Arşiv Anasayfa Tarih
Sayfalar: 1
Osmanlı Kardeş Katliyamı 'nın Sebepleri By: HaYaL Date: July 12, 2008, 01:10:09 AM
Şahzâde Katli Üzerine Bir Yorum Denemesi
Çok sorulan bir soru: “Bazı padişahlar, neden küçük yaştaki kardeşlerini, hatta oğullarını katlettiler?”

Olayı değerlendirirken mutlak surette dönemin şartlarını, yönetim anlayışlarını, işin önünü ve sonunu hesaba katmak, muhtemel neticelerini düşünmek, buna bağlı olarak da şu soruyu sormak lâzım gelir: “Acaba devletin yaşaması mı daha mühimdir, yoksa bir şehzadenin yaşaması mı?”

İkisi birden olamıyordu, çünkü her şehzade günün birinde tahta geçmek üzere yetiştiriliyor, bir bakıma her şehzadenin gönlünde padişahlık aslanı yatıyordu. Bu yüzden, tahta geçemeyen her şehzade isyan etmeye, kargaşa çıkarmaya namzetti.

Ortada çok olumsuz örnekler de mevcuttur. Meselâ Sultan I. Murad’ın oğlu Savcı Bey, babasına karşı isyan etmiş (1385), Anadolu’da Timur istilâsıyla başlayan Fetret (1402) Devrinde Yıldırım Bâyezid’in evlâtları arasında baş gösteren mücadelede binlerce mazlumun kanı akmış, bu yüzden Bizans’a nice tavizler verilmiş, daha önce alınmış bazı topraklar iade edilmiştir.

Musa Çelebi bir ara İstanbul’u sıkı şekilde muhasara etmişken, kardeşinin (Mehmed Çelebi) ordusuyla üzerine gelmesi yüzünden mecburen muhasarayı kaldırmış, daha sonra Bizans’a âlet olan Yıldırım oğullarından Mustafa Bey (nam-ı diğer Düzmece Mustafa) isyanlarıyla devlet yeni bir fetretle yüz yüze gelmiş, nihayet Fatih’in babası II. Murad zamanında padişahın kardeşi Şehzade Mustafa (Düzmece Mustafa’dan ayırd edilebilmesi için tarihlerimiz bu şehzadeyi “Küçük Mustafa” olarak yazar) Bizans, Germiyan ve Karaman kışkırtmaları sonucu ayaklanmış, bunun üzerine Sultan II. Murad tıpkı Musa Çelebi gibi, İstanbul muhasarasını kaldırarak küçük kardeşinin üstüne yürümek durumunda kalmıştır (1423).

Bundan sonraki isyan örnekleri ise sayılamayacak kadar çoktur. Şüphesiz her birinde devlet büyük yaralar almış, bir şehzadenin yerine binlerce insan ölmüştür.

Osmanlı hanedanı ve devlet adamları, devletin bölünmez bütünlüğüne, ayrıca “Nizam-ı Âlem” düşüncesine ve “Fitne katilden daha şiddetlidir” meâlindeki İlâhî hükme gönülden bağlıydılar. Devleti bölüşmeyi teklif eden Cem Sultan’a, ağabeyi Sultan II. Bâyezid’in verdiği cevap meşhurdur: “Bu kişver-i Rûm bir ser-i pûşide-i arûs-i pûr nâmûstur ki, iki dâmad hutbesine tâb götürmez” (Osmanlı Devleti öylesine namuslu bir gelindir ki, iki dâmad istemez).

Peygamber müjdesine mazhar olmuş Fatih Sultan Mehmed, bir saltanat endişesi ve rakibi bulunmadığı halde, meşhur “Kanunnâme”sine malûm hükmü koymuştur: “Her kimesneye evlâdımdan saltanat müyesser ola, karındaşların nizam-ı âlem içün katletmek münasibdür. Ekser ulema dahi tecviz etmişdür, bununla âmil olalar.”

Yıldırım Bâyezid, kardeşi Yakup Bey’in “tahtını tabuta” çevirmeseydi, devlet param parça olmaz mıydı?

Fatih, kardeşini sağ bıraksaydı, kardeşi zaman içinde isyan çıkartmaz mıydı (çünkü hep böyle gelişti), bu isyan sebebiyle acaba İstanbul fethi aksamaz mıydı?

Sultan II. Bâyezid, Cem Sultan’ın teklifini kabul edip devleti kardeşiyle bölüşseydi Yavuz ortaya çıkabilir, “Halife” olabilir miydi?

Ve Yavuz, üzerlerine gelen kardeşleri Ahmed ve Korkud’u bağışlasaydı, toparlanır toparlanmaz birleşip yeniden saldırmazlar mıydı? Bu da Yavuz Padişah’ın en büyük ideali olan “İttihad-ı İslâmı=Müslümanların Birliğini) gerçekleştirmesini engellemez miydi? (Tabii Hilafet de Osmanlılara geçmezdi)

Nihayet şunu sormak lâzım: Cengiz Han, Timur Leng ve Hülâgü Han gibi cihangirlerin kurdukları devletler, neden acaba bir Osmanlı Devleti olamamış, yüzyıllar boyu yaşayamamıştır? (Tarihçiler bunun sebebi olarak, imparatorlukların oğullar arasında bölüşülmesini gösteriyorlar)

Bunların üzerinde kafa yormadan, şartları hiç nazara almadan, o günlerin devlet telâkkîsini anlamaya çalışmadan masa başında hüküm vermek insafsızlıktır...

Olayı tarih, şartlar ve insaf ölçeğinde ortaya koyduktan sonra, hâlâ “günah” hükmü vermek de mümkündür. O taktirde günahların ve sevapların değerlendirileceği “Mahşer Günü” hatırlanmalı ve olay yargı merciine havale edilmelidir.

“Yıldırım Bâyezid” isimli eserimizde de ifade ettiğimiz gibi, Osmanlı padişahları gerek yabancı, gerekse yerli yazarlar tarafından o kadar hırpalanmıştır, öylesine akla, hayale sığmayan iftiralara maruz bırakılmıştır ki, mevcut bazı hata ve kusurlarından ziyade faziletlerinin üstünde durmak, neredeyse insanlık borcu haline gelmiştir.

Eminiz hiçbir millet, kendi ecdadını böylesine hırpalamamıştır, tarihine böylesine yabancılaşmamıştır; kendi kökünü, kendi tırnaklarıyla böylesine duygusuz ve duygusuzca yolmamıştır.

Artık taşları yerli yerine koymak lâzım...


SiteMap - İmode - Wap2