Arşiv Anasayfa Hayata Dair.
Sayfalar: 1
Kırk Yıllık Tebessüm By: Hipokondriyak Date: December 23, 2008, 03:42:48 PM
“Buyrun!.. Hoş geldiniz. Ne zamandır yolunuzu bekliyoruz. Niye geciktiniz böyle?.. Şöyle buyrun!.. Rahat edin... Bakın, tanıştırayım! Bu bey, benim menajerim... 20 yıldır beraber çalışırız... Adı, Minay Yüksel... Nasılsınız, bakalım?.. Sağ olun!.. Ben de iyiyim... Evet, efendim, ben Madam Anahit! Herkes beni, ‘Akordeoncu Kadın’ diye bilir... Aşağı yukarı, 40 yıldır Çiçek Pasajı’nda akordeon çalarım... Arada bir, otellere, düğünlere çağırırlarsa, giderim...

 

Doğma büyüme İstanbulluyum... Taksim’de, 1926 yılında doğdum... Şimdi de bildiğiniz gibi, Tarlabaşı’nda oturuyorum.

 

Evet... Yazları, Heybeliada’da kalırdık... Orada bir çocuk vardı; adı, Yorgo... Güzel akordeon çalardı, ondan özendim o tarihlerde; yani, 1943 yılıydı sanırım: Yüksek Kaldırım’da, Papajorci isminde biri vardı. Müzik aleti, nota falan satardı. Ondan, ‘Hohner’ marka, kullanılmış, beyaz renkli bir akordeon aldık... Fiyatı, 170 liraydı. Çok heyecanlanmıştım.... Hemen, ‘Sahil Antonie’a gidip adak yaptım. Mum diktim... Saint Antonie, güzel evliyadır.

 

Papajorci bana, Artepenon diye çok değerli bir hoca vardı; onu buldu... Kadıköy’deki Halkevi’nde, Artepenon’ dan günde 1213 saat olmak üzere, bir süre klasik müzik eğitimi aldım... Bakmayın, şimdi, vahşi şeyler çalmak zorundayız... Ekmek parası. Ne yapacaksınız...

...İlk kocam, çok değerli bir müzisyendi. Noray’dı adı. Akordeon, kontrbas, piyano çalardı... ‘Samsun’, ‘Ankara’ gemilerinde çaldı, uzun bir süre... Büyükdere’de; Beyaz Park’ta çaldı... O zamanlar, Zehra Bilir vardı... Ne günlerdi!.. Hiç, unutulur mu?

 

İlk kocamla 17 sene evli kaldım... Çok sinirliydi, her şeyime karışırdı; yok, küpe takma; yok, şunu giyme!.. Baktım, olmuyor, boşadım onu. Sonra, ‘Solak Hüseyin’ diye bir müzisyen vardı... O da iyiydi... Onunla evli kaldım bir süre. Onu da boşadım; tekrar evlendim... Yine olmadı...

 

Dördüncü kez, yine ilk kocama döndüm... Boşandığına varma, derler ama ne yapacaksın!.. O da öldü. Çok içerdi. Bilirsiniz, müzisyenler nasıl içer... Şimdi bir talibim var. Kim, biliyor musunuz?.. Fahrettin Aslan’ın şoförü... 15 yıldır severmiş beni. Ne yapalım, kısmet, artık.

 

Ama darılırım, bakın... Neden yemiyorsunuz? Kendi ellerimle yaptım bu keki... Birer çay daha içersiniz, değil mi? Lütfen, kırmayın beni!..

 

...Tabii yıllar geçiyor. Birçok ünlü kişiyle tanıştım bu süre içinde... En çok rahmetli Ayhan Işık’ı severdim. O da beni severdi. Gelir, dinlerdi beni. Sonra Cüneyt Arkın, onun oynadığı filmlerde rol de aldım. ‘Babanın Suçu’, ‘Adalet’, sonra, ‘Yalancı Yarim’, ‘Cennet Çocukları’, ‘Kadın ve Şarap’. Ya evet, bir de ‘Faize Hücum’ var.... Sonra, ‘Bay Alkolü Takdimimdir’de oynadım... Tabi, bu filmlerde biraz rol gereği, biraz figüran olarak yer aldım.

 

Bir gün, Zeki Müren geldi pasaja... Çok heyecanlandım. Çalmamı istedi benden. Çok mutlu olmuştum o zaman.

 

Lütfen, bu kekleri sizin için yaptım!.. Konuşmaya daldım, sigara içer miydiniz?.. Hadi, lütfen yabancılık çekmeyin!.. Şimdi size, Edith Piaf’tan, ‘La Vie en Rose’u çalayım...

...Şimdi size, dayımı çağırayım... Sabahtan beri heyecanla bekliyordu. En güzel elbiselerini giydi sizin için. Dayı, gelsene içeri; seni bekliyoruz!.. Evet, dayımın ismi, Erol, Stepan Erol... Yıllardır cümbüş çalar...

 

Bu da samimi dostum, Müyesser; sağlık memurudur... 40 yıldır iğne yapardı... Şimdi yaşlandı artık; dayımla kendisine fukara aylığı veriyorlar; 3 ayda, 10 bin. Çok az, evet; bende kalırlar... Onlar çok severim... Dayıcığım, şöyle gelsene!.. Kendini tanıt, arkadaşlara!..

 

Efendim, ben, Stepan Erol!.. Cümbüş çalarım yıllardır. 1929 doğumluyum... Ne oluyor, hesaplayın işte. 1936 yılında paşamın huzurunda çaldım. O günü unutamam. Şimdi Anahit’in yanında kalıyorum. Ayağım kırıldı geçenlerde; artık bir yere gidemiyorum, Eskiden çok yerde çaldım... Suzan Güven’le, ‘Göz Gazinosu’nda... İstanbul’da, Ferah’ın Sazı’nda... ‘Novotni’de... Muhittin Bey’in gazinosunda, Avukat Kemal’in gazinosunda... Öyle mi, efendim?.. Beni, Kalamış’ta mı gördünüz... İyi alkış aldım mı bari?.. Peki, o halde, size ‘Haydar Haydar’ı çalayım!..”

 

...Gördüğünüz gibi, biz bu Tarlabaşı’ndaki evde; güçlükleri de  olsa bir hayat sürüyoruz... Dayım, iğneci Müyesser, menajerim Minay ve ben... Fakat mutluluğumuz pek uzun sürmeyecek gibi; gecende yıkım kâğıdı geldi... Gelin, bankadan paranızı alın, diyorlar... Şaşırdık kaldık, tabii. Burası yüz senelik bina. Tarihi bina. Hiç yıkılır mı, efendim?.. Evet, bu daireye 1.5 milyon lira paha biçtiler... Ne kadar komik değil mi?.. Tabii, biz de belediyeye bedel davası açtık...

 

Geçenlerde bir yerde okudum; Almanya’dan yetkili kişiler gelip, helikopterle Tarlabaşı’nın üstünden geçmişler. Yol projesini şekilde yapmışlar; yani, buraları görmeden, tanımadan, bilmeden... Biz buralarda doğduk; büyüdük... Burası her haliyle korunsun, restore edilsin. Ne yaparız, bu ev yıkılırsa; verdikleri parayla kümes dahi alınmaz; ortada kalırız, vallahi!.. Zaten, bu insanların çoğu, yaşlı, fakir. Nerede otururlar; bunları düşünen yok. Tarlabaşı’nın yıkılması gücüme gidiyor doğrusu. Ne dersiniz, yıkılacak mı buraları?.. Bir şeyler yapamaz mıyız?

 

Ne o, kalkıyor musunuz? Bir çay daha içseydiniz... Olmadı ki bu... Size, gelin, biblo koleksiyonumu göstereyim... Gelin, gelin; içerideki odada kedilerim var! Ben aynı zamanda, Hayvanları Koruma Derneği’nin üyesiyim... Bütün sevgimi onlara yöneldim. Bunu saymayız, bakın, yine beklerim, olur mu? Size zahmet oldu... Güle güle!..”

 

Madam Anahit ya da diğer adıyla, “Akordeoncu Kadın”, yüzünde insanın içini ışılan o müthiş tebessümle gülüyor ve bize el sallıyor... Sonra pencerede diğerlerini görüyoruz... Mustafa Kemal’in huzurunda cümbüş çaldıktan sonra şimdilerde, 3 ayda, 10 bin lirayla geçinmek zorunda kalan Stepan Erol’u; 40 yıl insanların sağlığı için koşuşturup duran ve şimdi Stepan Erol gibi “3 aylığı” ile yasamaya çabalayan iğneci Müyesser’i; Madam’in 20 yıllık arkadaşı, menajeri, Minay Yüksel’i... Hepsi kendilerini ziyaret etmemizden dolayı son derece mutlu, gülümseyip el sallıyorlar bize... Doğma büyüme, İstanbullu olan bu insanlar, gerçek İstanbullular’a özgü, inanılmaz incelikleri, yoksulluklarını sonsuza dek gizleyen soylulukları ve özentisiz misafirperverlikleri ile yok edilen eşsiz bir kültürün son temsilcisi sanki...

 

İnsanı şaşırtacak kadar düşük gelirleriyle sürdürmeye çabalıyorlar bu kültürün gerektirdiği gündelik hayatı... Yol boyunca Tarlabaşı Caddesi’nde yıkılmış bazı binalar görüyoruz... Aklımıza, Ece Ayhan’ın dizeleri geliveriyor hemen, “...Camlarında sabun kurutulan evler / Beyoğlu’nun yıkılacağını bildiriyorlar...” (“Zambak Padişah”) Evet, yoksa, Ece Ayhan’ın yıllar öncesinden sevdikleri gerçek mi olacak? Evet, bir şeyler yapmalıyız. İstanbul elden gidiyor. Yoksa, yoksa, bizi “...Cinnet basacak...”

 

Ynt: Kırk Yıllık Tebessüm By: KadeR_!M Date: December 27, 2008, 06:28:34 PM
      emeğine sağlık..  çok güzel bi yazı..
Ynt: Kırk Yıllık Tebessüm By: RiZeLi_MeHMeT Date: December 29, 2008, 06:11:39 PM
emeğine sağlık.. 

SiteMap - İmode - Wap2