0 Üye ve 1 Ziyaretçi Konuyu İncelemekte. Aşağı İn :)
Sayfa 1
Konu: Devir - Ece Temelkuran  (Okunma Sayısı: 836 Kere Okundu.)
« : Şubat 13, 2015, 11:49:33 ÖÖ »
Avatar Yok

-minel-
*
Üye No : 139378
Nerden : Yurt Dışı
Cinsiyet : Bayan
Konu Sayısı : 2459
Mesaj Sayısı : 4 725
Karizma = 5046








Levent, iyi cilalanmış ayakkabılarıyla yeni orta sınıf için yapılmış büyük binaların arasında bir o yana bir bu yana yürürken, değil eski gecekondularını bulmak, yerini bile tam çıkaramadı. Hep aynı şeyi söyledi: “Burası olmalı.”

Ama yok işte. Kırk yaşında bir adam, daha yirmi beş yıl öncesine kadar yaşadığı, bana her ayrıntısını capcanlı anlattığı hayatın geçtiği yeri bile bulamadı. Üzerinden bir darbe ve yeni muhafazakâr orta sınıgın istilası geçmiş, ishal rengi apartmanlarla dolu tepede bütün kerterizler yok edilmişti. Geçmişin ufacık bir delili yoktu. Ankara ona, “Hatırladığın onca şey, seni kuran bütün o hikâyeler  aslında hiç olmadı” diyordu. Kâbus gibi!

Bir zamanlar sol örgütlenmenin en güçlü olduğu eski gecekondu bölgesinde dolaşırken Meclis arşivinde çoktan iki ay geçirmiştim. 1980 gazetelerini küçük ilanlara varana kadar okumuş, Meclis tutanaklarını dönemin il il ipekböceği üretimini bile ezberleyecek kadar çalışmıştım. Ama ne önemi var! Okudukça yakınlaşan geçmiş, sokağa çıkınca binlerce yıl öncesine kaçıyordu. Hatırayı ispatlamaya yarayan bütün kerterizler yok edildiğinde bellek işkence izlerini kaybetmiş bir tutsak gibi deliriyordu.

Levent’in cilalı ayakkabılarına baktım. Bu ülkede ayakkabılarımızın tozsuz olması gerektiğine inanmamızın, çılgınca tozdan arınmaya çalışmamızın başlangıcı bile şunun şurası yirmi yıl öncesiydi. Ondan önce ayakkabılarımızı haftada bir cilalar, zaten banyoyu da neredeyse sadece Pazar günleri yapardık. Şimdi bunu bize hatırlatacak hiçbir şey kalmadığı için yumuşatıcı kokan havalı insanlarız. Havalı ve tek başına hatırlamak zorunda bırakılan “çılgın-hüzünlü” insanlar. Geçmiş başka hiçbir yerde olmadığı kadar geçmişte.

Mağlupların galibiyeti
Devir’i yazmak için Levent gibi, Ankara’da büyüyüp yaşamış onlarca insanla konuştum. Bu yazı biraz onlara teşekkür, biraz da yara izleri geçtiği için anlatmaktan da vazgeçmiş olanlara, “Hayır, delirmediniz, bütün o günler yaşandı” demek için. Bu mektubu, okurla kitabı bir türlü baş başa bırakmayan röportajlar, tanıtımlar gürültüsünün bir parçası gibi görünme tehlikesine rağmen yazıyorum. Çünkü insana insandan başka hiçbir bellek kerterizi bırakılmadığı ülkede tek başına hatırlamak zorunda kalanlar için bir delil olsun istedim. Çünkü Devir için konuştuğum, her biri başka bir tarafa dağılmış insanların hepsinde aynı “çılgın-hüzünlü” ifade vardı. Anlatırken kendi anlattıklarına bile inanamıyor, soru soran ben olmama rağmen “Bunlar oldu, biz bunları yaptık yani değil mi?” diye dönüp bana soruyorlardı. Mesele ne işkence, ne acılı hatıralar... Artık inanılmaz gelen, bütün o mutlu zamanların, anlamlı günlerin, güçlü oldukları dönemin bir zamanlardı. Emine teyze (Ateş), yeni evinin mutfağında bana işkence gördüğü sırada aşermiş, hamile bir devrimci genç kadına turşu getirmek için nasıl yalan söylediğini, silahların yerini göstermek yalanıyla polisleri eve götürüp sonra bunun için de bir araba dayak yediğini anlatırken kahkahalar atıyordu: “O turşuyu da o kıza yedirdim ama!”

Mesele çekilen acılar değil, insanlar, o acıyı getiren anlamı ve çilenin gerekçesini tek başına hatırlamak zorunda bırakıldığı için hüzünlüydü. Tarih tarafından mağlup sayıldıktan sonra en çok bir zamanlar zaferler kazandıklarına inanmakta güçlük çekiyordu. Evet kaç kişinin öldürüldüğü, işkence görenlerin sayısı, kayıpların, sürgünlerin adedi “unutulmayacak olanlar”, ama hikâyenin esası “hatırlamadıklarımızda” gizli. Olup bitenler bizi sadece unutmak zorunda bırakmadı, zamanı bir yenilgi olarak damgalamaya da zorladı. Oysa Emine teyze tek başına kaç kişiyi örgütleyebildiğini anlatırken tarihin galipler safındaydı. Oğlunun önünde çırılçıplak işkence görmeyi bir ayrıntı olarak anlatıyordu; çünkü, mühim olan yıllar sonra yine de Gezi’ye gitmiş, oradaki çocuklara yardım edebilmiş olmasıydı. Bunu anlatırken “O turşuyu da yedirdim ya!” dediğindeki gibi bakıyordu.

Sözleri, sözlerimiz
Bugün kullandığımız “Alırım bi dal”,  “Başıma bir şey gelmeyecekse...” ve daha birçok sözü bundan otuz yıl sonra hatırlayacak mıyız? Biz hatırlasak bile bu söz kalıplarının bugünün ruhunun kuruluşunda neden önemli olduğunu otuz yıl sonra yaşayanlar kavrayabilecek mi? İçinden geçtiğimiz “devrimci kahkahayı” elli yıl sonraki çocuklar “Memleket yanarken siz niye bu kadar eğleniyordunuz?” diye sorduğunda açıklayabilecek miyiz? Ama ileride bugünü kavramak için en önemli araç yine de bu söz kalıpları ve bunların denk geldiği ruh hali olacak. Bu sebeptendir, 80’in “lügatine” dönmek için konuştuğum her insana kulağa biraz garip gelen o soruyu sordum: “Nasıl anlatıyordunuz? Nasıl konuşuyordunuz?”

İnsanların çoğu, o zamanlar başka bir dil konuştuklarını unutmuştu bile. Oysa kullandıkları sözcükler düşünme ve duyumsama biçimlerini belirliyor, bu da bir dönemi oluşturuyordu. Şimdilerde “dönem filmi” çekerken döneme ait nesneleri, giysileri, işaretleri bir yığın halinde sunuyorlar genellikle. Oysa ne dönemin atmosferi ne de ruhunu böyle kurmak mümkün. Hepi topu kuru bir dekor kurarsınız böyle. Mesele o günkü insanın duygusuna geri dönebilmekte. Bunun için de sözcüklere geri dönmek gerekiyor. Bununla ilgili en çarpıcı deneyim Cahit Akçam’la yaşandı. Cahit –o dönemki kod adıyla Bahri- dönemin “şeflerinden”. Beklentim çok düşük sordum Cahit’e: “O gün bir devrimci genç olsam ve mahallenin korunması için silaha ihtiyacım olsa, sana gelsem aramızda nasıl bir konuşma geçer?”

Cahit’in oturması değişti, bakışları, ses tonu. Yazarken bile tüylerim ürperiyor, bütün varlığıyla 1980 yazına geri döndü:

“Elinde ne var? Sten’lerden birini bana ver, Port Said’i al.... Keçiören’deki otomatiği iki haftalığına al, takara geçin geri getir...”

Hüseyin oldum bir anda. Bir mahallenin yükü altında ezildim, sıkıldım, “Port Said’i nasıl getireyim abi! Çok ihtiyaç var!” diyecek hale geldim... Hatırlamak için gerçekten de biri daha gerekiyor. İki bellek bir araya gelince ancak o günün dili kuruluyor ve böylece hikâyenin tamamını hatırlamak mümkün oluyor. Ancak böyle “Evet evet, imkânsızı başarmıştık” diyebilir insan.

Niye hatırlamak?
Ordu’nun Kumru kasabasında artık eskiye dair hiçbir işaretin kalmadığı, artık “herkes herkesle dostmuş gibi” yapıldığı bir sokakta yürürken Feridun Cevahir “Zaten topu topu sekiz ay Fatsa deneyimi. Ne yapabilirlerdi ki!” diyordu. Sırtına kendinden çok büyük bir yük almış bir kuşağın çaresizliği... “Bakma” diyordu, “biz de artık buralarda inattan duruyoruz”.

Tarih, bir yüzüne bakınca bir trajedi. O eski kahramanlar silik emlak bürosu tabelalarının altında, havalandırma makinesi satan varoş dükkanlarında, yeşil çuhalı kahve masalarında, sanki hiçbir şey yapmamışlar, sıradan insanlarmış gibi duruyorlar. Ne bileyim, Dometos mu Cif mi diye düşünüyorlar mesela bir market rafının önünde.
Ancak sorduğunuz, hatta ancak ısrar ettiğiniz zaman anlatıyorlar. O zaman içlerinden bir zamanlar var olmuş delikanlılar, yaman genç kadınlar çıkıyor. Muhtemelen son otuz beş yıldır hatırlamak için bir neden olmadığı için susuyorlar.  Ama kendilerine benzeyen çocukları sokaklarda bağırırken gördüklerinden beri artık geçmişin bir anlamı var. Bugün sokaktaki anlam, hatırlamak ve “devretmek” için yıllar sonra gerekçe veriyor. Ve Sırrı Süreyya Önder, bir kahvede bana ezberden “Atatürk’ün Türk Ordu’suna değişmeyen mesajını” okuyor. İşkence ile ezberletilen mesajı unuttuğu yerlerde şimdi gülüyor... Ses kaydı bende, durup durup “Neydi yav?” diyor.

Tuğrul Eryılmaz Ankara’da zengin solcuların hangi bara, öğrencilerin hangi kahveye gittiğini anlatıp, gülüyor. Keçiören’de buluştuğum Hasan “Hacı” Eğlenceoğlu eski abileri anlatıp ağlıyor. Bir mahallenin nasıl direnişe geçtiğini anlatırken oturduğumuz hastanede Demet Akalın çalıyor. Hikâyeler şehirlerin hiç beklenmedik yerlerinde bekliyor fakat aynı esnada Gezi’deki gençler kurdukları komünün benzerlerinin “komin” diyen köylü kadınlar tarafından yıllarca sürdürüldüğünü bilmiyor.

“Kemalist teyze” dedikleri kadınların bir zamanlar en çılgın hikâyelerin kahramanları olduklarını, cep telefonlarını kemerlerine takan o amcaların şehirleri yönettiğini, yazlıkta kasketle balkonda oturan aksi adamın topraksız köylüleri örgütlediğini... Biliyorlar mı? Belki de iyidir bu. Çünkü gençler en azından, 80’de büyüyenler gibi hiç katılmadıkları bir kavgada yenilmiş olarak büyümenin ne demek olduğunu da bilmiyor.  Zaten solcu gençlerin cami bile yaptıklarını belki kimse hatırlamak istemiyor.

Kadriye abla (Kansu) Ankara TRT binasında yaşadıkları 80 yazını anlatırken “İyiydi be Ece” diyor, “Yine de güzeldi.” Neden? Herhalde bu sorunun cevabını, bundan otuz yıl sonra biber gazını, dayağı anlattıktan sonra hala gülerek “Gezi iyiydi be!” diyecek olanlar biliyor. Hüzün nesilden nesle devam ediyor ama insanlarla konuşunca görüyorsunuz ki çılgınlık da, evet evet, devrediyor.



"Ben artık susmak istemiyorum. Çünkü insan belki hiç konuşamaz bir kere susarsa. Kuğu gibi dili dışarıda kalır, ses çıkmaz. Ben artık hep konuşacağım."

Bu bir devir romanı. Herkesin zamanı bir başkasına devrettiği hayatta, Ali ve Ayşe'nin beraber kurdukları gizli bir dünya var içinde. Sadece o iki çocuğun gördüğü ve bir tek dilsiz kuğuların bildiği bir yer. O dünyada bugün yaşadıklarımıza asıl biçimini verenler, yani unuttuğumuzu hatırlamadığımız şeyler var... Ece Temelkuran, yalnızca çocuk gözümüzle bakınca hatırlayacaklarımızı anlatıyor. Dilsiz kuğuların dün söylediklerini yarına devrediyor...


(Tanıtım Bülteninden)








Türkçe
504 s. -- 2. Hamur-- Ciltsiz -- 13 x 19 cm
İstanbul, 2015
ISBN : 9789750724411
Etiket Fiyatı   : 25,00 TL (KDV Dahil)
idefix Fiyatı   :18,75 TL (KDV Dahil)
E- kitap 12.5
WeBCaNaVaRi Botu

Bu Site Mükemmel :)

*****

Çevrimİçi Çevrimİçi

Mesajlar: 222 194


View Profile
Re: Devir - Ece Temelkuran
« Posted on: Nisan 17, 2024, 01:19:52 ÖÖ »

 
      Üye Olunuz.!
Merhaba Ziyaretçi. Öncelikle Sitemize Hoş Geldiniz. Ben WeBCaNaVaRi Botu Olarak, Siteden Daha Fazla Yararlanmanız İçin Üye Olmanızı ŞİDDETLE Öneririm. Unutmayın ki; Üyelik Ücretsizdir. :)

Giriş Yap.  Kayıt Ol.
Anahtar Kelimeler: Devir - Ece Temelkuran e-book, Devir - Ece Temelkuran programı, Devir - Ece Temelkuran oyunları, Devir - Ece Temelkuran e-kitap, Devir - Ece Temelkuran download, Devir - Ece Temelkuran hikayeleri, Devir - Ece Temelkuran resimleri, Devir - Ece Temelkuran haberleri, Devir - Ece Temelkuran yükle, Devir - Ece Temelkuran videosu, Devir - Ece Temelkuran şarkı sözleri, Devir - Ece Temelkuran msn, Devir - Ece Temelkuran hileleri, Devir - Ece Temelkuran scripti, Devir - Ece Temelkuran filmi, Devir - Ece Temelkuran ödevleri, Devir - Ece Temelkuran yemek tarifleri, Devir - Ece Temelkuran driverları, Devir - Ece Temelkuran smf, Devir - Ece Temelkuran gsm
Sayfa 1
Yukarı Çık :)
Gitmek istediğiniz yer:  


Benzer Konular
Konu Başlığı Başlatan Yanıtlar Görüntü Son Mesaj
Akınsoft Wtm Platinum Devir
A B C D E
Furkan 1 917 Son Mesaj Temmuz 15, 2008, 10:04:56 ÖÖ
Gönderen : By.CeZa
İslami Devir Türk Edebiyati (11-19. Yy.)
Edebiyat
*GeLinCiKk 1 1311 Son Mesaj Nisan 18, 2010, 11:01:08 ÖS
Gönderen : Hephaestus
Ece Temelkuran
Kim, Kimdir ?
Liza 0 843 Son Mesaj Kasım 25, 2011, 01:30:03 ÖS
Gönderen : Liza
Bir Devir Daha Sona Erdi!
Bilim - Teknoloji ve Bilim Adamları
-o_o-GökhaNur-o_o- 0 733 Son Mesaj Ocak 18, 2012, 09:02:22 ÖS
Gönderen : -o_o-GökhaNur-o_o-
Devir Teslimler Başladı
Güncel Haberler
SaviorAngel 0 561 Son Mesaj Ocak 25, 2013, 10:59:18 ÖS
Gönderen : SaviorAngel


Theme: WeBCaNaVaRi 2011 Copyright 2011 Simple Machines SiteMap | Arsiv | Wap | imode | Konular