Er-sogotoks Destanı By: _AsaLeT_ Date: November 27, 2009, 12:05:01 PM
ER-SOGOTOKS DESTANI
Dokuz kat göğün dokuzunu delip indiğini mi, yoksa yer altını yarıp çıktığını 
mı bilmeyen Ereydeex-Buruydaax Er-Sogotox (Saha Türklerinin atası olan 
kahraman) adlı bir yiğit yaşamıştır. 
Bu Er-Sogotox'un görünüşü şöyledir: On büyük karış boyunda, dört karış 
eninde, beş karış omuzlu, üç karış belli, kalın meles ağacı gibi baldırlı, 
nehirdeki köknar gibi bacaklı, kurumuş kayın ağacı gibi sağlam bilekli, atın 
gemindeki dizginler kadar gözlü, kalça kemiği kadar iri burunlu, çok iyi 
isabet ettiren elli, yanılmayan baş parmaklı, şaşmaz işaret parmaklı, düzgün 
dudaklı ve dişlidir. 
O kadar güçlüydü ki; donmuş ağaçları tuttuğunda kırar; kayın ağacını 
yakaladığında ikiye ayırır; dikili ağaca dokunduğunda ağaç kökü ile birlikte 
yıkılır; ağacı sarstığı zaman feryad eder; söğüt ağacını ittiği zaman söğüt 
acıdan çığlıklar atar; bastığı yer göçer, durduğu yer paramparça olur, 
gezdiği yerler kuru toprak gibi çatlar; koştuğu yerler zangır zangır titrer; 
sesi gök gürültüsü gibidir; nefesi fırtına gibidir; konuşması Yada taşı gibi 
büyüleyici, bakışı yıldırım gibidir. 
O'nun yaşadığı yer tasavvur edilemeyecek kadar zengin ve güzeldir. Şöyle ki; 
kalay tarlalı, altın ovalı, yağ vadili, xartaha (atın karın bölgesindeki 
yağlı ve lezzetli et) bahçeli, gümüş yamaçlı, tereyağı tepeli, et kıyılı, 
xartaha kayalı, gürleyen deli ormanlı, hışırtılı kuru ormanlı, av hayvanlı 
kara ormanlı, eğlenmelik şen ormanlı, dinlenmelik küçük tepeli, serinlemelik 
burunlu, gezinmelik çayırlı, saf süt gibi göllü, yıkanmak için akıntılı 
nehirli, sonsuz mavi derin denizlidir. 
O'nun denizi kara gümüş kayalı, küçücük çakıl taşlı, boncuk kolye kumlu, 
beyaz küçük kabarcıklı, yağ dalgalı, değerli ağaçlardan kıyılı, avlanmalık 
kalkan balıklı, gümüş pullu bolca balıklıdır. O'nun zengin orman arslanlı, 
vahşi ayılı, mavi kurtlu, budaklı boynuz gerdanlı, ren geyikli, çizgili 
samurlu, benekli vaşaklı, kara sincaplı, kahverengi tilkilidir. 
Kışı olmayan geniş, büyük ülkesinde kartallar çığlık atar, beyaz turna dans 
eder, şakrak kuşu öter, bülbül şarkı söyler, çayır kuşu nağmeler mırıldanır, 
serçe havalanır, makas kanatlı kuşlar inip kalkarlar, geniş kanatlılar 
toplanırlar, tavus kuşları kanat çırparlar, boynuz gagalı kuşlar birikirler, 
tırnaklı kuşlar toplanırlar, dişli hayvanlar dururlar, boynuzlu hayvanlar 
gezinirler, ibikli hayvanlar toplanırlar, mahmuzlu hayvanlar tepişirler, 
guguk kuşu hiç durmadan öter, bitkileri sararmaz, iğne yaprakları dökülmez, 
kozalağı düşmez. 
Aklı-karalı hayvanları serbestçe yaşayıp dolaştıkları için, eğer bir yolcu 
buradan geçmek isterse, atının böğrü bu hayvanlara sürtünmekten yara olurdu. 
O'nun çadırı sallanmasın diye elli direkli, otuz kirişli, dört kat duvarlı, 
yağmur girmesin diye üç kat gümüş tavanlı, nem olmasın diye dört kat altın 
döşemelidir. 
Çadırının en ortasında sanki üç kadın yan yana duruyormuş gibi üç bacaklı 
büyük ocağı vardır. 
Çadırı bez bezekli somyalı, on işlemeli karyolalı, kılıç asmak için kancalı, 
kımız fıçısı asmak için askılı, altı kişi zorlasa bile açamayacağı kadar 
sıkı altın dış kapılı, üç yaşındaki öküzün, yatmasına benzer demir eşikli, 
atın oynayacağı kadar geniş salonlu, sekiz kişinin açamayacağı kadar altın 
iç kapılıdır. Evin en güzel odası guguk kuşlu, sağ tarafı arslanlı, sol 
tarafı kaplanlı, holün başında kuzgunlu, gümüş raflı, kalay dolaplı, taş 
sundurmalı, dört ayaklı masalı, kıymetli ağaçtan sandalyeli, küçük göl kadar 
taş çanaklı, büyük bir ova kadar ağaç tabaklı, beyaz gümüş çatallı, kızıl 
gümüş kaşıklı, çelik demir bıçaklı, dokuz bezekli kutsal ayaklı (en büyük 
kımız bardağı) büyük kımız kadehli, on işlemeli mataarcaklı (bir milli kap), 
üç işlemeli küçük çoroonlu (bir ya da üç ayaklı kımız bardağı), yedi öküz 
derisinden dikilmiş tulumludur. 
Evinin etrafı üç günlük yol gidecek kadar beyaz gümüş çitli, geniş 
duvarlı, gezinecek kadar geniş ağıllı, ayna gibi parlak avlulu, 
mücevherat koymak için dokuz demir kilerli, otlar için altın ambarlı tay 
için kalay tavlalı, çiftlik hayvanları için kurşun kümesli, kalın meles 
ağacının kabuğundan yapılmış arslan burçlu, dokuz bezekli büyük sergeli (at 
direği), kumru burçlu orta sergeli, şakrak kuşu burçlu küçük sergelidir. 
Çadırın doğuda bulunan kapısından dışarıya bakmak için çıktığında geniş 
yeşil alanın ortasında tahmin edilemeyecek kadar kutsal ağacı görür. Bu 
ağaç, yerin dört kat altına kadar girmiş köklü, dokuz kat göğün dokuzuna 
varan dallı, yedi kulaç yapraklı, dokuz kulaç kozalaklıdır. Onun kökünün 
altından kutsal bengü suyu kaynar. Onun kozalağından çıkan koyu reçine 
toplanıp küçük bir dere gibi akar, ihtiyarlamış, aç kalmış, zayıflamış beyaz 
hayvanlar, kuşlar, vahşi hayvanlar, o reçinenin tadına baktıkları, 
yaladıkları zaman, eski genç ve diri görünüşlerine kavuşurlar. 
Güney tarafını görmek için çıkınca büyük tepenin üstünde bakire kızların 
güzel elbiselerini giyinip fısıldaşarak ayakta durduğu gibi bir grup kayın 
ağacını görür. 
Kayın ağaçlarının arka tarafında ihtiyarlamaya başlamış kadınların kışlık 
kalpaklarını çarpıkça giyinip saçlarını dağıtarak *"E, ne olursa 
olsun"*diyerek ayakta durdukları gibi karışık çam ormanı vardır. 
Batı tarafını görmek için çıkınca, genç erkeklerin bayrama gitmek için iyi 
elbiselerini giyinip sıralandıkları gibi kara melez ormanını görür. 
Onların da biraz uzağında yaşlanmaya başlamış zengin adamların tükürerek 
kibirli bir şekilde ayakta durdukları gibi karanlık köknar ormanını görür. 
Kuzey tarafını görmek için çıkınca şaman kadınların büyüleyici elbiselerini 
giyinip şaman dansına yeni başladıkları gibi titrek yapraklı kavak ormanını 
görür. Bunlarında ilerisinde salyaları akmış, dişleri dökülmüş ihtiyar 
kadınların sırtlarına dal parçalarını yükleyerek kamburca yürürken 
çizmelerinin bağlarının sırtlarını dövdükleri gibi, alçak söğüt ağaçlarını 
görür. 
Bu söğütlerin kenarında rengarenk paltolu, işlemeli çizmeli Tunguz 
çocuklarının dans edip konuşmalarına benzeyen sık çalılık ormanı vardır. 
O'nun giyim-kuşamı ise; içi kıymetli samur kürk paltolu, mavi kurt kürkü 
abalı, obur kunduz kürkü şapkalı, güderi pantalonlu, ipekli kalçalıklı, 
gümüş kenarlı, süslü çizmeli, işlemeli çoraplı, gümüş kayışlı, ipek kuşaklı, 
Çin atlası çantalı, çuha tütünü keseli, kolyeli, çakmak taşlı ve kavlı, 
pençesiyle, başıyla yumuşak vaşak derisi tüyünden yataklı, kara tüyünden 
yorganlı, kuğu tüyü yastıklıdır. 
O'nun silahları ise; altı kişinin açamayacağı boynuz yaylı, balıkçının ağaç 
evi kadar büyük oklu, Suottu'nun (Yakutistan'da bir yer adı) ustasını vuran 
çatal oklu, Baatılı'nın (Yakutistan'da bir yer adı) ustasını vuran düz oklu, 
üç yüz kilo ağırlığında süngülü, beş yüz kilo ağırlığında mızraklı, dokuz 
yüz kilo ağırlığında demir gürzlüdür. 
Koşum atları ise; yorulmayan kara renkli, tırıs giden boz renkli, hızlı 
giden ala renkli, yarış eden beyaz renkli, avlamak için kahve renkli, gezmek 
için alacalı, uzak yola gitmek için yedi kulaç yeleli, kıvırcık perçemli, 
gümüş tırnaklı, uzun koyu kuyruklu, sarı renklidir. 
Güneş batınca gece oldu diyerek büsbütün soyunup kalın samur kürklü 
yatağına-yorganına sarılıp uyuyarak; güneş doğunca uyanmak zamanı geldi 
deyip fırlayarak, en iyi elbisesini giyinip atın yağlı kazısını ( atın karın 
bölgesinde bulunan yağlı kısım) yiyen Er-Sogotox belirli bir zaman eğlenmek 
için kullandığı atına binerek beyaz-kara atlarına bakar, güder. Bazen de, av 
atına binerek koyu ormanına varıp, kara kürklü hayvanları çokça öldürdü. 
Yeşil otlaklarına giderek, makas kanatlı kuşlarından çokça öldürüp heybesine 
koyup evine getirerek iştahla yiyerek yaşıyordu. O, hiçbir kederi-üzüntüyü 
bilmeyerek, korku ile görüşmeyerek, ürküntü ile tanışmayarak, kimden 
doğduğunu, nereden geldiğini bilmeyerek yaşıyordu. 
O, ondokuz yaşını doldurduğu zaman genç yüreğinin tıpırdadığını, zaman zaman 
kanının kaynamaya başladığını hissetti. Düz alnı düşünceden kırışmaya 
başlamış, resim gibi kaşı çatılmış, eskiden bilmediği bir fikir aklını 
karıştırmış ve yalnızlık düşüncesi kafasını bulandırmıştı: 
*"**Eyvah çocuk! Tecrübenle gördün ki herkes çifttir, vahşi hayvanlar çift 
olarak yaşar; kuşlar, böcekler de çift olarak yaşarlar. Tanrı sadece beni mi 
tek yaratmış? Hayır! Bana benzeyen bir kişi herhangi bir yerde muhakkak 
yaşıyordur**."** 
* 
Bu fikir aklına düştüğünde çokça uyuduğu uykusundan, yediği yemeğinden, 
yaşadığı hayatından kesilmeye başladı. Bir akşam hiç duygulanmamış yüreği 
çokça duygulandı, ağlamayan gözü ağlayarak bütün gece hiç uyuyamadı. Güneş 
doğmadan kalkıp kara hastalık bulaşmasın diye kara denizin suyuyla, yeşil 
hastalık bulaşmasın diye yeşil denizin suyuyla tümüyle temizlenerek güzel 
elbisesini giyip eğilerek güneşi üç defa selamlamış ve arazisinin ortasında 
bulunan kutsal ağacın yanına zengin, büyük bir insan tavrıyla gitmiş. 
Ağacın altına gelip üç defa eğilerek selamlamış, kalpağını yana yatırarak 
şöyle demiş: *"**Kutsal ağacımın kadın ruhu! Kainatın ebe ruhu! Ben yetimi 
sen beslemişsin, küçükken büyütmüşsün, beyaz atlarımı yetiştirmişsin, kara 
atlarıma bakmışsın, kuşlarımı hayvanlarımı çoğaltmışsın, kara denizin 
balığını bir araya toplamışsın. Beni dinle! Aklımı-fikrimi büyücü mü 
karıştırdı bilmem. Uzun zamandır uyuduğum uyku, uyku olmadı; yaşadığım 
hayat, hayat olmadı; gücüm kuvvetim azaldı, güçlü vücudum zayıfladı, 
düşündüğüm düşüncem kalmadı, bilen aklım bilmez oldu. Bana geleceğimi söyle! 
Hayatımı gösteriver! Ebem! Öz anam ol! Saygı duyduğumu gör! Benim sözlerimi 
dinle**!"** 
* 
O an gök gürültüyle gürlemiş, sağanak yağmur başlamış, uçan beyaz bulutlar 
görünmüş, yıldırımlar düşmüş, şimşekler çakmış, fırtına çıkmış, toprak 
hareketlenerek yer deprem olmuş gibi titremeye başlamış, nehrin suyu 
kabarmış, denizin suyu dalgalanmış. Bundan sonra kutsal ağaç gıcır gıcır 
gıcırdayarak küçük bir kütük olmuş, gövdesinden kar gibi saçlı, keklik gibi 
beyaz etli, iki kımız fışısı kadar memeli yaratıcı ihtiyar kadın beline 
kadar çıkarak: *"**Ben senin neden üzüldüğünü, ne istediğini ve her şeyi 
bilerek yaşıyorum. Dinle! Senin baban Aar Toyon (Tanrı'nın adı), annen ise 
Kübey-Xotun (Tanrı'nın adı)'dur. Onlar yaratıcı Tanrı emriyle seni üçüncü 
gök katında doğurup bu topraklarda soy-sop sahibi ve nesillerinin atası ol 
diye yeryüzüne indirdiler. Şimdi zamanı geldi. Sen çabucak atlan ve güneye 
uzaklara git, senin yolun çetin olacak. Dayan! Ümidini kesme! Eşini 
bulacaksın. Elveda! Mutluluk ve başarıyla gidip gel**." *dedi. 
Bu hayır duasını ederek ağacın kökünden ebedi suyu alıp onun deri matarasına 
boşalttı ve *"**Bunu koltuğunun altına bağla, zor gününde sana yararlı 
olacak.**" *dedi. Kendisi de tekrar gıcır gıcır gıcırdıyarak büyüye büyüye 
eskiden olduğu gibi kutsal ağaç haline geldi. 
Er-Sogotox evine gitmeden önce otlağına vararak uzak yola gidecek sarı 
atının üstüne binerek ahıra uğramış, ak-kara atlarından bir karış kazı 
etli, bir tutam yağlı yedi tane kısrağı ayırmış, üç yıllık semiz yedi öküzü 
seçerek evine getirmiş, bu hayvanları hemen kesip göl kadar büyük kazanında 
pişirip geniş bir heybeye koyarak atının sağ kulağına yerleştirmiş, atına 
yular takmış, dizginini bağlamış, gümüş gem takımıyla gem vurmuş, dört eyer 
kumaşını sererek Xan-Tanara (Tanrı'nın adı) eyeri ile eyerlenmiş, mızrağını 
sadağını takınıp silahları alıp, memleketindeki kutsal ağacına dua ederek 
atının üstüne atmaca gibi atlayarak güneye doğru ok gibi uçmuş. 
Bir adımda altı kös (10 km lik uzunluk birimi) aşarak tırıs gidişte yedi kös 
giderek yüz kös koşarak, kışı kırağı ile, yazı yağmur ile bilip tepesi göğü 
delen taş dağa gelmiş. Atından inmeden boynuz yayını kurmuş, hızlıca okunu 
yerleştirip bir ay boyunca iyice gerdiği yayı kirişinden bırakıvermiş. Ok 
dağda saman yığını genişliğinde bir delik açarak çıkmış. O da açılan yoldan 
çıkarak dağı çabucak geçmiş. 
Sonra dalları buluta varan demir ağaçlı ormana gelip önceden olduğu gibi 
okuyla delerek aylar ayı, yıllar yılı gidip, ateşli alevli kan nehrine 
gelmiş. 
Bu engele geldiğinde onun sarı atı *"**Sahibim! Sen benim üstümden in, ben 
biraz dinleneyim. Sonra sen benim dizginimi, kolanımı sıkıca tut, sağlamca 
bin, ben uçup seni geçireyim**"* dedi. 
Yerin kıyısının at kuyruğu gibi bittiği, göğün kıyısının yosun gibi bittiği 
ve birbirleriyle buluştuğu yerde, güneş ışığının kuvvetlice parladığı ay 
ışığının şiddetle ışıldadığı yerde üç yüzyıl yaşamış, dördüncü asrını 
yaşayan, uzun saadetli geniş gelecekli, Ulu-Toyon'un (Tanrı'nın adı) 
akrabası Xan-Tanara'nın torunu Xaraxxan Toyon (Kahramanın adı) birlikte 
yaşlandığı hanımı, on oğlu, dokuz kızı, sayısız insanları, çokça hayvanları 
(ile birlikte) bir destan ülkesinde oturup yaşamaktadır. 
Ailesinin içinde herkesten çok sevdiği Xotuuna (kız adı) adlı küçük kızı 
güneşin ışığı gibi görünüşlü, beyaz gümüş yüzlü, kırmızı yanaklı, kara gümüş 
kaşlı, yedi kulaç uzunluğunda saç örgülü, hafif yemekli, taze içeceklidir. 
Elbisesinin içinden eti görünür, etinin içinden kemiği görünür, kemiğinin 
içinden iliği görünür. Yürüdüğü yer kaz eti olur, yattığı yer yağ olur, 
koştuğu yer semiz et olur, onu gören kişi sevinir, dokunan kişi doyar. 
Uzattığı eliyle saadet verir. O'nun güzelliğini tasvir etmeye kelimeler 
yetmez. 
Xaraxxan ile birlikte ihtiyarlayan evin ruhu olmuş ikinci anne gibi görünen 
iki kepçe kadar irinli gözlü, salyası akan, geleceği gören şaşmaz önsezili 
bilge ihtiyar kadın bir sabah efendisinin huzuruna gelerek kızarmış 
gözleriyle, yıpranmış ayaklarını birbirine çatarak *"**Korkunç düş gördüm, 
dehşetli geleceği gördüm; bela yaklaştı, hayatımız bedbaht oldu, korunmak 
gerek, hazırlanın!**"* dedi. 
Güneş batıp karanlık başladığında aileden yüz kişi yemeklerini yedikten 
sonra ihtiyar kadının düşü hakkında oturup konuşmaya başlamışlar. O anda 
dışarıda evin arka tarafından bir atlı kişi, keskin mızrağın sesi gibi hızla 
gelerek evin sıvasını düşürecek, doksan direği sarsacak kadar bir hızla 
kapıya vurmuş. Çadırdaki bütün insanlar korkularından, ürküntülerinden 
sözleri boğazlarına tıkanmış gibi ağızlarını açarak kaskatı kalmışlar, yanız 
bilge ihtiyar kadın sessizce seğirterek çıkıp bakmış. Dışarıda derisiz, üç 
ayaklı, demir kara atına yan binmiş, büyük don ağacı kadar boylu, büyük 
kazan kadar başlı, alnının en ortasında çukur kadar açık tek gözlü, kazma 
kadar büyük sincap dişli, göğsünün en ortasından çıkan tek kürek kadar 
parmaksız kulaç kollu, uyluğundan çıkan direk kadar topaç bacaklı, başından 
ayağına kadar demir elbiseli, demir yaylı, taş oklu, altın mızraklı şeytanla 
insan arasında bir kişi vardı. 
İhtiyar bilge kadını bulanık bir şekilde görerek atından inmeden şöyle dedi: 
*"Benim adım Üller-Etin oğlu Bura-Doxun (kötü ruhun adı)'dur. Dört ülke 
uzaktanım, kara is ülkesindenim, kızıl kömürle (korla) evliyim. Ateşten de 
sıcak yazlıyım, kızaran taş yemekliyim, ateş ve alev içecekliyim, ölmez 
kişiyim, yanmaz etliyim, kolsuz bacaksız, keskin boynuzlu, sivri kuyruklu 
pek çok demir halklıyım. İşim ise, adam öldürmek, kötülük, felaket 
getirmektir. Xaraxxan'ın sevgili kızıyla evlenmek için geldim. O taş burunun 
üstünde dokuz gün oturup, sözlerini bekleyeceğim. Söyle (kızı) vermezlerse 
zorla alacağım, evlerini yıkacağım, ateşlerini söndüreceğim, yerlerini kara 
is yerlerine çevireceğim, hayvanlarını yakacağım, onları sersefil 
bırakacağım."** 
* 
Bunu söyledikten sonra yüz kulaç uzaktaki taş dağın burnuna korkuluk gibi 
gitti. Bilge ihtiyar kadının korkudan dili göğsüne düşerek gözü ters dönmüş 
vaziyette, ayağı ile gideceğine elleri üzerinde evine vararak aklı başından 
çıkıp kuş gibi nefes nefese kalmış. 
Üç (kös) boyunca otuz kova buzlu suyu üstüne boşaltarak onun gördüklerini ve 
işittiklerini dinlemişler. Xaraxxan ailesiyle birlikte ağlamış, çokça 
üzülmüş, çokça dövünmüş, sinirleri bozulmuş. 
Ereydeex-Buruydaax Er-Sogotox doksan engeli, sayısız kötülüğü geçerek 
Xaraxxan ülkesine gelip geniş ormanın içine girdiği zaman tay derisinden 
abalı, ayak derisinden dikilmiş çizmeli, baş derisinden dikilmiş şapkalı, 
tüyleri dökülmüş bir taya ters binmiş ve tayın kuyruğunu dizgin gibi tutmuş 
öksüz çocuk ile karşılaştı. Bu çocuk tanımadığı şahsın gözüne bakınca hiç 
görmediği bu kişinin iyi huylu olduğunu fark ederek kaçmamış ve Xaraxxan'ın 
hayatını, zenginliğini, güzel kızını ve bu kızı kötü Bura-Doxsun'un istediği 
gibi haklarında bildiği her şeyi anlatmış ve taş burunun yolunu göstermiş. 
Burunun yakınına geldikleri zaman Buura-Doxsun'un uzanarak beş-on kısrağı, 
sekiz-dokuz öküzü kuyruklarından çekerek ağzına attığını görmüşler. Onların 
geldiklerini görüp çabucak ayağa kalkan Bura-Doxsun *"Şimdiye kadar hiç 
tanımadığım bir kişi geldi. Ben onunla ölümüne dövüşeceğim."* dedi. 
İkisi de hiçbir şey söylemeden yaylarını germişler ve atışarak birbirlerini 
vuramamışlar. Sonunda okları bitince demir gürzleriyle vuruşmuşlar. Demir 
gürzleri çarpışmaktan düzleşince uzun mızraklarını çıkarmışlar. Mızrakları 
da çarpışmaktan kırılmış, sonra kılıçlarıyla döğüşürken kılıçları körelmiş. 
Bunun üzerine Buura-Doxsun nara atınca Er-Sogotox irkilmiş. O irkilince de 
Bura-Doxsun kılıcını kalbine sokmuş. Yaralanan Er-Sogotox koltuğunun altında 
bağlı bulunan bengü su kesesini hemen keserek yarasının üstüne damlatmış. 
Er-Sogotox bir anda iyileşerek eski halinden on kat daha güçlü olmuş. 
Er-Sogotox, güçlendiğini anlayıp bağırarak Bura-Doxsun'u belinden yakalamış 
ve yedi kulaç yeri titretecek kuvvetle yere çarpmış. Sonra başını kesmiş ve 
çelik bıçakla karnını yararak içinden yüreğini ve karaciğerini alıp küçük 
küçük parçalara ayırarak her tarafa savurmuş. Ancak yüreğinin bir ucu kalmış 
ve kara kuzgun olup *"Ben her zaman sana engel olacağım"* diyerek yerin 
altına girip kaybolmuş. 
Xaraxxan'ın toplanan adamları hayvan sürüsünün buzlu suyu içip titrediği 
gibi titreyerek Er-Sogotox'u alkışlamışlar, koşup gelmişler ve büyük bir 
ateş yakarak ölen Bura-Doxsun'u bu ateşe koymuşlar, külünü de her yere 
saçmışlar. 
Xaraxxan Toyon yetmiş kişiyle gelerek Er-Sogotox'u evine davet etmiş, beyaz 
kilimin üstünde yürütmüş, vaşak derisinin üstünde oturtup samur derisine 
yatırmış, güzel yemeklerini yedirmiş, tatlılar ikram etmiş, sevgili kızını 
vermiş, yanlarına yüz kişiyi de katarak memleketine göndermiş. 
Xaraxxan korku ve ürküntüsü geçtiği zaman hayvanlarını hesaplamış ki, her üç 
hayvanından birisini Buura-Doxsun yiyip bitirmiş. 
Er-Sogotox ülkesine dönüp geldiğinde ak-kara atlarının iki kat arttığını, 
kuşlarının-hayvanlarının da iki katına çıktığını görmüş. Birlikte getirdiği 
adamlarına ev-ocak düzenlemiş, çocuk sahibi yapmış. Saha'nın en büyük 
ataları bugünkü zamana kadar yiyip-içip yaşamaktadır. Ama Bura-Doxsun'un 
yüreğinin ucunun kuzgun olup söylediği gibi, Er-Sogotox'un torunları-halkı, 
beyaz kara atları, kuşları-hayvanları zaman zaman salgın hastalıklarla telef 
olarak veya dala asılarak bazen de ağaçlara takılarak bu zamana kadar ölümlü 
olmuşlardır 
KAYNAK: 
A.Y Uvarovsky tarafından Saha Türklerinden derlenen Er-Sogotox Olonho'su 
(destanı), Doç. Dr. Yuriy Vasilyev ve Yrd. Doç. Dr. Fatih Kirişçioğlu 
tarafından da Türkiye Türkçesi'ne aktarılmıştır.* 
Ynt: Er-sogotoks Destanı By: Mavi_Kiyamet Date: November 28, 2009, 03:43:31 AM
TesekkürLer.
Ynt: Er-sogotoks Destanı By: PnR_Sz Date: December 05, 2009, 05:46:40 PM
Teşekkürler.
Ynt: Er-sogotoks Destanı By: ConspiratoR Date: December 06, 2009, 03:28:49 PM
Teşekkürler
Ynt: Er-sogotoks Destanı By: EmpaThy Date: July 28, 2011, 09:55:32 AM
Emeğine sağLık, teşekkürLer.