Arşiv Anasayfa Sure Meal'leri
Sayfalar: 1
Bakara Suresi 3. Ayet Tefsiri By: imge34 Date: September 03, 2014, 07:35:08 PM
الَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ وَيُقِيمُونَ الصَّلاةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنفِقُونَ
Ellezîne yu’minûne bil gaybi ve yukîmûnes salâte ve mimmâ razaknâhum yunfikûn(yunfikûne).
Onlar (takva sahipleridir) ki, gaybe (gaybte Allah'a) îmân ederler, namazlarını kılarlar ve kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden infâk ederler (başkalarına verirler).
1. ellezîne : o kimseler, onlar
2. yu'minûne : îmân ederler
3. bi : ile, ... e
4. el gaybi : gayb, bilinmeyen
5. ve yukîmûne : ve ikame ederler, hakkıyla yerine
6. es salâte : salat, namaz
7. ve mimmâ (min mâ) : ve o şeyden, ondan
8. razaknâ-hum : onları rızıklandırdık
9. yunfikûne : infâk ederler, (Allah yolunda)
AÇIKLAMA

Bismillâhirrahmânirrahîm
Allahû Tealâ, gaybte yani Allah'ı görmeden Allah'a inananlardan bahsetmektedir. Bu âyette ifade edilen, ikinci takvadır. İnsan iradesini Allah'a teslim etmedikçe Allah'a köle olmadıkça, normal şartlarda Allah'ı görmesi söz konusu değildir. Kişi, bihakkın takvaya kadar Allahû Tealâ'yı göremez.

Salâh makamının 7 kademesinden beşincisi, iradenin Allah'a teslim kademesidir. Bu kademede Allah'ın kalp gözüyle görülmesi ve gaybte olan sistemin artık ayana dönüşmesi söz konusudur. Burası bâtının zahir olduğu noktadır.

İnfâk iki şekilde olur: Maddî infak, manevî infak.

13 / RA'D - 22: Vellezîne saberûbtigâe vechi rabbihim ve ekâmûs salâte ve enfekû mimmâ rezaknâhum sirren ve alâniyeten ve yedreûne bil hasenetis seyyiete ulâike lehum ukbed dâr(dâri).
Onlar, sabırla Rab'lerinin vechini (Zat'ını, Zat'a ulaşmayı ve Allah'ın Zat'ını görmeyi) dileyenler ve namazı ikame edenler, onları rızıklandırdığımız şeylerden gizli ve açıkça infâk edenlerdir. Ve seyyiati, hasenat ile (iyilikle) savan kimselerdir. İşte onlar için, bu dünyanın (güzel bir) akıbeti (sonucu) vardır.

Burada Allah'ın kendilerine verdiği rızkı, sırren ve aleniyeten infâk ettikleri ifade edilmektedir.

Rızık; Allah'ın insanlara gıda olarak ihsan ettiği, insanların Allahû Tealâ'dan direkt ihsan olarak aldığı noktadaki herşeydir. Allah'ın insanlara yemek için verdiği hayvanlar, bitkiler, otlar, denizdeki, havadaki herşey rızıktır. Bir insan o rızkı aldıktan sonra başkalarına onu, rızık olarak vermek yetkisinin sahibi değildir. Rızık vermek Allah'a mahsustur.

Bir insan Allah'tan aldığı rızkı başkalarına verdiğinde bunun adı infâktır. Bir kişi başka insanlara infâk ettiği zaman onları, Allah'ın rızkından nafakalandırmış olur.

Takva sahibi olmanın vasıflarından bir tanesi de mutlaka Allah'ın verdiklerinden infâk etmektir. Takva sahibi olanlar, zekât vererek infâk etmektedirler.

Öyleyse en güzel standartlarda bir sonuçla karşı karşıyayız:

Allah'ın verdiği rızkı başkalarına zekât ya da sadaka olarak, hangi şekilde verirsek verelim onları rızıklandırmış olmayız. Onları infâk etmiş oluruz, nafakalandırmış oluruz. Bu, fizik standartlarda maddî infaktır. Fizik vücudumuz zikir yaptığı zaman Allah'ın gönderdiği rahmet-fazl ve rahmet-salâvât ikili nurları göğsümüze gelir. Oradan Allah'ın göğsümüzü yararak açtığı yoldan nefsimizin kalbine ulaşır.

6 / EN'ÂM - 125: Fe men yuridillâhu en yehdiyehu yeşrah sadrehu lil islâm(islâmi), ve men yurid en yudıllehu yec’al sadrehu dayyikan haracen, ke ennemâ yassa’adu fîs semâi, kezâlike yec’alûllâhur ricse alâllezîne lâ yu’minûn(yu’minûne).
Öyleyse Allah kimi Kendisine ulaştırmayı dilerse onun göğsünü yarar ve (Allah'a) teslime (İslâm'a) açar. Kimi dalâlette bırakmayı dilerse, onun göğsünü semada yükseliyormuş gibi daralmış, sıkıntılı yapar. Böylece Allah, mü'min olmayanların üzerine azap verir.

Ve nefsimizin kalbine Allah'ın yazdığı ÎMÂN kelimesine fazıllar yapışarak kalbi fazl nurları işgal etmeye başlar. Zikri yapan fizik vücuttur ama nurlar nefsin kalbinde toplanmaktadır. İşte bu fizik vücudun nefsi nurlarla infâk etmesidir. Bu da fizikötesi; yani manevî infâktır:

39 / ZUMER - 22: E fe men şerehallâhu sadrehu lil islâmi fe huve alâ nûrin min rabbih(rabbihi), fe veylun lil kâsiyeti kulûbuhum min zikrillâh(zikrillâhi), ulâike fî dalâlin mubîn(mubînin).
Allah kimin göğsünü İslâm için (Allah'a teslim için) yarmışsa artık o, Rabbinden bir nur üzere olur, değil mi? Allah'ın zikrinden kalpleri kasiyet bağlayanların vay haline! İşte onlar, apaçık dalâlet içindedirler.

2 / BAKARA - 261: Meselullezîne yunfikûne emvâlehum fî sebîlillâhi ke meseli habbetin enbetet seb’a senâbile fî kulli sunbuletin mietu habbeh(habbetin), vallâhu yudâifu li men yeşâu, vallâhu vâsiun alîm(alîmun).
Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, her sünbülünde (başağında) yüz adet tane (tohum) olmak üzere, yedi sünbül (başak) veren bir tek tohumun durumu gibidir. Allah, dilediği kimse için (onun rızkını) kat kat artırıp verir. Ve Allah Vâsi'dir, Alîm'dir.


SiteMap - İmode - Wap2