Arşiv Anasayfa Kur'an-ı Kerim.
Sayfalar: 1
Bazı İslam Alimleri By: FeMoX Date: July 08, 2008, 08:10:53 PM
İmam-ı Buhari
Hicri 194 yılında Buhara’da doğdu. Dönemin büyük din alimi olan babası Eb’ül Hasan İsmail’in vefatı üzerine, annesinin koruması altında çocukluk dönemini geçirdi. Yedi yaşında hadis eğitimi almaya başlamış ve on yaşına geldiğinde ezberlediği hadis sayısı 70 bini bulmuştur. Mekke, Medine, Nişabur ve Basra’daki ünlü alimlerden dersler almış, bu yüzden adı Buhara’nın dışında da duyulmaya başlanmıştır. Aralarında Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, İbni Said gibi ünlü birçok İslam alimi O’nun eserlerini güvenilir kaynak olarak kabul etmiş ve fikirlerinden istifade etmiştir. Hadis konusunda gelmiş geçmiş en büyük üstad olduğu herkes tarafından kabul görmüştür.

İmam-ı Buhari 600 bin hadis üzerinde çalışma yapmış, eserinde ise bunun sadece 7.275 tanesine yer vermiştir. 16 yıl süren bu çalışması, sahasında en güvenilir kaynak eser olarak kabul edilir.

"El-Camiu’s Sahih" adlı eseri daha sonra Ahmed Zehidi tarafından "Sahih-i Buhari Muhtasarı (Tecrid-i Sarih)" adı altında bir araya getirilmiştir. Bu eserde ise sadece 4 bin hadis-i şerife yer verilmiştir.

İmam Buhari, ardında yüzyıllar boyu Müslümanlara yol gösterecek bir eser bırakarak Hicri 256 yılında hayata gözlerini kapadı.

İmam-ı Müslim
İmam-ı Müslim, HHicri 204 yılında Nişabur’da doğdu. 14 yaşında hadis dersleri almaya başladı. Irak, Hicaz, Mısır ve Şam’a giderek hadis konusunda yapılan çalışmaları inceleme fırsatı bulmuştur. Gezdiği yerlerdeki hadis kaynaklarından ve bu konuda uğraşanlardan yararlanmış ve bunların içerisinde en çok İmam-ı Buhari’nin çalışmalarından etkilendiğini söylemiştir.

Hadis konusunda yapmış olduğu çalışmalarda, hadisleri nakledildiği şekilde kullanmış, yanlış anlaşılmaya neden olmamak için bunların bir harfine dahi dokunmamıştır. "Camiu’s Sahih" yada "Sahih-i Müslim" adı verilen eserinde 300 bin sahih hadisten faydalanmış ve bunun sadece 3.030 tanesini kullanmıştır. Bu çalışması Sahih-i Buhari’den sonra en güvenilir hadis kitabı olarak gösterilmektedir.

İmam-ı Müslim’in hocası Abdulvehab El-Ferra’nın O’nun hakkında şöyle dediği belirtilir: "Müslim, halkın alimlerinden ve ilim dağarcıklarından birisidir. O’nun hakkında hayırdan başka birşey bilmiyorum."

İmam-ı Tirmizi

İmam-ı Tirmizi, HHicri 209 tarihinde Maveraü’nnehir’de Tirmiz denilen bölgede dünyaya gelmiştir. Horasan, Irak ve Hicaz’da eğitim gördüyse de asıl tahsilini Buhara’da yapmıştır. Hadis konusundaki eğitimi, Buhari ve Müslim’den almıştır.

Tirmizi sadece hadisleri toplamakla kalmamış aynı zamanda hadis ilminin gelişmesine katkıda bulunmuştur. "Sahih-i Tirmizi" adlı eserinde 3.962 hadis mevcuttur. Bu eser sahasında güvenilir kaynaklar arasında gösterilmektedir.

Sahih-i Tirmizi’nin diğer hadis kitaplarından en büyük farklılığı güzelliğidir. Küçüklü büyüklü her konu birbirine karışmayacak şekilde ayrı ayrı ele alınmıştır. Sahabelerin hayatına ait yazılmış ilk eser Tirmizi’ye aittir.

Ebu Davud
Hicri 202 tarihinde dünyaya gelmiştir. Irak, Hicaz, Horasan, Şam ve Mısır’da ders aldığı hocaların sayısı 300’ü bulur. Buhari ve Müslim’in çalışmalarından faydalanmıştır. Hadis konusunda çalışma yapanlar da Ebu Davud’un eserlerinden faydalanmışlardır. İslam uleması tarafından birçok konuda takdir edilmiş ve ilmi ile amel eden alimler arasında gösterilmiştir.

"Sünen-i Ebu Davud" isimli eserinde 500 bin hadis arasından 4.800 hadise yer vermiştir. Hadis seçiminde özellikle hükümlerle ilgili olanlara öncelik göstermiştir. Eserleri farklı mezheplere mensup araştırmacılar tarafından kabul görmüştür.

İmam-ı Nesei

Hicri 225 yılında Horasan’da dünyaya gelmiştir. İslam ilim merkezlerini gezip dolaşmış ve birçok alimden hadis dersleri almıştır. Eserleri günümüze kadar gelmiştir ve hala kaynak olarak kullanılmaktadır.

Mısır’dan Şam’a geldiğinde Emevi iktidarının baskısına uğrar ve işkence sonucu öldürülür. Kabrinin Safa ile Merve arasında olduğu söylenmekle birlikte kesin bir bilgi yoktur.

El-Mücteba adlı eseri hadis konusunda diğer eserlere nazaran daha hassas bir çalışmadır. Kütüb-i Sitte’nin üçüncü kitabıdır.

İbn-i Mace
Hicri 209 yılında Kazvin’de doğmuştur. Hadis sahasında belli bir seviyeye gelmek isteyen diğer alimler gibi O’da Horasan, Basra, Mekke, Şam ve Mısır’ı ziyaret etmiştir. "İbnu Mace Sunen" den başka tarih ve tefsir kitapları da yazmıştır. Ünlü eseri, Kütüb-i Sitte’nin altıncı eseri olarak kabul edilmiştir. Bazı alimler ise İmam Malik’in "Muvatta" isimli eserini altıncı eser olarak düşünmüşlerdir.

"İbnu Mace Sunen" isimli eserinde geçen 4.341 hadisten 1.339’u diğer hadis kitaplarında kullanılmayan hadislerdir.

İmam Gazali
Hüccetül-islam ebu Hamid bin Muhammed Gazali İslam dünyasının fıkıh ve tasavvuf yolundaki en büyük düşünürlerinden birisidir. Hicri 450 (miladi 1058) yılında İran’ın Tus şehrinde dünyaya gelmiştir. Babası dar gelirli olmasına rağmen iyi yetiştirilmesine büyük özen göstermiştir.

Tus’daki eğitimini tamamlayan Gazali, Gurcun’a geçerek tahsiline devam etti. Anadolu’daki siyasi otoritenin sarsılması Gazali’yi etkiledi. Bu yüzden Nişabur’a geçerek en ünlü alimlerden Ebu’l Maali el Cüveyni’nin talebesi oldu. Hocasının ölümünden sonra, Nizamül Mülk tarafından nizamiye medresesine atandı. Kısa süre içerisinde geniş bir halk kitlesine sesini duyurma imkanı buldu. Talebelerinin sayısı her geçen gün artıyordu.

Hicri 488’te geçirdiği bir rahatsızlık sonucunda medresedeki görevinden ayrılarak on sene insanlardan uzak bir hayat geçirdi. Bu dönemin hemen ardından Bağdat’a talebelerini yanına dönerek, "İhyau Ulumi’d Din" isimli eserini talebelerine okutmaya başladı. Bu esnada Anadolu’daki İslami birlik bozulunca Selçuklu veziri tarafından tekrar Tus’a çağırıldı. Sultan Sencer tarafından korunarak 12 yıl bütün imkanlar seferber edildi. Hicri 505 (Miladi 1111) sona eren ömrünün son gününe kadar ilim ve tebliği bırakmadı.

İmam Gazali’nin fikirleri İslam düşünce tarihinde bir dönüm noktası olmuştur. Özellikle ömrünün son yıllarında Ehl-i Sünnet’e muhalif fırkalarla mücadele etmiş ve birçok sapkın insanı bu yoldan çevirmiştir.

İmam Gazali bir eserinde şöyle söylemektedir: Müslümanlık ünvanında dediğimiz gibi, marifetin hakikatında bir numune ve nişan vardır, bunu ehli olan anlar. Dünya ile alakası olmayanlar, onunla uğraşmayanlar ve ömründe Allah’ı aramak ve istemekten başka bir şeyle uğraşmayanlar hariç, bunun hakikatını kimse arayamaz. Bu da zor ve uzun bir iştir. O halde herkesin gıdası olana işaret edelim. Bu da Ehl-i Sünnet itikatıdır. Bu itikadı kalbinde bulunduranlar için bu itikat, saadet ve kurtuluş tohumu olacaktır. (Kimya-yı Saadet)

İmam-ı Gazali’nin başlıca eserleri:

1- İhyau Ulumi’d Din, Gazali’nin en meşhur ve en büyük eseridir. Bu kitapta fıkıh ve tasavvuf konuları ele alınmıştır. Her kısım 4 kitaptan ve toplam 40 kitaptan oluşmaktadır. İhya, yazılışından bu yana İslam aleminin en çok okunan kitapları arasındadır.

2- El İktisad fi’l-İtikat, İtikat konularını ele alır.

3- Tefafütü’l Felasife, Aristo’nun felsefesine yaptığı eleştirileri derlediği kitaptır.

4- Kimya-yı Saadet, iman, amel, ahlak ve tasavuftan bahseder. İhya’nın Farsça yazılmış bir tercümesi mahiyetindedir

5- Bidayetü’l Hidaye, halkın anlayacağı tarzda yazılmış, din ve ahlak bilgilerinin öğretildiği bir kitaptır. İmamı Gazali’nin küçüklü büyüklü tüm eserlerinin toplamı 75’i bulmaktadır.

Seyyid Erzurumlu İbrahim Hakkı

Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri 1703 Erzurum’a bağlı Hasankale kasabasında dünyaya gelmiştir. Dedesi peygamber soyundan olması dolayısıyla İbrahim Hakkı Hazretleri anne tarafından "seyyid”dir.

İbrahim Hakkı Hazretleri babası ile birlikte gittiği Siirt’in Tillo ilçesinde İsmail Fakirullah’la tanışarak bir süre orada yaşar. Babası derviş Osman Efendi vefat edince tekrar Erzurum’a döner. Burada tahsiline kaldığı yerden devam eder. Erzurum müftüsü Muhammed Hazık’tan Arapça ve Farsça dersleri alır. Türkçe, Arapça ve Farsça’yı ilerleterek bu dillerde şiir yazabilecek seviyeye gelir.

1728’de tekrar Siirt’e dönerek İsmail Fakirullah’ın sohbetlerine devam eder ve kızı ile evlenerek damadı olur. 1728 yılında hac seferi dönüşü büyük İslam alimlerinin eserlerinden yaptığı alıntılarla oluşturduğu "Lubbül Kutup"u yazar.

1747 yılında Sultan I. Mahmud tarafından saraya davet edilince saray kütüphanesinden istifade etme imkanı bulur. İstanbul dönüşü Erzurum’da küçük Risaleler yazmaya başlar. İkinci İstanbul seyahatinden sonra kendisini tamamen kitap çalışmalarına vererek Hasankale’deki evine çekilir.

Hacca ikinci gidişinde Halep, Şam, Mekke, Medine Kudüs’teki ünlü İslam alimleriyle temaslar kurarak bilgi alışverişinde bulunur.

Seyahatten dönüşünde Marifetname adlı ünlü eserini kaleme alır. Bu eserinin dışında 54 tane daha önemli eseri bulunmaktadır. 1780’de Siirt’te vefat eder. Cenazesi Şeyhi İsmail Fakirullah için yaptırdığı türbeye defnedilir.

Seyyid İbrahim Hakkı’nın bazı sözleri şunlardır:

Güzel ahlakın en güzeli, sana gelmeyene senin gitmendir. Sana zulmeden senin affetmendir. Konuşursan doğruyu söyle. Söz verirsen tut. İyilik yaparsan gizle. Başkasından kötü huy gördünse onun emsallerinden sakın.

Herkese selam vermek en güzel haslettir. Tevazunun semeresi yükselmektir. Hikmetin başı insanlarla iyi geçinmektir. Halkın ayıplarını arayanın ayıpları duyulur. Nasihat kabul eden yüz karasından kurtulur.

Allah katında günah olan şeyde kullara itaat olmaz. Yalan söyleyen kimseden hayır umulmaz. Halkın seninle konuşmasından haz duyuyorsan sen de onlarla öyle konuş. Özür dileyenin özrünü kabul eyle. Sen büyüklerine saygılı ol ki senden küçükler de seni saysınlar. En faydalı hazine gönüllerdeki sevgidir. (Marifetname)

İmam-ı Rabbani
Asıl adı Zeynelabidin es-Serhendi el Faruki’dir.

1564 yılın da Hindistan’a bağlı Serhend’de doğdu. Baba tarafından Hz. Ömer’in soyuna dayandığı için el-Faruki lakabı ile tanınır.

Ehl-i Sünnet çizgisindeki tasavvufun büyük simalarından birisidir. Tasavvufa Nakşibendi şeyhlerinden Billah-i Kakuli’den icazet alarak başladı. Dönemin Hint-Türk hükümdarı Ekber Şah ile dinin özünü bozduğu gerekçesiyle bazı konularda çatışmış ve 1619 yılında Gvalior’da bir kaleye hapsedilmiştir.

Her türlü sapkın akımlara karşı Ehl-i Sünnet itikatını desteklediği için, İkibin yılın yenileyicisi ünvanına layık görülmüştür. Dostları ve talebelerine yazdığı "Mektubat" İslam tasavvufunun en önemli kaynaklarından birisidir.

İmam-ı Rabbani’nin bazı sözleri şöyledir:

İnsanın öncelikle itikadını düzeltmesi gerekir. Bu düzeltme de, fırka-i naciye olan Ehl-i Sünnet ve’l Cemaatin görüşlerine uygun olarak yapılmalıdır. Amelde gevşekliğin bir mağfiret ümidi vardır, itikadde gevşekliğin asla mağfirette yeri yoktur.

Bilsin ki; iki cihanın saadetini kazanmak ancak Resulullah’a tabi olmaya bağlıdır. O’na tabi olmak şu şekilde olur: İnsanlar arasında İslam’ın hükümlerini yerine getirip icra etmek, havastan ve avamdan, küfür adetlerini kaldırıp icra etmek, havastan ve avamdan, küfür alametlerini kaldırıp iptal etmek.

Amel işlemenin zamanı gençliktir. Aklı olan bu fırsatı kaçırmaz ve fırsatı ganimet bilir. Zira insan yaşlılık zamanına kalmayabilir. Kaldığını farzedelim, derlenip toparlanmaya müyesser olmayabilir. Böyle bir derlenip toparlanmanın olduğunu farzedelim; bir amel işlemeye gücü yetmez. Zira o zaman zaafın ve aczin bastırdığı zamandır...

... Yetmiş üç fırkadan her biri tek tek, dine tabi olduklarını iddia edip kendilerini necat bulan zümreden sayarlar."... Her fırka ellerindeki ile böbürlenir (Mü’minun Suresi, 53) mealindeki ayet onların halini doğrular. Resulullah Efendimizin beyan buyurduğu, fırka-i naciyeyi diğerlerinden ayırteden özelliği peygamberimiz şöyle açıklıyor: "... Onlar, ben ve ashabımın üzerinde bulunduğumuz hal üzerinde olanlardır." Resulullah Efendimiz kendisini anlatması yeterli iken, ashabını da zikretmesi şu manaya gelmektedir: "Benim yolum ashabımın gittiği yoldur. Kurtuluş yolu, onların yoluna tabi olmaya bağlıdır.”

Resulullah Efendimiz’e tabi olmak iddiası; ashabının yoluna tabi olmadan boş bir iddiadır. Hiç şüphe yoktur ki Peygamber Efendimizin ashabının yoluna devamlı gidenler, Ehl-i Sünnet ve’l Cemaattir. Allah bunların sayini meşkur eylesin. İşte, fırka-i naciye bunlardır. Şia ve Hariciler gibi, Resulullah Efendimizin ashabına taa’n edenler, onların yoluna tabi olmaktan elbette mahrumdur.

Mutezile için dahi aynı hüküm verilir. Bu, kendi başına sonradan çıkan bir yoldur. Ehl-i Sünnet olmayan diğer fırkalar aynı kıyasa tabidir. (Mektubat-ı Rabbani)

Abdulkadir Geylani
Asıl adı, Muhyiddin Ebu Muhammed bin Cengi Dost’dur. 1078 yılında Geylan’da dünyaya geldi. Din eğitimine burada başladı. Daha sonra Geylan’dan Bağdat’a geçerek eğitimine burada devam etti. Hanbeli mezhebini seçerek fıkıhta bu mezhep üzerinde yoğunlaştı. Ebu Said medresesinde dersler verdiği sıralarda tasavvufla tanıştı. Uzun bir tasavvuf eğitiminden sonra Kadiri tarikatını kurdu.

Çoğunluğu vaaz ve nasihatlerinden oluşan El-Gunye, El-Fethü’r Rabbani, El Fütühül Gayb bize kadar ulaşan kitapları arasındadır. Abdulkadir Geylani Hazretleri 1166 yılında Bağdat’ta vefat etti. Her yıl milyonlarca kişi tarafından ziyaret edilen kabri, şu anda Bağdat’ta geniş bir külliye içerisindedir.

Abdulkadir Geylani Hazretlerinin bazı sözleri şöyledir:

Kuran ile amel etmek seni Kuran’ın mevkiine yükseltir, oraya oturtur. Sünnet (Peygamberimizin hadisleri) ile amel etmek seni Allah’ın Resulü Peygamber Efendimize yükseltir. Resulullah, kalbi ile ve manevi himmetiyle, Allah dostlarının kalbi çevresinden bir an bile ayrılmaz. Allah dostlarının kalplerini güzelleştiren, kokulayıp buharlayan odur. Onların özlerini tasviye eden, menfi duygulardan temizleyen ve tezyin eden odur.

Sen Allah’ı zikret ki, O’da seni zikretsin. Allah’ı zikret ki o zikir günahlarını döksün. Günahsız olarak kalasın. Günahsız itaatkar bir mümin olasın. İşte o zaman o seni zikreder. O zikir seni öyle sarar ve meşgul eder ki, birşey isteyecek vakit bulamazsın. Bütün gayen ve maksudun o olur.

Ey ahali! İslam ağlıyor. Elini başına koymuş; şu facirlerden, şu fasıklardan, şu bid’at ehlinden, şu zalimlerden, şu yalancı şahidlik libası giymişlerden, sahip bulunmadıkları faziletleri kendilerinde var gösteren şu kuru iddiacılardan, yaka silkiyor. Onlara karşı ihlas sahibi müslümanlardan yardım talep ediyor.

Yiyip içmen, veda yiyip içmesi olsun. Aile arasında bulunuşun veda bulunuşu olsun. Mümin kardeşinle buluşman veda buluşması olsun. Kalbine hep emanet olduğunu, daima veda etme halinde bulunduğunu nakşet. Kaderi başkasının elinde bulunan kimse nasıl emanet ve veda etme halinde olmaz ki? Zira yarın ne olacağını, işlerin nereye varacağını, kaderinin kendisine neler getireceğini bilmemektedir.

Öyleyse hemen tövbe et, bir daha işlememeye azmeyle. Onlardan sıyrıl, seri adımlarla Mevla’na koş. Tevbe ettiğin zaman hem zahirin hem batının tövbe etmiş olsun. Tevbe, Allah katında makbul kul olmanın temelidir. Halis bir tevbe ile ve Allah’tan hakikattan haya etmek suretiyle üzerindeki günah elbiseni çıkar, at.

Ey Allah’ın yolunu arkasına atıp dünya işlerine itina gösteren kişi! Seni insanları memnun eden, fakat Allah’ı kendisine öfkelendiren kişi olarak görüyorum. Hiç şüphe yok ki yakında sen o dünyadan alınacaksın. Ölüm seni oradan ayıracak. Seni yakalaması pek elemli, pek şiddetli ve pek çeşitli olan zat yakalar ve oradan alır. Bir anda herşeyini kaybeder ve herşeyinden ayrılırsın. (Fethü’r-Rabbani)

Nakşibendi Hazretleri

Asıl adı Muhammed Bahaeddin Buhari’dir. 1318 yılında Buhara’da doğdu. Hacegan Tarikatı şeyhi Muhammed Baba Semmasi’nin manevi terbiyesi altında yetişti. Gençliğinde Semerkand’a giden Nakşibendi Hazretleri, Maveraü’nnehir Sultan Halil Ata ile tanıştı. Nakşibendi Hazretleri Hanefi mezhebindendir. Ahlak ve ilim üzerine çalışmaları ve sohbetleri ile büyük kitleleri peşinden sürüklemiştir.

Kurucusu olduğu Nakşibendi tarikatı, İmam Rabbani zamanında Hindistan’a yayıldı. Tarikat İstanbul’un fethinin hemen ardından Osmanlılar tarafından benimsendi. Sadece İstanbul’da 70’ten fazla dergah bulunması halk arasında ne kadar yaygınlaştığının göstergesidir.

Nakşibendi Hazretleri’nin hayatı boyunca savunduğu hakikat, Allah’ın kitabına sarılmayanların ve Peygamber Efendimiz (sav)’in emirlerini yerine getirmeyenlerin kurtuluşa erişemeyecekleridir. O’na göre kitap ve sünnetin çizdiği daireden çıkmamalı ve hakikatın her halini Kitab’a ve sünnete tatbik edebilmelidir. Bu çizgiye uymayan kişiye uymak doğru değildir. Çünkü tarikat Kuran ve Hz. Muhammed (sav)’in sünneti ile hayat bulur. Nakşibendi Hazretleri bir eserinde Resulullah’a bağlılığını şöyle ifade ediyor: "Bir iş ki Resulullah yapmıştır, aynen ben de öyle amel ettim ve hiç bir sünneti ihmal etmedim. Hepsini yerine getirdim ve neticesini buldum. Kendimde onun eserini gördüm.”

Mevlana Halid-i Bağdadi Hazretleri

1778 Bağdat yakınlarındaki Zur şehrinde doğdu. Bir çok ünlü alimden tefsir, hadis, fıkıh ve tasavvuf dersi aldı. Hocası vefat edince onun yerine ders vermeye başladı. Derslerine tüm İslam aleminden binlerce kişi katıldı. Sekiz sene ders verdikten sonra önce Şam’a sonra Hicaz’a gitti.

1809 yılında Şeyh Muhammed Dehlevi’den davet alan Mevlana Halid, bu çağrıya uyarak Hindistan’a gitti. Buradaki eğitimini tamamladıktan sonra tekrar Bağgdat’a döndü. 1826 yılında Şam’da vefat etti. Cenaze namazını Hanefi mezhebinin büyük alimlerinden İbn-i Abidin kıldırdı.

Mevlana Halid Hazretleri bir eserini başlangıç bölümüne, Mektubat-ı Rabbani’den şu alıntıyı yapmıştı:

İyice düşünmeli ve anlamalıdır ki, herkese her nimeti gönderen, yalnız Allah’dır. Her şeyi vareden ancak O’dur. Her varlığı her an varlıkta durduran hep odur. Kullardaki üstün ve iyi sıfatlar, O’nun lütfu ve ihsanıdır. Allah cennetteki sonsuz nimetlere, bitmez tükenmez zevklere ve kendi rızasına, sevgisine kavuşabilmemiz için, sevgili peygambere uymamızı emrediyor.”

Varolduğun müddetçe, Allah’ın emir ve yasaklarına iyi yapış. Size Allah’ı çok anmanızı, O’na sığınmanızı geçici dünyaya gönül vermemenizi devamlı ve sonsuz olan ahirete çok rağbet etmenizi, ölümü, kabirdeki yalnızlığı, hesap gününe tam olarak hazırlanmayı, sünnet-i seniyyeye yapışmayı, bid’atlardan yüz çevirmeyi, müslümanların başarısı, din düşmanlarının ve mürtedlerin hezimeti için dua etmeyi tavsiye ederim. (Mevlana Halid’in Diyarbakırlı bir yakınına yazdığı mektuptan)

Ynt: Bazı Islam Alimleri By: -LoSS AnGeL- Date: March 08, 2009, 03:19:17 PM
ellerine sağlık

SiteMap - İmode - Wap2