0 Üye ve 1 Ziyaretçi Konuyu İncelemekte. Aşağı İn :)
Sayfa 1
Konu: Dini Sözlük N Devamı  (Okunma Sayısı: 913 Kere Okundu.)
« : Mart 21, 2008, 08:59:11 ÖS »
Avatar Yok

iBRaHiMiNe
*
Üye No : 3622
Yaş : 35
Nerden : İstanbul
Cinsiyet : Bay
Konu Sayısı : 1247
Mesaj Sayısı : 2 560
Karizma = 349


NASRÂNÎ:
Îsâ aleyhisselâma inanan. Çoğulu, nasârâdır. Hazret-i Îsâ'nın bildirdiği dîne nasrâniyyet (nasrânîlik) adı verilir. (Bkz. Îsevîlik)
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Şüphe yok ki, daha önce peygamberlere îmân edenler yahûdîler ve nasrânîler ve Sâbiîler olsun bunlardan her kim Allah'a ve âhiret gününe îmân eder ve hazret-i Muhammed'in dîni üzerine sâlih bir amel işlerse, elbette bunların Rableri katında mükâfâtları vardır. Onlara bir korku yoktur ve onlar mahzûn da olacak değillerdir. (Bekara sûresi: 62)
İsrâiloğulları yetmiş bir fırkaya ayrılmıştı. Bunlardan yetmişi Cehennem'e gidip ancak bir fırkası kurtulmuştur. Nasârâ (Nasrânîler) da yetmiş iki fırkaya ayrılmıştı. Yetmiş biri Cehennem'e gitmiştir... (Hadîs-i şerîf-Milel ve Nihâl ve Tirmizî)
Îsâ aleyhisselâmın bildirdiği nasrânîlik ile göğe yükseltilmesinden sonra te'sis edilen ve hıristiyanlık adı verilen nasrânîlik birbirinden çok farklıdır. (Ülfet Aziz es-Samed)
Hazret-i Îsâ'nın tebliğ ettiği Îsevîlik veya nasrânîlik az zaman sonra yahûdîler tarafından sinsice değiştirildi. Bolüs adındaki bir yahûdî, hazret-i Îsâ'ya inandığını söyleyerek, nasrânî dînini yaymaya çalışıyor görünerek hakîki İncil'i yok etti ve Îsâ, Allah'ın oğludur dedi. Daha başka şeyler de uydurdu. Üç tanrı olduğu fikrini ortaya attı. Bu durumda nasrânîler ikiye ayrıldı. Hakîkî nasrânîler, hazret-i Îsâ insandır. İlah değildir. Allah'ın oğlu da değildir. Ona tapılmaz dediler. Bolüs'ün fikirlerine aldanan ve daha sonra hıristiyan adını alan nasrânîler ise, uydurma İncîller ortaya attılar. Böylece hakîkî olmayan bir hıristiyanlık ortaya çıktı. (Harputlu İshâk Efendi)

NASS:
1.Âyet-i kerîmeler ve hadîs-i şerîfler. Çoğulu nüsûs'tur.
Ehl-i sünnet âlimleri nassları zâhirleri üzere almışlardır. Yâni açık olan mânâlarını vermişlerdir. Zarûret olmadıkça nassları te'vil etmemişler (yorumlamamışlar), bu mânâları değiştirmemişlerdir. Kendi bilgileri ve görüşleri ile bir değişiklik yapma mışlardır. (Teftâzânî, Kemâleddîn Beydâvî)
Nass ile bildirilmiş olan ahkâm (hükümler) hiçbir zaman değişmez. Örf ve âdetlerden hüküm çıkarılabilmesi için, bunların nasslara muhâlif olmaması ve sâlih müslümanlar arasında selef-i sâlihînden (ilk devir müslümanlarından) gelmiş olması lâzımdır. (Ali Haydar Efendi)
Kâfirleri sevmemek, onlara kalb ile düşmanlık etmek, nass ile emredilmiştir. (Abdülganî Nablüsî)
2. Fıkıh usûlü ilminde mânâsı açık ve meydanda olan âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîfler.

NA'Ş:
Kefenlenip tabuta konmuş ölü. (Bkz. Cenâze)
Edrâ Eslemî dedi ki:
"Medîne-i münevverede daha önce Kur'ân-ı kerîm okuduğunu gördüğüm birisi vefât etti. Techiz işi bittikten sonra na'şını taşıyıp götürdüler. Peygamber efendimiz oradakilere; "Onu yavaş götürünüz. Allahü teâlâ onu sevdi. Şüphesiz o, Allah ve Resûlünü seviyordu" buyurdu. (Hadîs-i şerîf-İbn-i Mâce)
Na'şı kabr başına koyunca iş yapmayanlar oturmalı veya çömelmelidir. Yahûdîler ve hıristiyanlar gibi ayakta durmamalıdır. (Seyyid Alizâde)
Cenâze namazı kılındıktan sonra na'şın başında duâ etmek câiz (uygun) değildir, mekrûhtur. (Kerderî)

NÂŞİZE:
Kocasının izni olmaksızın evinden kaçan ve kendisini beyinden haksız yere men eden kadın.
Nâşizeye nafaka verilmez. Geri gelince nafaka da başlar. (İbn-i Nüceym)
Kadın kendisi ile birlikte oturan kocasını yanına girmekten men etmesi hâlinde hükmen nâşize sayılır. (İbn-i Âbidîn)

NA'T-I ŞERÎF:
Peygamberleri ve din büyüklerini öven şiirler. Daha çok Peygamber efendimiz Muhammed aleyhisselâm için söylenir.
Yûnus Emre'nin yazdığı bir na't-ı şerîf: Canım kurbân olsun senin yoluna, Adı güzel, kendi güzel Muhammed. Gel şefâat eyle kemter kuluna, Adı güzel, kendi güzel Muhammed. Mü'min olanların çoktur cefâsı, Âhirette olur zevk ü sefâsı, On sekiz bin âlemin Mustafâ'sı, Adı güzel, kendi güzel Muhammed. Yedi kat gökleri seyrân eyleyen, Kürsî'nin üstünde cevlân eyleyen, Mi'râc'da, ümmetin Hakk'dan dileyen, Adı güzel, kendi güzel Muhammed. Yûnus ne'yler iki cihânı sensüz Sen hak peygambersin şeksüz şüphesiz, Sana uymayanlar gider îmânsız, Adı güzel kendi güzel Muhammed.

NAZAR:
1. Bakmak. Göz atmak.
Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem, misvâkını ve tarağını yanından ayırmazdı. Mübârek saçını ve sakalını tararken aynaya nazar eylerdi. Geceleri mübârek gözlerine sürme çekerdi. (İmâm-ı Ahmed Kastalânî)
"Allahü teâlâ mü'min bir kulunun gönlüne bir gecede üç yüz altmış defâ nazar eder" sözünün mânâsı; "Kalbin vücûda açılan üç yüz altmış penceresi vardır. Gönül, Allahü teâlânın zikriyle kaynayıp coşunca, Allahü teâlâ o kalbe nazar eder. Bu nazar ile k albe doğan feyzler ve nurlar bu üç yüz altmış koldan bütün vücûda yayılır. Böyle nurların ve feyzlerin yayıldığı bir uzuv kendi hâline göre zevkle ibâdet eder. Yapılan tâat ve ibâdetlerden lezzet alır. (Ali Râmitenî)
Kalb hastalıklarının giderilmesi, Allah adamlarının tedâvisi ile olur. Bunların sözleri ilâcdır. Nazarları şifâdır. Onlarla berâber bulunanlar kötü olmaz. (İmâm-ı Rabbânî) Âlimin bir nazarı, bulunmaz hazînedir. Bir sohbeti, yıllarca, bitmez kütübhânedir.
(M. Sıddîk bin Saîd)
2. Düşünme, inceleme.
Aklın nazarı ile elde edilen ilim (bilgi) iki çeşittir. Birincisi bedîhî yâni düşünmeye ihtiyaç olmadan ilk bakışta elde edilen bilgi. Meselâ; bütünün, parçasından büyük olduğunu bilmek böyledir. İkincisi, istidlâlî yâni, aklın düşünmesiyle elde edil en bilgi. Meselâ; kâinâta ve ondaki inceliklere bakarak, onun bir yaratıcısının bulunduğunu anlamak böyledir. (Sa'düddîn Teftâzânî)

Nazar Ber Kadem:
Nakşibendiyye yolunun temel bilgilerinden birisi olup, tasavvuf yolculuğunda adımdan ileriye bakmak ve adımını baktığı yere atmak.
Nazar ber kadem, gönlü perişanlıktan kurtarır ve kendi iç âlemine bağlı kılar. (Mevlânâ Sâfî)
Göz kalbe tâbidir. Kalbi maksattan ayırmamak için göz ile sağa sola bakmayıp önüne bakmalıdır. Nazar ber kadem kalbi toparlamak için iyi bir yoldur. (Hüseyin Vâiz-i Kâşifî)
Nazar ber kademe riâyet edilmezse tasavvuf yolunda bulunan kimsenin şevki ve istîdâdı bozulabilir. (İmâm-ı Rabbânî)

Nazar Değmesi:
Göz değmesi, bâzı kimselerin gözlerinden çıkan zararlı şuâların, canlı ve cansız bir şeye bakıp beğendikleri zaman bozulmalarına sebeb olması.
Nazar değmesi haktır. Nazarı değen kimse, hattâ herkes, beğendiği bir şeyi görünce "Mâşâallah" demeli, ondan sonra o şeyden bahsetmelidir. Önce mâşâallah deyince nazar değmez. (Abdülhak-ı Dehlevî)
Nâs sûresini devamlı okumayı alışkanlık hâline getiren kimse, dâimâ sıhhat ve âfiyette olur. Nazar değmesine karşı okunursa, şifâ bulur. (Muhammed Osman Sâhib)

NAZARGÂH-İ İLÂHÎ:
Allahü teâlânın nazar ettiği (baktığı) yer.
Allah adamlarının kalbleri, Hakk'ın nazargâhıdır. O kalblere girmiş olanlara da, o nazardan nasîb erişir. (Ali Râmitenî) Sakın terk-i edebden kûy-i mahbûb-i Hüdâ'dır bu, Nazargâh-ı İlâhîdir Makâm-ı Mustafâ'dır bu.
(Nâbi)

NAZARİYYE:
Bir veya birkaç hipotez (faraziye) ile, birçok hâdiseleri îzâh ederek ve bunlardan yeni hâdiselere vararak ve bu hâdiseleri tecrübe ile inceleyerek görülen hipotez. Hipotez, aynı sebeblerle îzâh edilen çeşitli hâdiselerin hepsini birden îzâh edebilec ek umûmî bir fikirdir.
Müslümanlık nazariyyeler dîni değil, amelî bir dindir. İslâmiyet, insanın rahîm ve gafûr (merhametli ve affedici) olan, doğru yolu gösteren Allahü teâlâya kendini teslim etmesi demektir. (Muhammed Emîn)

NÂZIR:
1. Gören, görücü.
Allahü teâlâ hayy (diri), alîm (bilici), kâdir (gücü yetici) ve mütekellim (konuşucu) olarak sonsuz zamanlarda hep hâzırdır ve nâzırdır. Hayat, ilim, kudret ve kelâm sıfatları zamansız ve mekansız olduğu gibi, hâzır ve nâzır olması da zaman ve mekâna bağlı değildir. Allahü teâlânın sıfatlarının hepsi böyledir. Allahü teâlânın hâzır olması gibi hiç kimse hâzır değildir. Peygamberlerin aleyhimüsselâm, evliyânın ve sâlih mü'minlerin rûhlarının yardım için çağrıldıklarında ve başka zamanlarda hâzır olmaları, zamâna ve mekâna bağlı olarak meydana gelir. Evliyânın rûhları hâzırdır, bilirler demek, îmânı giderir. Burada îmânı gideren husus, evliyânın rûhlarının hâzır olacağına inanmak değil, onların rûhlarının hâzır olduklarını bilmediği hâlde gaybden haber vermektir. Çünkü gaybı Allahü teâlâ ve O'nun bildirdikleri bilir. (Seyyid Abdülhakîm)
2. Vakfın işlerini, dînin emirlerine uygun olarak idâre etmek üzere vâkıf (vakıf yapan) veya hâkim tarafından tâyin edilen mütevellînin vakıf işlerindeki tasarruflarını murâkabe (kontrol) etmesi ve gerektiğinde ona re'yleri (görüşleri) ile yardımcı o lması için vazîfelendirilen kimse. Bâzan mütevellîye de nâzır denmiştir.
Vakfın nâzırı veya herhangi vazîfelisi, suç işlemedikçe azl olunamazlar (bu vazîfelerinden alınamazlar). Vakfı kirâya vermek, mütevellînin vazîfesidir. Hâkim, vâli karışamaz. Bir vakfın bir nâzırı ve bir mütevellîsi olsa, mütevellî, nâzırın haberi ol madan bir şey yapamaz. Kayyım (vakfın hizmetçisi), mütevellî ve nâzır aynı hakka sâhibdirler. (Fetâvây-ı Hayriyye)

NÂZİÂT SÛRESİ:
Kur'ân-ı kerîmin yetmiş dokuzuncu sûresi.
Nâziât sûresi, Mekke'de nâzil oldu (indi). Kırk altı âyet-i kerîmedir. Sûrenin ilk kelimesi olan ve söküp koparan ve çekip alan mânâsına gelen Nâziât kelimesi sûreye isim olmuştur. Sûrede; kıyâmetin şiddeti ve onu inkâr edenlerin dirilişi, yeri göğü yaratan Allahü teâlânın insanları yeniden diriltmeye kâdir olduğu bildirilmektedir. (İbn-i Abbâs, Râzî, Ebû Hayyân, Begavî)
Allahü teâlâ Nâziât sûresinde meâlen buyuruyor ki:
Kim ki Rabbinin azametinden (büyüklüğünden) korkarak kendisini günâhlardan men ederse, işte Cennet, onun varacağı yerin tâ kendisidir. (Âyet: 40,41)

NÂZİL OLMAK:
Yukardan aşağıya inmek; mukaddes kitabların vahiy yoluyla peygamberlere gönderilmesi.
Kur'ân-ı kerîm Kadir gecesinde nâzil olmaya başladı ve tamâmının inmesi yirmi üç sene sürdü. Tevrat, İncîl ve bütün kitablar ve suhuflar (sahîfeler) ise, hepsi birden bir defâda nâzil olmuştu. Kur'ân-ı kerîm dışında hepsi insan sözüne benziyordu. Ve lafızları mûcize değildi. Onun için çabuk bozuldular, değiştirildiler. (Süyûtî, Zerkeşî)

NAZM:
Kelimeleri inci gibi yanyana dizmek.
Kur'ân-ı kerîmin kelimeleri Arabîdir. Fakat bu kelimeleri yanyana nazmeden Allahü teâlâdır. Bu kelimeler insan nazmı değildir. Muhammed aleyhisselâm Allahü teâlâ tarafından mübârek kalbine bildirilen şeyleri, Arabça olarak da anlatmış değildir. Bu Ar abî kelimeler, Allahü teâlâ tarafından nazmedilmiş olarak âyetler hâlinde gelmiştir. Cebrâil aleyhisselâm ismindeki bir melek bu âyetleri, bu kelimelerle ve bu harflerle okumuş, Muhammed aleyhisselâm da mübârek kulakları ile işiterek ezberlemiş ve hemen Eshâbına (arkadaşlarına) okumuştur. (Zerkânî)
Şiirler birer nazmdır. Her şâirin nazm yapma kâbiliyeti başkadır. Kur'ân-ı kerîmin nazmı, hiçbir insan sözüne benzemiyor. Kur'ân-ı kerîmin insan sözü olmadığı tecrübe ile de isbât edilmiştir. (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)

Nazm-ı İlâhî:
Allahü taâlâ tarafından yanyana dizilen mübârek sözler, Kur'ân-ı kerîm.
Kur'ân-ı kerîm nazm-ı ilâhîdir, Arabçadır. Bu arabî kelimeler, Allahü teâlâ tarafından nazmedilmiş olarak âyetler hâlinde gelmiştir. (Zerkânî)

NEBÂTÎ RUH:
Her canlıda mevcud olan ve doğma, büyüme, beslenme, zararlı maddeleri dışarı atma, üreme ve ölme gibi canlılık hallerini yapan rûh.
Nebâtî rûha sâhib olan canlılarda büyüme bütün hayat boyunca olmaz. Muayyen bir miktâra vardıktan sonra, bu iş durur. Beslenme ölünceye kadar devâm eder. Çünkü gıdâ olmadan yaşanamaz. (Ali bin Emrullah)

NEBE' SÛRESİ:
Kur'ân-ı kerîmin yetmiş sekizinci sûresi.
Nebe' sûresi Mekke-i mükerremede nâzil oldu (indi). Kırk âyet-i kerîmedir. Kıyâmet haberlerini ihtivâ ettiği için sûreye bu mânâya gelen Sûret-ün-Nebe' denilmiştir. Amme kelimesi ile başladığı için Amme sûresi de denir. Sûrede; Allahü teâlânın insanl ara olan eşsiz lütufları, kıyâmet günü ve o gün meydana gelecek hâdiseler, Cehennem'in şiddeti ve Cehennemlikler, Allahü teâlâya hesap verdikten sonra kâfirlerin pişmanlıkları bildirilmektedir. (Senâullah Dehlevî, Abdülazîz Dehlevî, İbn-i Abbâs)
Allahü teâlâ Nebe' sûresinde meâlen buyuruyor ki:
Muhakkak ki, Cehennem (melekler tarafından kâfirleri) bir gözetleme yeridir. Kâfir için bir dönüş yeridir. Nice devirler boyunca içinde kalacaklar. Orada ne bir serinlik tadacaklar, ne de içilecek bir şey! Bir kaynar su ve irin içecekler. (Âyet: 21-26)
Nebe' sûresini okuyan, îmânsız gitmekten emin olur. Allahü teâlâ onun rızkını genişletir, kendisine bol mükâfât verir. O kimse ölmeden Cennet'teki yerini görür. (Hadîs-i şerîf-Kâdı Beydâvî Tefsîri)

NEBÎ:
Yeni bir din getirmeyen, daha önce gönderilmiş olan bir Resûlün dînine dâvet eden, çağıran peygamber. Resûllere (yeni bir dinle gönderilen peygamberlere) tâbi olan peygamberler. (Bkz. Peygamber)
Allahü teâlânın dînine çağırmakta, Resûl ile Nebî arasında bir ayrılık yoktur. Peygamberlere îmân etmek; aralarında hiçbir fark görmeyerek, hepsinin doğru sözlü olduğuna inanmak demektir. Onlardan birine inanmayan kimse, hiçbirine inanmamış olur. (Seyyid Abdülhakîm)

NEBİZ:
Hurma veya kuru üzümü soğuk suda bırakıp, şekeri suya geçince, kaynayıncaya kadar ısıtıldıktan sonra soğuyunca süzülerek elde edilen sıvı.
Nebizin tadı keskin olsa da, sarhoş yapmadıkça, içmesi helâl olur. Isıtılmazsa, köpürünce ve tadı keskin olunca haram olur. (İbn-i Âbidîn)

NECÂSET:
Aslı îtibâriyle veya sonradan meydana gelen bir sebeble pis olan şeyler. Namaza mâni olup olmama yönünden; hafif necâset ve kaba necâset, görülüp görülmeme yönünden; mer'î (görülen) ve gayr-i mer'î (görülmeyen) ve akıcı olup olmama yönünden; mâî (akı cı) ve câmid (katı) olmak üzere kısımlara ayrılır.
Namazın şartlarından birisi de necâsetten tahâret olup, bedende, elbisede ve namaz kılınacak yerde necâset bulunmamaktır. (İbn-i Âbidîn)
Katı şekil almış necâset, insan derisinde, elbisesinde ise veya bevl, kan gibi akıcı necâset, mest üzerinde olsa da, ancak yıkamakla temizlenir. Kan, şarap, ispirto, bevl (idrar) gibi sıvı necâsetten biri bulaşmış toprak, katı necâset demektir.Katı n ecâset, kemer, çanta, mest, ayakkabı üzerinde olunca, oğmakla, silmekle temizlenir. (İbn-i Âbidîn)
Sarhoş eden bütün içkiler, şarap gibi kaba necâsettir. (Halebî)
İğne ucu kadar elbiseye sıçrayan bevl (idrar) ve kan damlaları ile sokakta sıçrayan çamurlar ve necâset buharlarının, necâsete dokunarak gelen gazların, rüzgârın ve ahırda ve hamamda meydana gelen buharlardan, duvarlarda hâsıl olan damlaların elbisey e, yaş deriye değmesi affedilmiştir. (İbn-i Âbidîn)
Necâset bulaşmış ayakkabı ile cenâze namazı kılınmaz. (Alâüddîn Haskefî)

NECÂŞÎ:
Habeş hükümdârı. Habeş krallarına verilen isim.
Peygamber efendimiz zamânındaki Necâşî'nin adı Eshame idi. Nasrânî (hıristiyan) iken müslüman oldu. Cenâze namazını Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem Medîne'de kıldırdı. (İbn-i Hişâm-Halebî)
Eshâb-ı kirâm, Necâşî'nin memleketi Habeşistan'a hicret ettiklerinde, Necâşî onlara bir takım suâller sorduktan ve Peygamber efendimiz hakkında bilgi aldıktan sonra şöyle dedi:"Sizi ve yanından geldiğiniz zâtı tebrik ederim. Ben şuna inandım ki, O, A llah'ın resûlüdür. Zâten biz O'nun ismini, geleceğini İncîl'de görmüştük. O resûlü (peygamberi), Meryem oğlu Îsâ aleyhisselâm da haber verdi. Vallahi eğer Muhammed aleyhisselâm buralarda, Habeşistan'da olsaydı gidip O'nun eşyâlarını taşır, mübârek ayaklarını yıkardım. Şimdi siz ülkemde istediğiniz gibi emniyet ve huzûr içinde yaşayınız. Bana dağ kadar altın verseler, sizlerden birini üzüntüye sokmaya râzı olmam!" Necâşî'nin müslüman olması ve alâkası, Eshâb-ı kirâmı ziyâdesiyle sevindirip, memnun etti. (Halebî, Abdülhak-ı Dehlevî)

NECÂT:
Kurtulma, kurtuluş.
Bir kimse, namazı edâ ederse, bu namaz kıyâmet günü nûr ve bürhân olur ve Cehennem'den kurtulmasına sebebdir. Namazı muhâfaza etmezse, nûr ve bürhân olmaz ve necât bulmaz. Kârûn ile Fir'avn ile Hâman ile ve Übey bin Halef ile birlikte bulunur. (Hadîs-i şerîf-Cennet Yolu İlmihâli) Bir gün terâzi kurulur, dünyâ işleri sorulur, Helâl lokma yimeyip de, cevap vermek ne müşküldür. Hasta olup yıkılınca, gözler göke dikilince, Can alan melek gelince, necât bulmak ne müşküldür.
(M. Sıddîk Gümüş)

NECCÂRİYYE:
Hicretin üçüncü asrında Hüseyin bin Muhammed en-Neccâr tarafından kurulan bozuk fırka.
Neccâriyye fırkasının inanışlarının bâzıları Cebriyyeye, bâzıları Mûtezileye uygundur. Neccâriyyeye göre Allahü teâlâ kalbdeki bilgi kuvvetini göze verir. Bu bilgi kuvvetiyle Allah'ı bilir. Îmân; Allah'ı, peygamberleri, farzları bilmek ve bunu dil il e ikrâr etmek (söylemek)tir. Bunlardan birini bilmeyen ve ikrâr etmeyen kâfirdir. Îmân artar fakat eksilmez. Neccâriyye fırkası Allahü teâlânın ilim, kudret, hayat ve diğer ezelî sıfatlarını kabûl etmez. Allahü teâlânın Cennet'te görülmeyeceğini kabûl eder. (Abdülkâhir Bağdâdî)
Neccâriyye fırkası, birbirlerini küfürle (îmânsızlıkla) suçlayan birçok kollara ayrıldı. Bunlar arasında meşhûr olanları; Burgûsiyye, Za'ferâniyye, Mustadrikedir. (Zâhid-ül-Kevserî)

NECDET:
Yiğitlik, kahramanlık.
Necdet sâhibi, korkulu hâllerde, sıkıntılı işlerde sabır ve sebât eder (kararlılık gösterir), bağırıp çağırmaz, uygunsuz iş yapmaz. (Ali bin Emrullah)
Necdet sâhibi olmak insanı yükseltir. Korkaklık ise zelîl eder (alçaltır). (Celâleddîn Devânî)

NECEŞ:
Müşteri kızıştırmak, bir malı satın almaya niyeti olmadığı hâlde alacakmış gibi malın fiyatını yükseltmek.
Abdullah bin Ömer şöyle rivâyet etmiştir: "Şüphesiz ki, Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem neceşten men etmiştir. (Müslim)
İki kişi bir malın fiyatında uyuşmuş iken, neceş yapmak mekrûhtur. (İbn-i Âbidîn)

NECİYYULLAH:
Allahü teâlâ tarafından tûfandan kurtarılan mânâsına Nûh aleyhisselâmın lakabı.
Tufândan önce, Allahü teâlânın emri ile bütün ehlî, vahşî ve yırtıcı hayvanlar hazret-i Nûh'un huzûrunda toplandı. Bunların toplanmasıyla çok büyük izdihâm, kalabalık meydana geldi. Hayvanların herbiri: "Bizi al yâ neciyyallah!" diye yalvarır, gemiye binebilmek için yarış ederdi. Nûh aleyhisselâm sağ elini uzatınca aynı cins hayvanın erkeğini, sol elini uzatınca da dişisini alırdı. (Sa'lebî, Kisâî)

NECM SÛRESİ:
Kur'ân-ı kerîmin elli üçüncü sûresi.
Necm sûresi Mekke'de nâzil oldu (indi). Altmış iki âyet-i kerîmedir. İlk âyetinde geçen ve yıldız mânâsına gelen Necm kelimesi sûreye isim olmuştur. Sûrede; mîrâc mûcizesi, putların uydurma ilâhlar olduğu, Allahü teâlâdan yüz çevirip, dünyâya kul ola nlara îtibâr etmemek gerektiği, büyük günâhlardan ve ahlâksızlıklardan kaçanları Allahü teâlânın mağfiret edeceği, günahlarını bağışlayacağı bildirilmektedir. (İbn-i Abbâs, Râzî, Taberî, Kurtubî)
Allahü teâlâ Necm sûresinde meâlen buyuruyor ki:
İnsan için (âhirette) , ancak dünyâda) ihlâsla (Allah rızâsı için) işlediği sâlih amelleri ve niyeti fayda verir. (Âyet: 39)
Kim Necm sûresini okursa, Mekke'de Muhammed'i (aleyhisselâm) tasdîk ve inkâr edenlerin adedidin on katı sevâb verilir. (Hadîs-i şerîf-Kâdı Beydâvî Tefsîri)

NECS (Necis, Neces):
Dînen temiz olmayan, pis, murdar.
Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
Ey îmân edenler! Müşrikler (kâfirler) ancak bir necestir. Onun için bu yıllardan sonra onlar Mescid-i Harâm'a (Kâbe-i muazzama ve çevresine) yaklaşmasınlar. (Tevbe sûresi: 28)
Müşriklerin kendileri (bedenleri) necs olsaydı, îmân edince temiz olmamaları lâzım gelirdi. O hâlde onlara neces denilmesi, kalblerinin neces olduğunu bildirmek içindir. Îmân edince bu neceslik gider, temiz olurlar. Îtikâdlarının (inançlarının) kalbl erinin pis olması, bedenlerinin pis olması demek değildir. (Ahmed Fârûkî)
Hınzırdan başka her hayvan diri iken temizdir. Ölünce necs olurlar. Hınzırın derisi ve her parçası necstir. (M. Zihni Efendi)
Kapalı şişe içinde idrâr taşıyanın namazı câiz olmaz. Çünkü şişe bevlin meydana geldiği yer değildir. Bundan anlaşılıyor ki, cebindeki şişede dirhemden (4 gram 80 santigram) fazla kan, ispirto veya kapalı kutuda kanlı mendil, necs bez varken namaz kı lmak câiz değildir. (İbn-i Âbidîn)
Necâsetin imbiklenmesi ile elde edilen sıvı necstir. Bunun için rakı ve ispirto kaba necs olup, içilmeleri şarap gibi haramdır. (Tahtâvî)
Elbisenin bir yerine necâset bulaşsa, bulaşan yeri unutsa, zan ettiği yeri yıkasa temizlendi kabûl edilir. Yaş ayağı ile necs yerde yürüse, yer kuru ise ayakları necs olmaz. Yer yaş olup ayakları kuru ise, ayakları ıslanırsa necs olurlar. (Abdülganî Nablüsî)
Şıra yâni üzüm suyu temizdir. Şarab hâline dönünce necs olur. (Abdülganî Nablüsî)
Namazı bozanlardan birisi de necs yerde durmak ve secde etmektir. Necs yere temiz şey sererse bozmaz. (Alâüddîn-i Haskefî)

NEFHA:
Üfleme, üfürme. İsrâfil aleyhisselâmın, kıyâmetin kopup insanların öleceği ve tekrar diriltilecekleri zaman, nasıl olduğu bizce bilinmeyen sûra üflemesi.
Allahü teâlâ, âyet-i kerîmelerde meâlen buyurdu ki:
Sûr'a nefha edileceği o gün (mezarlardan kalkıp, mahşer denilen alana) bölük bölük gelirsiniz. (Nebe' sûresi: 18)
Onların beklediği sâdece bir sayhadır (sûr'a ilk üfürülüştür) ki, onlar (ticârette ve) birbirleriyle çekişip (itişip) dururlarken, kendilerini yakalayıverir. (İşte o zaman) bunlar bir vasiyyette bile bulunamazlar. (Hattâ o vakit, onlar çarşıda ticârette iken) âilelerine dahi dönecek (halde) değildirler (hemen can verirler) . (Bir de kırk yıl sonra ikinci defâ) sûr'a nefholunmuştur. Artık bakarsın ki onlar, kabirlerinden (kalkıp) Rablerine doğru sür'atle giderler. (Yâsîn sûresi: 49-51)
İki nefha arası kırk senedir. Ondan sonra Allahü teâlâ bir yağmur yağdırır ki, dereden nebâtın (bitkinin) bitmesi gibi insanlar hayat bulur (dirilir) . Hâlbuki, kuyruk sokumundaki tek bir kemik hâriç olmak üzere, insanda hiçbir şey kalmamıştır. İşte kıyâmet gününde insanlar, tekrar ondan halk olunacaktır (yaratılacaktır) . (Hadîs-i şerîf-Râmûz-ül-Ehâdîs)
Kıyâmet günü elbette vardır. O gün, gökler, yıldızlar ve şu üzerinde yaşadığımız erd (yeryüzü), dağlar, denizler ve hayvanlar, nebâtlar (bitkiler) ve mâdenler, hâsılı her şey yok olacaktır. Gökler parçalanacak, yıldızlar dağılacak, yeryüzü, dağlar to z olup savrulacak. Bu yok oluş, sûr'un ilk işâreti ile olacaktır. İkinci nefhasında; her şey tekrar yaratılıp, insanlar mezardan kalkacak, mahşer denilen bir yerde toplanacaktır. (Ahmed Fârûkî)

Nefhat-ül-Ba's:
İsrâfil aleyhisselâmın, nasıl olduğu bizce bilinmeyen ve sûr denilen bir âlete ikinci defâ üflemesiyle bütün canlıların dirilmesi.
Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
Kıyâmetin yok edici sûr'undan sonra, ikinci bir sûr üflenir. Bu sese, bütün beşeriyyet (insanlar) tâbi olur (uyar) . Bu emir ile kalkıp hâzır olurlar. (Zümer sûresi: 62) Bu nefhat-ül-ba's ile bütün mahlûkât (yaratılmışlar) kabirlerinden kalktıkları va kit, görürler ki, dağlar pamuk gibi atılmış, denizlerin suyu çekilmiş, yer ise kendisinde eğrilik ve yükseklik olmayan, dümdüz olmuş bir kâğıt sayfası gibi görünür. (İmâm-ı Gazâlî)
Nefhat-ül-ba's ile, bütün canlıların hepsi bir anda dirilir. Meleklerden en önce diriltilecek olanlar, Allahü teâlâya yakın olan dört mukarreb melektir ki; Cebrâil, Mîkâil, İsrâfil ve Azrâil'dir. İnsanlardan en önce dirilecek olan, Muhammed Mustafâ s allallahü aleyhi ve sellemdir. (Seyyid Alizâde)

Nefhat-ül-Fer':
İsrâfil aleyhisselâmın, kıyâmetin kopacağına yakın, nasıl olduğu bizce bilinmeyen sûr'a birinci defâ üflemesi.
Zamânın sonuna ulaştığı ve yeryüzünde kötülük yapılarak, her yerin, herkesin kötü olduğu vakit, Allahü teâlâ, İsrâfil aleyhisselâma; "Ey İsrâfil! Sûr'a üfle!" buyurur. İsrâfil aleyhisselâm, sûr'a üfler. Bu nefhat-ül-fer'de yeryüzüne zelzele, sarsıntı düşer. Anneler, çocuklarına süt veremez olur. İnsanlar, sarhoş gibi olurlar. Kıyâmetin heybetinden ve Allahü teâlânın azâbının şiddetinden böyle olurlar. Nitekim Allahü teâlâ bu hâlden haber veriyor: "Ey insanlar! Rabbinizden korkun! Şüphe yok ki, o kıyâmet sarsıntısı çok büyük bir şeydir. Onu göreceğiniz gün her emzikli kadın emzirdiğinden geçer ve her yüklü kadın çocuğunu doğurur. İnsanları da hep sarhoş görürsün. Hâlbuki sarhoş değildirler. Fakat Allah'ın azâbı çok şiddetlidir." (Hac sûresi: 1,2) (Muhammed Rebhâmî)

NEFRET:
Tiksinmek, ürküp kaçmak.
Doğru yola kavuşan, hidâyete eren kimsenin nefsi gafletten kurtulup, namazın tadını duymaya, ibâdetlerden zevk almaya başlar. Günâhlardan, haram olan şeylerden, kötü huylardan nefret duyar. (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)
Halktan nefret etmek, insanların kabahatlerini saymakla başlar. Giderek bütün insanlığı küçümsemeye kadar varır. Daha sonra normalin dışına mübâlağaya varan davranışlarıyla eğriyi-doğruyu seçemez olur. (Ahmed Rıfat)
Büyük İslâm âlimlerini tanıyıp onları sevenler, haramlardan nefret ederler. (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)

Dengeli Yaşam Tarzı Yolunda Bir Adım
WeBCaNaVaRi Botu

Bu Site Mükemmel :)

*****

Çevrimİçi Çevrimİçi

Mesajlar: 222 194


View Profile
Re: Dini Sözlük N Devamı
« Posted on: Nisan 25, 2024, 11:21:42 ÖÖ »

 
      Üye Olunuz.!
Merhaba Ziyaretçi. Öncelikle Sitemize Hoş Geldiniz. Ben WeBCaNaVaRi Botu Olarak, Siteden Daha Fazla Yararlanmanız İçin Üye Olmanızı ŞİDDETLE Öneririm. Unutmayın ki; Üyelik Ücretsizdir. :)

Giriş Yap.  Kayıt Ol.
Anahtar Kelimeler: Dini Sözlük N Devamı e-book, Dini Sözlük N Devamı programı, Dini Sözlük N Devamı oyunları, Dini Sözlük N Devamı e-kitap, Dini Sözlük N Devamı download, Dini Sözlük N Devamı hikayeleri, Dini Sözlük N Devamı resimleri, Dini Sözlük N Devamı haberleri, Dini Sözlük N Devamı yükle, Dini Sözlük N Devamı videosu, Dini Sözlük N Devamı şarkı sözleri, Dini Sözlük N Devamı msn, Dini Sözlük N Devamı hileleri, Dini Sözlük N Devamı scripti, Dini Sözlük N Devamı filmi, Dini Sözlük N Devamı ödevleri, Dini Sözlük N Devamı yemek tarifleri, Dini Sözlük N Devamı driverları, Dini Sözlük N Devamı smf, Dini Sözlük N Devamı gsm
Yanıtla #1
« : Nisan 17, 2008, 02:33:41 ÖS »
Avatar Yok

By.CeZa
*
Üye No : 293
Nerden : İstanbul
Cinsiyet : Bay
Konu Sayısı : 12191
Mesaj Sayısı : 28 687
Karizma = 11179


paylaşım için teşekkürler..
Yanıtla #2
« : Mayıs 23, 2008, 01:57:33 ÖÖ »

Ebru$h
*
Üye No : 547
Yaş : 32
Nerden : İstanbul
Cinsiyet : Bayan
Konu Sayısı : 212
Mesaj Sayısı : 2 934
Karizma = 328


Emeğine SağLık ..
Sayfa 1
Yukarı Çık :)
Gitmek istediğiniz yer:  



Theme: WeBCaNaVaRi 2011 Copyright 2011 Simple Machines SiteMap | Arsiv | Wap | imode | Konular