0 Üye ve 1 Ziyaretçi Konuyu İncelemekte. Aşağı İn :)
Sayfa 1
Konu: Bilgi Üniversitesinde bir Ögr. Görev.  (Okunma Sayısı: 1704 Kere Okundu.)
« : Mart 26, 2008, 11:29:05 ÖÖ »

xxRuzqaRxx
*
Üye No : 2
Nerden : İstanbul
Cinsiyet : Bay
Konu Sayısı : 1921
Mesaj Sayısı : 13 559
Karizma = 57


Bilgi Üniversitesinde bir Ögr. Görev.

Bilgi Üniversitesi’nde bize tarih öğreten bir öğretim üyesinin yazısını ibretle okuyunuz, okuyunuz ki kendi yurdumuzda kendi insanlarımızı kimlere altın tepside sunduğumuzu görünüz. Bir zamanlar ihanetten yargılananlara karşın eğitimimizi ve kültürümüzü bu hallere düşürenler ile önümüzdeki 20 yılın kuşağının kültürel travmaya uğramasının yolunu açanların öncelikle yargılanmasını diliyorum.
Kalin saglicakla
Rehan Gündogmus

Rheinischer Merkur; 01.03.2007
Christoph K. Neumann

Açık Yara

1915 soykırımının uzun ve trajik bir ön hikayesi vardır. Bu ön hikaye, Ankara'nın suçunu kabul etmekte neden bu kadar zorlandığını göstermektedir.

Tarihi bakımdan kesin olan bir şeyle başlamayalım: Birinci Dünya Savaşına kadar Osmanlı İmparatorluğunda milyonluk bir Ermeni nüfusu vardı. 20'li yıllarda tekrar sayım yapıldığında, (daha küçük) Türkiye topraklarında artık sadece takriben 100 000 Ermeni yaşamaktaydı. Bunların büyük bölümü de İstanbul'da bulunuyordu. Arada olanlar ise, akıl almaz bir zulüm hikayesidir.

Ermeni soykırımını anlamak için çok gerilere dönmek gerekiyor. 19. yüzyıla kadar "Ermeni" kelimesi çift anlamlıydı: Gregoryan-Ermeni Kilisesine aidiyet ve Ermeniceye hakimiyet. Osmanlı İmparatorluğunda, başka Hıristiyan ve Musevi cemaatlerde olduğu gibi Ermenilere de sadece müsamaha edililip var olma hakkı tanınmakla kalınmıyordu. Erken yeniçağ imparatorluğu kendi topraklarında Greogoryan Kilisesine devlet kurumu muamelesi yapıyordu. Örneğin İstanbul'da, Patriği Padişah tarafından atanan bir Patrikhane kurulmuştu.

Yani Ermeniler, sünni Müslümanlara kıyasla çeşitli şekillerde ayrımcılığa uğrasalar da güvence altında yaşamaktaydılar. Fakat 19. yüzyılda bu durum iyice sarsıldı ve aynı zamanda da iyileşti. Özellikle zengin Ermeniler arasında Katoliklik yaygınlaştı ve bir Ermeni-Katolik Kilisesi oluştu (sonraları bunu daha küçük bir Ermeni-Protestan Kilisesi izledi). Bu Kiliseler, ekonomik ve askeri bakımdan zayıf düşen çok uluslu Osmanlı Devletindeki nüfuz mücadelelerinde himayeleri altındaki Hıristiyan unsurları kullanan batılı güçlerin büyük etkisi altında bulunmaktaydı. Reform sürecindeki İmparatorluk, müslim ve gayrimüslimlere eşit hakları ayak sürerek tanıdı. İktidar diğer taraftan da, tebasını emperyal süper güçlerin nüfuzundan kurtarmak istiyordu.

Buna paralel olarak Osmanlıdaki gayri müslimlerin mezhepsel kimliği yavaş yavaş etnik ve ulusal bir kimliğe dönüşmeye başladı. Bu milliyetçilik dinamit etkisi yaptı. 19.yüzyılın son onyıllarından itibaren bilhassa Doğu Anadolu'da sosyalist Ermeni milliyetçisi partiler faaliyet göstermekteydi. Bunlar propaganda, eğitim ve terör eylemleri vasıtasıyla önce bir Ermeni isyanı sonra da Ermeniler lehine batılı güçlerin müdahalesini tahrik etmek istemekteydi. Bu, kısa bir süre önce Bulgaristan'da başarıyla uygulanan bir reçeteydi. Söz konusu partiler faaliyetlerini Rus topraklarından yönetiyordu. Çar yönetimi, 1878 yılında Doğu Anadolu'da Kars ve Batum illerini ele geçirdiği ve nüfuzunu genişletmek istediği için bunlara göz yumuyordu.

Tabi ki Ermeniler sadece Kafkaslarda ve Anadolu'da yaşamıyordu. Kilikya ve Orta Anadolu'da da Ermeni nüfusu mevcuttu. Osmanlı'nın bütün büyük şehirlerinde de Ermeni cemaatleri vardı. Fakat Osmanlı İmparatorluğu'nun hiç bir büyük ilinde Ermeniler çoğunlukta değildi.

Bu şartlar altında iki taraf da işlerin çığrından çıkması halinde bundan yarar sağlayabileceklerini düşünüyordu - ve siyasi olarak hiç faal olmayan Ermenilerin çoğunluğu mağdur duruma düştü.

Atatürk Darwin'in İzinde

1894'den1896'ya kadar ve ondan sonra 1909 yılında Ermeniler katliamlara ve vahşete maruz kaldı. Bu olaylar binlerce insanın hayatına maloldu. Özellikle de 1909 yılındaki Kilikya katliamları korkunç bir olaydı. Bir yıl önce İstanbul'da Jöntürkler iktidara gelmişti. Anayasal bir devlet kurmak için uğraş veren İttihat ve Terakki Partisi, "nüfus grupları arasında birlik" hedefliyordu. Fakat bununla kalmayacaktı. Çünkü Jöntürklerin liderleri birkaç yıl içerisinde, dönemin seküler hareketleri arasında Avrupa'da da oldukça yaygın olan sosyaldarwinist özellikte bir milliyetçilik geliştirdi. Osmanlı'nın merkez bölgelerinin (Doğu Anadolu da buna dahildi) yavaş yavaş Türkleştirilmesini öngören planlar ve alınan ilk önlemler kanıtlanmıştır. Aynı zamanda emperyalist politikaların etkisi de artıyor ve Osmanlı İmparatorluğu 1912 ve 1913 yıllarındaki Balkan Savaşlarını kaybediyordu.

Anadolu Ermenilerinin yok edilmesini mümkün kılan şartları Birinci Dünya Savaşı yarattı. Kimi tereddütlerden sonra Osmanlı İmparatorluğu, Alman İmparatorluğu ve Habsburg Handenalığı'nın yanında savaşa girdi. Harbiye Nazırı Enver'in 1915 yılında Kafkaslara hücüm etme denemesi kışa ve Ermeni birliklerince de desteklenen Rus direnişine takıldı. Bunun neticesinde askeri ve insani bir felaket yaşandı. 24 Nisan 1915 tarihinde Osmanlı Hükümeti 235 meşhur İstanbullu Ermeni'yi tutukladı. Çoğu öldürüldü.

Aynı zamanda Doğu Anadolu'da bulunan Van ilinin Osmanlı Valisi, Rus birlikleri yaklaşırken bölgedeki Ermenileri ortadan kaldırmaya ("liquidieren") başladı. 18 Mayıs'ta Van Ruslar tarafından ele geçirildi. Ondan sonra Müslümanların katledildiği olaylar yaşandı. Birkaç gün sonra, 27 Mayıs'ta, Anadolu'daki bütün Ermenilerin, yani cepheden yüzlerce kilometre uzakta yaşayanların da deportasyonunu mümkün kılan "Sevk ve İskan Kanunu" çıkarılmıştır. Sadece, İmparatorluğun Avrupa'da geriye kalan son toprakları olan İstanbul'da ve İzmir'de yaşayan Ermeniler olaylardan büyük ölçüde (ama tamamen değil) etkilenmedi

Deportasyon emrinin bir imha emri olduğu ve Osmanlı Hükümetinin, özellikle de yetki sahibi Dahiliye Nazırı Talat'ın bunun bilincinde olması gerektiği şüphesizdir. Suriye çöllerine doğru yapılan yürüyüşte, Suriye çöllerinde ve yolda kurulan kamplarda yüzbinlerce insan öldü, kurşuna dizilmelerin, baskınların, hastalıkların, salgınların, açlığın ve tecavüzlerin kurbanı oldular. Genç kadınlar ve çocuklar daha ziyade Müslüman ailelere girerek hayatta kaldı. Ancak bunun sonucunda çoğu zaman Ermeni kimliklerini bırakmak durumunda kalıyorlardı. Binlerce Ermeni de kaçarak kurtuldu.

Rakamlar ise tartışmalı. Ne savaştan önce kaç Ermeni yaşadığı tam olarak belirlenebiliyor, ne de kapsamlı kurban listeleri tutulmuş. Ermeni tarafı 1,5 milyona kadar kişinin hayatını kaybettiğini ifade ediyor. Başka tahminlerde 600.000-800.000 ölüden söz ediliyor. bazı Türk tarihçileri hesaplamalarıyla bu rakamı 200.000-300.000'e indirgiyor. Aynı çevreler, yaşananların soykırım olmadığını, iç savaş benzeri çatışmaların bir sonucu olduğunu iddia ediyor.

Bu iddialara göre, Ermenilerin kaderinden katilleri değil, Ermenilerin kendisi suçluydu. Ermeni gerilla savaşçılarıyla Osmanlı askeri teşkilatının hiç bir zaman eşit şartlarda savaşmadıkları da kasten görmezden geliniyor. Bir başka karşı hesap da yanlış. Gerçi Yunan bağımsızlık savaşından itibaren Osmanlı İmparatorluğunun parçalanması esnasında, yeni milli devletlerin topraklarından Müslümanların sürüldüğü ve öldürüldüğü olmuştur. Fakat Avrupa Müslümanlarının ödediği bu korkunç kan bedeli ve Anadolu Müslümanlarının Birinci Dünya Savaşı esnasında verdikleri kurbanlar Osmanlı hükümetini mazur göstermez.

Osmanlı Hükümeti, bütün Osmanlı vatandaşlarını korumakla görevliydi. Ancak uluslararası (ve Alman) kamuoyu, yine kısa bir süre önce anılan Hıristiyan Ermenilere kıyasla, örneğin Balkan Savaşlarındaki sürgünlerde kurban giden Müslümanlara çok daha az ilgi gösterdiği ve onurlandırıcı bir şekilde andığı şeklindeki suçlamaları kabul etmek zorunda. Burada çifte standart uygulanıyor.

1915 yılında Anadolu'da olanların benzeri bugün yaşansa (dünyanın başka bölgelerinde, öreğin Darfur'da, hep olduğu gibi) büyük ihtimalle etnik temizlik, yani açık bir soykırım vakası olarak değerlendirilirdi. Ancak 1915 yılında ne soykırım kavramı, ne de hukuki bakımdan soykırım suçu vardı. Bu suç 1948 yılında kanunlaştırıldı.

Bundan dolayı Birinci Dünya Savaşından sonra Osmanlı Mahkemelerinde sadece bireylere karşı hükümler verildi. Ancak bu da sadece galip devletlerin baskısı sonucunda gerçekleşti. Talat gibi üst düzey siyasetçiler gıyabda idama mahkum edildi (daha sonra Berlin'de bir Ermeni tarafından öldürüldü), eski Bayburt Kaymakamı 1920 yılında halkın önünde asıldı. Kurumsal sorumluluk saptanması veya uluslararası bir ceza mahkemesinin kurulması gerçekleşmedi. Tam tersine, Türkiye ve savaştaki düşmanları 1923'de Lozan'da Barış antlaşması imzaladıklarında antlaşmaya, 1914 ve 1922 yıllarında Türk topraklarında işlenen bütün "askeri ve siyasi hareketlerin" takibatını imkansız kılan bir af eklediler.

Hatırlamak için sonsuz ateş

Geriye ise tarihi travma kaldı. Sadece Ermeniler değil, Türkler de bu travmanın etkisi altında bulunuyor. 1915 olayları Ermenistan ve özellikle de diaspora Ermenilerinin kimliklerine temel oluşturuyor. Erivan'daki bir anıt soykırımı hatırlatıyor. Peki Türkler? Soykırımı inkar etmek, Türk milliyetçiliğinin bir parçası haline gelmiştir. Türk milliyetçiliği de çeşitli şekilleriyle birlikte bugüne kadar ülkenin siyasi kültürünün ve devlet ideolojisi olan Kemalizmin kurucu bir parçasıdır.

Bugüne kadar çoğu Türk üniversitesinde, Ermenilerin yok edilmesi hakkında açık bir tartışma yürütmek sosyal bakımdan imkansızdır. Kamuoyunda "soykırım"dan sözedenler, en azından haklarında "Türklüğe hakaret" etmek sebebiyle ihbarda bulunulması riskine giriyor. Olayların yaldızlı şeklini kabul ettirmek için devlet kurumları yoğun müdahalelerde bulunuyor.

Tabi ki böyle bir atmosferde temel tarihi soruların cevaplanması da düşünülemez: Örneğin Rusya'nın, İngiltere'nin ve 1915 vahşetini engellemeyen müttefik Almanya'nın rolüne ilişkin soru. Jöntürkler'in nispeten küçük lider çevresinin milliyetçi dünya görüşünün gerçekte katliamlardan ne kadar sorumlu olduğu sorusu. Ermeni tarafı da suçlamaları dinlemek zorunda. Mesela 19. yüzyılın sonlarında kurulan ve birleşik Ermenistan için mücadele veren Taşnak Partisi, arşivlerini araştırmalara açmayı reddediyor.

Güvensizlik, düşmanlıklar, kin ve karşı tarafın kendi halkının ebedi düşmanı olduğu şeklindeki ırkçı varsayım özellikle diaspora Ermenilerinde ve Türk milliyetçisi çevrelerde hüküm sürmeye devam ediyor. Bu böyle devam ettiği sürece Birinci Dünya Savaşı bitmemiştir.

Bu bakımdan, 18 Ocak tarihinde siyasi bir cinayete kurban giden Türk-Ermeni gazeteci Hrant Dink de "Büyük Savaşın" geç bir kurbanı oluyor. Dink, bağnaz milliyetçilerden farklı olarak travmayı tartışarak aşmaya çalışmıştı. Cenazesinde yüzbinlerce insan sessizce yürüdü. Rozetlerde, kendilerinin de Ermeni olduğunu beyan ettiler. Göstericiler, Türkiye'nin de günün birinde Birinci Dünya Savaşını bitirebileceği ümidine vücut veriyorlar.

Doç. Dr. Christoph K. Neumann İstanbul Bilgi Üniversitesinin Tarih bölümünde öğretim üyeliği yapmaktadır.





Rheinischer Merkur; 01.03.2007
Christoph K. Neumann


ARMENIERMORD/Noch immer leugnet die Türkei das Massaker. Das behindert den Weg nach Europa

Eine offene Wunde

Der Genozid von 1915 hat eine lange und tragische Vorgeschichte. Sie zeigt, warum sich Ankara so schwer damit tut, seine Schuld anzuerkennen.
Um mit etwas historisch Unstrittigem zu beginnen: Bis zum Ersten Weltkrieg gab es im Osmanischen Reich eine millionenstarke armenische Bevölkerung; in den Zwanzigerjahren, als man wieder nachzählte, lebten auf dem (kleineren) Territorium der Türkei nur noch knapp 100000 Armenier, die überwiegende Mehrheit davon in Istanbul. Was dazwischen geschah, war eine Geschichte unfassbarer Grausamkeit.
Um den Völkermord an den Armeniern zu verstehen, muss man weit zurückgreifen. „Armenier“ bedeutete bis ins 19.Jahrhundert etwas Zweifaches: Zugehörigkeit zu der monophysitischen gregorianisch-armenischen Kirche und Beherrschung der armenischen Sprache. Im Osmanischen Reich genossen die Armenier, wie andere christliche und jüdische Gemeinschaften auch, nicht nur Duldung und Existenzrecht. Das frühneuzeitliche Imperium behandelte die gregorianische Kirche auf seinem Territorium als eine staatliche Institution. So wurde in Istanbul ein Patriarchat eingerichtet, dessen Inhaber vom Sultan ernannt wurde.

Die Armenier lebten also gesichert, auch wenn sie im Vergleich zu den sunnitischen Muslimen auf verschiedene Weise diskriminiert wurden. Doch diese Lage wurde im 19. Jahrhundert gründlich erschüttert – und zugleich auch verbessert. Besonders unter den wohlhabenden Armeniern breitete sich der Katholizismus aus und eine armenisch-katholische Kirche entstand (später gefolgt von einer kleineren armenisch-protestantischen). Diese Kirchen standen unter erheblichem Einfluss westlicher Mächte, die ihre christlichen Protegés im Kampf um Einfluss im wirtschaftlich wie militärisch geschwächten osmanischen Vielvölkerstaat benutzten. Zögernd führte das sich reformierende Reich die Gleichberechtigung von Muslimen und Nichtmuslimen ein. Andererseits versuchte die Regierung, ihre Untertanen dem Einfluss der imperialen Großmächte zu entziehen.

Parallel begann sich die konfessionell definierte Identität der osmanischen Nichtmuslime allmählich in eine ethnische und nationale zu verwandeln. Dieser Nationalismus wirkte wie Dynamit. Seit den letzten Jahrzehnten des 19. Jahrhunderts operierten vor allem in Ostanatolien Parteien sozialistischer armenischer Nationalisten, die durch Propaganda, Erziehungsarbeit und Terroranschläge einen armenischen Aufstand und dann eine Intervention westlicher Mächte zugunsten der Armenier provozieren wollten – ein Rezept, das kurz zuvor in Bulgarien Erfolg gehabt hatte. Diese Parteien operierten von russischem Territorium aus. Die zaristische Verwaltung tolerierte dies, weil sie 1878 in Ostanatolien die Provinzen Kars und Batum gewonnen hatte und ihren Einfluss ausweiten wollte.

Armenier lebten freilich nicht nur im russischen Kaukasus und im osmanischen Ostanatolien. Armenische Landbevölkerung gab es auch in Kilikien und in Zentralanatolien. Auch jede größere osmanische Stadt hatte armenische Gemeinden. Allerdings bildeten die Armenier in keiner Großprovinz des Osmanischen Reiches die Bevölkerungsmehrheit.
In dieser Situation glaubte immer wieder jede Seite, aus einer Eskalation Profit schlagen zu können – und die Mehrheit der politisch überhaupt nicht aktiven Armenier wurde zu Opfern.

Atatürk folgt Darwin

Von 1894 bis 1896 und dann wieder 1909 kam es so zu Pogromen und Gräueltaten an Armeniern, bei denen Tausende von Menschen ihr Leben verloren. Vor allem die kilikischen Massaker von 1909 waren ein fürchterliches Zeichen. Im Jahr zuvor waren in Istanbul die „Jungtürken“ an die Macht gelangt. Die „Gesellschaft für Einheit und Fortschritt“ strebte einen Verfassungsstaat an und folgte dem Ziel einer „Einheit unter den Bevölkerungsgruppen“. Doch dabei sollte es nicht bleiben. Denn die Führer dieser Jungtürken entwickelten innerhalb weniger Jahre einen sozialdarwinistisch geprägten Nationalismus, wie er unter säkularistischen Bewegungen der Zeit auch in Europa weit verbreitet war. Belegt sind Pläne und erste Maßnahmen, die zu einer allmählichen Turkifizierung besonders des osmanischen Kerngebiets (zu dem auch Ostanatolien zählte) führen sollten. Zugleich nahm der Einfluss imperialistischer Politik zu, das Osmanische Reich verlor die Balkankriege 1912 und 1913.

Erst der Erste Weltkrieg aber schuf die Bedingungen, die die Vernichtung der anatolischen Armenier möglich machten. Nach einigem Zögern war das Osmanische Reich an der Seite des Deutschen und des Habsburgerreiches in den Krieg eingetreten. Der Versuch des Kriegsministers Enver, im Januar 1915 den Kaukasus zu erstürmen, scheiterte am Winter und dem auch von armenischen Einheiten unterstützten russischen Widerstand. Eine militärische und menschliche Katastrophe war die Folge. Am 24.April 1915 nahm die osmanische Regierung 235 prominente Istanbuler Armenier fest. Die meisten wurden ermordet.

Zur gleichen Zeit begann der osmanische Gouverneur der ostanatolischen Stadt Van, die Armenier des Distriktes zu liquidieren, als russische Truppen anrückten. Am 18.Mai wurde Van von den Russen eingenommen. Nun kam es zu Massakern an den Muslimen. Einige Tage später, am 27.Mai, wurde ein „Gesetz über Bevölkerungsumsiedlung“ verabschiedet, das die Deportation aller Armenier Anatoliens ermöglichte, also auch derer, die Hunderte von Kilometern von der Front entfernt lebten. Weitgehend (aber nicht vollständig) unbehelligt blieben bloß die Armenier in Istanbul, auf dem europäischen Restterritorium des Reiches und in Izmir.

Es steht außer Frage, dass der Deportationsbefehl ein Vernichtungsbefehl war und dass der osmanischen Regierung, besonders dem federführenden Innenminister Talat, dies auch klar gewesen sein muss. Zu Hunderttausenden starben die Menschen auf dem Marsch in die Syrische Wüste, in den dort und auf dem Weg eingerichteten Lagern, wurden Opfer von Erschießungen, Überfällen, Krankheit, Epidemien, Hunger und Vergewaltigungen. Junge Frauen und Kinder überlebten häufiger durch Aufnahme in muslimische Familien, was aber auch meist die Aufgabe ihrer armenischen Identität mit sich brachte. Flucht rettete Tausende andere.

Strittig sind die Zahlen. Weder ist genau festzustellen, wie viele Armenier es vor dem Krieg gab, noch wurden umfassende Opferlisten geführt. Armenische Angaben sprechen von bis zu 1,5 Millionen Todesopfern, andere Schätzungen von 600000 bis 800000 Toten, einige türkische Historiker rechnen die Zahl auf 200000 bis 300000 Opfer „klein“. Das sind auch die Kreise, die behaupten, es habe sich um keinen Völkermord, keinen Genozid gehandelt, sondern um die Folge bürgerkriegsähnlicher Auseinandersetzungen.
Schuld an ihrem Schicksal hatten demnach die Armenier selbst, nicht ihre Mörder. Dabei wird geflissentlich übersehen, dass armenische Guerillakämpfer und der militärische Apparat der Osmanen nie auf Augenhöhe miteinander kämpften. Auch eine andere Gegenrechnung ist falsch. Zwar kam es während der Zerschlagung des Osmanischen Reiches seit dem griechischen Unabhängigkeitskrieg auf dem Gebiet der neuen Nationalstaaten zur Vertreibung und zum Mord an Türken. Doch dieser entsetzliche Blutzoll der Muslime Europas und auch die Opfer, die von den anatolischen Muslimen während des Ersten Weltkrieges gebracht wurden, entschuldigen die osmanische Regierung nicht.

Sie hatte die Aufgabe, alle osmanischen Untertanen nach Kräften zu schützen. Allerdings muss sich die internationale (und auch die deutsche) Öffentlichkeit den Vorwurf gefallen lassen, den muslimischen Opfern der Vertreibungen etwa der Balkankriege weit weniger Aufmerksamkeit geschenkt und ehrendes Andenken bewahrt zu haben als den christlichen Armeniern neuerdings wieder – hier wird mit zweierlei Maß beurteilt.

Geschähe heute etwas Ähnliches wie in Anatolien 1915 (wie es das in anderen Gegenden der Welt, so in Darfur, ja immer wieder tut), würde man dies höchstwahrscheinlich als eine ethnische Säuberung, also einen klaren Fall des Völkermordes einstufen. Nur gab es 1915 weder den Begriff noch gar das juristische Delikt des Völkermordes. Er wurde erst 1948 kodifiziert.

Deshalb kam es nach dem Ersten Weltkrieg vor osmanischen Gerichten nur zu Urteilen gegen Einzelpersonen – allerdings auch das nur auf Druck der Siegermächte. Gegen führende Politiker wie Talat ergingen Todesstrafen in Abwesenheit (er wurde später in Berlin von einem Armenier ermordet), der ehemalige Kreisrat von Bayburt wurde 1920 öffentlich am Strang hingerichtet. Zu einer Feststellung institutioneller Verantwortlichkeit oder gar der Gründung eines internationalen Strafgerichtes kam es nicht. Im Gegenteil. Als 1923 in Lausanne die Türkei und ihre früheren Kriegsgegner einen Friedensvertrag abschlossen, fügten sie eine Amnestie bei, die die Verfolgung aller „militärischen und politischen Handlungen“, die auf türkischem Boden zwischen 1914 und 1922 begangen wurden, unmöglich machte.

Ewiges Feuer zum Gedenken

Geblieben ist das historische Trauma. Unter ihm leben nicht nur die Armenier, sondern auch die Türken. Die Ereignisse von 1915 wurden besonders für die Armenier der Diaspora und auch in Armenien selbst Grundlage ihrer Identität. In Eriwan erinnert ein Denkmal an den Völkermord. Und für die Türken? Das Leugnen des Genozids ist zu einem integralen Teil des türkischen Nationalismus geworden – und der ist wiederum in seinen verschiedenen Formen bis heute konstitutiver Teil der politischen Kultur des Landes sowie der Staatsideologie, des Kemalismus.

Bis heute ist an den meisten türkischen Universitäten eine offene Debatte über die Vernichtung der Armenier sozial unmöglich. Wer öffentlich von „Völkermord“ spricht, riskiert zumindest eine Anzeige wegen „Verunglimpfung des Türkentums“. Staatliche Institutionen intervenieren massiv, um ihre beschönigende Version der Ereignisse durchzusetzen.

In so einer Atmosphäre ist natürlich auch an eine Klärung wesentlicher historischer Fragen nicht zu denken: Etwa die nach der Rolle Russlands, Englands und des Deutschen Reiches, des Verbündeten, der die Untaten von 1915 jedenfalls nicht verhindert hat. Oder die danach, wieweit tatsächlich die nationalistische Ideologie der relativ engen jungtürkischen Führungskreise für die Massaker verantwortlich war. Auch die armenische Seite muss sich Vorwürfe gefallen lassen. So die Daschnak-Partei, die Ende des 19.Jahrhunderts gegründet wurde und für ein vereintes Armenien streitet. Sie weigert sich, ihre Archive der Forschung zu öffnen.

Misstrauen, Feindbilder, Ressentiments und die rassistische Annahme, der jeweils andere sei der ewige Feind des eigenen Volkes, bestehen so bei den Armeniern besonders der Diaspora und unter türkisch-nationalistischen Kreisen fort. Solange das so bleibt, ist der Erste Weltkrieg nicht vorbei.

Insofern ist auch Hrant Dink, der türkisch-armenische Journalist, der am 18. Januar einem politischen Mord zum Opfer fiel, ein spätes Opfer des „Großen Krieges“. Er versuchte, anders als die verbohrten Nationalisten, das Trauma durch Debatte zu überwinden. Hunderttausende marschierten schweigend bei seinem Begräbnis. Auf Ansteckern erklärten sie, selbst Armenier zu sein. Die Demonstranten verkörpern die Hoffnung, dass auch die Türkei einmal den Ersten Weltkrieg beenden kann.

Unser Autor lehrt Geschichte an der Bilgi-Universität Istanbul.
« Son Düzenleme: Mart 16, 2009, 08:25:15 ÖS Gönderen : [-By.TuRuT-] »

İhtişamlı bi avare
WeBCaNaVaRi Botu

Bu Site Mükemmel :)

*****

Çevrimİçi Çevrimİçi

Mesajlar: 222 194


View Profile
Re: Bilgi Üniversitesinde bir Ögr. Görev.
« Posted on: Nisan 25, 2024, 02:52:09 ÖÖ »

 
      Üye Olunuz.!
Merhaba Ziyaretçi. Öncelikle Sitemize Hoş Geldiniz. Ben WeBCaNaVaRi Botu Olarak, Siteden Daha Fazla Yararlanmanız İçin Üye Olmanızı ŞİDDETLE Öneririm. Unutmayın ki; Üyelik Ücretsizdir. :)

Giriş Yap.  Kayıt Ol.
Anahtar Kelimeler: Bilgi Üniversitesinde bir Ögr. Görev. e-book, Bilgi Üniversitesinde bir Ögr. Görev. programı, Bilgi Üniversitesinde bir Ögr. Görev. oyunları, Bilgi Üniversitesinde bir Ögr. Görev. e-kitap, Bilgi Üniversitesinde bir Ögr. Görev. download, Bilgi Üniversitesinde bir Ögr. Görev. hikayeleri, Bilgi Üniversitesinde bir Ögr. Görev. resimleri, Bilgi Üniversitesinde bir Ögr. Görev. haberleri, Bilgi Üniversitesinde bir Ögr. Görev. yükle, Bilgi Üniversitesinde bir Ögr. Görev. videosu, Bilgi Üniversitesinde bir Ögr. Görev. şarkı sözleri, Bilgi Üniversitesinde bir Ögr. Görev. msn, Bilgi Üniversitesinde bir Ögr. Görev. hileleri, Bilgi Üniversitesinde bir Ögr. Görev. scripti, Bilgi Üniversitesinde bir Ögr. Görev. filmi, Bilgi Üniversitesinde bir Ögr. Görev. ödevleri, Bilgi Üniversitesinde bir Ögr. Görev. yemek tarifleri, Bilgi Üniversitesinde bir Ögr. Görev. driverları, Bilgi Üniversitesinde bir Ögr. Görev. smf, Bilgi Üniversitesinde bir Ögr. Görev. gsm
Yanıtla #1
« : Nisan 01, 2008, 06:54:07 ÖS »

ebru_cq
*
Üye No : 719
Nerden : Rize
Cinsiyet : Bayan
Konu Sayısı : 418
Mesaj Sayısı : 3 965
Karizma = 4018


bilqiii içinn Sağol.
Yanıtla #2
« : Nisan 22, 2008, 09:45:54 ÖS »
Avatar Yok

*GeLinCiKk
*
Üye No : 2580
Yaş : Yok
Nerden : Rize
Cinsiyet : Bayan
Konu Sayısı : 1966
Mesaj Sayısı : 12 262
Karizma = 28326


Teşekkürler
Yanıtla #3
« : Mayıs 01, 2008, 06:54:01 ÖS »
Avatar Yok

[-MuRaT-]
*
Üye No : 2123
Nerden : Hakkari
Cinsiyet : Bay
Konu Sayısı : 254
Mesaj Sayısı : 1 022
Karizma = 118


paylaşm için Sağol.
Yanıtla #4
« : Mayıs 06, 2008, 08:30:43 ÖS »

Sahin07
*
Üye No : 3786
Yaş : 38
Nerden : Antalya
Cinsiyet : Bay
Konu Sayısı : 408
Mesaj Sayısı : 2 252
Karizma = 1453


emeğine sağlıks

Ah!Mümkün olsa
savaştan barış
barıştan insan yapardım
acıdan sevinç
sevinçten umut
umuttan dostluk yapardım
kurşun yerine çocuklara
her sabah şiir atardım.
Yanıtla #5
« : Mayıs 06, 2008, 08:30:58 ÖS »

Lady32
*
Üye No : 3262
Yaş : 37
Nerden : Isparta
Cinsiyet : Bayan
Konu Sayısı : 134
Mesaj Sayısı : 3 585
Karizma = 54


Bilgiler Icin Sağol.
Yanıtla #6
« : Mayıs 07, 2008, 05:22:02 ÖS »
Avatar Yok

HuNTeR-DeViL
*
Üye No : 3263
Yaş : 31
Nerden : Trabzon
Cinsiyet : Bay
Konu Sayısı : 1811
Mesaj Sayısı : 7 822
Karizma = 2088


Sağol. bilgi için

OnLyReLentless
Sayfa 1
Yukarı Çık :)
Gitmek istediğiniz yer:  


Benzer Konular
Konu Başlığı Başlatan Yanıtlar Görüntü Son Mesaj
Myspace Bilgi Ağı
J K L M N
By.CeZa 1 1493 Son Mesaj Nisan 10, 2008, 02:39:01 ÖÖ
Gönderen : Robert
~ Trade Hacke Karşı Önemli Bilgi ~
Knight Online
Vo1Ka 5 2251 Son Mesaj Ekim 07, 2010, 12:21:45 ÖÖ
Gönderen : StyLeLife[Rap]
Bilgi Rejimleri
Felsefe
Liza 0 698 Son Mesaj Temmuz 17, 2012, 10:25:11 ÖS
Gönderen : Liza
Ps3 Pes 12 Için Bilgi
Ps2ve Tüm Oyun Konsolları
reox35 0 1045 Son Mesaj Eylül 17, 2012, 11:38:18 ÖÖ
Gönderen : reox35
Bir Kaç Bilgi :)
Serbest Kürsü.
Alone_Angel 1 754 Son Mesaj Haziran 09, 2013, 06:39:51 ÖS
Gönderen : Kepo_Opet_Ozan


Theme: WeBCaNaVaRi 2011 Copyright 2011 Simple Machines SiteMap | Arsiv | Wap | imode | Konular