Arşiv Anasayfa Kitaplar Hakkında Bilgi ve Özetler
Sayfalar: 1
Ben Canıyım Cananımın, Cananım Bana Can Imiş By: By.CeZa Date: August 13, 2008, 04:46:09 PM
Çağımızın büyük bilgelerinden Es-Seyyid Osman Hulusi Efendi’nin Divan, Hutbe ve Mektubat’ından oluşan külliyatı, Nasihat Yayınları’nca okura yeniden sunuldu. Önceki baskılarından farklı olarak, bu kez, Hulusi Efendi’nin tüm şiirleri, her biri bir hazine değerindeki hutbeleri ve mektuplarının tümü bir araya getirilmiş ve eserlerin niteliğine uygun bir biçim zenginliğiyle yayımlanmış. Prof. Dr. Mehmet Akkuş ile Prof. Dr. Ali Yılmaz’ın titiz çalışması sonucu, Hulusi Efendi’nin hikmet dolu şiirleri ve şiirsel metinleri böylece bilimsel bir ayıklama ile ehline ve meraklısına sunulmuş oluyor. Osman Hulusi Efendi, Ahmed Yesevi’nin takipçilerinden olan büyük arif Somuncu Baba’nın torunlarından. ‘Fütüvvet’ ahlakını kusursuz biçimde yaşamış olması ve irfanını şiirle dile getirmesi açısından da çok önemli. Bugün Darende’de kendisinin başlattığı bir hizmet kervanı, okullarıyla, hastaneleriyle, çeşitli kültürel etkinliklerle, doğal çevrenin korunması, iç ve dış turizme kazandırılması, yoksullara yardım, öğrencilere burs sağlama gibi çok yönlü bir mecrada sürmektedir. Hem kendisinden çok ötekini önceleyen bu fütüvvet ahlakı, Osman Hulusi Efendi’nin hayatı boyunca sürmüş ve çeşitli alanlarda meyvelerini vermiş, hem de özellikle Divan’ıyla ve diğer metinleriyle irfani bir külliyat oluşturmak suretiyle, modern Türk edebiyat ve fikir hayatına değerli bir katkıda bulunmuştur.
Darende’nin ışığı Hulusi Efendi

Hulusi Efendi’nin bu üç ciltten oluşan külliyatı okunduğunda görülecektir ki, bir yandan geleneksel/irfani şiir damarımız sürmekte, bir yandan da, düşünceleriyle eylemleri arasında kâmil manada uyumu gerçekleştirmiş arifler hâlâ aramızda yaşamaktadır. Hulusi Efendi’nin özellikle Divan’ı, bir yandan Divan şiir geleneğine uzanırken, diğer yandan mazmun dünyası ve âşıkâne söyleyiş özellikleri bakımından Tekke-Tasavvuf geleneğinden beslenmiştir. Hulusi Efendi’nin zengin manevi/inisiyatik birikiminden süzülen şiirler, tıpkı Niyazi-i Mısri, Yunus Emre, Fuzuli, Molla Cami veya Şeyh Galip Dede’nin şiir dili ve dünyasıyla akrabadır. Onu anlayabilmek için, bu geleneğin içinden okumak gerekir. Anadolu’nun büyük fatihlerinden biri de, Somuncu Baba’dır. Şeyh Hamid-i Veli, güneşin doğduğu yer olan Anadolu’nun aziz topraklarına gönderilen kâmil velilerdendir. Efendimiz’in kutlu soyundan gelen Somuncu Baba’nın Anadolu’nun farklı yerlerinde yaktığı ateş, hâlâ yanmaktadır. Yine onun neslinden ve izinden gelen Es-Seyyid Osman Hulusi Efendi, Anadolu’nun ilçelerinden Darende’yi maddi ve manevi bakımdan imar etmiş, beldeyi manevi bir çekim merkezi haline getirmiştir.

İrfan, inisiyatik yatakta akan bilgidir. Allah’ın kulunun kalbine verdiği hikmettir. Hikmetin dili, sembol ve sükûttur. Dile geleni ise irfan ehlinin halinin taşmasıdır. Bu, başkaları için ‘irşad’a vesiledir. İrşada ihtiyacı olanlar için irfan sahipleri kendilerine izin verildiği kadarıyla konuşurlar. Onlar gerçekte hal ehlidir. Halin dili ise dediğimiz gibi simge ve sessizliktir. Sessizliği de içeren bir kelime olarak sekine(t), sakin olma, yerleşme, bir noktaya dönüşme ve orada kalma, bulunma anlamlarını ifade eder. Sekine(t), durulma, dinginleşme, İlahi merkez’e bağlanmadır. İrfan sahipleri, kozmik çarkın merkezine yerleşirler ve herhangi bir dış etkiyle hareketlenmezler. Onlar bizatihi hareket ettiricidirler. Bilgelerin sakin, sessiz, hareketsiz duruşları bu sırdandır. Bu, Tao’nun da kökeninde vardır, bütün semavi öğretilerin de kaynağında karşımıza çıkar.

İslâm irfan seması, Efendimiz’den bu yana yüzlerce mürşid, tasarruf sahibi mürşid, kutup, gavs, imam ve halife’ye şahitlik etmiştir. Her biri Efendimiz’in nuru üzerinden İlahi feyiz alırlar. Onun kâmil varisleridir. Efendimiz’in nübüvvetinin varisleri âlimlerdir. İrfanının varisleri ariflerdir. Muhabbetinin varisleri ise âşıklardır. Her âşıkta irfan vardır, ilim vardır. Bugün dahi gündelik sözlüğümüzde ilim ve irfan kelimelerinin bir arada kullanılması anlamsız değildir. İlahi Hakikat, Efendimiz’le kemalini bulur. O (sas), başla sonu, bidayetle nihayeti, mebde ile müntehayı birleştiren cem makamı’nda bir şahsiyettir. Allah’ın ilk yarattığı şey, onun nurudur. Onun hakikatine kalem denir. Allah’ın ilk yarattığı şey kalemdir, haberi bunu ima eder.

Efendimiz’in kutlu soyundan gelen seyyitler, onun manevi mirasının en sadık takipçileridir. Bunlardan biri de Darende’nin kalbi, giderek yaşadığı dönemin sahiplerinden Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi’dir. Onun adını duymuş olmakla birlikte, o görkemli Divan’ıyla karşılaşmam birkaç yıl öncesine uzanıyor. Bir belgesel filmin çekimleri sırasında uğradığımız Darende’ye yaklaşırken bizi gül kokuları karşılamıştı. Gül-i Muhammedi idi o ve gülşenin kırmızı gülüydü. Kırmızı, marifetin rengidir. Gül, Efendimiz’dir, O’nun ruhu gül gibi kokar. Osman Hulûsi Efendi’nin inisiyatik bir sözlüğe ve mazmun dünyasına sahip olan Divan’ından da gül kokuları geliyordu.

Birbirinden güzel ilahi, nefes, gazel, kaside, naat, tevhid, münacatlar… Divan’ı alıp Darende’den Ankara’ya doğru hareketlendiğimizde, çantamdaki şeyin değerini hissedebiliyordum lakin okudukça buram buram irfan kokan, hikmet tüten, aşk çağlayan şiirleri okudukça Niyazi-i Mısri’nin, Kul Himmet’in, Noksani’nin, Fuzuli’nin, Yunus Emre’nin, Şeyh Galib’in konuştuğu yerden seslenen bir dil olduğunu fark ettim. O gün bugündür ne zaman kalbim sıkışsa, Divan’ı tefe’ül edip beni karşılayan gazel veya ilahiden saçılan nurlarla yatışıyor, bast hali yaşıyorum. Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi, Darende’nin kalbidir lakin, tesirleri bu mekanla sınırlı kalmaz. Onun manevi yolunu sürdürenler, izleyicileri, öğrencileri, talipleri, sevgilileri, fakirleri, bu kamil velinin ışığını Türkiye’nin, giderek başka coğrafyaların çeşitli illerine obalarına iklimlerine ulaştırmaya gayret ediyorlar. O nur zaten hale hale yayılarak, gül kokusuna hasret kalmış olan çaresizlere ulaşacaktır. İzleyenlerine düşen, bu ödevi ihlas üzre yerine getirmekten ibaret.

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi, gerçek bir Allah ve Resul âşıkı, bir irfan ehli, bir kâmil veli ve mutasavvıf şairdir. Şiirlerinde, Yunus’un, ‘firkatli nesnedir’ dediği İlahi aşkın çeşitli görünüm ve ifadelerine rastlarız. Şevk makamında, naz ve niyaz makamında, aşk makamında söylenmiş bu benzersiz şiirler, irfani geleneğin içinden konuşan ve ‘dünyanın nuru çekildi’ diyen Heidegger’i yalanlayan müjdelerle doludur. Evet, o semavi sofra kısmen toplanmıştır çağımızda, ama Allah nurunu tamamlayacaktır. Belki o inisiyatik adap ve erkan güçsüzleşmiş, azalmış, modernleşme denilen bu küresel musibet her şeyi kasıp kavurmuştur, ne var ki, Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi gibi kâmil veliler, aşk ve irfan ehli yaşadıkça ve kalbindeki gül-i Muhammedi böylesi kokular saçtıkça, gülşenin bülbülü böyle şakıdıkça daim bir yol, bir umut, bir ışık vardır. Divan’ıyla, Hutbeler’iyle, Mektubat’ıyla, mütevazı, bereketli ve hikmetli hayatıyla, engin şefkat ve merhametiyle, gönlündeki Allah, Resul ve Ehl-i Beyt aşkıyla Osman Hulûsi Efendi’nin Darende’de yaktığı irfani meş’ale yanmaya, gönülleri ışıtmaya devam edecektir.




SiteMap - İmode - Wap2