Arşiv Anasayfa Merak Edilen Konular
Sayfalar: 1
Müslümanları Namaza Davet Için Ezanın Tesbiti Nasıl Olmuştur By: AkoXenSeM Date: January 27, 2010, 05:37:01 PM
Hicretin 1 senesi Milâdî 622
Mekke'de iken Müslümanlar ibadetlerini gizlice yapıyor, namazlarını kimsenin göremeyeceği yerlerde kılıyorlardı Dolayısıyla orada namaza açıktan dâvet etmek gibi bir mesele söz konusu olamazdı
Ancak, Medine'de manzara tamamıyla değişmişti Dinî serbestiyet vardı Müslümanlar rahatlıkla ibadetlerini ifâ ediyorlardı Din ve vicdanları baskı altında bulunmuyordu Müşriklerin zulüm, eziyet ve hakaretleri de mevzu bahis değildi
Mescid-i Nebevî inşâ edilmişti Fakat, Müslümanları namaz vakitlerinde bir araya toplayacak bir davet şekli henüz tesbit edilmemişti Müslümanlar gelip vaktin girmesini bekliyor, vakit girince namazlarını edâ ediyorlardı1
Resûl-i Ekrem bir gün Ashab-ı Kirâmı toplayarak kendileriyle nasıl bir dâvet şekli tesbit etmeleri gerektiği hususunda istişâre etti Sahabîlerin bazıları, Hıristiyanlarda olduğu gibi çan çalınmasını, diğer bir kısmı Yahûdiler gibi boru öttürülmesini, bir kısmı da Mecûsilerinki gibi namaz vakitlerinde ateş yakılıp, yüksek bir yere götürülmesini teklif etti Peygamber Efendimiz, bu tekliflerin hiç birini beğenmedi2
O sırada Hz Ömer söz aldı:
"Yâ Resûlallah! Halkı namaza çağırmak için neden bir adam göndermiyorsunuz?" diye sordu
Resûl-i Ekrem o anda Hz Ömer'in teklifini uygun gördü ve Hz Bilâl'e, "Kalk yâ Bîlâl, namaz için seslen" diye emretti
Bunun üzerine Hz Bilal bir müddet Medine sokaklarında, "Esselâ, Esselâ (Buyurun namaza! Buyurun namaza!)" diye seslenerek Müslümanları namaza çağırmaya başladı3

Abdullah Bin Zeyd'in Rüyâsı
Aradan fazla bir zaman geçmeden Ashabdan Abdullah bin Zeyd bir rüyâ gördü Rüyâsında, bugünkü ezân şekli kendisine öğretildi
Hazret-i Abdullah sabaha çıkar çıkmaz, sevinç içinde gelip rüyâsını Peygamber Efendimize anlattı Resûl-i Ekrem, "İnşallah bu gerçek bir rüyâdır" buyurarak dâvetin bu şeklini tasvip etti4
Hz Abdullah, Resûl-i Ekremin emriyle ezan şeklini Hz Bilâl'e öğretti Hz Bilâl, yüksek ve gür sadasıyla Medine ufuklarını ezan sesleriyle çınlatmaya başladı:
"Allahü ekber, Allahü ekber!
"Allahü ekber, Allahü ekber!
"Eşhedü enlâilâhe illallah!
"Eşhedü en lâilâhe illallah!
"Eşhedü enne Muhammede'r-resûlullah!
"Eşhedü enne Muhammede'r-resûlullah!
"Hayye âle's-salâh, Hayye âle's-salâh!
"Hayye âle'l felâh, Hayye âle'l felâh!
"Allahü ekber, Allahü ekber!
"Lâilâhe illallah!"

Hz Ömer de Aynı Rüyâyı Görüyor
Medine ufuklarının bu sadâ ile çınladığını duyan Hz Ömer, heyecan içinde evinden çıkarak, Resûl-i Ekremin huzuruna vardı Durumu öğrenince, "Yâ Resûlallah! Seni hak dinle gönderen Allah'a yemin ederim ki, Abdullah'ın gördüğünün aynısını ben de görmüştüm" dedi
Biraz sonra birkaç kişi daha geldi, aynı rüyâyı gördüklerini söylediler Peygamberimiz (sav) birkaç kişinin aynı şeyi görmesinden dolayı Allah'a hamd etti5
İslâmın ne derece fitrî ve nezih bir din olduğunu bu dâvet şeklinin tesbitinden de anlıyoruz Ruhsuz, mânâsız, heyecansız ve tatsız çan çalmak, boru öttürmek veya ateş yakmak nerede? Yeryüzünde "tevhid" ulvî hakikatını ilân eden, Resûl-i Ekremin Peygamberliğini haykıran ve dolayısıyla îmân esaslarının tamamını halka duyuran mânâ ve kudsiyet dolu "ezan" şekli nerede?
"Hukuk-u Şahsiyye (şahsi hukuk)" ve "hukuk-u umumiyye (umumî hukuk)" adıyla iki nevi hukuk olduğu gibi, şer'î meseleler de iki kısımdır Bir kısmı şahıslarla ilgilidir, ferdîdir Diğer kısmı umuma bakar, umûmîdir Onlara "Şeâir-i İslâmiyye" tâbir edilirŞeâir-i İslâmiyyenin en büyüklerinden biri de işte bu hicretin birinci senesinde meşru kılınan ve "şehâdetleri dinin temeli" olan ezândır Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin "Şeâir-i İslâmiyye" ile ilgili çok mühim izah ve değerlendirmeleri vardır Mektûbât isimli eserinin 29 Mektubunda şöyle açıklanır:"Mesâil-i Şeriâttan bir kısmına 'Taabbüdî' denilir; aklın muhakemesine bağlı değildir; emrolduğu için yapılır İlleti emirdir
"Bir kısmına 'Mâkulü'l-Mânâ' tâbir edilir Yani; bir hikmet ve maslahat var ki, o hükmün teşrîine müreccih olmuş; fakat sebep ve illet değil Çünkü; hakiki illet, emir ve nehy-i İlâhîdir"Şeâirin taabbüdî kısmı; hikmet ve maslahat onu tağyir edemez, taabbüdîlik ciheti tereccüh ediyor; ona ilişilmez Yüz bin maslahat gelse, onu tağyir edemez Öyle de; 'Şeâirin faidesi, yalnız mâlum mesâlihtir' denilmez ve öyle bilmek hatâdır Belki, o maslahatlar ise, çok hikmetlerden bir fâidesi olabilir"İslâmın mühim bir şeâiri olan ezânla ilgili olarak da şunlar söylenir:"Meselâ biri dese: 'Ezanın hikmeti, Müslümanları namaza çağırmaktır, şu halde bir tüfek atmak kâfidir' Halbuki, o divane bilmez ki, binler maslahat-ı ezâniyye içinde o bir maslahattır Tüfek sesi, o maslahatı verse, acaba nev-i beşer namına, yahut o şehir ahalisi nâmına, hilkât-ı kâinatın netice-i uzmâsı ve nev-i beşerin netice-i hilkâtı olan ilân-ı tevhid ve Rububiyyet-i İlâhiyeye karşı izhâr-ı ubudiyyete vasıta olan ezânın yerini nasıl tutacak?" Elhâsıl: Cehennem lüzûmsuz değil; çok işler var ki, bütün kuvvetiyle 'Yaşasın Cehennem' der Cennet dahi ucuz değildir; mühim fiat ister"

SiteMap - İmode - Wap2