Arşiv Anasayfa Güncel Haberler
Sayfalar: 1
Dindarlık Algısı Ve Güven Duygusu - Leyla Ipekçi By: Asortik Hatun Date: October 30, 2012, 07:08:59 PM
Bahçeşehir Üniversitesi’nin 2012 Değerler Araştırması’na göre halkımızın yüzde 85’i kendisini ‘dindar’ olarak tarif ediyor, fakat ancak yüzde 29’u oruç tutuyor ve 5 vakit namazını kılıyormuş.
İnsanlarımızın birbirine güveni ise yüzde 10 civarındaymış. Ki bu diğer Avrupa ülkelerine kıyasla en düşük rakammış. Bu değerlendirmede öncelikle ortak bir önkabulden yola çıkıyoruz: Kendine dindar diyen birinin güven ilişkisinin de buna paralel olacağı yönünde bir ‘iç bilgi’ bu. Mümin kişilerin güvenilirlik ve başkalarına güvenme oranının yüksek olacağına dair bir sezgimiz var. O yüzden sekülerleşmenin zirvesindeki pek çok AB ülkesinde insanların birbirine güvenme oranının bize kıyasla çok daha yüksek olmasını ‘çarpıcı’ bir sonuç olarak görüyoruz. Demek ki güven müessesesinin inşası için ille kendini dindar olarak tanımlamak gerekmez diye bir şartlanma oluşuyor bilinçaltımızda. Bir ‘veri’ daha kendiliğinden yerleşiyor tabii zihnimize: “Dindar olmak (Müslüman olmak) pek de matah bir şey değilmiş demek ki! Karşısındakine güvenme konusunda dahi kuşkularını, paranoyalarını aşamıyor çünkü dindarlar.”
Madem değerler araştırması bize böylesi ‘ironik’ bir sonuç bıraktı, biraz daha deşmemiz gerekiyor buradaki önkabulün gerisindeki iç bilgiyi. Bunu izleyerek ilk varacağımız yer, kendini dindar olarak algılamakla dinin gereklerini yerine getirmek arasında bir örtüşmezlik olduğuna dair.
İnsanların kendilerini dindar olarak tanımlamasının sosyolojik ve psikososyal boyutları olduğu gibi başka boyutları da var şüphesiz. Mesela mahalledeki itibarı veya bizzat kendine tasarruflu bakışı onun gerçekte ne kadar dindar olduğundan daha önemli olabiliyor çoğunlukla. Dindarım demek vicdanı da rahatlatıyor elbet.
Kalp alanına girildiğinde ise kimin ne kadar dindar olduğunun ölçüsü sadece kuralları yerine getirmek üzerinden ölçülemiyor. Allah katındaki ayırt edici olan değeri (takva) dünyevi parametrelerle tarif edemiyoruz. Bir dindarı yapı-söküme uğratarak onun takva katsayısını belirleyemiyoruz. İnsanın kalbiyle Rabb’i arasında bir sırdır bu. Her tür anket cevaplarını tersine yatıracak, her çeşit değer araştırmasını anlamsız hale getirecek bir ‘hal ilmi’ söz konusu çünkü. Bilimsel verilerin dünyevi ölçeklerle kuşatmakta yetersiz kaldığı...
Öte yandan bir de ahlakî boyutu var. Namaz kılıp oruç tutanların dindarlığını ‘en sahih’ birimle ölçecek mercii değiliz hiçbirimiz. Ne kişilere, ne kurumlara böyle bir ‘araştırma’ motivasyonu da yakıştırılamaz şüphesiz. Bu yüzden, ‘değerler’ araştırmalarını ancak sosyolojik verilerin dilinde çerçeveleyerek değerlendirmek sağlıklı oluyor. ‘İlmî’ değerlerin parametreleri ister istemez ‘soyut’ alana çekecektir çünkü toplumsal analizleri. Ve bu yanılma payını yükseltecektir. Bu tür araştırmalarda evet, dindarlık algısının hangi dinamiklere bağlı görüldüğünü veya kişilerin toplum önünde kendilerini nasıl tanımladığını ölçebiliyoruz. Ancak bu kadarını yapabiliyoruz. Beş vakit namaz kılan birinin toplumsal uyum katsayısını, nebevi hakikatle ilişkisini, Rabb’iyle bağını, gönlündeki rıza ve aşk oranını, suç ve günah arasında kurduğu bağlantıyı veya inancını ibadete dönüştürme edebini vesaire ölçebilmenin ‘kodları’ bilimsel verilerin ışığında değerlendirilemiyor. Buna bir de, dindarım diyenlerin dinde hiç yeri olmayan töreleri de dinin bir parçası olarak görmelerini ve buradan kaynaklanan çok yakıcı toplumsal tezahürleri ekleyin. Sanırım yeterince açık.
Güven duygusuna gelince. İçimizdeki ‘evrenselliğe’ dair bir değer olan güven duygusunun da algılara göre değişen bir niteliği var. Manevi alana açılabilen, metafizik ve felsefi göndermeleri olan bu duyguyu da ancak sosyolojik algılar ışığında değerlendirmemiz gerekiyor anketlerde. Dindarlığın algılanışı nasıl değişiyorsa, güven duygusunun algılanışı da değişiyor. Mesela bazı dönemlerde tıpkı dindarlık gibi ‘demode’ kabul edilebiliyor bazı toplumlarda. O halde bize düşen, ancak bu değişimin dinamikleri üzerinden değerlendirme yapmak.
Mesela bu toplumda bir güven araştırması yapsak, bunun dönüşümünü biraz daha derinlemesine ölçebiliriz. 30 yıldır kendi içinde savaş yaşayan, 60 yıldır darbe yapabilmek için ortam olgunlaştıran ‘görünmez’ kuvvetlerin muktedir olduğu bir toplumdan bahsediyoruz.
Güvenden önce güvenlikçilere (JİTEM’in faaliyetlerini düşünelim), güvenlik önlemlerine (olağanüstü hal dönemlerini uygulayabilmek için yapılan zulmü hatırlayalım) ve son derece tekinsiz gündelik hayatımıza (sokak ortasında her an bir bombayla can verebiliriz) odaklanmamız gerek. Refah toplumu olarak kabul edilen Kuzey Avrupa ülkelerindeki güven ortamını oluşturan ‘psiko sosyal’ altyapıyla bizimki arasında kıyaslama yapmak için sabit ölçülere sahip değiliz.
Kısacası, bu ülkede pek çok kesim, kendi bekasını korumak üzere kanlı yöntemlere başvurmaktan kaçınmayan ceberrut devlet geleneği karşısında ezilerek, zulme uğrayarak, susup acısını bastırmaya çalışarak veya isyan ederek hayata tutunmaya çalışmış hep. Ve elbette güven duygusunun zedelenmemiş olması imkânsız! Bilimsel araştırmaları yorumlarken, ülkeler arasındaki oranlarda kıyaslama yaparken, sosyolojik tanımları sabit değerler üzerinden oluştururken sanırım daha özenli olmamız gerekiyor.


SiteMap - İmode - Wap2