Arşiv Anasayfa Kitaplar Hakkında Bilgi ve Özetler
Sayfalar: 1
Gültekin Avcı'dan Müthiş Bir Iddia: Genelkurmay Cumhuriyeti By: By.CeZa Date: July 30, 2008, 09:10:19 AM
Gültekin Avcı'dan müthiş bir iddia:“Genelkurmay Cumhuriyeti”



Şemdinli olaylarını anlattığı “Karanlık İlişkiler” kitabıyla olay yaratan yazar Gültekin Avcı'nın son kitabında büyük tartışmalar doğurmaya aday müthiş bir iddia yer alıyor:

Yaşar İliksiz'in haberi

Şemdinli olaylarını anlattığı “Karanlık İlişkiler” kitabıyla olay yaratan yazar Gültekin Avcı, son kitabı “Genelkurmay Cumhuriyeti”yle okuyucusuyla buluştu. Yazarın, ülkemizin demokratikleşme sürecinde yaşadığı Genelkurmay militarizmi sorununu, kurumlar arası ilişkiler bağlamında neden sonuç ilişkilerini kurarak okuyucuyla paylaştığı kitabı Metropol Yayınları’ndan çıktı.

Yazar Gültekin Avcı, kitabında yer verdiği Genelkurmay, Yargı ve YÖK gibi kurumlar hakkındaki görüşleriyle büyük tartışmalar yaratacak.

Aslında kitapta pek çok iddia tartışma doğuracak türden ama bir tanesi var ki özellikle dikkat çekici ve hapiskhanelerdeki ölümleri yeniden sorgulamaya açacak öneme sahip. İşte kitapta yer alan, hayli fırtına kopartmaya aday iddia:

HAŞLAMA ET SUYU İLE CİNAYET

Kitapta yer alan ilginç bölümü size aynen alıntılıyoruz:

"Yıl 2004. bir savcının anlatımları… ağzından çıkan ifadeler şunlar:

Cumhuriyet Savcısı olarak görev yaparken, saygı duyduğum 50 yaşlarında Siyasal meşeli bir istihbaratçı ağabeyimle bir mevkide hasbıhal ediyordum. Konuşurken ona bir kitap kaleme alma hazırlığı içerisinde olduğumu söyledim. (Müsaadenizle kitabın muhteviyatını ifade etmeyeceğim. Bu kitaptan sevenlerimin yoğun ısrarları üzerine vazgeçtim)

İnfialle bana dedi ki: sakın ağabeycim, böyle bir şey yapma!

Sebebini sorduğumda ve direndiğimde fevkalade müteessir bir şekilde şöyle dedi:

- Yapma! Bak sen savcısın. Farklısın. Seni bir gece görev yaptığın yerden bir ekip alır. İl merkezinde …… mevkide bir yapı var. Oraya götürürler. (orayı hatırladım) İşte orası ….’ın sorgu merkezidir. Seni sorgularlar. Sonra da diğer kimyasalları bir tarafa bırak en basitinden… dedi ve sustu.

- Heyecanla Evet abi! Diyerek devam etmesini istedim. Bana et haşlama suyunu bilir misin? Dedi. Şaşırmıştım. Evet dedim. Devam etti.

- Sorguladıktan sonra beline et haşlama suyu şırınga ederler. 50 tane savcı ve adli tabip gelse ölüm sebebini bulamaz! Dedi. Böyle mi ve hala mı? Diye sordum. Başını öne eğdi.

- Herhangi bir yoruma gerek hissettirmeyen bir tecrübe değil mi?"

KİTAPTA YER ALAN İDDİALARDAN İLGİNÇ SATIRLAR

15 yılını yargı bürokrasisinde doldurmuş ve militer düşünüş tarzları ile askeri bürokratlarla yoğun bir ilişki içinde olmuş bir kişi olarak şunu açıkça ifade etmem gerekir ki Türk demokratikleşmesinin önündeki en büyük engel ve demokrasi üzerindeki en büyük gölge, Genelkurmay askeri bürokrasisinin günümüz Türkiye’sinde bulunduğu yanlış konum ve askeri düşünüş tarzlarının sivil parametreler üzerindeki yadsınmaz hâkimiyetidir. Sivil güç odakları ve sivil toplumun önünde korku veren bir mania olarak bulunan Genelkurmay bürokrasisi, geçmişten günümüze uzayan süreçteki 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971,12 Eylül 1980 ve 28 Şubat 1997 ihanetleri ve müdahaleleri ile kazandığı özerk ve imtiyazlı statüsünü korumaya ve daha da geliştirmeye çalışmakta, yargı bürokrasisini pasifize etmekte ve sivil elitlere karşı daha da özgür ve alternatifsiz bir tabu olmanın peşinde koşmaktadır. S.12

Ordu Milletin Değil Devletin Bir Parçasıdır.

“TSK, milletin ayrılmaz bir parçasıdır” diyerek ordunun tarifini yapmak çok sıkıntılı ve çok tehlikeli bir yaklaşımdır. Ordu, kurumsal olarak Devletin bir parçasıdır, devletin bir cihazıdır. Ama kendini devletin bir aygıtı olarak tanımlamak TSK’nın hoşuna gitmiyor. O hep milletin tarafına geçip, “ben milletin ayrılmaz bir parçasıyım” diyor. “Ben milletin ayrılmaz bir parçasıyım” demek, yapılan bütün askeri kritiklere, müdahalelere, muhtıralara, demeçlere meşruiyet sağlıyor. Ordunun yaptığı her şey, milletin yaptığı şey oluyor ve dolayısıyla da yapılanlar meşru hale geliyor. Çünkü ordu ne yaparsa, millet yapmış oluyor. Hâlbuki ordu milletin değil, devletin bir parçasıdır. S. 43

“Ordu, milletin ayrılmaz bir parçasıdır” ifadesi, millete karşı yapılan bir psikolojik harekâtın parçasıdır. S. 81

Kimsenin unutmaması gereken bir hakikat şu ki asker hala sivil toplumu izlemektedir. Bu nasıl önlenir?

MGK kaldırılacak. Demokrasilerde böyle bir kuruma ihtiyaç yoktur. Askeri yargı kaldırılmalı. Askerler de işledikleri suçlarda Türk milletinin bağrından çıkan cumhuriyet savcılarına teslim edilmelidir. Genelkurmay, Milli Savunma Bakanlığı’nın alt birimi yapılmalıdır. Milli Savunma Bakanı’na, hem Genelkurmay Başkanı ve hem de kuvvet komutanları üzerinde fevkalade ciddi yetkiler verilmelidir. Milli Savunma Bakanından izinsiz basına ve medyaya demeç veren generaller ve alt personel derhal cezalandırılmalıdır. Bununla birlikte hizmet kanunu yeniden tanzim edilmeli ve 35. madde gibi militarist bakış açılarına meydan verecek bir düzenleme içine girmemelidirler. En azından 35. madde kaldırılmalıdır. Özellikle unutulmaması gereken bir husus da şudur ki; sivil siyasi otorite teşkil ettiği, tamamen kendine bağlı sivil bir istihbarat servisi kanalıyla orduyu izletmeli ve ordu içindeki anti demokratik filizlenmeleri derhal durdurmalı ve böylelerini ve bunlara ön ayak olanları ordudan derhal tard ettirmelidir. S. 186

Generaller de Devlet Memurudur

Orgeneraller de diğer kamu personeli gibi meslek memurudurlar, siyasi karar alabilecek statüleri yoktur. Silahlı kuvvetlerinde, anayasal ifadesiyle, yurt savunmasına hazırlanmaktan başka bir görevi yoktur. Onun için, başka kamu görevlileri nasıl kendi işlerine bakmak durumundaysalar, aynı şekilde askerlerin de gözlerinin dışarıda olmaması ve kendi işlerine bakmaları gerekmektedir. S 173

Askerden Ali Fuat Başgil’e: “Seni Diri Diri Gömeceğiz”

Silahlı kuvvetlerin tehdidi ile Cumhurbaşkanlığı adaylığından çekilmek zorunda kalan üstat Ali Fuat Başgil’in dramı herkesçe malumdur. Adaylıktan çekilmemeyi düşünen milletin adayı Ali Fuat Başgil’e, silahlı kuvvetlerden Sıtkı Ulay neler söylüyor bakın:

“Hocam, sana gerçekleri söyleyeyim, Cumhurbaşkanı falan olamazsın... Etlik’te Milli Emniyet’in Bahçesinde bir çukur hazırlandı. Cumhurbaşkanı seçilirsen, meclisten çıkar çıkmaz jipin hazır. Ona bindirileceksin. Etlik’e götürülüp o çukura defnedileceksin.”

Devlete sahip çıkan zihniyet, işte bu kaba ve jakoben kafadır. Bugün bu zihniyet, Cumhurbaşkanı olan Abdullah Gül’e de aynı ihtiras ve insiyakları taşımaktadır. S. 41

ABD’nin İslam Coğrafyasındaki En Büyük Oyunu: “Sufizmi Güçlendir”

“Sivil ve Demokratik İslam” başlıklı 88 sayfalık dönüştürme raporunu hazırlayan kişi, ABD başkanı George Bush’un Basra körfezi ve Güney Asya danışmanı şimdiki Irak Büyükelçisi Zalmay Halilzad’ın karısı olan Cheryl Bennard’dır. Bennard, sosyolog ve aktif bir feministtir. Zalmay Halilzad ise yeni amerikan yüzyılı projesinde (PNAC) imzası olan biridir. Afgan bir Amerikan Neo – Con’u olan bu adam büyük petrol şirketlerinin has adamıdır. Cheryl Bennard’ın önerdiği dönüştürme stratejisinde yer alan şu madde dikkat çekicidir:

Sufizm’i Güçlendir.

Sufi geleneğin tarihlerinin parçası olduğuna inandır. Sufi öğretileri müfredatlara sok. Washington’da düzenlenen bir panelde Bernard Lewis ve ABD’deki nakşibendi liderlerinden Şeyh Kabbani, İslamcı terörün panzehiri olarak tasavvufu önermişlerdi. Ulusalcı geçmişin ve çizginin Yunus Emre, Mevlana, Hacı Bektaş-ı Veli gibi isimlere sahip çıkması neyi ifade ediyor? S. 217 – 218

Hukukun Asker karşısında Boynu Bükük

Sivil siyasetçilere karşı çok haşinleşebildiklerini gördüğümüz hukuk bürokrasisi, askerlere karşı çok boynu bükük duruyor sanki. 12 Eylül askeri darbesinden sonra anayasayı ortadan kaldıran Kenan Evren’i ziyaret eden Anayasa Mahkemesi üyeleri hala hatırlarda. 28 Şubatta da askerlerin en büyük destekçisi yine hukuk bürokratları olmuştu. Bizim hukuk bürokrasisi ile ordu arasındaki bu ilişki nedir? Türkiye’de Ordu mülahazaları her zaman yargının ve hukukun üzerinde olmuştur ve hala da öyledir. Askeri yargı diye bir garabet mevcutken Genelkurmay etkisinin sivil hukuk bürokrasisi üzerindeki hâkimiyeti de ortadadır. Şu bir gerçektir ki, ülkemizde hâkim ve savcılar genelkurmaydan kaygılanırlar ve çekinirler. Dolayısıyla genelkurmay çizgisine rağmen gerektiğinde bu çizgiye muhalif bir adaletin tecellisi mümkün görünmemektedir. Şemdinli bunun en son yaşadığımız delilidir.

Ülkemizde hiçbir hakim ve savcı açık bir şekilde hukukun militaristleşmesini tartıamaz. Zira yaşanan felaketler ortadadır. Tartışanlar ve münhasıran adaletin gereğini ifa edenler kurban edilmedi mi? Kim sahip çıktı onlara? Ferhat Sarıkaya’ya Başbakan sahip çıkabildi mi? Hem de “Sonuna kadar gidilsin. Arkasındayız.” dediği halde. S. 146–147

Hukukun Düzelmesi İçin Süper Savcı Sistemi Şart!

İtalyan Savcı Casson, soruşturmanın sonuna kadar büyük cesaretle gidip italyan istihbarat servisi SİSMİ’nin arşivlerini taradı ve soruşturmanın sonuç bağlantıları Cumhurbaşkanı Cossiga ve Başbakan Ander Otti’ye kadar uzandı. Ülkemizde ise bir savcı bırakın önemli mihrakları suçlamayı, sadece bir generalin ismi bir iddianamede geçti diye meslekten ihraç edilmiştir.

Nasıl bir Yapılanma Gerekiyor?

Devlet içi illegal ve derin bağlantılı hadiseler ile dış istihbarat servisleri önderliğindeki operasyonlar müvacehesinde:

HSYK ve adalet bakanlığı hiyerarşisi dışında TBMM destekli süper yetkili özel savcı gruplarının teşkil etmesi zorunludur.

Bu savcılar Başbakanlık seviyesinde korunmalıdır. Süper Savcı sistemi şarttır. Aksi halde faili meçhul ve derin cinayetler, terör eylemleri, militer-paramiliter illegal oluşumların ardı arkası kesilmeyecek, infial uyandırıcı terör eylemleri artarak devam edecektir.

Bu özel savcı grubunun TBMM’den başka hesap vereceği makam bulunmamalıdır.

Bu özel savcı grubunun kontrol ve idaresinde adli bir istihbarat birimi kurulmalıdır.

Savcı grubunun yürüttükleri soruşturma ile ilgili tüm sivil ve askeri istihbarat arşivlerini tarama yetkisi bulunmalıdır.

Süper Savcı grubunca yürütülen soruşturmalarda hedef kişilerin özel kanunlarından doğan dokunulmazlıkları veya birim amirinin izin vermesi gibi engeller bulunmamalıdır. S. 238–239

Atatürk: “Ordu Milli İradenin Hizmetkârıdır”

Atatürk Nutuk’ta diyor ki: “Her halde kaderimize hâkim bir irade-i milliyenin müdahaleden uzak bir şekilde belirmesi ancak Anadolu’dan beklenebilir. Devlet ve milletin mukadderatında, milli irade yürürlükte ve hâkimdir. Ordu, işbu irade-i milliyenin tâbii ve hizmetkârıdır.” S. 40

Atatürk bir konuşmasında “kumandanlar, askerlik vazifesi ve icabâtını düşünürken ve tatbik ederken, dimağını siyasi mülahazaların tesirinde bulundurmaktan kaçınmalıdır. Siyasi cihetin icabatını düşünen başka vazifedarlar olduğunu unutmamalıdırlar. Memleketin genel hayatında orduyu siyasetten tecrit etmek ilkesi, cumhuriyetin daima sözünü ettiği bir esas noktadır.” der. S. 68

Atatürk siyasete karışmanın, orduyu zayıflattığını açıkça söylüyor. M. Kemal, İttihat terakki kongresinde askeri yetkililere göndermede bulunarak “Politika yapmak isteyen üniformasını çıkarsın” demiştir. S. 143

ATATÜRK: “Peygamberimiz, en büyük askerdir.”Atatürk döneminde basılan ve yıllarca askeri okullarda okutulan “askere din kitabı” adlı kitapta fevkalade isabetle peygamberimizin en büyük asker olduğu belirtiliyor. Kitapta askeri birliklerin Peygamber ocağı olduğu, askerlerin de Mehmetçik adıyla yüceltildiği ifade ediliyor. Atatürk’ün cumhurbaşkanlığı döneminde Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak tarafından diyanet işleri başkanlığına sipariş edilen Askere Din Kitabı, ordunun dine bakışını ayrıntılarıyla ortaya koyuyor. Diyanetin bastığı 2. eser olan 1925 tarihli kitapta, dini konularda askerlerin öğrenmesi gereken İslam ve İmanın şartları gibi hususlar ve dinle askerlik arasındaki ilişkiler yer alıyor.

Evet kuşkusuz ki o Allah’ın Resulü, en büyük askerdi. Bunu M. Kemal’in bizzat ifade ettiğinden habersin bedbahtlara yazıklar olsun. S. 161

Provokasyona en açık dönemi yaşıyoruz!

Olabilecek ama olmasını katiyetle temenni etmediğimiz bir askeri ihtilal gerçekleşirse, tamamen İslamcı camiayı tasfiye ve tecziye etmeye yönelik olacak. Ve ilk kez çok farklı ve acı bir ihtilalle karşı karşıya kalacağız. AKP’nin her şeye rağmen ülkeyi yönetmesine karşı olanlar, ihtilali deneyecekler. Zaten verilen 27 Nisan muhtırası Türkiye’yi tarihinde hiç bölünmediği kadar böldü ve kutuplaştırdı. Bu muhtırayla adeta yüzlerce Muammer Aksoy, Bahriye Üçok, Necip Hablemitoğlu ve Uğur Mumcu öldürülmüş oldu. Şu an tarihinin provokasyona en müsait devrini yaşıyor. Adeta bir kıvılcımla iç savaş buhranına hazır bir görünüm. Tandoğan ve Çağlayan gibi mitinglerde kendilerince ülkeyi kurtarma provası yapan grup ve siyasi partiler ülkeyi götürdüğü tehlikenin farkında değiller. İlginçtir ki bu mitingler serencamında kitleye İslamcı görünümlü birileri tarafından bombalama ve silahlı saldırı eylemi yapılmadı. Ama bu, bundan sonra da yapılmayacağı anl***** gelmez. S. 200

Darbe, İç Savaşı Getirecek

Bu sefer gelecek bir ihtilalde ordu da bölünecek. Askerler yani asker evlatlarımız verilen emirlerle silahlarını ilk defa kendi anne, baba ve kardeşlerine doğrultmak zorunda kalacaklar. Doğrultabilecekler mi acaba? Unutulmasınlar ki ihtilalde görev alacak subayların da ana ve babaları vardır. Onlar da sevdiklerinin can kaygısını taşıyacaklar. Sokak çatışmalarıyla Irak benzeri bir kaos ortamı yaşanacak. Yani bu seferki ihtilal vatana en büyük ihanet olacak ve belki Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin sonunu bile getirebilecektir. Yani bu beklenen ihtilal (umarım olmaz) Türk milletine savaş ilan etmek manasını taşımaktadır. Üzücü de olsa bu çok yakın ve ciddi bir gerçeklik taşıyan bir iç savaş görünümüdür. Halkın da yer yer ihtilal güçlerine silahlı mukavemette bulunması beklenebilecektir. Elbette ki çok kan dökülecektir. Çok can gidecektir. Ama sonuç muhakkak surette milletin kaderini yine kendi iradesiyle tayin etmesi olarak tecelli edecektir. Böyle bir durumda ABD ve Rusya’nın seçecekleri kendi taraftarlarının kazanması için kollarını Türkiye’nin içine sokacaklarını da unutmamak gerekir. Hatta ABD’nin sıcak bir müdahalesi bile şaşırtıcı sayılmamalıdır. S. 202

Ulusalcılar, Özel Harp Çizgisinin Gönüllü Savaşçılarıdır

Psikolojik harp cihetiyle topluma pompalanan ve eleştiri götürmeyen bir tabu olarak Kemalist Nihilizm sloganını kullanan ulusalcılar, analiz ve bilgilerimize göre tam olarak özel harp çizgisinin gönüllü savaşçılarıdır. S. 221

M. Kemal’in Fatih ve Yavuz Sultan Selim’e Olan Saygısı

M. Kemal kendisini Fatih’le mukayese edip M.Kemal’in daha büyük olduğunu ifade eden bir dalkavuğu, derhal terslediği ve “Sen kim Fatih’i ağzına almak kim! Onun adını ağzına almak için abdest al!” şeklinde azarladığı ve tazirde bulunduğu, dimağımızda, M Kemal’in bizzat Yavuz’da bahsederken saygısından “Hazreti Yavuz” ibaresini kullandığı malumumuzdur. S. 38

Suç işleyen devlet adamlarını cezalandırmayan devletler çökmeye mahkûmdurlar.

Ortada bir ceset vardır. Sizin yetki bölgenize atıp giderler. Soruşturunca bir resmi kişi ya da kişilere ulaşırsınız. Bir uyuşturucu – silah operasyonunda asli fail olarak karşınıza bir devlet görevlisi çıktığında savcı olarak neyi seçmelisiniz? Adaleti mi yoksa size söylenen ve encamını bilmediğiniz devlet menfaatini mi? Bir yanda “savcı amca babamı öldürdüler canı çok yandı” diye size sarılan bir sabinin gözyaşları... İşte adalet mülahazasının yeşermesi gereken mecra. Böyle durumlarda kuşandığınız adaletin kılıcını kınından çıkarmazsanız, mazlumların gözyaşları bir gün sel olup ülkeyi basar, kurtulamazsınız. Suç işleyen devlet adamlarını cezalandırmayan devletler çökmeye mahkûmdurlar. S. 244

Banka hortumlamalarının çoğu derin devletin bilgisi dâhilinde olmuştur. S. 259



Ve işte söz konusu kitabın önsözünden bir bölüm:

"15 yılını yargı bürokrasisinde doldurmuş ve militer düşünüş tarzları ile askeri bürokratlarla yoğun bir ilişki içinde olmuş bir kişi olarak şunu açıkça ifade etmem gerekir ki, Türk demokratikleşmesinin önündeki en büyük engel ve demokrasi üzerindeki en büyük gölge, Genelkurmay askeri bürokrasisinin günümüz Türkiyesinde bulunduğu yanlış konum ve askeri düşünüş tarzlarının sivil parametreler üzerindeki yadsınmaz hâkimiyetidir.

Sivil güç odakları ve sivil toplumun önünde korku veren bir mania olarak bulunan Genelkurmay bürokrasisi, geçmişten günümüze uzayan süreçteki 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980 ve 28 Şubat 1997 ihanetleri ve müdahaleleri ile kazandığı özerk ve imtiyazlı statüsünü korumaya ve daha da geliştirmeye çalışmakta, yargı bürokrasisini pasivize etmekte ve sivil elitlere karşı daha da özgür ve alternatifsiz bir tabu olmanın peşinde koşmaktadır. Böyle bir düşünce tarzının ise vatanperverlikle, irade-i milliye’ye saygı ile milletin emrinde olma düşüncesi ile ve demokrasi istemekle en ufak bir paralelliği olamaz.

Kimse bizi bu tenkit ve analizlerimizle düz mantık bir ordu karşıtlığı içinde görmemelidir. Gayemiz asırların izlerini ve kahramanlığını üzerinde taşıyan kahraman ordumuzun milletiyle bir bütün halinde, 21.yy gerçeklerine uygun ve demokratik sistem içinde nasıl yer alması gerektiğine işaret etmektir.

Öncelikle belirtmek gerekir ki bu kitap milletimizin bağrından çıkan Mehmetçikleri üzmek için kaleme alınmadı. Onlar adına hareket ettiğini söyleyen bir kısım kimselerin, bu milletin üzülmesine yol açanların yanlışlarını dile getirmek ve “ORDUNUN DEVLETİ Mİ – DEVLETİN ORDUSU MU?” sorusuna cevap bulmak üzere kaleme alındı.

(Haber 7 Kitap Dünyası)


SiteMap - İmode - Wap2