Arşiv Anasayfa Fizik
Sayfalar: 1
Klasik Fiziğin Problemi By: mnıl Date: January 01, 2013, 10:39:14 PM
Klasik fiziğin başlangıcı Isaac Newton (1643-1727) ve daha sonra ardından gelen James Maxwell (1831-1879) ile Albert Einstein'ın (1879-1955) çalışmalarına dayanır. Newton teorisini Johannes Kepler'in (1571-1630) çalışmaları üzerine inşa etmiştir. Kepler'in gezegenler kanununu bulması, insan gözlemlerinden bağımsız hareketin doğada olduğunun en büyük destekçisi oldu. Buna göre, cisimlerin konumları, hızları ve kütleleri biliniyorsa, bundan sonraki konum ve hızları da belirlenebilirdir.


Klasik fiziğin başlangıcı Isaac Newton (1643-1727) ve daha sonra ardından gelen James Maxwell (1831-1879) ile Albert Einstein'ın (1879-1955) çalışmalarına dayanır. Newton teorisini Johannes Kepler'in (1571-1630) çalışmaları üzerine inşa etmiştir. Kepler'in gezegenler kanununu bulması, insan gözlemlerinden bağımsız hareketin doğada olduğunun en büyük destekçisi oldu. Buna göre, cisimlerin konumları, hızları ve kütleleri biliniyorsa, bundan sonraki konum ve hızları da belirlenebilirdir. Bu belirleniş felsefe üzerine de ciddi etki etmiş ve özgür iradeyi ortadan kaldırmıştı. Ardından gelen Newton da geleneği sürdürdü ve gözlemciden bağımsız kütleçekimi gibi basit ama çok çıkarımlar sağlayan matematiksel kuralları ortaya koydu. Arada hiçbir şey olmadan uzaktan iki cismin birbirini çekmesini matematiksel denklemlere Newton çevirdi ama bu onda bir de korku oluşturdu. Çünkü oluşturduğu fizik kuvvet aktarma gibi doğrudan etkilere dayanıyordu. Kütleçekimin aracısının ne olduğunu bilemiyordu (bugün ise hala bunu tespit edememişsek de kabul edilen graviton adlı sanal parçacıkla kütle çekiminin iletildiğidir). Ardından gelen Einstein ise kullanılışlı bir aracı keşfetti: uzay-zamanın eğrilmesi. Aslında uzaktan etki yoktu. Tüm etkiler yakındaki komşuluklarla taşınıyordu ve ışıktan hızlı bir etki de yoktu.
Klasik fizik tam olarak belirlenimcidir ve bir önceki durumdan bir sonraki durum tespit edilebilir. Buna göre bizler mekanik otomatlarız ve fizik evren matematik ile kesin olarak ifade edilebilir. Tüm hareketlerimiz, minik ve zihinsiz maddeler arasındaki etkileşimlerden çıkar. Geriye doğru yani zihin ve bilincin madde parçacıkları üzerinde bir etkisi olmaz. Kişinin zihinsel dünyası onun fiziksel beyin düzenlenişi ile belirlenir.

Daha sonra Faraday 19. yy’da elektrik akımının manyetik alan ve manyetik alanın elektrik akımına dönüşebildiğini tespit etti. Böylece elektromanyetik teori doğmuş oldu. 1860’larda da Clerk Maxwell elektromanyetizmanın ve dalgaların denklemlerini ortaya koydu. Önce ışığın, ardından da ısının farklı frekanslarda titreşen elektromanyetik dalga olduğu anlaşıldı. 1887’de Hertz, radyo dalgalarını keşfetti. Artık parçacıklardan oluşan Newton’un evreni tam bir frekans yelpazesine döndü. Daha sonraki dönemlerde de Max Planck, bu titreşimlerin frekanslarının, Planck sabiti gereği kesikli olduğunu ortaya koydu. Newton’un saat gibi çalışan evreni, kuantum büyüklüğündeki deliklerden oluşan kalbura döndü. Ardından ışığın sadece dalga değil, hem parçacık hem de dalga özelliği olduğu görüldü. 1920’de Werner Heisenberg elektronun davranışını ölçmek isteyen “gözlemci” hangi özelliğini ölçmek istediğini, ölçme öncesinde karar vermelidir gibi bir teori ortaya attı. Çünkü, bir elektronun pozisyonunu (konum) ölçmek, hızını belirsiz kılıyordu; oysa sadece hızını ölçmek istediğinizde pozisyonu belirsiz hale geliyordu. Yani, gözlemcinin ölçmek istediğinin ne olduğuna önceden karar vermek gerekiyordu (Heisenberg’in Belirsizlik İlkesi). Bu ilke Newton’un objektif/nesnel ölçümünü yıktı. Bilgi bilimsel olarak nesnellik ideal olmasına karşın, varlıkbilimsel olarak tam nesnellik yanlıştır.

Böylece, kuantum mekaniği “gözlemci” denilen deneyciyi, içselliği ve karar süreci ile birlikte ölçme sürecinin içine soktu. Böylece, Newton fiziği ile evrenin bir parçası olmayan ve sadece onu dışarıdan gözleyen “insan/deneyci/gözlemci/bilinçli varlık” kavramı değişti. Ben ve dışarıda olan bir araya geldi. Daha sonraları da Einstein tarafından, Newton mekaniğinde ikisi bağımsız ve sabit olan zaman-mekan kavramı bir araya getirildi. Böylece “şimdi”nin anlamı, kimin anlattığına bağlı hale geldi.

Klasik fizik, bugünkü bilim içerisinde bilincin teorisini oluşturmada yetersizdir. Klasik fizik tüm beyin aktivitesini yukarıdan-aşağıya atomik olarak tanımlanmaya gerek duyar. Ancak kişinin bilinç akışı ile hem bedensel davranışları hem de beyninde ne olduğu arasında bir ayrıma gitmez. Oysa, kuantum teorisi kullanıldığında durum bunun tam tersidir. Kuantum teorisi kurucuları, fiziksel bir teoriye "gözlemci" ekler ve bu yenilik klasik fizikten çok ciddi bir ayrım yaratır. Gözlemciye yüklenen bu işlev, tamamen kuramın kendisinden kaynaklanır. Bilinç, kuantum mekaniğine dahil edilir.

Bilinç bir birinci kişi (first person) bakış açısıdır. Birinci kişi bakış açısı tamamen kişinin kendi deneyimleri ile ilgilidir. Bu bakış açısı var oluşun nesnel biçiminden veya üçüncü kişi (third person) bakışından farklıdır. Birinci kişi bakış açısında, “ben ne deneyimliyorum ya da başımın içinden ne geçiyor?” sorusunun yanıtını verirken, üçüncü kişi bakışı, başkasının başının içinde (beyninde) ne oluyor sorusunun yanıtını verir. Günlük ve bildik bilimimizin tümü üçüncü kişi bakış açısının ürünüdür. Geleneksel bakış, zihin ya da bilinci incelerken, “içe bakış” ile “davranış” arasında bir seçim yapmaya zorlar bizi. Zihin, bilgi bilimsel olarak, zihinsel durumlarla karakterizedir ve birincil kişi bakışı ile ulaşılabilirdir. Yani, bir kişi kendi zihinsel durumuna, sadece kendisi olarak ulaşabilir. Buna karşın, beyin, sinir hücresel durumlarla karakterizedir ve üçüncü kişi bakışı ile ulaşılabilirdir. Üçüncü kişi bakışı, başkalarının beyninde dışarıdan bakmaktır. Oysa, birinci kişi bakışı ile kişi, hem kendi beynine hem de ilişkili sinir hücresel durumlara ulaşamaz, yalnızca zihinsel durumlarına ulaşır. Diğer yandan, davranışlarımız, zihinsel olanın bir göstergesi olmasına karşın, aynı davranış, aynı zihinsel görüngü değildir. Buna karşın, kuantum mekaniği, öznel olarak birinci kişi bakış açısıyla uyumludur. Klasik fizik ise nesneldir ve üçüncü kişi bakış açısı ile uyumludur. Gezegenlerin hareketi ya da Newton’un kütle çekimi, herhangi bir kişinin deneyimi olmadan da kendiliğinden oluşur.

Bugünün kabul edilen bilinç-beyin etkileşimi teorileri, henüz deneyimlerimizi tam anlamıyla izah edecek yeterlilikte değildir. Zihinsel etkinlik ve bilinç, şu ya da bu şekilde belli bir tür fiziksel yapı ve nörofizyolojinin özelliğidir. Nörofizyolojik süreçlerin, zihinsel görüngüleri nasıl ortaya çıkardığı günümüz biliminin en büyük cevabı verilmemiş sorusudur. Yani benim ya da sizin ağrı taşıyan C-lifleriniz uyarılır ve bu elektriksel bir uyarana dönüşür. Ama bu uyaran ortaya çıktığında neden ağrı yaşamamız gerektiğinin yanıtı henüz yoktur. Fiziksel yapı derken madde, kütleli nesneler, parçacıklar, uzay-zaman, alan, enerji gibi konulardır. Bunların oluşturduğu bileşik sistem bizim kırmızı bir elmayı algılamamızı sağlar. Aynı şey bize, acı, endişe, istek, sevgi, gıdıklanma, nefret, tat-koku gibi deneyimleri yaşatır.
Ynt: Klasik Fiziğin Problemi By: çiçekler Date: November 23, 2013, 07:19:39 PM
tesekkur ederım
Ynt: Klasik Fiziğin Problemi By: buradd Date: March 29, 2014, 09:21:32 PM
örneğin ışık hızının üstüne çıkarsan ışıkla maddenin etkileşimi nasıl olur bu tarz şeyler klasik fiziğe göre düşünülmez.
Ynt: Klasik Fiziğin Problemi By: fhd Date: May 13, 2014, 01:27:26 AM
teşekkürler
Ynt: Klasik Fiziğin Problemi By: enes357 Date: May 28, 2014, 11:27:34 AM
çok saol

SiteMap - İmode - Wap2