Arşiv Anasayfa Tarih
Sayfalar: 1
Seydi - Ali Reis'in Hatıraları - 1 By: Mesut19o7 Date: July 12, 2008, 12:08:44 AM
16. yüzyılın büyük denizcilerinden biri de Seydî - Ali Reis'tir. Gerek babası, gerek büyük babası bahriye müsteşarı olan bu denizci çocuğu, 1498 yıllarına doğru İstanbul'da doğdu. 1522 Rodos fethine deniz subayı olarak katıldı. Kapdân-ı Derya Barbaros Hayreddin Paşa'nın yanında yetişti. Kendisini çok takdir eden Barbaros, cihan tarihinin en büyük deniz vuruşmalarından biri olan 1538 Preveze savaşında, Türk Donanması'nın sol kanat amiralliğini Seydî-Ali Reis'e verdi. Az zamanda Kanunî Sultan Süleyman'ın da dikkatini çekti. Kanunî, İran seferine çıkarken müşavir olarak onu da yanına aldı. Asrının en büyük hükümdarı olan Kanunî, bu bilgin, şair, güzel konuşan ve zeki amiralden çok hoşlanıyor, sık sık sohbet etmek üzere otağına çağırıyordu. Gene bir gün Haleb'de konuşurlarken, Kanunî, kendisini Hind Okyanusu amiralliğine getirmek istediğini bildirdi. Seydî-Ali Reis'e yeni görevi 6 aralık 1553 günü resmen tevcih edildi. Bu sırada 55 - 56 yaşlarında olması lâzım gelen Türk denizcisi, ertesi gün Haleb'den hareket etti. 58 günde Bağdat yoluyla Basra'ya geldi. Bu limanda bulunan 15 kadırgadan müteşekkil Türk savaş filosunu alarak denize açıldı.

Basra Körfezi'nden çıkıp Aden Körfezi'ne girmek üzereyken, 9 ağustos 1554 günü 25 kadırgadan ibaret Portekiz donanması ile karşılaştı. Vuruşmada Portekizlilerin bir kadırgası batınca düşman, Türk filosunun önünden çekildi. 25 ağustosta Seydî - Ali Reis, Aden Körfezi'nden Umman Denizi'ne geçmişti. 34 kadırgadan müteşekkil daha büyük bir Portekiz donanması ile karşılaştı. Türklerin iki mislinden fazla olan düşmanla dehşetli bir deniz savaşı başladı. 18 saat aralıksız devam eden savaş sonunda, Türklerin 7 ve Portekizlilerin 6 kadırgası battı. İki tarafın forsalarında da kürek çekecek güç ve topçularda top ateşleyecek takat kalmadı. Türkleri yok edemeyeceklerini anlayan kral naibi Afonso dö Noronha'nın oğlu Don Fernando'nun komutasındaki Portekizliler, geri çekildiler.

On bir kadırgası kalan Seydî - Ali Reis, birkaç gün sonra da “tufan-ı fil” denen korkunç bir Hind Okyanusu tayfunu ile karşılaştı. Biraz da dalgaların esiri olan Türk filosu, güneydoğuya doğru yol alarak, Hindistan kıyılarına vardı. 3 kadırga da burada karaya vurdu. Geri kalan ve onarılması az zaman içinde mümkün olmayan 8 kadırgayı Seydî - Ali Reis, toplarıyla beraber, Türkiye'nin öteden beri desteklediği Gucarat Sultanlığı'na verdi. İstanbul'a dönünce hükümete göstermek üzere bir makbuz aldı.

Seydî-Ali Reis, hayatta kalan levendlerinin çoğunu da Gucarat sultanlığı hizmetine verdi. Esasen yarım yüzyıldan beri bu Müslüman Hind devletinin amiralleri ve topçu generalleri hep Osmanlı Türk'ü idi. Seydî - Ali, 50 levendiyle Hindistan'a daldı. Aylarca süren bir seyahatten sonra, Hindistan Türk imparatorluğunun başkenti olan Agra'ya vardı. Timuroğlu Hümâyûn Şah, Türkleri sevinçle karşıladı. Babur Şah'ın oğlu olan bu hükümdar. Türk amiraline vezirlik bile teklif etti. Ancak Hümâyûn, 26 ocak 1556 günü, kütüphanesinin üst raflarından bir kitap almak üzere tırmandığı merdivenden düşerek 48 yaşında öldü. Seydi - Ali ile 50 levendine gene yolculuk görünmüştü.

Türk denizcileri, 15 ay sürecek yeni seyahatlerine başladılar. Agra'dan Delhi'ye, oradan Lâhûr'a ve Kabil'e geldiler. Afganistan'dan Türkistan'a geçtiler. Semerkand, Buhara ve Hıyve'den İran'a indiler. Meşhed'den, İran Türk imparatorluğunun başkenti olan Kazvîn'e vardılar. Şah Tahmasb tarafından kabul edilen Seydî -Ali Reis, Şah İsmail'in oğlu ve yeryüzünün Kanunî'den sonra gelen en kudretli hükümdarı olan Safevî imparatorundan da iltifat gördü. Tebriz'den Türkiye topraklarına girdi. Bağdat - Musul - Diyarbakır- Ankara yoluyla İstanbul'a geldi. Fakat Kanunî, Edirne'deydi. 1 mayıs 1557'de Galata'daki konağına inen Seydî-Ali Reis, bir hafta sonra Edirne’ye vardı. Kanunî Sultan Süleyman'a Haleb'de veda etmesinin üzerinden tam 3 yıl, 5 ay geçmişti.

Denizcilere büyük zaafı olan Kanunî, Seydi-Ali Reis'i birçok defalar kabul ederek bütün macerasını dinledi ve bu seyahatini kaleme almasını emretti. Seydî-Ali Reis, Kanunî’ye, Türkistan Hakanı ve Gucarat Şâhı'ndan Hind racalarına kadar büyüklü küçüklü hükümdarlardan 30 kadar mektup getirmişti. Bunların kimi iktisadî veya askerî yardım istiyor, kimi dostluk ve kulluk arz edîyordu. Bundan sonra Seydî-Ali Reis, 1560 Cerbe savaşına katıldı. Preveze'den sonra Türklerin tarihleri boyunca kazandıkları en büyük deniz zaferi olan bu savaşta da amirallik etti. 1563 yılının ocak ayında, takriben 65 yaşında, Galata'daki devrinin denizci, bilgin ve şairlerinin toplantı yeri olan büyük konağında huzur, şan ve şeref içinde öldü.

Seydî - Ali Reis, en az amiralliği derecesinde coğrafya, matematik ve astronomi bilgini olmakla ünlüdür. Ayrıca şair olarak da devrinde büyük şöhret yapmıştır. Büyük Türk astronomu Ali Kuşçu'nun Fâtih'in emriyle yazdığı Fethiye adlı ünlü astronomi kitabını Farsça'dan Türkçe'ye çevirmiştir. “Mir'ât-ı Kainat” adında bir matematik kitabı yazmıştır. Fakat dünyaca meşhur eserleri “Muhit” adlı deniz coğrafyasına ait kitabıyla Hindistan gezisini anlatan “Mir’atu’l Memalik” (Ülkelerin Aynası)’idir. Bu eserler, Türk amiralini XVI. yüzyılın en büyük bilginlerinden biri derecesine ulaştırmaktadır. Seydi - Ali Reis'in bu kitapları Almanca'ya, İngilizce'ye, Fransızca'ya, Özbekçe'ye, İtalyanca'ya çevrilerek birçok defalar basılmıştır.

Hayat Tarih Mecmuası, “Barbaros'un Hatıraları” ve “Mimar Sinan'ın Hâtıraları”ndan sonra, gene Türk Asrı denen XVI. asra ait çok namlı bir Türk büyüğünün hâtıralarını takdim etmektedir. Mir'atu'l-Memalik adını taşıyan Seydî - Ali Reis’in hâtıralarında, XVI. asır Türk dünyası içinde büyük bir seyahatin bütün meraklı safhalarını okuyacaksınız. Eserin dili, bazı yerlerde sadeleştirilerek bugünün okuyucusu için anlaşılması mümkün kılınmış, fakat büyük bir bilgin, edip ve şair olan Türk amiralinin üslûbuna müdahale edilmemiştir.

*******************************************

Kitabıma mevcudu yokluktan vücuda getirilen Allahü azîmüşşânın adıyla başlıyorum.

Yaratıp â'lemi Hak verdi şeref
Cümleden âdemi kıldı eşref
Hakk'ı ey dil arayıp seyyah ol
Mâ'rifet bahrine var mellâh ol

Sonra, âlemlerin mahabbeti uğruna yaratıldığı peygamberimizin kutlu ismini anıyorum.

Eyledi nefs bizi gark-ı günâh
Kıl şefâ'at, ede rahmet Allah
Himmet et rûz-i haşır'dâ yârın
Yüzümüz ak ola olmaya siyah

İslâm padişahına dua etmek de her mü'min için lâzım ve vaciptir. Bilhassa cihanın sultanlarının sultânı, zemin ve zamanın hakanı, şevkette İskender'e, haşmette Feridun'a, adalette Nûşirevân'a, himmette Hâtem'e, savlette Kayser'e, devlette Dârâ'ya benzeyen, zamanımızın sâhib - kıranı, Sultan Selim Han oğlu Sultan Süleyman Han'ın ömrünü Cenâb-ı Hak uzun kılsın, saltanatı kıyamete kadar devam etsin!

Du'âm oldur Şeh-î Rûm'un (1) İlâhî
Saadet birle geçsin sâl-ü mâhı
Anın ferman - beri hâkaanı Çin'in
Mutıy'î Hind-ü Sind'in pâdşâhı

BU KİTABI TELİF ETMEMİN SEBEBİ
Cihanın hakanı olan Sultan Süleyman Han, İran seferine çıkmak üzere kışı Haleb şehrinde geçiriyorlardı (2). Bu sırada beni ansızın Mısır kapdanlığına (3) tayin buyurdular. Vazifem, Basra limanında bulunan Mısır donanmasını alıp Süveyş limanına getirmekti. Basra'da yatan 15 parça kadırgayı Hind denizlerinden aşırıp Mısır'a götürecektim. İşte bu vazife, büyük bir maceraya sebep oldu ve aklıma bile getirmediğim seyahatlere zemin hazırladı. Bu seyahatleri, «Mîrâtu'l - Memâlik» adını verdiğim bu kitapta anlattım.

Her kişi ister koya â'lemde ad
Hayr ile tâ kim kılaalar ânı yâd
Sergüzeştim ben dahî zikr etdiğim
Bir du'â île anılmakdır murâd

Yine deryây-ı mihnet eyledi çüş
Mevc-i gam başdan aşıp etdi hurûş
Dehr edip âfkâre kînesini
Garka kasd eldi ten sefinesini

(1) Şeh-i Rûm = Roma İmparatoru, Osmanlı padişahlarının Fâtih'ten beri takındıkları unvanlardan biri. «Rûm», «Anadolu, Türkiye», manalarına da gelmektedir. Yıldırım Bâyezid'in takındığı «Sultân-ı Iklîm-i Rûm» unvanı ve Mevlâna hakkında kullanılan «Mollaay-ı Rûm» bu manadadır.
(2) Kanunî, «Nahcivân Seferi» denen 12. sefer-i hümâyûnuna çıkmak üzere mevsimi beklemek için, 8 kasım 1553'ten 9 nisan 1554''e kadar 5 ay, l gün Haleb'de kalmıştır. 1548-49 kışını da vaktiyle Haleb'de geçirmişti.
(3) Mısır veya Süveyş veya Hind kapdanlığı, kapdân-ı deryaya değil, doğrudan doğruya Dîvân-ı Hümâyûn'a (imparatorluk hükümeti) bağlı bir amirallikti. Kızıldeniz, Umman Denizi, Aden Körfezi, Basra Körfezi, Hind Okyanuyu, bu amiralliğe ait denizlerdi. Seydi - Ali Reis, Murad Reis'in yerine, 6 Aralık 1553'de bu mühim göreve getirilmiştir.

İran seferine çıkmak üzere İstanbul'dan ayrılan Sultan Süleyman Han'ın maiyetlerinde ben de vardım. Bursa Yenişehri'nde iken ramazan bayramı hulul etti. Padişahımızın bayramını tebrik edenler arasında bulundum. Oradan, Orduy-ı Hümâyûn ile beraber Seyitgazi kasabasına geldik. Daha sonra Konya'ya vasıl olduk. Mevlânâ Celâleddin Rûmî Hazretleri'nin türbelerini ziyaret ettik. Oradan Kayseri'ye vardık. Başlıca Şeyh Evhadüddin Kirmanı, Şeyh Burhâneddin Muhakkik, Şeyh Bahâeddin - zade, Şeyh İbrahim Aksarâyî ve Dâvûd-ı Kaysarî türbeleri ziyaret edildi. Haleb'e gelince de Peygamber Dâvûd ve Peygamber Zekerîyâ'mn makamlarına yüz sürdük. Peygamberimizin ashabından Sâd Ensârî ve Saîd Ensârî de Haleb'de gömülüdür. Mübarek Kurban Bayramını, Saâdetlü Padişah Hazretleri ile bu şehirde geçirdik.

Hind kapdanı Pîrî Reis arkadaşım, birkaç yıl önce 30 parça harb gemisiyle Süveyş'ten ayrılmıştı. Bu 30 parça, baştarda, kadırga, kalite ve kalyon nevinden teknelerdi. Pîrî Bey, Kızıldeniz'i cenuba doğru inmeye başladı. Arabistan'da Cidde limanına uğradı. Yemen kıyılarını gezdi. Bâbülmendeb Boğazı'ndân Hind denizlerine çıktı. Umman ülkesinde Maskat kalesi önüne geldi. Kaleyi bir müddetten beri ellerinde bulunduran Portekizlilerden fethetti. Hürmüz Boğazı'na girdi. Boğaz üzerinde bulunan Hürmüz adasındaki Portekizlileri kovdu. Basra'ya vasıl oldu. Basra'ya gelir gelmez, Hindistan'ın Diu limanından kalkan büyük Portekiz donanmasının yolunu kesmek üzere geldiğini haber aldı. Ağır ganimetle yüklü gemilerini Basra'da bıraktı. Üç parça gemiyle Süveyş'e dönmek üzere acele Basra'dan ayrıldı. Bahreyn adaları civarında bir kadırgası karaya vurup parçalandı, iki kadırga ile Süveyş'e döndü. Basra beylerbeyisi Kubad Paşa, bahriye sancak beylerinden Ali Bey'e, Basra limanında yatan donanmayı Süveyş'e götürmesini teklif ettiyse de Ali Bey, bu tehlikeli vazifeyi kabul etmedi ve karadan Kahire'ye gitti. Bunun üzerine donanma, Basra'da kaldı ve ekseri gemiler bakımsızlığa uğradı. Bu durum İstanbul'a bildirilince Dîvân-ı Hümâyûn, Basra Körfezi üzerinde Katıfy sancak beyi olup yeni bir vazife almak üzere Basra'da bekleyen derya beylerinden Murad Reis'e, donanmayı Sûveyş'e getirmek emrini verdi.

Murad Reis, bir kadırga, iki barça ve beş kalyonu Basra'da bıraktı. Bir kadırga da Basra'da yatarken kaza yangınıyla mahvolmuştu. Geri kalan 15 kadırga ve 2 barça, Murad Reis'in idaresinde Basra'dan ayrıldı. Ancak Hürmüz Boğazı'ndan Hind denizlerine çıkılırken büyük Portekiz donanması bastırdı. Kaptanlardan Süleyman ve Receb Reisler - ki gayetle değerli denizcilerdi - şehit düştü. Gemileri ve topları zarar gören, efradından birçoğu yaralanan Murad Bey, İran'ın Lâristan kıyılarına geldi. Bir gemisini de Portekiz kâfirine kaptırdı, Basra'ya döndü. Bu vaziyette Süveyş'e gidemeyeceğini Basra beylerbeyisi olan paşaya bildirdi.

Ben, denizci bir ailenin çocuğuyum. Padişahımız Sultan Süleyman Han'ı da 30 yıldan fazla bir zamandan beri tanıyordum. Rodos fethinde, gemide beraber maiyetlerinde bulunmak şerefini kazanmıştım (4). Bilhassa Barbaros Hayreddin Paşa'nın yanında yıllarca gezdim ve tecrübemi arttırdım. Riyaziyeye dair birkaç eser de telif ettim. Gerek baba, gerek ana tarafım denizcidir, İstanbul'un Fethi'nden beri Galata tersanesi kethudâlığı (5) benim büyük babalarımın ve babamın elindeydi. Haleb'de iken Sultan Süleyman Han, Basra'da yatan gemilerin hâlinden bahsederken, bu vazifeyi bana vermek istedi. Fermanlarını alır almaz, 961 yılının ilk günü olan l muharremde (6) Haleb'den Basra'ya doğru hareket ettim. Fırat'ı geçip Urfa şehrine geldim. Makam-ı İbrahim'e yüz sürdüm. Nusaybin yoluyla Musul'a vardım. Yûnus Nebî, Circîs Nebî ve diğer makamları ziyaret ettim. Tekrît'e, oradan Sâmerrâ'ya uğradım, imam Hâdî ve imam Askerî'nin türbelerine vardım. Bağdad'a vasıl oldum.

Yûşâ Nebî'yi, Imâm-ı âzam Ebû-Hanîfe'yi, imam Musa Kâzım'ı, imam Muhammed Takıyy'i, Şeyh Abdülkadir Geylânî'yi, Cüneyd Bağdâdî'yi, Mâruf Kerhî'yi, Şeyh Şiblî'yi, Serî'i Sakatî'yi, Hallâc-ı Mansûr'u, Behlûl Dîvâne’yi, Şeyh Şihâbüddin Sühreverdî'yi ve diğer din büyüklerini ziyaret ettim. Dicle'den sonra bir defa daha Fırat'ı geçtim. Kerbelâ'ya vardım. Seyyidü's-Sühedâ Hazret-i Hüseyin’in makamına yüz sürdüm. Çöl yoluyla Necef'e geldim. Hazret-i Ali'yi ziyaret edip Kûfe'ye vardım. Zülkifl Nebî ve Harun'un makamlarını ziyaret ettim. Tekrar Fırat'ı geçip Hille'ye geldim, imam Muhammed Mehdî'nin, Hazret-i Ali'nin kardeşi Akıyl'in makamlarını gezdim. Gene Fırat’ı bir köprüden geçtim.Bağdad’a döndüm. Gemiye binip Dicle üzerinden Basra yolunu tuttum. Medâin harabelerinde Tak-ı Kisrâ'yı ve Kasr-ı Şâh'ı gördüm. Amare ve Vasıt yoluyla Şattularab'a girdim. Safer ayının son günü Basra'ya vâsıl oldum (7).

BASRA'DA GÖRDÜKLERİM
Ertesi gün, Basra beylerbeyisi (Şeklimi Koyarım. Mustafa Paşa'yı ziyaret ettim. Padişahın fermanını gösterince, limanda yatan 15 parça kadırgayı bana teslim etti. Mümkün olan onarmaları yapıp tekneleri kalafatladım.

4) 1522.
5) Bahriye müsteşarlığı makamı.
6) 7 aralık 1553.
7) 3 şubat 1554. Demek Haleb'den Basra'ya 1 ay, 27 günde gelmiş. Ancak tarihî yerleri ziyaret edebilmek için yolu bilhassa uzatmıştır.
(Şeklimi Koyarım. Güney Irak, Kuveyt, Lahsâ, Necd, Bahreyn, Katar ve Ummânu'l - Mütesâlih'i içine alan Türk eyaletinin umumî valisi.

Kapdanlarla görüşüp tanıştım. Bunları yapmak ve mevsim rüzgârlarını beklemek için 5 ay Basra'da kaldım.

Bu arada Basra'da yatan büyükleri, Hasan Basrî'yi, Talha'yı, Zübeyr'i, Enes bin Mâlik'i, Abdurrahman bin Avf'ı, Mescid-i Ali'yi ziyaret ettim. Bu sırada kötü bir rüya gördüm. Fakat levendlerimin manevî kuvvetini kırmamak için rüyayı kimseye anlatmadım. Gerçekten Mustafa Paşa, Hüveyze kalesini fethetmek için sefere çıktı. Beş kadırga ile ben de beraber gittim. Ancak kale alınamadı ve 100'den fazla yarar levendim şehid oldu. Bir yandan da gördüğüm rüyanın bu vak'a ile gerçekleştiğini sandım ama, öyle değilmiş. Daha çok çekeceğim varmış.

Olacak nesne olur çâr-u nâ-çâr
Gerek sen gönlünü pek tut gerek dar (9)

Şerif adında birisini, Hürmüz Boğazı'na kadar gönderip keşfettirdim. Birkaç parça Portekiz gemisinden başka bir şey olmadığı, büyük Portekiz donanmasının çok uzaklarda bulunduğu haberini getirdi. Bunun üzerine Mustafa Paşa'ya veda ettim ve kaptanlara hareket emrini verdim.

DİYÂR-I HÜRMÜZ'DE VAKI' OLAN HAVADİSİ BEYÂN EDER
Şabân ayının ilk günü Basra'dan ayrıldım (10). Şattu'1-Arab üzerinde Abadan limanından Basra Körfezi'ne çıktım. Fars kıyılarından ilerledikten sonra körfezi garbe doğru geçip Lahsâ kıyılarına ve Katıyf limanına geldim. Oradan Bahreyn adalarına vardım. Katıyf ve Bahreyn sancak beyi Murad Reis'le görüştüm. Portekiz donanmasının Umman Denizi'nden uzak olduğunu söyledi. Bahreyn adalarında deniz gayetle sığdır ve derya altında tatlı su kaynaklan vardır. Dalgıçlar, tulumlarla dalıp bu tatlı suyu doldururlar. Murad Reis bana da ikram etti. Gayetle lâtif ve soğuk bir su idi. Zaten bu adalara Arapça'da «Bahreyn» yani «iki derya» denmesine sebep, derya altında başka bir derya hâlinde tatlı su kaynamasıdır. Oradan şimdi «Kays Adası» denen eski adıyla “Hürmüz Adası”na vasıl oldum.

Nihayet Hürmüz Boğazı'nı geçip Basra Körfezi'nden çıktım. Rehberim Şerif’i, eline bir mektup vererek Basra'ya geri gönderdim; Mustafa Paşa'ya, Hürmüz Boğazı'nı selâmetle geçtiğimizi yazdım. Ramazanın 10. günü (11) uzaktan Portekiz kâfirinin 4 karaka, 3 kalyon, 6 karavele, 12 çekdiriden ibaret 25 parça donanması gözüktü. Büyük ve bakımlı teknelerdi. Tenteleri fora ettirip demir aldırdım. Toplan atışa hazırlattım. Hazret-i Hakk’ın inayetine sığınıp bizim iki mislimiz olan düşmanla muharebeye karar verdim. Sancakları açtırdım. Gülbank çekilip top ve tüfek ateşi başladı. Bir düşman kalyonuna top güllesi dokunup helak oldu; deryanın dibini boyladı.

Gaalibâ görmedi çesm-î encüm
Bu kadar hâdise-î uzmâyı
Bilmezim kim nice tâ'bîr edeyim
Sana bu vâkı'a-î kübrâyı (12)

Muharebe yatsı zamanına dek sürdü. Muhkem ceng oldu. Fenerler yakıldı. Kâfir amirali yaklaşan geceden korktu. Hürmüz canibine doğru firara başladı. Gece kuvvetli rüzgâr çıktı. Sahili takip ediyordum. Yolumuza revân olduk. Birkaç gün sonra Umman ülkesinin limanlarından Sohâr'a vardık. Mübarek ramazanın 26. günü -ki Kadir Gecesi'dir- (13) alesseher Maskat limanı göründü. Limanda Portekiz kâfirinin 12 barça ve 22 çekdiriden ibaret 34 parçalık donanması yatıyordu.
Düşman, iki mislimizden fazlaydı. Bundan cesaret alıp yelkenlerini de açarak, çala kürek üzerimize gelmeye başladı. Başlarında Gorna Dürek oğlu Kuvve vardı ki, Portekiz kâfirinin gayet namlı bir amirali idi. Babası, Portekiz'in bütün Hind denizleri için kral naibi idi. Dehşetli bir top, tüfek ve ok atışı başladı. Bazı gemiler birbirine yanaşıp kılıç kılıca vuruşma da oldu. Bir kadırgam, kumbara ile yanıp battı.

Taşları güllükleri kim yağdırır
Her biri deryada döküntü olur (14)

Ancak kadırgamı batıran kâfir barçasını da ben yakıp batırdım. Sonra kâfirin 5 kadırga ve 5 barçasını daha batırdım. Bir barçası da ağır yara alıp kaçarken battı. Bu suretle 34 kâfir gemisinin 12'si helak oldu.

(9) Beyit Şeyhî'nindir.
(10) 2 temmuz 1554. Basra'da 4 ay, 27 gün kaldığı anlaşılır.
(11) 10 Ağustos 1554. Hürmüz deniz muharebesi. Basra'dan ayrılalı l ay, 9 gün olmuştur.
(12) Kıt'a, Mesihî'nindir (sahiplerini işaret etmediğimiz diğer bütün şiirler, müellif Seydi - Ali Reis'e aittir).
(13) 26 ağustos 1554. Maskat deniz muharebesi. Hürmüz - Maskat yolunun 16 günde geçilebildiği anlaşılır (seyahat bir atlastan takip edilerek okunursa daha iyi olur).
(14) Denizci şairlerden, ve Seydi - Ali Reis'in arkadaşlarından “Yetim” mahlaslı Ali Çelebi'nin ki, 2000 beyitlik bir “Barbaros – Nâme” yazmıştır.

Ancak benim gemilerim de çeşitli yaralar aldı ve pek çok şehit verdim, îki tarafın forsasında kürek çekmeye takat kalmadı. Topçuların tâkatları tak oldu. Kadırgaların sandalları ve demirleri, daha iyi hareket edebilmek için kasten deryâya bırakıldı. Kaptanlarımdan Alemşâh Reis ve Kara Mustafa ve Kalafat Memi ve Mustafa Bey ile 200 levend şehit düştü. Kürekçilerden çoğu öldü, yaralandı veya sahile can attı. Kâfir donanmasında da vaziyet aynıydı. Netice alamayacağımız için, birbirimizden uzaklaştık. Ben, Umman sahillerinden kürekçi yazmaya çalıştım. Yerli Araplardan gemilerimi tamir için hayli yardım gördüm. Muharebe bittiği zaman derya yüzü, merhum Barbaros Hayreddin Paşa ile Andrea Doria'ya karşı yaptığımız Preveze cenginde (15) olduğu gibi, insan ve gemi leşleriyle dolmuştu. Şimale doğru Umman Denizi'nde yol almaya başladım, İran'ın Mekrân kıyılarına yaklaşıyordum. Bin türlü belâ ve mihnetle sahile eriştim. Bender-i Şehbâ limanına girdim. Kadırgalarımda bir yudum içecek su kalmamıştı. Hemen karaya su aramaya çıktım. Bol su yüklendim. Levendlerim taze can buldular. Kurban Bayramı'nı bu limanda oldukça neş'e ile idrâk ettik (16).

Oradan Belûcistan kıyısında “Givâder” nam bendere geldik. Belûçlar'ın hükümdarı Melik Dînâr oğlu Melik Celâleddin idi. Givâder valisi kadırgama gelip Saâdetlü Padişah Hazretleri'ne hükümdarının tazimlerini bildirdi. Osmanlı donanması Hürmüz Boğazı'ndan her çıkışta Belûcistan Meliki, 50 - 60 kayık dolusu erzak gönderip Cihan Padişahı'na kulluk arz ederdi. Hemen Givâder limanına girdiğimi Melik'e bir mektupla bildirdim. Yarar kılavuzlar ve erzak gönderip Saâdetlü Padişah Hazretleri'ne itaat ve inkıyâd üzre olduğunu gösterdi.

DİYÂR-I HİND'DE VÂKI' OLAN HAVADİSİ BEYÂN EDER
Givâder'den ayrılıp Hind Okyanusu'na çıktım. Yemen yoluyla Mısır'a gitmek için müsait rüzgâr bekliyordum. Umman kıyılarına yeniden yaklaşmıştım ki “tûfân-ı fîl” denen müthiş kasırga koptu. Kasırganın esiri olup sürüklenmeye başladık.

Bir bahre düştü keşti-î dil yok kenâre hiç
Bir bâdbûni rast değil rûzgâre hiç (17)

Rüzgâr kafiyen göz açtırmıyordu. Atlas Okyanusu'nda olan fırtınalar, bunun yanında bir zerre bile değildi. Dağlar gibi dalgalar kadırgaları aşıp geçiyordu. Gündüzler geceden fark edilmiyor, tekneler gayetle zebûn oluyordu. Güvertedeki eşya deryaya dökülüyordu. Allah'ın kazasına rıza gösterip rüzgâra tâbi olduk.

Düşme engîn-i gama fırtına çokdur savulur
Sâkin-î fülk-i rızâ ol görününce koralar

***

Ey gönül gel düşme gam girdabına deryâ-dil ol
Bir-iki gün olsun savursun böyle kalmaz rüzgâr

Bu minval üzre 10 gün miktarı sürüklendik. Korkunç med ve cezirler yapan deryanın rengi beyaza maildi. Derya üzerinde yılan balıklan, dev gibi kaplumbağalar yüzüyordu. Karaya yakın olduğumuz anlaşılmıştı.

(15) Preveze'de Seydî - Ali Reis, Türk donanmasının sol kanadına kumanda ediyordu ve 40 yaşlarındaydı. Maskot muharebesi, Preveze'den tam 15 yıl, 10 ay, 28 gün sonradır ve Seydî -Ali Reis 56 yaşlarındadır.
(16) 6 Kasım 1554. Maskot muharebesinden 3 ay, 11 gün sonra.
(17) Yetîm'în beyitleri.

Filhakika Sind sahilleri göründü. Amma kıyıya yanaşmak gayetle tehlikeliydi. Beş kulaç su bile yoktu. Nihayet Allah'ın inayetiyle cezir zamanı erişti, rüzgâr dindi. Münasip bir yer bulup sahile yaklaştık. Ertesi sabah mayna edip kıyıya çıktık. Sind sahillerini cenuba doğru inip Gucarât ülkesinde Diyu benderi Önünde gözüktük. Ancak burası, Portekiz kâfirinin Hindistan sahillerinde elinde tuttuğu birkaç limandan biriydi. Fazla yaklaşmaktan havf ettim; zira kaleden top ateşi açabilirlerdi. Rüzgâr gittikçe arttı. Gemilerin dümenleri zapt edilemez hâle geldi. Güverte üzerinde adam duramaz, kadırgaların bir ucundan öbür ucuna gitmek mümkün olamaz vaziyetteydik. Güya Kıyâmet'ten bir gündü. Kamaralarda oturamıyor, ambara iniyorduk. Sahil çok yakın olduğu için karaya vurmaktan korkuyordum. Sık sık önümüze döküntüler çıkıyor, çarpmamak için büyük gayret sarf ediyorduk. Hepimiz sıcaktan üryan denecek kılıktaydık. Levendlerin kimi varil, kimi tulum hazırlayıp birbirleriyle helâlleşiyorlar, bu vaziyet gözlerimi yaşartıyordu. Kadırgamda birkaç kölem vardı. Hepsini âzâd edip helâlleştim. Bu hengâmeden kurtulursam, fakirlere 100 filori bağışlamayı (18) adadım. Dümenleri kırılan kadırgalar vardı. Teknelerde çatlaklar olup su alıyorlardı. Gucarât kıyılarında Demen limanına yaklaşıyorduk, îki mil miktarı yaklaşınca hikmet-i Huda hava açıldı. Rüzgâr dindi. Ancak şiddetli yağmur yağıyordu. Zira Hind diyarının yağmur mevsimiydi. Kadırgalarımın hâli perişandı. Çoğunun hareket edebilmesi için, uzun boylu onarılmaya ihtiyacı vardı. Çok malzeme kaybetmiştik. Pusula ve saatlerimizin bir kısmı işlemez haldeydi. Ancak ümidimi kesmiş değildim.

Af tabî doğa devlet güneşi bir gün ola
Hak T a âlâ kulunu kahr ile daim kıramaz (19)

(18) Bugünkü rayice göre takriben 30.000 TL.
(19) Âftâbî'nin.

Tek tesellim, levendlerimden hiçbirini kaybetmeksizin, bu vartayı atlatmış olmamızdı.

DİYÂR-I GUCARAT'DA VÂKI' OLAN AHVALİ BEYÂN EDER
Helak olan kadırgaların toplarını çıkardım. Gucarât şahı Sultan Ahmed'in Demen valisi Melik Esed'e teslim ettim. Gucarât Şahı, Saâdetlü Padişah Hazret-leri'ne inkıyâd ve itaat üzre olduğunu bildirdi. Portekiz kâfirini Hind sularından uzaklaştırmak için Sultan Süleyman Han'ın donanma göndermesini rica ediyordu (20). Bu mealde bir mektubu, Cihan Hakanı'na verilmek üzere bana teslim etti. Bu sıralarda Melik Esed, Portekiz donanmasının bizim Demen'e girdiğimizi haber aldığını, üzerime gelmek üzere olduğunu bildirdi. Bunun üzerine Demen'in az şimalindeki Suret limanına sığınmaya karar verdim. Ancak adamlarımın çoğunu Melik Esed'e bıraktım. Yürüyecek halde olan kadırgalarımı alıp hareket ettim.

“Suyu bardakta” demişler “gemiyi kâğıtta”
Bizden evvel bu cihan seyrin eden ehl-i vukuf
Â'lem-î berri koyup bahr havasında yılan
Bu-Ali (21) îse anın aklına idrâkine yuf (22)

Bin türlü belâ ile Suret limanına vardık. Suret valisi Hamza Ağa geldi. Gucarât sultanı Ahmed Şâh'ın Vezîr-i âzamı Imâdülmülk'ten bir nâme getirmişti. Ezcümle Portekiz kâfirinin beni ve levendlerimi yakalamaya azmettiğini, gafil olmamamızı yazıyordu. Süret'te halk bizi çok iyi karşıladı. Gemilerimiz bendere girer girmez büyük tezahürat yaptılar. Kayıplarımızdan dolayı bizi teselli ettiler. Filhakika maruz kaldığımız şiddette bir fırtınanın pek uzun yıllardan beri görülmemiş olduğunu herkes ittifakla beyan etti. Şimdiye kadar Osmanlı ülkesinden Süret limanına hiç bir korsan, yani derya ilminde mahir bir kaptan (23) gelmemişti. Mercûdur ki, înşâ'Allaahü'r - Rahman, an - karîbü'z - zaman Vilâyet-i Gucarât, Memâlik-i Osmaniye'ye ilhak olunur. Böylece Hind limanları da küffâr-ı hâksârın elinden halâs olur. Az gayretle bu iş mümkündür. Zira Gucarât sultanlığında dahilî işler Bahâdır Şâh'ın vefatından sonra karmakarışık hâle gelmiştir.

Süret'e gelir gelmez, Portekiz kâfirinin 87 parçadan müteşekkil Hind denizleri donanmasının bizi yakalamak niyetiyle yaklaştığını öğrendim. Bunun üzerine karaya çıktım. Tabyalar kazdırdım. Yerli halktan gönüllüler alıp müdafaaya hazırlandım. Portekizliler karaya çıktı, îki ay müddetle ceng edildi. Ancak teslim olmadık. Bazı anlar helakime ramak kalmıştı. Ancak Cenâb-ı Hak korudu. Gucarât sultanı aleyhinde olan bazı hainler, kâfire yardım ediyorlardı. Hattâ bana yardım eden Müslüman yerli halkı para dağıtarak kandırdılar. Bunların yanımdan ayrılması üzerine vaziyetim büsbütün kötüleşti. Ancak Gucarât Şâhı'nın bizzat Süret'e yaklaşması üzerine Portekizliler defolup gittiler. Şah, Süret'e gelmeyip payitahtı olan Ahmedâbâd'a döndü. Ancak gönderdiği asker şehre girdi. Ben de, Süret kalesini müdafaa eden Hüseyin Ağa da rahat nefes aldık. Zira Hind kıt'ası içine kaçmaktan başka çarem kalmamıştı.

Portekiz kâfiri, beni yakalamaktan gene ümit kesmedi. Hudâvend Han'a elçi gönderip: “Bizim sizinle cengimiz yoktur, maksadımız Mısır Kapdânı'dır” dedi. Ancak Hudâvend Han, bizi teslim etmeyeceğini söyleyip elçiyi savdı. Elçi dönerken, levendlerim pala çalmak istediler; fakat mani oldum.

Hele derd-û belâya sabr edelim
Görelim â'kibet Huda n'eyler (24)

Kadırgalarımdan birinde forsa olan bir kâfir kaçmış, Portekiz elçisinin gemisine sığınıp hakkımızda malûmat vermişti. Gece olunca levendlerim kâfir gemisini basıp forsayı yakaladılar. Kadırgama getirilip asıldı.

Buraları gayetle acayip memleketlerdi. “Târî ağacı” demekle maruf bir çeşit hurma ağacı vardı. Budaklarının ucunu delince rakı renginde bir su akardı. Güneşin hararetiyle bu su az zamanda bir acayip şarap olurdu. Her ağacın dibi bir meyhane gibiydi. Halk, buralarda içip eğlenirdi. Ağızlarını budakların deliğine dayayıp sarhoş olurlardı. Onun için bu diyar askeri gayetle serkeş ve kavgacıydı. Bu sıralarda “Yağmur” adında Türk ellerinden gelip buraya yerleşmiş bir asker Mısır Çerkesleri'nden olan kumandanı Hüseyin Ağa'ya gece yatsıdan sonra hançer çekip öldürmek istedi. Levendlerim karşı koyunca içlerinde Hacı Memi adlı yiğidi öldürdü; Hüseyin Ağa'ya da iki darbe vurdu ama öldüremedi. Yağmur'u yakalattım;


SiteMap - İmode - Wap2