0 Üye ve 1 Ziyaretçi Konuyu İncelemekte. Aşağı İn :)
Sayfa 1
Konu: Bizans Mimarisinin Özellikleri  (Okunma Sayısı: 1629 Kere Okundu.)
« : Mart 23, 2012, 10:58:25 ÖS »
Avatar Yok

-o_o-GökhaNur-o_o-
*
Üye No : 17147
Nerden : İzmir
Cinsiyet : Bayan
Konu Sayısı : 2158
Mesaj Sayısı : 4 756
Karizma = 12093


Bizans Mimarlığı (İstanbul)

Kiliseler
451 yılında Khalkedon (Kadıköy) konsili yani Kilise ileri gelenlerinin önemli kararlar aldıkları genel kurul, Konstantinopolis kilisesi ile Roma kilisesinin eşitliğini resmen ilan etmiştir. Bu daha sonraki tarihlerde Doğu’nun Ortodoks kilisesini, Batı’nın Katolik kilisesinden ayıran büyük ayrılığın başlangıcı olmuştur. Azizler katında kabul edilen İmparator Büyük Konstantin tarafından kurulan bu kent, Doğu kilisesi’nin merkezi olmuştur. Söylentiye göre Aziz Andreas bu kentte vaazlar vermiştir.
Yine bu kentte İmparator Iustinianos tarafından 532-537 yılları arasında Hıristiyan dini yapılarının en görkemlisi inşa edildi. Hagia Sophia (Kutsal Hikmet) adını taşıyan kilise ard arda yangınların harap ettiği diğer kiliselerden sonra yapılmıştır. 27 Aralık 537 yılında açılışı yapılan bu anıtın Batı Anadolulu iki, mimarı vardı. Tralles (Aydın)’li Anthemios ve Miletos’lu İzidoros. lustinianos büyüklüğü ve görkemli yapısıyla Süleyman’ın tapınağını kat kat geçen bu eserden gurur duyuyordu. Büyük Kilise ya da şimdiki adıyla Ayasofya bir bazilika planına sahiptir ve ahşap bir çatı yerine 32.37 m. çapında merkezi bir kubbeyle örtülmüştür. Yerden 55 m. yükseklikte olan bu kubbenin baskısı yarım kubbeler, kemerler ve tonoz sistemi ile karşılanmıştır.

Ayasofya duygu yönünden Hıristiyan mistisizmasının anıtlaştığı bir eser olmakla beraber, onun kitlesinde eski Roma İmparatorluğu’nun haşmet ve dev ölçülü olmak eğiliminin de açık belirtisi vardır. Ancak ölçüleriyle dünyanın başlıca büyük anıtlarından sayılan bu eseri, kubbe baskısı ve yan desteklerin yetersizliği karşısında ayakta tutmak için yüzyıllar boyunca çaba harcanmıştır. Bizans, Ayasofya’nın büyüklüğü ve kubbesinin göz alıcı haşmeti karşısında onu olağanüstü bir yapı olarak duymuş ve öylece değerlendirmiş fakat onun mimari özelliklerini geliştirerek yeni çözümler aramak yoluna gitmemiştir. Bu bakımdan Ayasofya Bizans sanatının içinde benzersiz ve tek kalmıştır. Ayrıca Ayasofya Bizans sanatının henüz Roma sanatının baskısı altında bulunduğu ve kendi varlığını, bulma yolunda olduğu bir dönemin eseri olduğundan ilerlemiş Bizans mimarisinin bir temsilcisi sayılamaz.




 

Bizans sanatının son altın çağının en zengin mozayik koleksiyonunu görmek için Khora Manastırı’nın (bugünkü Kariye Camii) küçük zarif kilisesine gitmek gerekir. Komnenoslar döneminde Kiborion biçiminde mekânlı olarak yeniden yaptırılan kilise 1310-1320 arasında hazine nazırı Theodoros Metokhites tarafından genişletilmiş ve mozayiklerle süslenmiştir.


Duvarları ve kubbeleri süsleyen bu mozayik ve freskolar şaşırtıcı bir canlılık ve tazelik gösterir. Önceki çağın alışılmış yeknesak fonu burada yerini mimari motiflere Hellenistik özellik gösteren manzaralara bırakır. Bu görünümler İsa ve Meryem’in hayat sahnelerine canlı, insani ve duygusal bir hava katarlar.Giotto’nun Arena Capella’sının freskolarıyla çağdaş olan bu freskolar, olağanüstü dengeli kompozisyonları ve zengin renkleriyle kendini gösterir. Esas ibadet mekanının kapısının üstünde ince bir zevkle yapılmış Meryem’in Ölümü (Koimesis) sahnesi seyirciyi özellikle etkiler. İç ve dış narthexler’de sonradan yazılmış Incillerden alınmış sahneler işlenmiştir. Kilisenin güney cephesine bitişik mezar şapeli (parekklesion) freskolarla süslüdür. Bunlar arasında Son Duruşma, boyutları ile dikkati çeker. Diriliş sahnesinin ihtişam ve canlılığı ile Ortaçağ sanatında özel bir yeri vardır ve Hıristiyan resim sanatının tartışılmaz bir şaheseridir. Bina cami olduğu süre boyunca mozayik ve freskoları tamamen örtülü değildi ve bu yüzden de eskiden beri bilinmekteydiler. 2. Dünya Savaşından sonraki yıllarda Amerikan Enstitüsü’nün yardımıyla mozaik ve freskolar temizlenmiş ve onarılmışlardır. Buradaki estetik prensipler Bizans Rönesansı’nın bu ünlü eserinin dış mimarisinde de kendini gösterir.
Bizans dini mimarisinin birbirini izleyen devirleri, bugün bazıları camiye çevrilmiş veya harap olmuş, bazıları da kalıntı halinde günümüze kadar gelmiş kiliselerde görülebilir. 454-463 yılları arasında yapılmış Studios Manastırı’nın bir parçasını oluşturan Ilagios Ioannes Prodromos Bazilikası (Imrahor Ilyas Bey Camii) dengeli ve zarif mimari çizgileriyle göze çarpar.
Yeşil mermerden yapılmış iki sıra sütunla üç nefe ayrılmış bir mekana sahip kilisenin önünde güzel bir revak vardır. 1782 yangınından sonra sağdaki sütun dizisi ve üzerindeki galeri yok olmuştur. Buna karşılık, büyük bir ihtimalle 13.yüzyılda. yapılmış birbirine geçmeli zengin mermer döşeme süslemesinin kalıntılarını bugün de görmek mümkündür.
Merkezi planlı Sergios ve Bakkhos Kilisesi, (Küçük Ayasofya Camii) bir söylentiye göre rüyasında gördüğü Aziz Sergios’a, lustinianos tarafından 530 yılında adak olarak yaptırılmıştır. Kilisenin içini çeviren bir kuşağın üzerinde güzel harflerden meydana gelmiş bir yazıda lustinianos ve “çok dindar karısı Theodora”nın adları okunur. Mimari olarak Ravenna’daki San Vitale Kilisesi’ne benzeyen bu bina, yapı şekli ve mimari süslemesiyle Antik geleneğe bağlıdır.

Ayasofya ile aynı alanda bulunan Hagia Eirene Kilisesi patrikhane kilisesi olarak 6.yüzyılda yapılmış, 8.yüzyılda önemli bir onarım geçirmiştir. Burada yapı, esas mekânın dört beşik tonozla desteklenen ana kubbesiyle Yunan haçı biçimli plan sisteminin bir öncüsü olarak belirlenmektedir. Burada apsis yarım kubbesini büyük bir mozayik haç süslemekte, kemerde Tevrat’tan alınmış bir yazı, mozayik harflerle uzanmaktadır. Ikonoklazma yıllarında kiliselerde yalnız haça izin verildiğine göre bu süslemenin de o dönemde yapıldığı düşünülebilir. Kilisenin narthex kısmında ve sağ nefinde de bazı duvar süslemeleri kalıntıları vardır.

İstanbul’ daki eski Bizans kiliseleri içinde, atrium denilen avlusunu ana hatları ile koruyabilmiş tek yapı, Hagia Eirene Kilisesi’ dir. Geçen yüzyılda önemli ölçüde değişikliğe uğrayan bu avlunun ortasında ise kırmızı porfir taşından işlenmiş büyük iki imparator lahdi bulunmaktadır. Geçen yüzyıl içlerinde bu yapı ilk Türk müzesi olduğunda buraya getirilen bu lahitler bilinmeyen bir dönemde imparatorların mezarlarının bulunduğu yerden çıkarılmışlardır.
Küçük yapılar arasında erken bir döneme ait olduğu sanılan ve aslında bir mezar binası olması mümkün görülen Şeyh Süleyman Mescidi, üstü kubbeyle örtülü, altı kare üstü sekizgen bir binadır. Bunun yakınındaki Pantokrator Manastırı’nın (Zeyrek Camii) kütüphanesi olduğu yolundaki iddia dayanaksız bir hipotezdir. 1894 depreminde yıkılmışken, son yıllarda yeniden yapılan dışı sekizgen ve içi haç biçimindeolan Sancaktar Mescidi de sonraları şapel haline getirilmiş, bir erken dönem (4-5.yy.?) yapısıdır.

Daha sonra haç şekli köşe duvarları ile meydana getirilen, iç görünüşü daha ağır bir biçimde olan kilise tipleri vardır. Meryem Diakonissa ya da Alcataleptos Manastırı (Kalenderhane Camii), Hagia Thekla (Atik Mustafa Paşa Camii), Hagia Theodosia (Gül Camii) bu tipin temsilcileridir.






Hiçbirinin yapıldıkları tarih kesin olarak bilinmemekle beraber bunların 8-10. yüzyıllarda yapıldıkları sanılır. Haç biçimli mekânın gelişmiş şeklinde ise kubbeyi destekleyen büyük tonozlar dört sütuna dayanır. Diğerine göre yapının içine daha hafif ve açık bir görünüş veren bir sistem Istanbul’da 10. yüzyıla ait 1.Romanos Lekapenos (920-944) tarafından yaptırılan Myrelaion Manastır Kilisesi olan Bodrum Camii, 910 yılına doğru yapılan Lips Manastır Kilisesi olan Fenari Isa ‘Camii’nin kuzey kanadı ve 11. yüzyıl sonlarında Komnenos sülalesinin annesi Anna Dalassena tarafından yaptırılan Pantepoptes Manastırı Kilisesi olan eski Imaret Camii ile 12. yüzyıldan kalma Pantokrator Manastır Kilisesi olan Zeyrek Camii’nde temsil olunmuştur.



 




Bu sonuncu kilise, portreleri Ayasofya’nın galerisini süsleyen 2 .İoannes Komnenos ve karısı Eirene tarafından kurulmuş büyük bir dini tesisin merkeziydi. Bitişik üç yapıdan oluşan kilisenin ortadaki parçası imparator sülalesinin mezar şapelidir. Birbirine bitişik üç yapıdan en büyüğü olan güneydekinin tabanı çok zengin renkli taşlardan desenler meydana getiren bir döşeme mozayiği ile süslenmiş, pencerelerine renkli camlar takılmış, duvarları mozayiklerle bezenmişti. Son yıllarda parçaları bulunan camlar Bizans sanatında rastlanan ender örneklerdir. Bugün sadece mahzenleri ve sarnıçları kalan manastırın, kurulduğunda bir kütüphanesi ile 50 yataklı bir de hastanesi olduğu günümüze kadar gelen kuruluş yönetmeliğinden (Typikon) öğrenilmektedir. Haç biçiminde mekânı ve kubbesi dört sütun tarafından taşınan kilise tipinin çok ufak ölçüde olmakla beraber, sevimli bir örneği ise Çarşamba’da eski adı bilinmeyen, Ahmed Paşa Mescidi olan kilisedir. Gerçek Bizans kilise mimarisi başlangıçta meydana getirdiği Ayasofya’ya bir daha erişmeye çaba harcamamış, plan bakımından Hıristiyan sembolizmine de uygun düşen haç biçimindeki mekân kiliseleri tekrarlanmıştır. Bu plan tipinin dışına çıkan bazı denemeler ise İstanbul’daki yapılarda görülmez.
Bizans sanatının son döneminde kiliselerin mimarisi daha değişik bir görünüm almıştır. Ana kubbenin örttüğü orta mekân yükselten ve bunu üç taraftan saran daha basık dehlizlerden oluşan yeni bir kilise biçiminin ortaya çıktığı görülür. Ayrıca dış mimarinin de eskiye oranla çok daha hareketlilik ve renklilik kazandığı da başlıca özelliklerdendir. Palaiologos sülalesinin fertlerinin çoğunun gömüldüğü Lips Manastırı’nın (Fenari Isa Camii) Güney kilisesi, Mikhael Glabas’ın karısı Maria’nın “hayatının ışığı ve nefesi” dediği kocası için yaptırdığı Pammakaristos Manastırı’nın (Fethiye Camii) mezar şapeli, Vefa Kilise Camii olarak bilinen ve eski adının Hagios Theodoros olduğu sanılan kilisenin dış narthex’i, 1261-1325 yılları arasında yapılmışlardır.





Hepsi de zarif mimarileri ile dikkati çekerler. Bu dönemin mimarisinin başlıca önemli özelliği yapıların dış yüzlerinin ince, zarif, canlı ve ‘hareketli bir görünüş almış olmasıdır. Bu dış etki yapı malzemesinin renkli desenler meydana getirecek biçimde kullanılması ile de arttırılmıştır. Bunun için özel kesilmiş taşlar, süs tuğlaları, çömlekleri de yapılmıştır. Kilisenin cephelerinin nişler, pencereler, sütunlara dayanan kemerlerle adeta bir saray cephesi gibi süslenmesi İtalya’dan Osmanlı Beyliği’ne kadar uzanan, bütün Akdeniz ülkelerine yayılan yeni bir sanat zevkinin, belirtisidir.
Aynı yıllarda Theodora Raouleina adında bir kadın tarafından yeniden yaptırılan Hagios Andreas Kilisesi (Koca Mustafa Paşa Camii) de, dehlizli kiliselerin bir örneği olmakla beraber, Türk devrinde camiye çevrildiğinde dışı yeni bir duvar kılıfı içine alındığından bu özellikler artık görülemez. Fakat Lips ve Pammakaristos manastırları kiliselerinin dışları bu hususta gayet güzel fikir verirler. Bu dönemin freskoları ve mozayikleri gibi mimarisinde de hareket, renk ve canlılık doludur. Bu döneme ait resim sanatını Kariye dışında, Vefa Kilise Camii dış narthex’i kubbelerinde ve Fethiye Camii mezar şapelinde görmek mümkündür. Kilise Camii narthex kubbelerini süsleyen mozayiklerde ortada Meryem ve Isa, kubbe dilimlerinin içlerinde ise Tevrat peygamberleri yer almaktadır. Fethiye Camii yan şapelinde kubbede bir Isa resminden başka, kemer ve tonozların çeşitli yerlerinde dini konular ve bu arada bir Deisis sahnesi dikkati çeker. Bu mozayikler üslup bakımından aynı dönemde yapılan Kariye mozayik ve freskolarına tamamen uymakta ve bunlarda da Isa’nın insancıl bir görünümle belirmesine çalışıldığı bellidir. Figürlerin canlı ve bilhassa plastik değerlerini ortaya koyacak bir biçimde işlenmiş oldukları görülür. Sultanahmet’te Adliye Sarayı bitişiğinde 1941’de meydana çıkarılan Hagia Euphemia Martyrionu ise aslında 5.yüzyıla ait bir yuvarlak bina olmakla beraber, aynı dönemde duvarları fresko resimlerle süslenmiştir. Bu resimlerde Kadıköylü (Khalkedon) genç bir kız olan Azize Euphemia’nın inancı uğruna katlandığı işkenceler ve ölümü, bugünün bir resimli romanı gibi anlatılmıştır.
Saraylar
Bizans İmparatorluğu’nun Büyük Saray’ı 10.yüzyıl sonuna kadar onarılan, büyütülen bir kent görünümündeydi.

Fakat 11.yüzyıl sonlarına doğru bu saray terk edilmiş ve kentin kuzeybatısında surların yakınındaki Blakhernai’ye geçilmişti. Bizans’a ait pek çok önemli olayın geçtiği ve bugünkü Sultanahmet parkından, Marmara kıyısına kadar uzanan bölgeyi kaplayarak sınırları içinde pek çok yapılar, tören salonları, kiliseler, bahçeler, oyun yerleri vs. bulunduğu kaynaklardan öğrenilen, zenginlik ve ihtişamı, görenler tarafından belki biraz abartılarak övülen bu saraydan günümüze, revaklı bir avlusunun mozayikli zemini kalmıştır.

Araları maskelerle süslü geniş bir dal kıvrımının çerçevelediği geniş bir beyaz zeminin üstüne adeta serpiştirilmiş bir halde dağınık olarak insan, hayvan, ağaç, av, dini tören, efsane yaratıkları gibi konular işlenmiştir. İmparatorluk Sarayı’ndan günümüze kadar gelen en önemli yapı kalıntısı ise, kemerleri deniz surları üzerinde görülen harap bir pavyondur. Burasının Bizans Sarayı’na sığınmış Sasani prensi Hormisdas’ın ve tahta çıkmadan önce genç İustinianos’un yaşadığı ev olduğu genellikle kabul edilen bir iddiadır. İmparator olduktan sonra lustinianos burayı, Büyük Saray’ın sınırları içine aldırmıştır. Tuğladan yapılmış, peşpeşe sıralanan tonozlu ve kemerli bölümlerden oluşan bu pavyonun birkısmı buradan tren yolu geçirilirken yıkılmış, bir kısmı ise arkadaki evlerin altında kalmıştır. Bu pavyonun mermer çerçeveli bir dizi penceresi Marmara Denizi’ne bakar. Bu pencerelerin aralarındaki kapı açıklık ile, duvarda kalıntıları görülen mermer konsollar, bu cephede evvelce boydan boya bir de balkonun uzandığının işaretleridir. Buradan sökülerek müzeye götürülen zarif bir biçimde işlenmiş mermer pervazlarla birkaç sütun başlığı, sarayın çoktan kaybolmuş ihtişamının son kalıntılarıdır. Bu pavyonun altında ilgi çekici bir sarnıç-mahzen ile yanında sarayın denize açılan küçük bir kapısı bulunmaktadır. Az ötede ise surlardaki bir çıkıntı, Büyük Saray’ın imparator iskelesidir. Evvelce iki büyük kemeri olan bu çıkıntının eteğindeki rıhtıma yanaşan kayığından imparator, bir merdivenle saraya geçebiliyordu. Daha Bizans devri içlerinde, 11.yüzyıldan itibaren terk edilerek harap olmaya bırakılan Büyük Saray’ dan bugün başkaca toprak üstünde, evler arasına sıkışmış bir merdiven kulesinden başka bir şey kalmamıştır.





Kentin diğer ucunda bir kalıntı, Türk devrinde Tekfur Sarayı denilen yapı 12. yüzyıldan hükümdarlıklarının sonuna kadar Bizans imparatorlarının içinde yaşadıkları Blakhernai Sarayı’nın ayakta kalabilen tek parçasını teşkil eden önemli bir eserdir. Haliç’e hakim bir yerde, surlara bitişik olarak kurulmuş bir pavyondur. Surlara dayalı ve duvarlar arasında kalmış olmasına rağmen, görkemli görüntüsüyle bu askeri mimarinin arasında kendini gösterir.

Bizans imparatorluk Sarayı’nın tek örneğini teşkil eden bu binanın bütün incelemelere rağmen eski adının bilinememesi hayret vericidir. Yanlış olarak buraya genellikle Konstantin Porphyrogen ı Sarayı denilmektedir. Daha sonraki onarım izlerine rağmen, 11-12.yüzyıllara daha doğrusu Komnenoslar dönemine ait olabilecek bir saraydır. Biz buranın 1. Manuel Komnenos’un (1143-1180) hem kente, hem denize ve hem de dışarıdaki araziye hâkim bir yerde yaptırdığı Yüksek Saray olduğunu söylemek isteriz. Esas cephe iki duvarla sınırlı bir avluya açılmaktadır. Zemin katın çifte kemerli revakları ve iki üst katın pencerelerinin etrafları zengin bir tuğla işlemesiyle süslüdür. Katları belirleyen kuşaklar, pencere alınlıkları, boşaltma kemerlerinin arasında kalan üçgen alanlar açık renkli taşların ve tuğlaların oluşturduğu uyumlu geometrik motiflerle süslenmiştir. Sarayın zemin katı tonozları sütunlara dayanan bir giriş holü durumundadır. Diğer iki katın ahşap döşemeli oldukları ve binanın üstünün kiremit örtülü bir çatı ile kapatıldığı kalıntılardan anlaşılmaktadır. Her bir tarafa pencereleri olan üst katın imparatora mahsus daire olduğu kolayca tahmin edilebilir. Bu katın Haliç’e bakan cephesi önünde evvelce bir de balkon bulunuyordu. Kente bakan cephede ise, dışarı çıkıntı teşkil eden, içine ancak bir kişinin girebileceği çok ufak bir ibadet hücresinin., bir şapelin varlığı da dikkati çeker. Tekfur Sarayı’nın az ilerisinde, Blakhernai saraylarından başka bir pavyonun sur duvarı üstünde kalmış pencereli bir duvar parçası görülebilir.

Sarayburnu - Ahırkapı bölgesinde bulunan ve ancak 11 .yüzyılda nisbeten kısa bir süre kullanılan Manganoi Sarayı’ndan ise sadece temeller ve mahzenler kalmıştır, bunlar da binanın esas planı hakkında fikir vermezler. Adliye Sarayı yerinde ve yanında yeni yapılan kazılarda Lausus ve Antiochus sarayları gibi birkaç özel sarayın kalıntıları bulunmuştur.

Bugünkü İstanbul Belediye Sarayı’nın inşaatı sırasında bulunan çiftlik ürünlerini getiren köylüleri tasvir eden mozayiklerin, biraz ileride kalıntıları görülen 6.yüzyıla ait Hagios Polyevktos Kilisesi’ni de yaptıran Prenses İuliana Anicia’nın sarayına ait olduğu sanılır. İstanbul Lisesi’nin alt tarafında, Cemalnadir sokağında bulunan çeşitli bölümlerden meydana gelen bir altyapının da bir özel sarayın hatta belki de 11 .yüzyılda yaşayan Botaniates’in Sarayı’nın kalıntısı
Bizans imparatorlarının kaynaklarda adları geçen, kent dışındaki sayfiye saraylarından günümüze kadar hiçbir şey kalmamıştır. Küçük Çekmece de eski Region kenti yerinde kazılarda bulunan kalıntıların böyle bir saraya ait olup olmadıkları kesinlikle aydınlanmamıştır. Yalnız tek istisna Anadolu yakasındaki bir saraydır. Bu İstanbul’un Bostancı semtinde bulunan Bryas Sarayı’dır. Binanın günümüze kalan büyük mahzenleri, üst yapısı hakkında bilgi vermeye yeterlidir.Gerçekten bu bina Emevi ve Abbasi saraylarıyla büyük benzerlik gösterir. İmparator Theophilos’un (829-842) burayı çağdaş Arap saraylarından örnek olarak yaptırdığı bilinmektedir.

WeBCaNaVaRi Botu

Bu Site Mükemmel :)

*****

Çevrimİçi Çevrimİçi

Mesajlar: 222 194


View Profile
Re: Bizans Mimarisinin Özellikleri
« Posted on: Mart 29, 2024, 04:00:01 ÖS »

 
      Üye Olunuz.!
Merhaba Ziyaretçi. Öncelikle Sitemize Hoş Geldiniz. Ben WeBCaNaVaRi Botu Olarak, Siteden Daha Fazla Yararlanmanız İçin Üye Olmanızı ŞİDDETLE Öneririm. Unutmayın ki; Üyelik Ücretsizdir. :)

Giriş Yap.  Kayıt Ol.
Anahtar Kelimeler: Bizans Mimarisinin Özellikleri e-book, Bizans Mimarisinin Özellikleri programı, Bizans Mimarisinin Özellikleri oyunları, Bizans Mimarisinin Özellikleri e-kitap, Bizans Mimarisinin Özellikleri download, Bizans Mimarisinin Özellikleri hikayeleri, Bizans Mimarisinin Özellikleri resimleri, Bizans Mimarisinin Özellikleri haberleri, Bizans Mimarisinin Özellikleri yükle, Bizans Mimarisinin Özellikleri videosu, Bizans Mimarisinin Özellikleri şarkı sözleri, Bizans Mimarisinin Özellikleri msn, Bizans Mimarisinin Özellikleri hileleri, Bizans Mimarisinin Özellikleri scripti, Bizans Mimarisinin Özellikleri filmi, Bizans Mimarisinin Özellikleri ödevleri, Bizans Mimarisinin Özellikleri yemek tarifleri, Bizans Mimarisinin Özellikleri driverları, Bizans Mimarisinin Özellikleri smf, Bizans Mimarisinin Özellikleri gsm
Sayfa 1
Yukarı Çık :)
Gitmek istediğiniz yer:  


Benzer Konular
Konu Başlığı Başlatan Yanıtlar Görüntü Son Mesaj
Bizans Sanatı
Dünya Kültürleri
FeMoX 3 1811 Son Mesaj Mayıs 07, 2009, 08:58:30 ÖS
Gönderen : x[BLack RoSe]x
Bizans İmparatorluğu
Tarih
seyyah 0 1135 Son Mesaj Temmuz 11, 2008, 11:33:40 ÖS
Gönderen : seyyah
Çaka Bey Ve Bizans
Tarih
seyyah 0 917 Son Mesaj Temmuz 12, 2008, 03:36:37 ÖÖ
Gönderen : seyyah
Bizans Neden Yıkıldı ?
Tarih
seyyah 0 845 Son Mesaj Temmuz 12, 2008, 04:42:09 ÖS
Gönderen : seyyah
Kıbrıs Arap Bizans Kondominiyumu
Yabancı Tarih
Asortik Hatun 0 630 Son Mesaj Aralık 06, 2012, 05:00:42 ÖS
Gönderen : Asortik Hatun


Theme: WeBCaNaVaRi 2011 Copyright 2011 Simple Machines SiteMap | Arsiv | Wap | imode | Konular