Arşiv Anasayfa Kariyer ve Kişisel Gelişim
Sayfalar: 1
Adını Koy Adının By: Mavi_Kiyamet Date: September 24, 2013, 09:42:36 PM
Adını Koy Adının yazisi - baris cem kaya yazilari


Olduğumuz kişi olduğumuzu söyler adımız. Ad, eşyanın iç yüzünü tanımlar. İçindekileri dışına aktaran başlıktır diğer bir ifadeyle. Herkesçe tanınıp bilinmeyi sağlayan manşet de diyebiliriz. İsim ya da nam.

 Ad bizi diğer benzerlerimizden ayırt eder. Sadece bizi tanımlamakla kalmaz; iç referanslarımızın da başlığıdır. Gövdemizin çatısıdır. Hatırlanışımız; bilinmemizi sağlayan kimlik kartımız. Her şey olsa, olmasa hiçbir şeyin adı, anlamın anlamı kalmazdı. Anlamın anlamlandırılmaya ihtiyacı vardı. Çünkü her şey vardı; yoktu hiçbir şeyin adı. Ve Allah ismi öğretti Âdem'e (as). İç yüzünü tanıttı eşyanın.
 Başkalarına kendimizi bildirirken mesleğimiz, meşrebimiz, yapıp ettiklerimizden önce adımızla tanıtırız. Adını koyarız başkaları ile ilişkimizin. Bu bizi diğer her şeyden ve herkesten ayrıcalıklı kılar. Bize özgü bir bakış açısı siparişidir adımızla anılmak. Beni böyle an, böyle bil, böyle değerlendir, böyle bak bana mesajıdır adımız muhatabımızın algısında.
 Ad iç yüzünü bildirir madem; doğru konulmalıydı o hâlde her şeye. Altay Türkleri ders niteliğinde bir kültür geleneği ile adını yazar tarihe. Adının hakkını aramayı öğretir ad sahiplerine. “Adı batasıcalar” yerine “adı gibi” denilsin ister. Doğan bebekleri adsız bırakırlar; varsın önce adını hak etsin diye. Hangimiz hatırlamayız; Dede Korkut hikâyelerindeki “Boğaç Han”ı? Boğayı alt edince adına kavuşur isimsiz Han. Eşkıyaları sürmeden, haklıya hakkı, haksıza hakkını vermeden “Bamsi Beyrek”i nasıl tanıyabilirdik ki? Adını hak etme savaşı ile kendi içinde başladı, sürdürdü, tamamladı. Altay öyle tanımladı kendini, kendi içindekileri.
 Ne gariptir ki Altay Türkleri kadar zor değil şartlarımız. Adımız tercihimiz değildir. Başkalarının ümit ettiğidir. Bu olsun, böyle olsun, böylece bilinsin, değerlendirilsin diye verildiğidir. Hak etmeden bulduğumuz kendimizde, hak etmeden aldığımız isimlerle anılırız. “İsim duâdır” der Bediüzzaman hazretleri. Ümit edilendir yani. Hak etmediği ada kavuşsun diye doğan bebek, hak etsin diye adını psikolojik bir destek mahiyetinde ümit edildiği gibi çağrılır.
 Hudeybiye Antlaşması sağlanırken tarafların had safhada olan anlaşmazlıkları ve heyecanına karşı Peygamber Efendimiz'in (asm) ilk yaklaşımı çok önemlidir. Müşrikler kendi aralarında bir sözcü belirler ve Müslümanların tarafına antlaşmanın şartlarını konuşmak üzere yollarlar. Peygamber efendimiz (asö) ashaba dönerek:
“Kimi yolluyorlar anlaşma için?” diye sorar.
“Suheyl. Ya Resulallah.” der Ashab-ı Kiram.
“İşimiz Suheyl ile kolay.” der Efendimiz (asm)
 Suhulet kökünden gelir Suheyl ismi. Kolaylaştıran, kolaylık sağlayan. Adı taşıyan kadar adın da taşıdığı anlam iç içe etkileşim içindedir. Adı taşıyan gereği ile yaşamasa bile ad her safhada gereğini yaşatmak için vicdanı zorlar, harekete geçirir, manyetik etki bırakır.
 Ta çocukluk evresinde tanışırız isimlerin kimlikleri ile. 0-3 yaş evresinde kendisi dışında her şeyi sorar çocuk. Eşyayı ve dünyadakileri algılamaya, anlamlandırmaya başlar. Adını koyar şahit olduklarının. Nihayet tanıdığı, bildiği, kanıksadığı bu evrende “Bana da neler oluyor, ben de kimim, bu taşıdığım isim de ne, nereden geldim, nereye gidiyorum, neciyim?” diyebildiği zamana kadar bu tanımlama rahatsız edecek ölçüde sürer. Altay Türkleri gibi olmasa da adımız kendimizle ilgili referansları taşır aklımızın aynasına. Üç duraklı soruları yatırır vicdanımızın masasına. “Kimim, nereden geliyorum, nereye gidiyorum?”
Kendimizi yani adımızı tanımlayamadığımız durumlarda, olmadığımız kişi oluruz. Varızdır da orada değilizdir. Hayattayızdır da hayatın dışındayızdır. Yaşarız fakat yaşamı yaşamayız. Anlamını yani ruhunu yitiririz ruhlu olmanın, namlı olmanın. Kültürümüzde öylesine derin yaptırımları vardır ki adın, insanlar birbirilerine sadece adlarını söyleseler ve başkaca hiçbir şey demeseler öyle sanıyorum sosyal ilişkilerimiz yine en sağlıklı ölçüde devam ederdi.
“Adına yakışsın” dediğimizde yakışıksızlıktan süpürürüz yapıp ettiklerimizi. Göze ve söze çirkin gelecek her türlü eksiklikten temizleriz adımızı. Adımız gibi adımızla anıldıklarımızı da parlatırız. “Adının hakkını vermek” hangimizin derdi değildir ki? Ait olanı ait olduğu yere yakıştırır ad hakkı. Hırsızlık etmeden, çalmadan ve çırpmadan tastamam eyleriz işlediklerimizi. Ardımızda adımızı hak ettirecek olanlar hakkıyla yaptığımız işlerimizdir. Adımızla anılan her aksiyon adımız gibi tamdır. “Adını duymak istemediklerimiz” uzağımıza bıraktıklarımızdır. Adımızla adlarını aynı safta tutmadıklarımız... Vardır da yokluğu daha çok işimize gelendir. Olmasa da olur dediklerimizdir. Anılmak istemeyiz onlarla. Adımızı kirletir. Koruma ihtiyacı duyarız adımızı. Bitiştirmeyiz adımızın yanına.
 Bir de adını anarken çekindiklerimiz, ürperip çekimine girdiklerimiz vardır. Sırf adını dilimize değdirişimiz değişmemiz için bahanedir. Hazırlıksız yakalar kimi zaman isimler insanları. Manyetik alanına çeker ve ait olunması gereken hakikate yakınlaştırır.
 Denilir ki; Gazneli Mahmut'un Muhammed isminde bir hizmetkârı vardı. Hep ismiyle hitap edip çağırdığı Muhammed'i o gün babasının adıyla çağırır padişah. Hizmetkârı endişe duyar bu durumdan. Bir hatası, kusuru olduğu hissi ile padişahın yanına gelince sorar neden bu kez babasının ismiyle çağrıldığını. Gazneli Mahmut da şöyle yanıt verir: “Seni çağıracağım vakit, abdestim yoktu. Efendimiz'in (asm) mübarek ismini abdestsiz ağzıma almak istedim...”
İsim taşınandır. Gazneli Mahmut hizmetkârının neyi taşıdığını bildiği kadar, taşıdığı emanetin neyin eseri olduğunun da farkındadır.
 Çağrılan kadar çağıran üzerinde de etkisi büyüktür adın. Yaratılmışlar sahnesinde adımız insan olarak çağrılır. İnsan varlık sahasına cennetten düşendir. Dünya da düşülen yer... Başkaca bir anlamla insan; geldiği yere geldiği yeri uygun kılandır. Uyumlu olandır. Her ad kendi düşünü yaşar düştüğü yerde. Adını hak ederek yaşayanlar kadar ad hırsızları da yaşar düşüşü. Kimisi cennetten düşerken adına sarılıp muhafaza eder taşıdığını. Kimisi öyle bir düşüş yaşar ki adının yâdından bile düşer. Adıyla bile anılmaz. Hem cennetten düşer, hem adından.
 Bilenler adını başının üstünde taşır. Baş üstünde taşınan; incinmesin, kırılıp gücenmesin diye itina ile korunandır. Muhafaza edilir baş tacı edilen. Eğer muhafaza eden başında taşıdığı adın hakkını vererek sürdürürse dünya yolculuğunu, adı başına taç edilir.
- Şimdi soru şu: Yolu nasıl yürümelidir?
- Adının hakkını vererek. Cennetten beklendiğini bilerek!
 Barış Cem Kaya - Haber 7

SiteMap - İmode - Wap2