Arşiv Anasayfa Hayata Dair.
Sayfalar: 1
Oruçlu Doğar Her Insan, Ölümün Iftar Sofrasına!… By: Mavi_Kiyamet Date: September 21, 2013, 11:00:50 PM
Cuma günü son dersin paydos zili çalmasıyla kendilerini güle oynaya dışarı atan öğrencilere inat ağır ağır yerinden kalktı. Elinde özenle tuttuğu bir tomar kağıt ile gitgide tenhalaşan merdivenlere yöneldi.

Koridorun sonunda artık tek tük ayak sesinin duyulduğu merdivenlerden ahestece inerek okulun giriş katındaki salonda asılı bulunan panoların önünde durdu. Duvarda yaklaşık 4-5 pano vardı. Kızılay, Kütüphanecilik, Çevrecilik..vs gibi değişik kollara ait ve çoğu boş bu panolar okulun duvar gazeteleriydi.

Edebiyat kolu yazan panonun ön camını eliyle kenara kaydırarak açtı. Geçen hafta astığı eski yazıları yavaş yavaş bantlarından sökerek topladı. Bu pano başkanı olduğu Edebiyat Kolu’nun yayın panosuydu. Diğer öğrenciler bütün yükü onun omuzuna bıraktığı için hafta boyu edebiyata dair ilgisini çeken yazi, şiir, karikatürleri evinde hazırlar, cumu günü öğrenciler dağıldıktan sonra da okul kapanmadan panoyu kendi başına yenilerdi.

Ancak bu hafta önün için çok özeldi.

Yeni keşfettiği bir şiir onu evire çevire sarhoş etmiş, yüreğinin derinliklerinde yıllardır sakladığı o sessiz yangını kelimelerin ılık nefesiyle ‘inferno’ya çevirmişti. “Bunu mutlaka panoya asmaliyim!” demişti. Ödevlerini bir kenara itip, sadece dönem ödevi yazılan dolmakalem ile beyaz bir kağıda saatler süren bir itina ile üşenmeden şiiri yazmıştı. O zamanlar bilgisayar olmadığı için ufak bir imla hatası bile bütün sayfayı çöpe attırabiliyordu. Bu şiiri yazmak için kimbilir kaç kağıdı buruşturup çöpe atmıştı, Allah bilir. Ama sonunda bitirmişti işte..

Şimdi panonun en iyi yerine, tam ortasına onui koymalıydı..

Ve öyle de yaptı. “Sana Bana Vatanıma Ülkemin İnsanlarına Dair” diye başlayan o şiiri öğrencilerin en rahat okuyabileceği yere, tam orta yere astı.

Diğer el yazması derleme şiir, düzyazı ve karikatürleri de etrafına yersleştirdi.

İşi bittikten sonra bir daha söyle durup uzun uzun baktı. O panoya asılan yapraklar değil yüreğiydi. Koridorun sonunda sınıfları temizleyen müstahdemlerin çıkardığı sesler kimse kalmamış okulun duvarlarında yankılanırken, dilinde o şiirin son kıtasını mırıldanarak ayrıldı.

“Bütün bunların üstüne
 Hepsinin üstüne sevda sözleri söylemeliyim
 Vatanım milletim tüm insanlar kardeşlerim
 Sonra sen gelmelisin dilimin ucuna adın gelmeli
 Adın kurtuluştur ama söylememeliyim
 Can kuşum, umudum, canım sevgilim.”

Pazartesini iple çekti o haftasonu..

Ve ilk teneffüs zili çaldığı zaman kendini panoların bulunduğu salona attı heyecan ile. Genellikle ilk gün, okumaya, edebiyata meraklı öğrenciler bu hafta ne değişmiş diye merak eder, teneffüs veya öğlen arasında panoda yazılanlara göz atmadan geçmezlerdi.

Aşağıya indiğinde, Allah’im!, işte onu gördü.

Yüreğinin çarpıntısı davula vuran bir tokmak gibi kulaklarında uğulduyor, mutluluk ve mahcubiyet ateşinin yalımları yanaklarını okşuyordu.

Evet, beyaz kağıda geçmek için harcadığı  o saatler değmiş, şiir hakkını ödemişti. Yıllardır adını bile söyleyemediğine, adeta ‘Can kuşum, umudum, canım sevgilim” diyerek kelimelerle sarılmıştı uzun uzun işte bu teneffüs arasında.

Artık o panoya kimse bakmasa bile ne gamdı!.

Kelimelerin masallardaki uçan halısına binip Anadolu’yu dolaşıp çiğerlerine vatanı dolduran, adı söylenmemiş sevgilinin dağlarına çıkarıp naralar attıran ve sonunda getirip ayaklarının dibine atan o şiir dili tutukların bir manifestosuydu.

Bir ömür geçti. O beyaz kağıtların rengi soldu. Mürekkebi kurudu. Ama o kelimelerin manifestosu yüreğinin mermerlerine kazınmıştı.

Şimdi gazetelere yansıyan bu yürek şairinin sessiz ölümü, yüreğinde közlenmiş o sevdanın ateşini yeniden körükledi.

“Biliyorum yaklaşıyoruz her an
 Biliyorum oruçlu doğar insan
 Ölümün iftar sofrasına.”

Allah, kelimelerinin melekleriyle seni şimdi cennetine uçursun ey şair!.. dedi.


SiteMap - İmode - Wap2