0 Üye ve 1 Ziyaretçi Konuyu İncelemekte. Aşağı İn :)
Sayfa 1
Konu: Dini Sözlük B Devamı  (Okunma Sayısı: 875 Kere Okundu.)
« : Mart 21, 2008, 08:48:20 ÖS »
Avatar Yok

iBRaHiMiNe
*
Üye No : 3622
Yaş : 35
Nerden : İstanbul
Cinsiyet : Bay
Konu Sayısı : 1247
Mesaj Sayısı : 2 560
Karizma = 349


BENÎ İSRÂİL (İsrâiloğulları):
Ya'kûb aleyhisselâmın, on iki oğlundan gelen evladı ve torunları. Ya'kûb aleyhisselâmın diğer adı İsrâîl olduğu için, soyundan gelenler bu isimle anılmışlardır.
Allahü teâlâ, Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Îsâ bin Meryem de bir zamanlar şöyle demişti: "Ey Benî İsrâil! Ben size Allahü teâlâ tarafından gönderilmiş bir peygamberim. Benden evvel (gönderilmiş olan) Tevrât'ın tasdîkçisi, benden sonra gelecek bir peygamberi de müjdeleyici olarak geldim, ki o peygamberin ismi Ahmed'dir (Muhammed'dir) . (Saf sûresi: 6)
Benî İsrâil yetmiş bir fırkaya ayrılmıştı. Bunlardan yetmişi Cehennem'e gidip, ancak bir fırkası kurtulmuştur... (Hadîs-i şerîf-Sünen-i Tirmizi-Milel-Nihâl Tercümesi)
Ümmetimin âlimleri, Benî İsrâil'in peygamberleri gibidir. (Hadîs-i şerîf-Mektûbât-ı Rabbânî)
Benî İsrâil Yûsuf aleyhisselâmdan sonra Mısır'da çoğaldı. Fakat burada zulüm ve hakâret gördüler. Bu durum Mûsâ aleyhisselâm zamânına kadar devâm etti. Mûsâ aleyhisselâm onları Mısır'dan alıp Şeria vâdisinin doğusundaki bölgeye yerleştirdi. Zamanla h azret-i Mûsâ'nın dînine uyanlar azaldı. Hazret-i Îsâ gelince, Mûsâ aleyhisselâma verilen Tevrat'ın hükmünü kaldırdı. Benî İsrâile, hazret-i Îsâ'nın dînine uymak lâzım oldu. Fakat onlar, Îsâ aleyhisselâma îmân etmeyip, Tevrat'a uymakta inad ettiler. Sevgili Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâm son peygamber olarak gelince de Îsâ aleyhisselâmın dîninin hükmü kalktı. Herkesin İslâmiyete uyması lâzım oldu. Fakat Benî İsrâil Peygamber efendimizi kıskandıklarından O'nun peygamberliğine ve İslâmiyete inanmadılar. (Harputlu İshak Efendi, Nişancızâde, Rahmetullah Efendi)

BENCİLLİK:
Kendini beğenmek, kendini büyük görmek, enâniyet. (Bkz. Enâniyet)

BENÛL-AHYÂF:
İslâm mîrâs hukûkunda Eshâb-ı ferâiz adı verilen (Allahü teâlânın Kur'ân-ı kerîmde hisselerini, paylarını bildirdiği) kimselerden ana bir erkek ve kız kardeşler.
Benûl-Ahyâf tek kişi olduğunda hissesi mîrâsın altıda biridir. Birden fazla oldukları zaman mîrâsın üçte birini alıp aralarında paylaşırlar. Erkek ve kadın aynı miktârda alır. Ölenin çocuğu veya oğlunun çocuğu, yâhut babası, dedesi varsa, Benûl-Ahyâf mîrâs alamaz. (Abdürreşîd Secâvendî)

BENÛL-ALLÂT:
İslâm mîrâs hukûkunda baba bir, ana ayrı kardeşler.
Benül-a'yân (ana-baba bir erkek ve kız kardeşler) ve Benûl-allât; oğul, oğlun oğlu, baba, dededen biri bulunduğu zaman vâris, mîrasçı olamazlar. (Secâvendî)

BENÛL-A'YÂN:
İslâm mîrâs hukûkunda; ölenin aynı ana ve babadan olan erkek ve kız kardeşlerinden her biri.
Benül-A'yân; oğul, oğlun oğlu, baba ve dededen biri bulunduğu zaman vâris olamaz. (Abdürreşîd Secâvendî)

BERÂÂT SATIŞI:
Zekât toplayan âmillerin (memurların), köylüden alacakları zekât ve uşrun cins ve miktârını gösteren ve berâât adı verilen senedlerin satışı (Bkz. Bey') .
Berâât satışı câiz değildir. Zîrâ verilen senetlerdeki yazılı mal mevcûd değildir. (İbn-i Âbidîn).

BERÂE SÛRESİ:
Kur'ân-ı kerîmin dokuzuncu sûresi. Tevbe sûresi de denir. (Bkz. Tevbe Sûresi)

BERÂET (Berât):
1. Temize çıkarmak. Bir şahsın, hakkında iddia edilen suçtan uzak olduğunun veyâ işlediği söylenilen suçun gerçekte suç olmadığının anlaşılması.
Allahü teâlâ dört kimseyi dört şeyle töhmetten (iftiradan) berât ettirmiştir. Yusuf aleyhisselâmı şâhitle, Mûsâ aleyhisselâmı elbisesini taşıyan taşla, hazret-i Meryem'i çocuğunu konuşturmakla, hazret-i Âişe'yi Nur sûresi 26. âyet-i kerîmesiyle berât ettirmiştir. Hazret-i Âişe'nin berâeti için birçok âyet-i kerîme nâzil olmuştur. (Muhammed bin Hamza)
2. Kurtuluş vesîkası.
Abdullah bin Ömer radıyallahü anhümâ bir gün Resûlullah'ın sallallahü aleyhi ve sellem huzûruna geldi. Peygamber efendimiz ona çok iltifat ederek; "Kıyâmet günü herkesin berâeti, her işi ölçüldükten sonra verilir. Abdullah'ın berâeti ise dünyâda verilmiştir" buyurdu. (Hadîs-i şerîf-Tezkiye-i Ehl-i Beyt)
Âhirette pek çok kimse, hesâba çekilmeden Cennet'e girerler. Onlar için mîzân (terâzi) kurulmaz. Onlara verilen sayfalar üzerine; "Lâ ilâhe illallah, Muhammedün resûlullah. Bu filânın oğlu filânın Cennet'e girmesinin ve Cehennem'den kurtulmasının ber âetidir" yazılır. (İmâm-ı Gazâlî)

Berâet-i Zimmet:
Aksine bir delil bulunmadığı müddetçe şahsın suçsuz ve borçsuz olması.
Berâet-i zimmet asıldır. Meselâ bir kimse başka bir kişi üzerinde şu kadar alacağım vardır diye iddiâ etse, borçlu olduğu iddiâ edilen kimse borcunu inkâr etse ve borcu olmadığına dâir yemin etse onun sözüne bakılır. Çünkü her şahıs zimmetten yâni bo rcdan ârî (uzak) olarak yaratılmış olduğu için, Berâet-i zimmet asıldır. (İbni Nüceym-i Mısrî)

BERÂT GECESİ:
Şâban ayının on beşinci gecesi.
Berât gecesini büyük nîmet, fırsat biliniz! Çünkü belli bir gecedir. Şâban'ın on beşinci gecesidir. Kadr gecesi, çok büyük ise de, hangi gece olduğu belli değildir. Bu gece, çok ibâdet yapınız. Yoksa kıyâmet günü pişmân olursunuz! (Hadîs-i şerîf-Riyâd-un-Nâsihîn)
Berât gecesinde çok duâ etmeli, kötü sondan, îmânsız ölmekten Allahü teâlâya sığınmalı, Cehennem ateşinden kurtuluş berâtı, bereket, rahmet, mağfiret ve âfiyet dilemelidir. (Muhammed Rebhâmî)

BEREKÂT:
Bereketler, hayırlar, iyilikler, bolluklar. Bereket'in çokluk şekli. (Bkz. Bereket)

BEREKET:
1. Allahü teâlânın bol nîmet vermesi.
Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
Böylece İbrâhim'i ve (kardeşi oğlu) Lût'u (Irak'daki Nemrûd'dan) kurtarıp, içinde âlemlere (ağaçlar, tatlı meyveler, ırmaklar vb. şeylerle veya pek çok peygamber çıkarmak sûretiyle) bereketler verdiğimiz arza (Şam diyârına) çıkardık. (Enbiyâ sûresi: 71)
Bir kadın, Resûlullah'a hediye olarak bal göndermişti. Resûlullah efendimiz balı kabûl edip boş kabı geri gönderdi. Kab bal ile dolu olarak geri geldi. Kadın gelerek; "Yâ Resûlallah! Hediyemi niçin kabûl etmediniz. Acaba günahım nedir?" deyince, Resû lullah efendimiz; "Senin hediyeni kabûl ettik. Gördüğün bal, Allahü teâlânın hediyene verdiği berekettir" buyurdu. (Hadîs-i şerîf-Mir'ât-ı Kâinât)
Senenin bereketi, bahârından belli olur. (İmâm-ı Rabbânî)
2. Hayır, fayda.
Şeytan her işinizde sizinle berâber bulunur. Hattâ yemekte bile. Birinizin lokması düşerse, onu alıp tozunu temizleyip yesin. O lokmayı şeytanlara bırakmasın. Çünkü bereketin hangi lokmada olduğu bilinmez. (Hadîs-i şerîf-Müslim)
Ticârete hiyânet karışınca bereket gider. (Hadîs-i şerîf-Tergîb vet-Terhîb)
Bir kimse Allahü teâlâ emr ettiği için çalışır, rızkını helâl yoldan ararsa, ezelde belli olan rızkına kavuşur. Bu rızık ona bereketli olur. (Seâdet-i Ebediyye)
Az bir mal, bereketli olunca, çok kimsenin rahat etmesine, çok iyi işlerin yapılmasına vesîle olur. Bereketli olmayan çok mal vardır ki, sâhibinin dünyâda ve âhirette felâketine sebeb olur. O halde malın çok olması değil, bereketli olmasını istemelid ir. (İmâm-ı Gazâlî)
3. Rahmet.
Kur'ân-ı kerîm okunan eve bereket gelir. Melekler oraya toplanır. Şeytanlar oradan kaçar. (Ebû Hüreyre)
Kur'ân-ı kerîm okunan eve bereket iner. Bu zaman yapılan duânın kabûl olması umulur. (Abdülhakîm-i Arvâsî)

BERR:
1. Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). İhsân eden, iyilik eden, yâni her iyilik kendisinden olan, îmân edip, iyi ameller yapmayı nasîb edip, bunlara karşılık âhirette sevâb ve dünyâda sıhhat, kuvvet, mal, makam, evlâd ve yardımcı lar veren.
2. Îtikâdı doğru, amelleri ibâdetleri iyi, ahlâkı güzel, ihlâslı sâlih müslüman. Çoğulu Ebrârdır. (Bkz. Ebrâr)

BERZÂH ÂLEMİ:
Dünyâ ile âhiret arasındaki âlem; kabir âlemi.
Berzâh âleminde ölülerin hâli, dirilerin hâli gibi değildir. Dünyâ hayâtında hem his (duygu), hem de irâde (istek) ile hareket vardır. Berzâh hayâtında ise, hareket etmek lâzım değildir, elem (acı) ve azâb duymaları için yalnız hissetmeleri yetişir. (Ahmed Fârûkî)
2. Tasavvufta âlem-i misâle verilen ad. (Bkz. Âlem-i Misâl)
Berzâh âlemi, âlem-i ervâh (ruhlar âlemi) ile âlem-i ecsâd (madde âlemi) arasında yer alır. Ayna gibidir. Diğer iki âlemdeki hakîkî varlıklar ve mânâlar bu âlemde latîf şekillerde görünürler. Çünkü iki âlemdeki her hakîkate ve her mânâya uygun birer şekil, heyet, görünüş bu âlemde bulunur. Bu âlemde kendiliğinden hiçbir hakîkat, hiçbir madde ve mânâ yoktur. Buradaki şekiller, heyetler, öteki âlemlerden aks eden görüntülerdir. Aynada hiçbir şekil ve sûret yoktur. Aynada bir şekil görünürse, başka yerden gelen görünüştür. Âlem-i misâl de böyledir.

Berzâh-ı Kübrâ:
Kabirden kalkıp, mahşer yerinde hesâbın görülüp Cennet veya Cehenneme gidilinceye kadar geçen zaman.
Berzâh-ı kübrâda, insanların dağılmış, çürümüş, erimiş parça ve kemikleri bir araya getirilir. (Muhammed Ma'sûm)

Berzâh-ı Sugrâ:
Kabre konduktan kıyâmet kopup kabirden kalkıncaya kadar olan zaman.
Ervâh (rûhlar) ve berzâh-ı sugrâ, fazla düşünmeye ve üzerinde inceleme yapmaya gelmez. Bu konuda zan ve tahmin ileri sürmek doğru değildir. Nasslar (âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîfler) ile sâbit olanlara (bildirilenlere) kısaca îmân etmek lâzımdır. On un etrâflı olarak bilinmesini Allahü teâlânın ilmine havâle etmelidir, bırakmalıdır. (Ahmed Fârûkî)

BESMELE:
Bismillâhirrahmânirrahîm sözü.
Kur'ân-ı kerîme saygı göstermek, E'ûzü okuyarak başlamakla olur ve Kur'ân-ı kerîmin anahtarı Besmeledir. (Hadîs-i şerîf-Tefsîr-i Yâkûb-i Çerhî))
Hoca çocuğa, Besmele okur, çocuk da söyleyince, Allahü teâlâ, çocuğun anasının, babasının ve hocasının Cehennem'e girmemesi için senet yazdırır. (Hadîs-i şerîf-Tefsîr-i Dürr-ül-Mensûr)
Cehennem'de azâb yapan on dokuz melekten kurtulmak isteyen Besmele okusun! Besmele on dokuz harftir. (Abdullah ibni Mes'ûd)
Besmelenin mânâsı: "Her var olana, onu yaratmakla iyilik etmiş ve varlıkta durdurmakla, yok olmaktan korumakla iyilik etmiş olan Allahü teâlânın yardımı ile bu işi yapabiliyorum. Ârifler (evliyâ), O'nu ilâh olarak tanıdı. Âlemler, O'nun merhâmeti ile rızık buldu. Günah işliyenler, O'nun rahmeti ile Cehennem'den kurtuldu" demektir. (Yâkûb-ı Çerhî)
Besmele öyle bir sözdür ki ağzı temizler, kalbden gamı ve sıkıntıyı giderir. (Abdülkâdir Geylânî)
Abdest almağa, yemeğe, içmeğe ve her mübârek işe başlarken Besmele çekmek Peygamber efendimizin âdet-i şerîflerinden olup sünnettir. (İbn-i Âbidîn) Besmeleyle başlıyalım kitâba Allah adı en iyi bir sığnakdır Nîmetleri sığmaz ölçü hisâba Çok acıyan, afvı seven bir Rab'dır.
(Seâdet-i Ebediyye)

BEŞER:
İnsan, âdemoğlu (Bkz. Benî Âdem).

BEŞÎR:
1. Müjdeleyici mânâsına Peygamber efendimizin isimlerinden.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki:
(Ey Muhammed!) Biz seni; mü'minleri, inananları beşîr, kâfirleri de azâb ile korkutucu, uyarıcı olarak gönderdik. (Bekara sûresi: 119)
2. Kabirde mü'minlere suâl soran melekler.
Kabirlerde kâfirlere ve âsî müslümanlara azâb edecek melekler ve kabirde suâl soracak melekler vardır. Suâl meleklerine münker ve nekir denir. Mü'minlere soranlara ise mübeşşir ve beşir denir. (Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî)

BETÛL:
Peygamber efendimizin mübârek kızı hazret-i Fâtımâ'nın lakabı.
İlimde ve ictihâdda hazret-i Âişe, zühd (dünyâya rağbet etmemekte) ve dünyâdan kesilmekte, uzak durmakta ise, hazret-i Fâtıma daha ileridir. Bunun içindir ki, hazret-i Fâtımâ'ya Betûl denilmiştir. (Abdülkâdir-i Geylânî)

BEVÂDİH:
Tasavvufta, insan kalbine gayb âleminden âniden gelen şeyler.
Bevâdih kalbe gelen ferahlık ve sevinçtir. Sâhibini güldürür. Yâhut hüzün ve kederdir; sâhibini ağlatır. Bâyezîd-i Bistâmî hazretlerinin; "Bir zaman güldüm, bir zaman ağladım. Ve şimdi ne gülüyor ne ağlıyorum." buyurması bevâdih hâline işârettir. (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)

BEY':
Satmak, satış yapmak, alış-veriş. İki kişinin mallarını gönül rızâsı ile değişmeleri.
Âyet-i kerîmede meâlen buyruldu ki:
Allahü teâlâ bey'i, helâl ve fâizi haram kıldı. (Bekara sûresi: 275)
Bey' ve şirâ (alış-veriş) bilgilerini öğrenmeden ticâret yapmak helâl olmaz. Her tâcirin bir fıkıh âlimi bulup, işlerini buna danışarak yapması, böylece fâizden ve fâsid (bozuk) alışverişten kurtulması lâzımdır. (Ebü'l-Kâsım Semerkandî)
Bir kimse İmâm-ı a'zam Ebû Hanîfe hazretlerinden sordu ki: "Vakitlerimi ibâdet ile geçirmek istiyorum. Bana bir şey yaz da, hep onu yapayım?" İmâm-ı a'zam rahmetullahi aleyh, bey' ve şirâ bilgilerini yazıp verince; "Bu tüccarlara lâzım olur. Ben evim de oturup ibâdet ile meşgûl olacağım" dedi. Cevâbında; "Yiyecek ve giyecek lâzım olmayan kimse var mı? İslâmiyet'in alış-veriş kısmını bilmeyen, haram lokmadan kurtulamaz ve ibâdetlerinin sevâbını bulamaz. Zahmetleri boşa gider ve azâba yakalanır ve çok pişman olur" buyurdu. (Kerderî, M.Rebhâmî)

Bey'-i Bâtıl:
Sahih olmayan, yâni dînen bulunması lâzım gelen şartların hepsi veyâ bir kısmı bulunmayan alış veriş. (Bkz. Bâtıl)

Bey'-i bil Vefâ (Vefâ ile Satış):
Alıcı ve satıcının, satıştan vazgeçmek hakkına sâhip olduğu alış-veriş.

Bey'-i Fâsid:
Aslı İslâmiyet'e uygun, fakat sıfatı uygun olmayan satış.
Bir kimse satın aldığı bir malın bedeli olan paranın yarısını peşin verip, yarısını da yolcum gelince vereyim dese, bu alış-veriş Bey'-i fâsid olur. Çünkü yolcunun geleceği târih yâni paranın kalan kısmının ödeneceği târih belli değildir. Bu durum is e, satışın sıfatı bakımından uygun olmaması demektir. (Zeylaî)
Bey'-i fâsid, câiz değildir ve haramdır. Büyük günâhtır. Fâsid satışla alınan mal, müşteri teslim alınca, kendi mülkü olursa da, yemesi, giymesi haramdır. Alanın ve satanın bu satışı bozması, geri vermesi vâcibdir. Geri çevirmezlerse, vâcibi terk ett ikleri için günâha girerler. (Hamzâ Efendi)

Bey'-i Mekrûh:
Aslı ve sıfatı İslâmiyet'e uygun ise de kendisine dînin yasak etmiş olduğu bir şey karışmış olan satış.
Satın almıyacağı bir malın fiyatını, başka müşteriler arasında yükseltmek, iki kişi bir malın fiyatında uyuşmuş iken bu malı, daha yüksek fiyatla satın almak istemek Bey'-i mekrûhdur.

Bey'-i Mevkûf:
Aslı ve sıfatı sahîh ise de başkasının hakkı karışan alış-veriş.

Bey'-i Sahîh:
Aslı ve sıfatı İslâmiyet'e uygun olan satış; doğru ve sıhhatli alış-veriş.
Bey'i sahîhin geçerli olması için, alıcı ve satıcının aynı kimse olmaması, yâni bir kimsenin hem satıcıya, hem alıcıya vekil olarak kendi kendine satış yapmaması, satanın ve alanın akıllı olmaları, akd yapılması yâni birinin îcâb (teklif) edip karşıs ındakinin, onu; ayrılmadan önce kabûl etmesi yâni söz kesilmesi, mebî'in (satılan malın) ve semenin (bedelin) mütekavvim (kıymetli, kullanılması mübâh ve mümkün olan) mal olmaları lâzımdır. Satılan malın felsin îtibârî kıymetinin yâni (piyasadaki yarım gram altının kuruş cinsinden değerinin on beşte birinden aşağı olmaması lâzımdır. (Bkz. Fels) (İbn-i Nüceym)

BEYÂN:
Açık olmak, açıklamak, bildirmek. Konuşma, yazma, anlama, anlatma, ifâde etme.
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
(Allahü teâlâ) insanı yarattı. Ona beyânı öğretti. (Rahmân sûresi: 3-4)
Beyânın öylesi vardır ki büyüleyici bir tesire sâhiptir. (Hadîs-i şerîf-Buhârî)
Beyândan bilmediklerimizle bizleri nîmetlendiren Allahü teâlâya hamd olsun. ( Ahmed Mekkî Efendi)

Beyân İlmi:
Düzgün ve yerinde söz söyleme yolunu öğreten belâgat ilminin teşbîh (benzetme), mecâz, kinâye gibi konularını anlatan ilim. (Bkz. İlm-i Beyân)

BEYT-İ MA'MÛR:
Meleklerin kıblesi. Göklerde meleklerin devâmlı tavâf ettikleri yer, makam.
Beyt-ül-ma'mûrda her gün yetmiş bin melek namaz kılar. Bir kere namaz kılana bir daha sıra gelmez. Meleklerin büyüklerinden Kerûbîyân melekleri gece ve gündüz tesbih ederler, hiç usanmaz ve yorulmazlar. (Hadîs-i şerîf-İbn-i Münzir)
Beyt-i ma'mûr üçüncü, altıncı veya yedinci kat semâdadır. Onun gökyüzündeki kıymeti, Kâbe-i Muazzamanın yeryüzünde kıymeti gibidir. (Sa'lebî)
Beyt-i ma'mûr, Beyt-i Harâm'ın (Kâbe'nin) üst tarafına düşmektedir. Yere düşecek olsa, onun üstüne düşer. Orayı her gün daha önce hiç görmemiş yetmiş bin melek ziyâret eder. (Ezrâkî)

BEYTÜ'L-MUKADDES (Beyt-ül-Makdis):
Kudüs'deki Mescid-i Aksâ. (Bkz. Mescid-i Aksâ)

BEYTULLAH:
1. Mekke-i mükerremede Mescid-i harâmın ortasında bulunan mukaddes binâ. Kâbe-i muazzama; müslümanların kıblesi; Fazîlet ve kıymetini bildirmek için Beytullah buyurulmuştur.
Rivâyet edildiğine göre, Allahü teâlâ Âdem aleyhisselâma buyurdu ki:
Ey Âdem! Sen sağ oldukça Beytullah'ı tâmir et. Senden sonra gelecek peygamberler ve ümmetler de zaman zaman onu tâmir edecekler. En son peygambere kadar bu böyle sürüp gidecek. (Ezrâkî)
2. Câmi, mescid.
Beytullah olan câmi ve mescidlerde ibâdet etmeyip, dünyâ kelâmı ile meşgul olmak tahrîmen mekruhtur. Yâni harama yakın günahtır. Ateş odunu yiyip bitirdiği gibi câmide dünyâ kelâmı konuşmak da, insanın sevâblarını giderir. (Tahtâvî)

BEYTÜLMÂL:
İslâm devleti hazînesi, mâliye teşkîlâtı.
Beytülmâl, devlet gelirlerini muhâfaza eder, gerekli yerlere sarfeder, devletin gelirleri ile giderleri arasında dengeyi sağlamaya çalışır ve bütçenin bütün vazîfelerini görürdü. (İsmâil Nablüsî)
Beytülmâlın gelirleri dört yoldan sağlanırdı: 1) Zekât malları, 2) Ganîmetin, çıkarılan mâden ve defînelerin beşte biri, 3) Gayr-i müslimlerden haraç ve cizye olarak alınan mallar, 4) Vârisi olmayan zenginlerin bıraktığı mal ve yerde bulunup sâhibi b ulunmayan mallar. (Îmâm-ı Serahsî)
Beytülmâlden, ayırım yapmadan bütün fakirler, zekât me'murları, âlimler, öğretmenler, vâizler, din dersi öğrenen talebeler, borçlular, seyyidlerle şerîfler yâni Peygamber efendimizin soyundan gelenler ve askerlerin hepsi haklarını alırlardı. (Abdülganî Nablüsî)
İmâm-ı Ebû Yûsuf bir suâle bilmiyorum deyince; "Hem Beytülmâlden maaş alıyorsun, hem de cevap vermiyorsun" dediler. Bunun üzerine İmâm-ı Ebû Yûsuf; "Beytülmâlden, bildiklerim kadar ücret alıyorum. Bilmediklerim için alsaydım, Beytülmâlde bulunanların hiç biri yetişmezdi" dedi. (Taşköprüzâde, İbn-i Hacer)

BEYYİNE:
Açık delîl. 1. Kur'ân-ı kerîm.
Allahü teâlâ, Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki:
(Ey Mekkeliler! Bu kitâbı, Kur'ân-ı kerîmi) "Bizden evvel kitap yalnız iki taifeye (yahûdî ve hıristiyanlara) indirildi. Biz ise (konuştuğumuz dilde olmadığından) onu okumaktan gâfilleriz" dememeniz için yâhut; "Bize de kitab indirilseydi, muhakkak onlardan daha fazla hidâyete ererdik" dememeniz içindir. İşte size Rabbinizden (konuştuğunuz dilde) apaçık bir beyyine, bir hidâyet ve bir rahmet gelmiştir. Artık Allahü teâlânın âyetlerini inkâr eden ve onlardan yüz çevirenlerden daha zâlim kimdir?Elbette biz âyetlerimizden yüz çevirenleri, bu kabahatleri sebebiyle şiddetli bir azâb ile cezâlandıracağız. (En'âm sûresi: 156-157)
2. Mûcize.
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Semûd (Kavmine) de kardeşleri Sâlih'i (gönderdik) . O, dedi ki: "Ey kavmim! Allahü teâlâya ibâdet edin. Sizin O'ndan başka hiç bir ilâhınız yoktur. İşte size, Rabbinizden (benim peygamberliğimi ve sözümün doğruluğunu gösteren) bir beyyine geldi (ki, Allahü teâlânın kudretiyle vâr olan) işte bu devedir. Onu (kendi hâline) bırakın, Allahü teâlânın arzında otlasın. Ona bir fenâlıkla dokunmayın ki, sonra acıklı bir azâba uğrarsınız." (A'râf sûresi: 73)
3. Delil, şâhid.
Tevâtür (yalan üzerinde birleşmeleri aklen mümkün olmayan bir topluluğun verdikleri haber) ile bildirilenlere uymıyan beyyine kabûl olunmaz. (Ali Haydar Efendi)
4. Âdil olan iki erkek veya bir erkek ile iki kadın şâhid.
Beyyine müddeî (dâvâcı) içindir Yemin ise dâvâlıya âittir. (Hadîs-i şerîf-Câmi'us-Sagîr)
Allahü teâlânın hakkı bulunan bir günâhı işliyeni gören kimsenin, bir şâhid yanında ta'zîr (suçluyu sözle azarlama) yapması lâzımdır. Bir müslümana fâsık diyen kimsenin ta'zîr edilmesi; o müslümanın hakkının korunması içindir. Bir kimse, kendini, ta' zîrden kurtarması için beyyine ile sözünü isbât etmesi lâzımdır. (İbni- Âbidîn)
5. Peygamber efendimizin isimlerinden. (Bkz. Beyyine Sûresi)

Beyyine Sûresi:
Kur'ân-ı kerîmin doksan sekizinci sûresi.
Beyyine sûresi Medîne'de nâzil olmuştur (inmiştir). Sekiz âyettir. Birinci âyet-i kerîmede açık delîl mânâsına olan el-Beyyine kelimesi sûreye ad olmuştur. Bahsedilen beyyine, Peygamber efendimizdir. Sûrede; inanmayanların îmân etmeleri için istedikl eri en açık delil olan Peygamber efendimiz gözleri önünde olduğu hâlde, yine inançsızlıklarında devâm ettikleri bildirilmektedir. (Senâullah Dehlevî, Vâiz-i Kâşifî)
Beyyine sûresinde buyruldu ki:
Muhakkak ki, îmân edib de sâlih ameller işliyenler işte bunlar yaratılanların en hayırlılarıdırlar. Onların mükâfâtı, Rableri katında (ağaçları altından) ırmaklar akan Adn Cennetleridir; içlerinde ebedî olarak kalacaklardır. Allahü teâlâ onlardan râzı, onlar da Allah'tan râzı olmuştur. (Ayet: 7,8)
Kim, "Lem yekünillezîne Keferû" (Beyyine) sûresini okursa, kıyâmet günü, hayrın (iyiliğin) kaynağı ile berâber olur. (Hadîs-i şerîf-Envâr-ut-Tenzîl ve Esrâr-üt-Te'vîl)

BÎ'A:
Hıristiyanların mâbedi, tapınak, kilise.
Bî'adaki küfür alâmetleri boşaltılırsa, namaz kılmak mekruh olmaz. (Alâüddîn Haskefî)
Bî'aya gidip hazret-i Îsâ'dan, Meryem anadan bir şey isteyenin îmânı gider. (İbn-i Âbidîn)

BÎ'AT (Bey'at):
1. Sözleşme, söz verme, teslimiyet.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki:
Ey Resûlüm! Mü'min kadınlar, Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zinâ etmemek, kız çocuklarını öldürmemek, herhangi bir iyilik husûsunda sana isyân etmemek üzere, seninle bî'atleşmeye geldikleri zaman bî'atlerini kabûl et. Onlar için Allah'tan mağfiret (günahlarının affını) dile. Muhakkak ki Allahü teâlâ tövbe edeni affedici, tâatle, beğendiği işleri yapanlara pek merhametlidir. (Mümtehine sûresi: 12)
2. Devlet başkanı durumunda olan kimseye, senin başkanlığını, idâreciliğini kabûl ettim, iyi ve faydalı her sözüne itâat edeceğim, şeklinde söz vermek, bağlılığını bildirmek.
Bu çeşit bî'at, Peygamber efendimizin vefâtından sonra Benî Sakîfe denilen yerde hazret-i Ebû Bekr halîfe seçilirken görülür. Burada Ebû Bekr'e ilk bî'atı, hazret-i Ömer yaptı. Bundan sonra İslâm devletlerinde devlet başkanına itâat edilmesi ve sözün ün dinlenmesi için bî'at esas oldu. Zamanla bî'at için merâsimler yapıldı. Bu, çeşitli devirlere ve devletlere göre farklılık gösterir. Osmanlı Devletinde de, bî'atın önemli bir yeri vardı. Her pâdişâhın tahta çıkışında merâsimler yapılırdı. Resmî bî'at, Topkapı Saray-ı Hümâyûnunda Bâbüssaâde önünde icrâ olunması eskiden beri âdetti. Bî'at sırasında el tutuşmak âdeti, zamanla kaldırılmış, yerine etek öpmek usûlü getirilmiştir. (Yeni Rehber Ansiklopedisi)
3. Tasavvufta bir terim.
Bî'at tâbiri tasavvufta üç mânâyı ifâde eder: Birincisi, büyük bir zâtın yanında, günah işlememek için söz vermektir. Buna tövbe bî'atı denir. Büyük günâhlardan biri işlenince, bu bî'at bozulur. Yeniden bîat etmek lâzımdır. İkincisi, intisâb etmek, b ağlanmak, bereketlenmek için bir velîye veya onun hakîkî mensuplarına bîat etmektir. Onlar için bildirilen müjdelere ve şefâatlarına kavuşulur. Bî'atin üçüncü mânâsı, evliyâ zâtlardan gelen feyizlere, mânevî bilgilere kavuşmak, onlardan faydalanmak için yapılır. (Abdullah-ı Dehlevî)

Bî'at-ı Rıdvân:
Hudeybiye'de Semûre ismindeki ağacın altında 400 Eshâb-ı kirâmın Peygamber efendimize, emirlerini kayıtsız şartsız yerine getireceklerine dâir verdikleri söz.
Kur'ân-ı kerîmde Bî'at-ı Rıdvân yapanlar hakkında meâlen buyruldu ki:
Andolsun ki, Allahü teâlâ, seninle o ağacın altında bî'at ettikleri vakit mü'minlerden râzı olmuştur. (Feth sûresi: 18)
Ağaç altında gerçekten bî'at edenlerden hiç biri, Cehennem'e girmeyecektir. (Hadîs-i şerîf-Tezkiye-i Ehl-i Beyt).

BÎ-ÇÛN VEBÎ-ÇİGÛNE:
Hiçbir şeye benzemeyen, nasıl olduğu anlaşılamayan. Allahü teâlânın nasıl olduğunun bilinemeyeceğini ve akıl ile anlaşılamayacağını, idrâk olunamayacağını ifâde eden bir terim.
Allahü teâlâ bî-çûn ve bî-çîgûnedir. Akıl neyi düşünür neyi tasavvur (hayâl) ederse etsin, O değildir. Allahü teâlâ ötelerin ötesidir. (İmâm-ı Rabbânî)
Allahü teâlâyı anlatan en iyi kelime, en geniş ibâre, Şûrâ sûresi on birinci âyetindeki: "Onun benzeri gibi hiç bir şey yoktur." sözüdür ki, buna Fârisî dilinde "bîçûn ve bî-çîgûne" denir. (İmâm-ı Rabbânî)

BİD'AT:
Sonradan ortaya çıkan şey, ilk defâ benzersiz bir şey ortaya koymak.
Peygamberimizin ve dört halîfesinin zamanlarında bulunmayıp da, dinde sonradan meydana çıkarılan, uydurulan söz, yazı, usûl ve işler, reformlar.
Dinde yeni ortaya çıkan şeylerden kaçınınız. Çünkü bu yeni şeylerin hepsi bid'attir. Bid'atlerin hepsi dalâlettir. Yoldan çıkmaktır. (Hadîs-i şerîf-Ebû Dâvûd)
Bir millet, dîninde bir bid'at yaparsa, Allahü teâlâ, buna benzeyen bir sünneti yok eder. Kıyâmete kadar bir daha geri getirmez. (Hadîs-i şerîf-Dârimî)
Sünnete giden yol; bid'atten kaçmak, Eshâb-ı kirâmın icmâ'ına (söz birliğine) uymak, bozuk din adamlarından uzaklaşmak, bir Allah adamını tanımak ve eserlerini okumaktır. (Ebû Ali Hasen Cürcânî)
Değiştiremeyeceğim bir bid'atı görmektense, mescidde söndüremiyeceğim bir ateşi görmeyi tercih ederim. (Ebû İdrîs Havlânî)
Bid'atin terki, sünneti yerine getirmekten iyidir. Bid'atin yaygın olduğu, sünnetin terk edildiği bu karanlık zamanda, ilim öğrenmek, öğretmek ve yaymak en önemli iştir. Resûlullah'ın sünnetini ihyâ etmek maksadların en büyüğüdür. Bu dünyâ amel, iş, ibâdet yeridir. (İmâm-ı Rabbânî)

Bid'at Ehli:
Peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem ve Eshâb-ı kirâmının yolundan (Ehl-i sünnet îtikâdından) ayrılanlar. Bid'at sâhibi. Îtikâdda (îmânda) ve amelde (ibâdette) dinde olmayan yenilikler ortaya çıkaran kimseler, dinde reformcular.
Allahü teâlâ, bid'at ehlinin orucunu, haccını, ömresini, cihâdını, adâletini kabûl etmez. (Hadîs-i şerîf-İbn-i Mâce)
Bid'at ehli, bid'atinden vazgeçinceye kadar, Allahü teâlâ tövbesini kabul etmez. (Hadîs-i şerîf-Taberânî)
Bid'at ehli ile oturup kalkmayınız. Çünkü o, kalbi hasta yapar. (Hasan-ı Basrî)
Yabancı kadın, bid'at ehli ve fâsıkla berâber olmaktan çok sakının. (Ebü'l-Hüseyin Nûri)
Bid'at ehli ile oturmayınız. Onlarla sohbet etmeyiniz. Çünkü sizi dalâlete (yanlış yola, sapıklığa) düşürebilirler. (Abdullah bin Zeyd)

Bid'at Fırkası:
Peygamber efendimiz ve Eshâb-ı kirâmının yolundan ayrılanlar. Hadîs-i şerîfte Cehennem'e gidecekleri bildirilen yetmiş iki fırkadan her biri.

Bid'at-ı Hasene:
Resûlullah'ın ve dört halîfesinin zamanlarında bulunmayıp da, dinde sonradan meydana çıkan ve bir sünnetin unutulmasına sebeb olmayan minâre, medrese, mektep yapmak, İslâmî ve faydalı kitaplar yazmak gibi güzel şeyler. (Bkz. Sünnet)

Bid'at sâhibi:
Bid'at ehli.
Bid'at sâhiplerinin en kötüsü, Resûlullah'ın Eshâbına buğz ve düşmanlık edenlerdir. Bid'at ehline hürmet etmek İslâm'ın yıkılmasına yardım etmek olup, amellerin sevâbını giderir. Bid'at ehline Resûlullah lânet edip; "Allahü teâlânın, meleklerin ve bütün insanların lâneti üzerine olsun" buyurdular. Bid'at ehliyle arkadaşlığın zarârı, kâfirle arkadaşlığın zarârından çoktur. Bid'at sâhibine buğz ile ondan yüz çevirenin kalbini, Allahü teâlâ emniyet ve güven ile doldurur. (İmâm-ı Rabbânî)

Bid'at-ı Seyyie:
Resûlullah'ın ve Eshâbının zamanlarında bulunmayıp da, dinde sonradan meydana çıkan ve bir sünnetin unutulmasına sebeb olan bozuk inanış ve ibâdet olarak yapılan işler.

BİLLÂHİ:
"Allahü teâlâya yemîn ederim" mânâsına, yemîn sözlerinden biri. (Bkz. Yemîn)

BİRR:
Hayır, iyilik, Allahü teâlânın emirlerine uymak.
Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
Birr ve takvâ (haramlardan, günâhlardan kaçınmak) da birbirinize yardım edin. (Mâide sûresi: 2)

Bİ'SET:
Gönderme, gönderilme. Bir peygambere peygamber olduğunun bildirilmesi.
Peygamber efendimiz kırk yaşında iken mîlâdî 610 senesi Ramazan ayının on yedinci Pazartesi günü Cebrâil ismindeki melek tarafından Peygamber olduğu kendisine bildirildi. Bu seneye Bi'set senesi denir. (Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî)
Beş vakit namaz, bi'setin on ikinci senesinde ve hicretten bir sene ve bir kaç ay önce Mîrâc gecesinde farz oldu. (Muhammed Rebhâmî)

BOLİS ÇUKURU:
Kendini beğenenlerin, kibirlilerin, büyüklük taslayanların, Cehennem'de şiddetli azâba uğrayacakları yer.
Kıyâmet günü, dünyâdaki kibir sâhibleri küçük karınca gibi zelîl ve hakîr olarak kabirden çıkarılacaktır. Karınca gibi, fakat insan şeklinde olacaklardır. Herkes bunları hakîr görecektir. Cehennem'in en derin ve azâbı şiddetli olan Bolis çukuruna sokulacaktır. Ateş içinde gayb olacaklardır. Su istediklerinde kendilerine Cehennem'dekilerin irinleri verilecektir. (Hadîs-i şerîf-Berîka)

BORÇ:
Bir kimsenin başka birine bir şey yapmasını veya vermesini gerekli kılan yükümlülük.
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Sadakalar (zekâtlar) Allahü teâlâdan bir farz olarak, fakirlere (nafakasından fazla fakat nisâb miktarından az malı olana) , miskînlere (bir günlük nafakasından fazla bir şeyi olmayan müslümana) , zekât memurlarına, müellefe-i kulûba (kalbleri İslâm'a ısındırılmak istenenlere) efendisinden kendisini satın alıp, borcunu ödeyince âzâd, serbest olacak kölelere, borçlulara, cihâd ve hac yolunda olup muhtac kalanlara, kendi memleketinde zengin ise de bulunduğu yerde yanında mal kalmamış olan ve çok alacağı varsa da alamayıp, muhtaç kalanlara verilir. (Tevbe sûresi: 60) (Hazret-i Ebû Bekr devrinde müellefe-i kulûba zekât verilmesine lüzum kalmadı. Bu sebeple zekât diğer yedi sınıftaki müslümanlara verilmektedir.)
Ey îmân edenler! Belirli bir vâde ile birbirinize borçlandığınız zaman, onu yazın (sened yapın) ... (Bekara sûresi: 282)
Kendisi veya çoluk çocuğu muhtâc iken veya borcu var iken verilen sadaka kabûl olmaz. Borç ödemek; sadaka vermekten, köle âzâd etmekten ve hediye vermekten daha mühimdir... (Hadîs-i şerîf-Sahîh-i Buhârî)
En iyiniz, borcunu iyi ödeyeninizdir. (Hadîs-i şerîf-Keşf-ül-Hafa)
Acele etmek şeytandandır. Beş şey bundan müstesnâdır: Kızını evlendirmek, borcunu ödemek, cenâze hizmetlerini çabuk yapmak, misâfiri doyurmak, günâh yapınca hemen tövbe etmek. (Hadîs-i Şerîf-Tirmizî)
Bir kimse, malı olduğu hâlde, borcunu ödemeği bir saat geciktirirse, zâlim ve âsî olur. Borç ödememek öyle bir günâhtır ki, uykuda bile durmadan yazılır. (Seyyid Alizâde)

BOŞAMAK:
Nikâh bağını çözmek, evliliğe son vermek. (Bkz. Talâk)

BRAHMA DÎNİ (Brahmanizm):
Hindistan'da mîlâddan asırlarca önce ortaya çıkmış, Allahü teâlânın varlığına inandığı gibi, başka tanrıları (ilâhları) da kabûl eden ve bütün peygamberleri inkâr eden bozuk yol ve inanış.
Bugün Hindistan'da yayılmış olan Brahma ve Buda dinlerinde, geçmiş peygamberlerin kitaplarından, sözlerinden alınmış kıymetli bilgilerin bulunduğu görülmektedir. Brahmanizm ve Budizm dinleri, hıristiyanlık dîni gibi, eski peygamberlerin aleyhimüsselâ m bildirdiği doğru dinlerin bozulmuş, değiştirilmiş hâlidir. (Mazhar-ı Cân-ı Cânân)
Brahmanizmde tenâsüh yâni insan öldükten sonra, rûhunun tekrar başka bir şekilde dünyâya geleceği inancı vardır. Hindistan'daki Ganj nehrini mukaddes sayarlar. Bu sebeple suyunu içer ve ölülerini bu nehre atarlar. Brahmanizme mensup olanların bir kıs mı ateşe, bir kısmı ineğe ve diğer bir kısmı timsaha taparlar. (Herkese Lâzım Olan Îmân)

BREHMEN:
Brahmanizm denilen bozuk yola mensûb kimse.

BUDA:
Budizm'in kurucusu. Mîlâddan altı asır evvel yaşamış olup, asıl adı Guatama veya Gotama'dır. (Bkz. Budizm)

BUDİST:
Budizm adlı bozuk dîne mensûb olan. (Bkz. Budizm)

BUDİZM:
Hindistan'da M.Ö. altıncı yüzyılda yaşamış olan Buda'nın kurduğu, Uzakdoğu ülkelerinde yaygın bozuk bir inanış. Bu inanışta olanlara Budist denir.
Bugün Hindistan'da yayılmış olan Brahma ve Buda dinlerinde oradaki eski peygamberlerin kitablarından, sözlerinden alınmış kıymetli bilgilerin bulunduğu görülmektedir. Brahmanizm ve Budizm de hıristiyanlık dîni gibi eski peygamberlerin aleyhimüsselâm bildirdiği doğru dinlerin bozulmuş, değiştirilmiş şeklidir. (Mazhar-ı Cân-ı Cânân)
Cehennem'in beşinci tabakası olan Hutame'de; ateşe, öküze tapanlar, Budistler, Brahmanlar yanacaktır. (Senâullah Dehlevî)
Budizmde Buda, tanrı yerine konulmaktadır. Esâsen Buda, kendisinin insan olduğunu söylemiş ve ilâhlık iddiâsında bulunmamıştır. Ancak ölümünden sonra ona tâbi olanlar onu tanrılaştırmış, adına tapınaklar kurup ona tapmışlardır. (Herkese Lâzım Olan Îmân)

BUĞÂT:
Bâğîler, âsîler. Haksız olarak devlete isyan eden, karşı gelenler. Bâğî'nin çokluk şeklidir. (Bkz. Bâğî)

BUĞD-I FİLLÂH (Buğz-ı Fillah):
Allahü teâlânın düşmanlarını Allahü teâlâ için sevmemek ve onlardan uzaklaşmak. (Bkz. Hubb-i Fillâh-Buğd-i Fillâh)

BUĞZ:
Sevmeme, nefret etme, düşmanlık.
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Onlar (İbrâhim aleyhisselâm ve berâberindeki mü'minler) kâfirlere dediler ki: "Biz sizden ve Allahü teâlâdan başka tapmakta olduğunuz putlarınızdan uzağız. Bizden sevgi beklemeyiniz. Allahü teâlâya bir olarak inanıncaya kadar bizimle sizin aranızda düşmanlık ve buğz dâimâ âşikârdır (Putlara tapmayı terk ederseniz, sizi severiz) . (Mümtehine sûresi: 4)
Günâh işleyeni eliniz ile men ediniz, buna kuvvetiniz yetmezse, söz ile mâni olunuz. Bunu da yapamaz iseniz, kalbiniz ile buğz ediniz, bu ise îmânın en aşağı derecesidir. (Hadîs-i şerîf-Buhârî, Müslim)
Müslümanlığın alâmeti, kâfirlere buğz ve inâd etmektir. (İmâm-ı Rabbânî)
Bir kimse bir âlime buğz etse veya söğse bu yaptığı sebebsiz ise, o kimsenin küfründen (îmânının gitmesinden) korkulur. (Muhammed bin Kutbüddîn İznikî)
Birbirinize düşman değil kardeş olun. Birbirinize buğz etmeyin. (Abdülkâdir-i Geylânî)

BUHÂRÎ-İŞERÎF:
İslâm dîninde Kur'ân-ı kerîmden sonra en kıymetli, en üstün kitap. Kütüb-i sitte adı verilen meşhur altı hadîs kitabının birincisi.
Bir kimse Buhârî-i şerîfi hangi niyetle baştan sona kadar okuyup bitirirse, maksadı, en güzel şekilde hâsıl olur. Tâûn hastalığı zamanlarında bir evde okunsa, Allahü teâlâ o evde bulunanları tâûndan korur. Bu kitap hangi evde bulunursa, evi yanmaktan , hangi gemide bulunursa, Allahü teâlâ o gemiyi batmaktan korur. (Tâcüddîn Subki)

BUHL:
Cimrilik. Cömertliğin zıddı. (Bkz. Cimrilik)

BURAK:
Peygamber efendimizin göklere çıkarıldığı, bilinmeyen yerlere götürüldüğü gece (mîrac gecesinde) üzerine bindiği ve kendisini Mekke'den Kudüs-ü şerîfe kadar götüren (taşıyan) Cennet hayvanı. Burak, dünyâ hayvanlarından değildir. Erkekliği ve dişiliği yoktur. Çok hızlı giderdi.
Bana Burak getirildi. O, katırdan küçük, merkepten büyük, uzun ve beyaz bir hayvandır. Ayağını gözün görebildiği yerin ötesine kadar (rahatça) atabiliyordu. Ona bindim. (Hadîs-i şerîf-Şifâ-i Şerîf)

BURHÂN:
1. Bir dâvâyı isbat eden kesin delîl.
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
(Yahûdîler ve hıristiyanlar) dediler ki: "Yahûdî ve Nasrânî olanlardan başkası aslâ Cennet'e girmeyecek!"Bu onların kuruntularıdır. (Habîbim onlara) söyle: Eğer (bu iddiânızda) doğru kimseler iseniz, burhânınızı getiriniz. (Bekara sûresi: 111)
2. Mantık ilminde mukaddime denilen ve kesin netîceye ulaştıran iki cümle (söz).

Burhân-ı İnnî:
İnneli (elbetteli) delîl. Eserden müessire (o eseri yapana), san'attan san'atkâra ve netîceden sebebe götüren delîl. Kelâm (akâid) ilminde daha çok bu delîl kullanılır.
"Âlem hâdisdir (sonradan var olmuştur). Her hâdisin bir sânı'ı (yapanı) vardır" cümleleri, isbat edilmek istenen "Âlemin sânı'ı (yaratıcısı) Allahü teâlâdır" sözü için burhân-ı innîdir. (Teftâzânî)

Burhân-ı Limmî:
Limeli (niçinli) delîl. İlletten sebebden ma'lûle (illetin bulunduğu şeye), müessirden (eseri yapandan) esere, san'atkârdan san'ata, sebebden netîceye götüren delîl. Görülen ateşten dumanın varlığına hükmetmek böyledir.

Burhân-ı Tatbîk:
Kelâm ilminde Allahü teâlânın varlığını ve kadîm (ezelî), olduğunu (başlangıcının olmadığını) isbâtta kullanılan delîllerden biri.
Allahü teâlâ, kadîm, ezelî ve ebedî olmasaydı, hâdis (sonradan yaratılma) olsaydı, O'nu yaratan bir yaratıcı bulunurdu. Bu yaratıcı kadîm (bir başlangıcı yok) ise, Allah O'dur. Hâdis (bir başlangıcı var) ise, O'nu yaratan biri lâzım olur. Böylece, ka dîm olmayan yaratıcılar zinciri mevcut olur. Bu zincire teselsül denir. Teselsül ise, muhâldir (imkânsızdır), olacak şey değildir. Teselsülün muhâl olduğu Burhân-ı tatbîk ile isbât olunur. Bir şeyin sonsuz yaratıcılarını, birinciden başlayarak, sonsuz şekilde, yan yana dizelim. İkinci yaratıcıdan başlayarak, ikinci bir sıra daha düşünelim. Sonsuza giden ikinci sıra, birinci sıradan bir noksan olduğu için, kısadır. Kısa olana sonsuz denilemez. İkinci sıra sonsuz olamadığı için, bundan bir fazla o lan birinci sıra da sonsuz olamaz. Yâni, bir ucu sonsuza giden yarım doğru düşünülebilir. Fakat böyle bir şey mevcut olamaz. Teselsül olamaz. Sonsuz sayıda yaratıcılar olamaz. Sonsuz var olan bir yaratıcı olur. Bu tek yaratıcı ezelîdir, ebedîdir, son suz olarak vardır. Varlığı kendindendir, başkasından değildir. Âkıl ve bâliğ olan kimse, Allahü teâlânın sonsuz var olduğunu ve başka her şeyin yoktan var edildiklerini işittikten sonra, aklını kullanmayıp, düşünmeyip, buna inanmazsa veya aklını kullanıp, düşünüp de bunu aklı kabûl etmez, fenne uygun değildir diyerek red ederse îmânsız demektir. (Ahmed Âsım)

Burhân-ı Temânü:
Kelâm ilminde Allahü teâlânın varlığını ve birliğini isbâtta kullanılan delîl.
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Eğer yer ile gökte Allah'tan başka ilâhlar olsaydı, âlemdeki nizâm bozulur karma karışık olurdu. (Enbiyâ sûresi: 22) Bu âyet-i kerîmede Burhân-ı temânü'ye işâret edilmektedir. Yâni âlemin yaratıcısının iki olduğu farz edilse, bu iki yaratıcının fiill eri (işleri), birbirinden, ya farklı veya aynı olur. Birbirinden farklı olursa, âlemin karmakarışık olması lâzım gelir. Yâni göklerin ve yeryüzünün bu husûsî nizâmından (düzeninden) çıkmasını ve yok olmasını veya birbirine zıt şeylerin aynı anda bir yere toplanmasını îcâbettirir. Meselâ iki ilâhtan birisi, Zeyd ismindeki insanın hareket etmesini, diğeri de o anda hareket etmeyip sükûnunu (hareketsizliğini) irâde etse (dilese), ilâh oldukları için ikisinin kudreti birlikte Zeyd'e te'sir edince, cem'i zıddeyn (iki zıddın bir araya gelmesini) îcâbettirir. Bu ise, mümkün değildir. Çünkü cem'i zıddeyn, muhaldir (mümkün değildir). Yâni Zeyd aynı anda hem hareketli, hem hareketsiz olamaz. Ya hareketlidir, ya hareketsizdir. O halde Allah tektir, O' ndan başka ilâh yoktur. Her şeyi yaratan, durduran ve hareket ettiren O'dur. ( Seyyid Şerîf, Muhammed Rebhâmî)

BÜDELÂ:
Bedeller. Ricâlü'l-Gayb denilen Allahü teâlânın insanlardan gizlediği evliyâ zâtlar. Bedîl'in çokluk şeklidir. Ebdâl de denir. (Bkz. Ebdâl)

BÜHTÂN:
İftirâ. Bir kimseye onda olmayan bir kusuru isnat etme.
Allahü teâlâ âyet-i kerîmelerde meâlen buyurdu ki:
Mü'min erkek ve mü'min kadınlara, işlemedikleri (bir günâhı, bir suçu isnâd etmek sûretiyle) ezâ edenler, muhakkak bir bühtân ve apaçık bir günâh yüklenmişler (cezâya müstehak olmuşlardır) . (Ahzâb sûresi: 58)
Bir kimse için söylenen kusûr, onda varsa, bu söz gıybet, yoksa bühtân olur. (Hadîs-i şerîf-Sâhih-i Müslim)
Nâmuslu bir kadının nâmûsuna bühtân etmek, yüz senelik ameli (n sevâbını) yok eder. (Hadîs-i şerîf-Râmûz-ül-Ehâdîs)
Her yere burnunu sokma! Ya bir kazâya, yâhut bir bühtâna uğrarsın. (Muhammed Hâdimî)
Sâliha bir kadında bulunması gereken şartlar altıdır: Allahü teâlâdan başka, hiç bir şeye ibâdet etmemek. Hırsızlık etmemek. Zinâ etmemek. Çocuğunu öldürmemek. Bühtân etmemek. Peygamber efendimizin her emrine itâat etmek. (Ahmed Fârûkî)
Bühtân, kötü sıfatların, fenâ ahlâkın en şiddetlisidir. Çünkü bunda yalan vardır. Yalan ise her dinde haramdır. (Ahmed Fârûkî)

BÜRÛC SÛRESİ:
Kur'ân-ı kerîmin seksen beşinci sûresi.
Bürûc sûresi Mekke-i mükerremede nâzil olmuştur (inmiştir). Yirmi iki âyet-i kerîmedir. Bürûc, burçlar demektir. Sûre, ismini birinci âyet-i kerîmede geçen bürûc kelimesinden almıştır. Sûrede; Allahü teâlânın azameti (büyüklüğü), Kur'ân-ı kerîmin şer efi, üstünlüğü, mü'minler (inananlar) hakkında Allahü teâlânın vaadi, kâfirler (inanmayanlar) hakkında tehdidi ve geçmiş kavimlerin hâlleri bildirilmektedir. (Râzî, Hüseyn Vâiz-i Kâşifî)
Bürûc sûresinde meâlen buyruldu ki:
Şüphesiz Allahü teâlâya ve Peygamberine îmân edip sâlih (iyi) amel yapanlar için altlarından ırmaklar akan Cennetler vardır. Bu, büyük bir kurtuluştur. (Âyet:11)

BÜRÛZ:
Zâhir olmak. Görünmek, ortaya çıkmak. Olgun bir velînin sevenlerinde bâzı sıfatlarının zâhir olması, görünmesi.
Bir velî, sevenini terbiye etmek, yetiştirmek için, onda bürûz etmeksizin, Allahü teâlânın verdiği bir kuvvetle, kendi yüksek sıfatlarını (hâllerini), o kimseye aks ettirir, aktarır. (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)

BÜYÜ:
Sihir. İlme, fenne uymayan gizli sebebler kullanarak garib işler yapmayı sağlayan ilim. (Bkz. Sihir)
...Kâhinlik yapan ve kâhine giden ve büyü yapan ve yaptıran ve bunlara inanan, bizden değildir. Kur'ân-ı kerîme inanmamıştır. (Hadîs-i şerîf-Hadîkat-ün-Nediyye)
Müslüman büyü yapmaz. Allah saklasın îmânı gittikten sonra, büyüsü te'sir eder. (Hadîs-i şerîf-İhyâ)
Fâtiha (Elhamdü), Âyet-el-Kürsî ve dört Kul, yedişer kerre okunup hastaya üflenirse, bütün âfetler, dertler için, büyü ve nazar (göz değmesi) için iyi gelir. Tuz üzerine okunup, suda eritip içirmek de tecrübe edilmiştir. Dört Kul, Kâfirûn, İhlâs ve M uavvizeteyn (Felak ve Nâs) sûreleridir. (Muhammed Osman Sâhib)
Semâvî dinler (Hak dinler), büyüyü yasaklamıştır. Bu arada, İslâmiyet de, kendinden önceki bütün dinleri neshetmiş, büyüyü (sihiri) de yasaklamış ve çok çirkin bir iş olarak vasıflandırarak, müslümanların büyü yapmaktan ve yaptırmaktan kesinlikle uza k durmalarını emretmiştir.
Modern fen ilimleri, büyüyü kendi metodları icâbı olarak reddederler. Bu hâl, o ilimlerin sahâsına girmeyen ve metodlarıyla incelenemeyen şeylerin yok olduğu mânâsına gelmez. Ancak, konuları ve hüküm verme sâhalarının dışında olduğunu gösterir. Bu ba kımdan büyü, daha pekçok şey gibi, modern bilimlerin sâhası dışında kalmakta veya varlığı yokluğu laboratuvar teknikleriyle bugün için îzah ve ispat edilememektedir. (Yeni Rehber Ansiklopedisi)
Büyü insanları hasta yapar. Sevgi veya muhabbetsizliğe sebeb olur. Yâni cesede ve rûha tesir eder. Kadın ve çocuklara tesiri daha çoktur. Büyünün tesiri kesin değildir. İlâcın te'siri gibi olup, Allahü teâlâ isterse tesirini yaratır; istemezse, hiç t esir ettirmez. Büyücü istediğini elbette yapar, büyü muhakkak tesir eder diye inanmamalı, böyle düşünmemelidir. Böyle inanan kimsenin îmânı gider. Büyü, Allahü teâlâ takdir etmişse tesir edebilir, demelidir. (Abdülhakîm Arvâsî)

Dengeli Yaşam Tarzı Yolunda Bir Adım
WeBCaNaVaRi Botu

Bu Site Mükemmel :)

*****

Çevrimİçi Çevrimİçi

Mesajlar: 222 194


View Profile
Re: Dini Sözlük B Devamı
« Posted on: Nisan 26, 2024, 05:57:48 ÖS »

 
      Üye Olunuz.!
Merhaba Ziyaretçi. Öncelikle Sitemize Hoş Geldiniz. Ben WeBCaNaVaRi Botu Olarak, Siteden Daha Fazla Yararlanmanız İçin Üye Olmanızı ŞİDDETLE Öneririm. Unutmayın ki; Üyelik Ücretsizdir. :)

Giriş Yap.  Kayıt Ol.
Anahtar Kelimeler: Dini Sözlük B Devamı e-book, Dini Sözlük B Devamı programı, Dini Sözlük B Devamı oyunları, Dini Sözlük B Devamı e-kitap, Dini Sözlük B Devamı download, Dini Sözlük B Devamı hikayeleri, Dini Sözlük B Devamı resimleri, Dini Sözlük B Devamı haberleri, Dini Sözlük B Devamı yükle, Dini Sözlük B Devamı videosu, Dini Sözlük B Devamı şarkı sözleri, Dini Sözlük B Devamı msn, Dini Sözlük B Devamı hileleri, Dini Sözlük B Devamı scripti, Dini Sözlük B Devamı filmi, Dini Sözlük B Devamı ödevleri, Dini Sözlük B Devamı yemek tarifleri, Dini Sözlük B Devamı driverları, Dini Sözlük B Devamı smf, Dini Sözlük B Devamı gsm
Yanıtla #1
« : Nisan 17, 2008, 02:40:33 ÖS »
Avatar Yok

By.CeZa
*
Üye No : 293
Nerden : İstanbul
Cinsiyet : Bay
Konu Sayısı : 12191
Mesaj Sayısı : 28 687
Karizma = 11179


güzel paylaşım teşekkürler..
Yanıtla #2
« : Mayıs 23, 2008, 02:08:41 ÖÖ »

Ebru$h
*
Üye No : 547
Yaş : 32
Nerden : İstanbul
Cinsiyet : Bayan
Konu Sayısı : 212
Mesaj Sayısı : 2 934
Karizma = 328


emeğine sağlık
Sayfa 1
Yukarı Çık :)
Gitmek istediğiniz yer:  



Theme: WeBCaNaVaRi 2011 Copyright 2011 Simple Machines SiteMap | Arsiv | Wap | imode | Konular