Arşiv Anasayfa Tarih
Sayfalar: 1
Hezarfen Ahmet Süheyl Ünver By: zizilita Date: July 08, 2008, 06:41:10 PM
Hezârfen Ahmet Süheyl Ünver
Süheyl Ünver, on parmağında on marifet bir araştırmacı kimliğiyle çağdaşlarına öncülük yapar.

İnsan bazı hakikatleri yaşamadan anlayamıyor. Evden çıkarken sizi ‘Yolunuz açık olsun, işiniz rast gitsin, zorlarınız kolaylaşsın.” dualarıyla uğurlayan bir büyüğünüz yoksa vay hâlinize! Efendim, bin bir merak ve aceleyle evden çıkıp otobüs marifetiyle ulaştığım sahaflarda akşama kadar yaptığım toz toprak kokulu yolculuktan elim boş döndüm. Pazar gününün bereketsizliğindendir, diyerek bu işin üzerinde pek durmadım… Birkaç pazar bu hâl böyle gidince anladım olan biteni. Artık ne yapıp edecek, evden ayrılırken balıkçıların birbirlerine seslendikleri gibi rastgele makamında şöyle can-ı gönülden “İşin rast gelsin, belgelerine belge katılsın…” nidalarıyla seslenen merasim heyeti oluşturacaktım evdekilerden. Şükür ki, bu hafta bu heyetin samimiyeti ve ciddî gayretiyle sahaflar ırmağına attığım her ağa birbirinden güzel belgeler takıldı. Bu bereketli yolculuğun meyvelerinden biri de hiç şüphesiz A. Süheyl Ünver’in Osmanlıca kaleme aldığı bir makalesi oldu.

14 Şubat 1986 tarihinde aramızdan ayrılan A. Süheyl Ünver (1898-1986)’in ismini duyan her araştırmacının aklına ilk önce şu kelimeler gelir: tezhip, hat, minyatür, kütüphane, medrese, çiçek, şifa, risale, resim, mutbak, hekim, ilim, tıp, nakış, tıpkıbasım, defter, ebru, tespih, cami, mahya, cilt, tebâbet, musiki, tarih, kültür, sanat, mimari…

Onun bir ömür boyunca, Türk kültür araştırmaları merkezli yazdığı kitap ve makaleleri ile çizim ve vesikalarının binlercesi hâlâ erbâb-ı sanat arasında kaynaklığını sürdürmektedir.

Süheyl Hoca, bir tıp doktoru olmanın ötesinde, on parmağında on marifet bir araştırmacı kimliğiyle de çağdaşlarına öncülük yapar. Onun için adının önüne ‘Hezârfen’ kelimesini gönül rahatlığıyla yazabileceğimiz isimler arasında yerini alır. Hezârfen; bin türlü fenden bilen, birçok marifet sahibi kimsedir…

Onun yazdığı binlerce makalenin bibliyografyası bile bir teze kaynaklık edecek niteliğe yükselmiştir. Hemen ilk anda aklımıza gelen eserlerini burada kronolojik bir sırayla sayabiliriz: İstanbul ve Boğaziçi Ressamı Ali Rıza Bey (1930), İslâm Tebâbetinde Türk Hekimlerinin Mevkii ve İbni Sina’nın Türklüğü (1937), Anadolu Beylikleri ve Tıp Tarihimiz (1938), Mahya Hakkında Araştırmalar (1940), İlim ve Sanat Bakımından Fatih Devri Albümü (1943), Ali Kuşçu - Hayatı ve Eserleri (1948), İstanbul’da Sahabe Kabirleri (1953), Levni (1957), Fatih Devri Saray Nakışhanesi ve Baba Nakkaş Çalışmaları (1958), Hattat Ahmed Karahisarî (1964), 56 Türk Motifi (1967), İstanbul Rasadhanesi (1969), İstanbul’un Mutlu Askerleri ve Şehit Olanlar (1976) ve daha birçok konuda kaleme alınmış risale hükmünde çalışma...

Elbette bu saydığımız eserlere sahafların derya hükmündeki rafları arasında rast gelmek bir bahtiyarlıktır. Oysa işin mütehassısları, üstadın hiç yayımlanmamış bir eserine tesadüf etme çabasındadır. Ele avuca sığacak bir şey de değildir bu hayal. Akılları başlardan alacak nefasette bir defterin zuhur etmesi ve cümle âleme müjdeli bir haberin ilanı hayal edilmektedir.

Şimdi ben dahi, evin iç odalarına dağılmış ve bir türlü tasnifi mümkün olmayan kütüphanenin kitap - belge karışımı içinde iki-üç gece sürecek bir mesaiye dalıp gitsem; Süheyl Hoca’nın imzalı eserlerine, mecmualarda yer alan makalelerine, el yazısı örneklerine, daktilo marifetiyle temize geçilmiş kitap eskizlerine, özenle yaptığı ufak tefek tezyinatlara, çeşitli vesilelerle çekilmiş topluluk fotoğraflarına ve daha birçok belgeye rast gelebilirim…

Bu hafta sizleri bu belgelerden yalnızca biriyle tanıştırma çabamız vardır. Bilvesile, Süheyl Hoca’nın Türk kültürü ve süsleme sanatı hakkında kaleme aldığı bir sunuş yazısının bazı bölümlerini de sadra şifa niyetiyle paylaşmak isterim: “Değerli Kültür Bakanımız Sayın Rıfkı Danışman sırf kendilerinden gelen bir karar mucibince 1933’den beri devam eden, lâkin önce özel mahiyette bulunan, 1936’dan 1955’e kadar 19 sene Güzel Sanatlar Akademisi’nde Türk Minyatürü ve Süsleme Atölyesi’nde, Müdürü üstadımız Tahsin Öz’ün anlayışı ile Topkapı Sarayı Müzesi’nde kurulan Nakışhane’de ve onu takiben Tıp Fakültelerimizin ince sanatlar kültürü, topluluğu ve tarihi mahiyetinde hizmet gören Tıp Tarihi Kürsüleri İdareleri başında bulunduğumuz zamanlarda devam eden çalışmalarımızı göz önünde tutarak bu sefer Bakanlıklarına bağlı bir Tezhip ve Minyatür Kursu’nda hizmet etmemizi tensip ettiler…

Tezhip ve Minyatür Tarihimizin vatanımızda 9 asırlık bir mazisi var, bunun her asırda ileri derecelerde olan sanat olgunluğu ile dünya müzelerini ve kütüphanelerini de dolduran sırf bizim ince varlığımızın temsilcisi sayısız eserlerimiz yer almakta. Bugün olanlar bütün dünyaca henüz malum değil, zira bunları yalnız öğrenmek yetmez, aynı zamanda emsalsiz tarihi seyrini de iyi bilmek icap eder.

Bu sahada önce birçok zühul ve karıştırmalar ile garbın sanat tarihçileri bugün noksanları anlaşılan bu kısmen sakat yayınlarından sonra Cumhuriyet devrimizden itibaren memleketimizde bu yeni konunun öncüsü olan değerli ince sanatlarımız yazarları cidden üzerlerinde durulması gereken çok sayıda yayınlarda bulunmuşlardır. Bundan şunu anlıyoruz ki, bu sanat kolumuzun başka memleketlerde eşine çok az rastlanan bir tarihi vardır.

Tezhip ve Minyatür tarihimizi bu noktada iyi kavramamız lâzımdır. Biz bunun asırlar boyu seyrini çok iyi bilmeliyiz. Geçmiş usullerimizi ve motiflerimizi aynen zamanımızda ihya ve tatbik etmeyeceğiz… Her millet rönesansını kendi mazisinden yapar. Yeni ve bütün dünyayı saran notasız uydurmalar ile yeni kompozisyonlar yapma yoluna gitmemiz yanlıştır. Onun için İtalya Rönesansında olduğu gibi bugünkü gayretler ile yetişecek elemanlarımızın geçmişimizden seçecekleri en olgun ve sade esaslarla bunlardan hız alarak yeni terkipler için çalışmak zorundayız…”


SiteMap - İmode - Wap2