlular bütün kaplarını doldurdular. Daha sonra Semûdlular deveyi öldürdü ler. Sâlih aleyhisselâma karşı düşmanca tavır takındılar. Eğer hakîkaten peygamber isen bize vâd ettiğin azâbı getir dediler. Bir takım acâib hâller görmeye başladılar. Devenin bastığı yerden kan fışkırdığını, ağaçların yapraklarının kızardığını, kuyularındaki suyun kan kırmızısı, yüzlerinin de sapsarı olduğunu görüp birbirine haber verdiler. Allahü teâlâ Sâlih aleyhisselâma vahy edip, kendisine inananlarla o beldeyi terk etmelerini ve kısa zamanda şiddetli azâbın geleceğini bildirdi.
Sâlih aleyhisselâm kendisine inanan 4000 kişi ile birlikte o beldeyi terk ettiler. Semûdluların yüzleri kana boyanmış gibi kırmızı oldu. Daha sonra simsiyah oldu. Allahü teâlâ Cebrâil aleyhisselâma Semûdluları bir sayha (korkunç gürültü) ile helâk et mesini emir buyurdu. Bir sabah vakti azâb sayhası Semûd kavmini yakalayıverdi. Cebrâil aleyhisselâmın sayhası onları muhkem (sağlam) binâlarda helâk etti. Sayhanın şiddetinden hepsinin ödleri patlayarak helâk oldular.
Sâlih aleyhisselâm, kavminin helâk olmasından sonra kendisine îmân edenlerle birlikte Mekke veya Şam taraflarına gitti. Remle'de yerleşti. Mekke-i mükerremede vefât edip Kâbe-i muazzama yanında defnedildi. (İbn-ül-Esîr, Râzî, Taberî, Nişâncızâde)

SÂLİK:
Tasavvuf yolcusu.
Şunu iyi bilmelidir ki, maksada kavuşmak için çalışan sâlikin hep şerîate, İslâmiyete uyması şarttır. Tasavvuf yolunda en önemli vazîfe olan zikr-i ilâhî (Allahü teâlâyı anmak) şerîatin emirlerinden biridir. İslâmiyet'in yasaklarından sakınmak da bu yolda lâzımdır. Farzları yapmak, sâlikin ilerlemesini kolaylaştırır. Tasavvuf yolunu iyi bilen ve sâlike yol gösteren âlim aramağı da dînimiz emretmektedir. (İmâm-ı Rabbânî)
Tasavvuf büyüklerinin rûhlarına Fâtiha ve salevât sevâbı göndererek onları, Allahü teâlâya kavuşmak için vesîle yapmalıdır. Zâhir (sûret) ve bâtın (kalb, ruh) saâdetlerine ancak onların güzel ahlâkına sarılmak ile kavuşulur. Başlangıçta olan sâlikler in kalbleri tasfiye bulmadan (temizlenmeden) önce evliyânın kabirlerinden feyz almaları güçtür. Bunun için Behâeddîn-i Buhârî hazretleri; "İslâm'ın güzel ahlâkına sâhib bir kimse ile olmak, evliyânın kabirleri ile olmaktan daha iyidir" buyurdu. (Mazhar-ı Cân-ı Cânân)

Sâlik-i Meczûb:
Tasavvufta cezbesi yâni hak yola çekilmesi sülûkünden sonra olan sâlik.
Tasavvuf yolunun sâlikleri (yolcuları), ikiye ayrılır: Ya mürîd olurlar yâhut murâd olurlar. Murâd olanlara müjdeler olsun! Cezbe ve muhabbet yolundan, bunları durmadan çekerler. Aradıklarına ulaştırırlar. Lâzım olan her edebi, pir yardımı ile veya a rada pir olmadan, bunlara öğretirler. Yanıldıkları zaman, haber verirler. Ondan dolayı bir şey yapmazlar. Rehbere ihtiyacı olursa; aramadan, uğraşmadan ona kavuştururlar. Kısaca, Allahü teâlânın sonsuz olan ihsânı, onun her zaman imdâdına yetişir. Sebeb yaratarak veya sebebsiz olarak, işini görür. Şûrâ sûresinin on üçüncü âyetinde meâlen; "Allahü teâlâ, dilediğini seçerek kendine kavuşturur" buyuruldu. Tâliblerin, arada vâsıta olmadan kavuşmaları çok güçtür. Cezbe ve sülûk nîmetlerine kavuşmuş, fenâ ve bekâ ile şereflenmiş olan bir vâsıtanın yardımı lâzımdır. Bu vâsıtanın sözleri, ölmüş kalbleri diriltmek için devâdır. Bakışları şifâdır. Taş kesilmiş kalbler, onun muhabbetine kavuşmakla yumuşak olur. Böyle devletli bir rehber ele geçmezse, sâlik-i meczûb da, büyük bir nîmettir. Bu da tâlibleri yetiştirebilir. Onun yardımı ile fenâ ve bekâ nîmetine kavuşurlar. (İmâm-ı Rabbânî)

SALLALLAHÜ ALEYHİ VE SELLEM:
Peygamber efendimizin ism-i şerîfi anıldığı, işitildiği ve yazıldığında söylenen ve yazılan, Allahü teâlâdan, O'nun dünyâda ve âhirette her türlü iyiliğe ve üstünlüğe kavuşmasını istemekten ibâret olan hayır duâ, hürmet, saygı ve bağlılık ifâdesi. Bu na salât u selâm da denir. (Bkz. Salât)
Kim bana bir kere salât ederse (meselâ sallallahü aleyhi ve sellem derse) Allahü teâlâ ona on kere salât (rahmet) eder. Onun on günâhını bağışlar ve derecesini on kat yükseltir. (Hadîs-i şerîf-Mevâhib-i Ledünniye)

SALSÂL:
Pişmemiş kuru çamur... Pişmiş gibi kurumuş çamur.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Andolsun ki, biz insanı hame-i mesnûndan (balçık çamurundan), salsâlden yarattık (Hicr sûresi: 26)
Âdem aleyhisselâm yeryüzünde yaratılan ilk insan ve ilk peygamberdir. Bütün insanların babasıdır. Çeşitli memleketlerden getirilen toprakları melekler su ile çamur yapıp, insan şekline koydu. Mekke ile Tâif arasında kırk yıl yatıp salsâl oldu. Önce M uhammed aleyhisselâmın nûru alnına kondu. Sonra Muharremin onuncu Cumâ günü rûh verildi. (Altıparmak Muhammed Efendi)
Âdem aleyhisselâm salsâl hâlinde iken, melekler bedenini görüp, ondaki uygunluğa, âhenge ve ilâhî san'ata hayran kaldılar. Acabâ, "Allahü teâlâ bundan güzel bir şey halk etti mi?" dediler. (Muhammed Hirevî)

SALVELE:
Allahümme salli alâ Muhammed ve benzeri salât u selâm denilen ve Peygamber efendimize okunan hayır duâ.
Allahü teâlâdan bir şey isteyen kimse, önce Allahü teâlâya hamdele (hamd) ve salvele ile başlamalı, yine bunlarla bitirmeli. Böyle bir duâ kabûle lâyıktır. İki salvele arasında yapılan duâ geri çevrilmez. (İmâm-ı Birgivî, Kâdızâde)

SÂM:
Nûh aleyhisselâmın üç oğlundan büyüğü.
İdrîs aleyhisselâm göğe çıkarıldıktan sonra, insanlar azdı. Doğru yoldan ayrıldı. Putlara yâni heykellere tapmaya başladılar. Cenâb-ı Hak, bunlara Nûh aleyhisselâmı gönderdi. Nûh aleyhisselâm o zaman elli yaşında idi. Nice yıl onları dîne dâvet etti, çağırdı. Yalnız oğulları Sâm, Hâm, Yâfes ile az kimse îmân etti. Çoğu kulak asmadı. Kendi oğlu Yâm yâni Ken'an bile îmân etmedi. Nûh aleyhisselâm ile alay ettiler, ona işkence yaptılar. Nihâyet tûfân oldu. Çok yağmur yağdı. Sular her tarafı kapladı. Altı ay sonra yağmurlar durdu, sular çekildi. Nûh aleyhisselâmın gemisi Irak'taki Cudi dağına oturdu. İnsanlar onun üç oğlundan türedi. Nûh aleyhisselâma bu yüzden ikinci Âdem de denildi. Sâm'dan, Arab, Fars ve Rum; Hâm'dan Hindistan, Habeş ve Afrika halkı; Yâfes'ten de Asyalılar ve Türkler meydana geldi. Bering boğazından Amerika'ya da geçip yerleşenler oldu. (Ahmed Nişâpûrî, Nişancızâde, Kisâî)
Nûh aleyhisselâmdan sonra Arabistan yarımadasında yerleşenlere Arab-ı bâide denir. Âd, Semûd ve Amâlika kavimleri (toplulukları) bunlardandır. Hûd aleyhisselâm Âd, Sâlih aleyhisselâm da Semûd kavmine peygamber olarak gönderilmişlerdir. Hepsi Sâm'ın soyundandır. Keldânîler, Âsurîler, Süryânîler, Finikeliler, İbrâniler de aynı soydandır. (Kisâî, Nişâncızâde)

SAMED (Es-Samed):
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Hiçbir kimseye, hiçbir şeye ihtiyâcı olmayan, bütün mahlûkâtın (yaratılmışların) kendisine muhtaç olduğu yüce Allah.
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
(Ey Resûlüm!) De ki: O Allah tektir (eşi ortağı yoktur). Allah Samed'dir. (İhlâs sûresi: 1, 2)

SAN'AT:
Ustalıkla, hünerle yapılan iş.
En iyi ticâret bezzâzlıktır, yâni kumaş satmaktır. En iyi san'at, terziliktir. (Hadîs-i şerîf-Kimyây-ı Seâdet)
Allahü teâlâ, fende ilerleyen, san'at sâhibi olan kulunu elbette sever. (Hadîs-i şerîf-İbn-i Adî ve Münâvî)
En üstün helâl kazanma yolu, silâhla ve kalemle cihâddır. İkinci derecede ticâret, üçüncüsü zirâat, dördüncüsü san'attır. (Muhammed Rebhâmî)
Bütün san'atlar, farz-ı kifâyedir. Bunu düşünerek, bir san'ata yapışmak ibâdet etmek olur. Kim olursa olsun her san'atı öğrenmek ve hele harb vâsıtalarını en modern, en ileri şekilde yapmağa çalışmak farzdır. (İmâm-ı Gazâlî)
İnsanoğlunun bir san'atı öğrenmeğe ihtiyâcı vardır. Bunun için de, araştırmak, düşünmek, tedkîk etmek, çalışmak lâzımdır. Fen ve san'at, insanlığa, yaratılış îcâbı lâzımdır. (Ali bin Emrullah)
Bir insanın, her san'atı öğrenmesi mümkün değildir. Her bir san'atı muayyen (belirli) kimseler öğrenir, yapar. Herkes, kendine lâzım olan şeyi, bu san'at sâhibinden alır. Bu san'at sâhibi de, kendine lâzım olan başka bir şeyi, onu yapan diğer san'at sâhibinden alır. Böylece insanlar, birbirlerinin ihtiyâçlarını te'min eder. Bunun için, insan yalnız yaşayamaz. Bir arada yaşamaya mecbûrdurlar. (S. Abdülhakîm Arvâsî)

SANÂYİ' ŞİRKETİ:
İki veya daha fazla san'at sâhibinin başkasından iş kabûl ederek ücretini paylaşmak üzere veya fabrika kurup îmâlât kârını paylaşmak üzere kurdukları şirket, ortaklık. Şirket-i A'mâl.
Sanâyi' şirketinde iş, işçilik eşit, kâr farklı olabilir. Bir şirketin alacağı siparişi, her ortak yapar, her ortak iş kabûl eder ve satış yapar. Her birinin kazancına ve zararına, her ortak, sözleşmedeki oranda ortaktır. (Ali Haydar Efendi)

SANEM:
Put, odundan, altından ve gümüşten yapılan insan heykeli. (Bkz. Put)
Saneme tapınmak ve onun fayda ve zarar vereceğine inanmak şirktir (Allahü teâlâya ortak koşmaktır.) (Tahtâvî)

SAPIK:
Doğru yoldan ayrılan, îtikâdında (îmân bilgilerinde) ve ibâdetleri yapmasında veya yaşayışında Ehl-i sünnet vel-cemâat mezhebinden (Peygamber efendimizin ve Eshâbının yolundan) ayrılan, yanlış yollara sapan kimse.
İlmin azalması, âlimlerin azalmasıyla olur. Câhil din adamları, kendi görüşleri ile fetvâ vererek fitne çıkarırlar. Hem kendileri doğru yoldan saparlar, hem de insanları saptırırlar. (Hadîs-i şerîf-Mişkât)
Müslüman olduğunu söyleyen veya cemâat ile namaz kılarken görülen bir kimsenin müslüman olduğu anlaşılır. Sonra bunun bir sözünde, yazısında veya bir hareketinde Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdikleri îmân bilgilerine uymayan bir şey görülürse, bunun küfür veya sapıklık olduğu kendisine anlatılır. Bundan vazgeçmesi, tövbe etmesi söylenir. Kısa aklı, bozuk düşüncesi ile cevap verir vazgeçmezse, bunun sapık veya mürted (dinden çıkan) olduğu anlaşılır. (Enver Şah Keşmîrî)
Mânâları açık olmayan nassları (âyeti kerîme ve hadîs-i şerîfleri) yanlış te'vîl ederek (yorumlayarak) yanlış inanan kimseler, sapık veya bid'at ehli olur. Bu kimseler, Ehl-i sünnetin doğru yolundan ayrıldığı için, Cehennem'e gidecektir. Bu kimse mân âsı açık olan nasslara inandığı için azabda sonsuz kalmayacak, Cehennem'den çıkarılacak, Cennet'e sokulacaktır. (Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî)
Resûlullah'ın sallallahü aleyhi ve sellem ve Eshâbının (arkadaşlarının) yolunda gidenler Cehennem'den kurtulacağı müjdelenen kimselerdir. Kur'ân-ı kerîmden ve hadîs-i şerîflerden çıkarılan bilgiler içinde kıymetli, doğru olan, yalnız büyük islâm âlim lerinin, Kitâbdan (Kur'ân-ı kerîmden) ve sünnetten anlayıp bildirdikleri bilgilerdir. Çünkü her bid'at sâhibi, yâni her reformcu ve her sapık kimse, bozuk düşüncelerini kısa aklı ile Kitâbdan çıkardığını söylüyor. Ehl-i sünnet âlimlerini gölgelemeğe kalkışıyor. Demek ki, Kitâbdan ve sünnetten çıkarıldığı bildirilen her sözü, her yazıyı doğru sanmamalı, yaldızlı propagandalarına aldanmamalıdır. (İmâm-ı Rabbânî)

SARF SATIŞI:
Nakd hâlindeki veya işlenmiş altını ve gümüşü birbirleri karşılığında satmaktır.
Sarf satışında satanın ve alanın sözleşmeden sonra, ayrılmadan kabz etmeleri yâni eline veya cebine almaları lâzımdır. (Ali Haydar Efendi)

SARF VE NAHV İLMİ:
Arabî dilbilgisi. Sarf; kelime bilgisi; kelimelerde meydana gelen değişikliklerden ve birbirlerinden türemelerinden bahseden ilim. Nahv; cümle bilgisi; kelimelerin cümle içinde fiil, fâil (özne), mef'ûl (nesne, tümleç) olma gibi durumlarından ve buna göre sonlarının aldıkları i'râbdan (harekelerden) bahseden ilim.

SARIK:
Kavuk, fes, takke gibi başlıkların üzerine sarılan tülbent veya şal. (Bkz. İmâme)
Başa beyaz sarık sarmak müstehâbdır. Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem bâzan siyâh sarık da sarar, ucunu iki küreği arasına iki karış uzatırdı. (İbn-i Âbidîn, İbrâhim Hakkı)

SARÎH:
Belli, açık, meydanda olan. Kendisinden kasd edilen mânânın açıkça anlaşıldığı lafız (söz).
Yalnız boşamakta kullanılan seni boşadım, sen bana haramsın gibi sarîh bir lafzı (sözü) şaka olarak veya şaşırarak da söylediği anda, yanında değil ise, mektup veya vekîli ile bildirince, bir talâk (boşama) olur. (İbn-i Âbidîn)
Kur'ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde sarîh bildirilmemiş bulunan ahkâmı (hükümleri) ve mes'eleleri, sarîh ve geniş anlatılmış mes'elelere benzeterek meydana çıkarmaya uğraşmaya ictihâd denir. (S. Abdülhakîm-i Arvâsî)
Bir şey anlatıldığı zaman sarîh olarak îzâh edilmelidir. İfâde, karşısındakini suâl sordurmayacak şekilde sarîh olmalıdır. (Taşköprüzâde)

SAVM:
Oruç. Fecrin (tan yerinin) ağarmasının evvelki vaktinden (imsaktan) akşam namazı vakti girinceye kadar, yemeği, içmeği ve cimâ'ı terk etmek. (Bkz. Oruç)

SAVMEA:
Hıristiyanların ibâdet yeri. Kilise, bîa. (Bkz. Kilise)

SA'Y:
1. Hac ve ömre ibâdeti için Mekke-i mükerremeye gelen kimsenin Mescid-i Haram (Kâbe ve avlusu) yakınındaki Safâ ve Merve tepeleri arasında usûlüne göre Safâ'dan başlayarak Merve'ye ve Merve'den Safâ'ya yedi kere gidip gelmesi. Sa'y, dört gidiş ve üç gelişten ibârettir.
Kârin hacı yâni hac ile ömreye birlikte niyet eden, önce ömre için tavâf ve sa'y eder, sonra ihrâmını çıkarmadan ve traş olmadan hac günlerinde hac için, tekrar tavâf ve sa'y yapar. (İbn-i Âbidîn)
Sa'y, hac ve ömrenin vaciplerindendir. ( M. Zihnî Efendi)
Sa'y ederken her bir tepede (Safâ ve Merve'de) Kâbe görününceye kadar tepeye çıkılır. (M. Zihnî Efendi)
Tavâf ve sa'y ederken ezân okunursa, bunlar bırakılıp namazdan sonra tamamlanır. (İbn-i Âbidîn)
2. Çalışmak, iş görmek, gayret etmek.
Cenâb-ı Hak sa'yinizi meşkûr eylesin (karşılığını versin). (Ahmed Fârûkî)

SAYD:
Av hayvanı yâni eti yenen hayvanların etleri için, eti yenmeyenlerin ise (domuz hâriç) deri ve diş gibi yerlerinden faydalanmak veya zararlarından emin olmak için avlanan hayvan.
Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
Deniz saydı yapmak ve onu yemek size helâl kılındı ki hem size, hem de yolcu olanlarınıza faydalı olsun. Kara saydı ise ihramda bulunduğunuz müddet içerisinde size haram edildi. (Mâide sûresi: 96)

SAYHA:
Şiddetli ses; korkunç gürültü.
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Azâb emrimiz gelince, Şuayb aleyhisselâmı ve berâberinde îmân edenleri tarafımızdan bir rahmetle kurtardık. O zulmedenleri ise, bir sayha yakaladı da yurtlarında çöküp helâk oldular. (Hûd sûresi: 94)

Dengeli Yaşam Tarzı Yolunda Bir Adım
WeBCaNaVaRi Botu

Bu Site Mükemmel :)

*****

Çevrimİçi Çevrimİçi

Mesajlar: 222 194


View Profile
Re: Dini Sözlük S Devamı
« Posted on: Mart 29, 2024, 12:20:03 ÖS »

 
      Üye Olunuz.!
Merhaba Ziyaretçi. Öncelikle Sitemize Hoş Geldiniz. Ben WeBCaNaVaRi Botu Olarak, Siteden Daha Fazla Yararlanmanız İçin Üye Olmanızı ŞİDDETLE Öneririm. Unutmayın ki; Üyelik Ücretsizdir. :)

Giriş Yap.  Kayıt Ol.
Anahtar Kelimeler: Dini Sözlük S Devamı e-book, Dini Sözlük S Devamı programı, Dini Sözlük S Devamı oyunları, Dini Sözlük S Devamı e-kitap, Dini Sözlük S Devamı download, Dini Sözlük S Devamı hikayeleri, Dini Sözlük S Devamı resimleri, Dini Sözlük S Devamı haberleri, Dini Sözlük S Devamı yükle, Dini Sözlük S Devamı videosu, Dini Sözlük S Devamı şarkı sözleri, Dini Sözlük S Devamı msn, Dini Sözlük S Devamı hileleri, Dini Sözlük S Devamı scripti, Dini Sözlük S Devamı filmi, Dini Sözlük S Devamı ödevleri, Dini Sözlük S Devamı yemek tarifleri, Dini Sözlük S Devamı driverları, Dini Sözlük S Devamı smf, Dini Sözlük S Devamı gsm
Yanıtla #1
« : Nisan 17, 2008, 02:31:18 ÖS »
Avatar Yok

By.CeZa
*
Üye No : 293
Nerden : İstanbul
Cinsiyet : Bay
Konu Sayısı : 12191
Mesaj Sayısı : 28 687
Karizma = 11179


bilgiler için teşekkürler..
Yanıtla #2
« : Mayıs 23, 2008, 02:09:50 ÖÖ »

Ebru$h
*
Üye No : 547
Yaş : 32
Nerden : İstanbul
Cinsiyet : Bayan
Konu Sayısı : 212
Mesaj Sayısı : 2 934
Karizma = 328


emeğine sağlık
Sayfa 1
Yukarı Çık :)
Gitmek istediğiniz yer:  



Theme: WeBCaNaVaRi 2011 Copyright 2011 Simple Machines SiteMap | Arsiv | Wap | imode | Konular