Arşiv Anasayfa Psikoloji ve Sosyoloji
Sayfalar: 1
Sosyolojinin Kökenleri By: dreamily Date: May 12, 2009, 12:07:40 AM
Sosyalojinin kökenleri

Kökenleri Batı geleneğinde Eski Yunan'a kadar götürülürse de, sosyoloji asıl 18. ve 19. yüzyıl felsefesinden doğdu ve başlangıçta ahlak felsefesinin bir alt disiplini olarak görüldü. Biyoloji ve evrim kuramlarından etkilenen ilk sosyologlar biyolojik ve toplumsal organizmalar arasında koşutluklar aradı. Auguste Comte'un sosyoloji terimini yarattığı 1838'den 19. yüzyılın sonlarına değin de bu yeni bilim dalını biyoloji ve psikoloji gibi alanlardan ayıran sınırlar tanımlanamadı.

Sosyolojide ilk önemli akım Sosyal Darvincilik oldu. Herbert Spencer, Lewis H. Morgan, E. B. Tylor ve L. T. Hobhouse gibi düşünürler insan toplumu ile biyolojik organizma arasında benzerlikler kurarak sosyoloji kuramına değişkenlik, doğal seçme ve kalıtım gibi biyolojik kavramlar soktular. Sosyal Darvincilik 20. yüzyılda önemini yitirdiyse de gözde olduğu uzun yıllar boyunca sınırsız rekabet ve laissez-faire (bırakınız yapsınlar) anlayışının doğruluğunu göstermek için kullanıldı; doğal seçmenin yalnızca en iyi uyum sağlayanların varlığını sürdürmesine olanak vereceği ve böylece uygarlığın sürekli ilerleyeceği görüşüne temel oldu.

Düşüncesinde toplum bilimlerini bir bütün olarak ele alan, ama özel olarak sosyoloji başlığı altında yazmayan Karl Marx, sosyolojide ekonomik belirlenimciliğin tek güçlü temsilcisi sayıldı. Sosyologların her dönemde Marx'ın, ekonomik çıkarlara ağırlık veren Charles A. Beard'ın, başlangıçta Marksist olan Werner Sombart'ın ye benzeri yazarların yapıtlarını okumalarına karşın, bu tür ekonomik görüşler ancak bazı uyarlamalarla sosyolojiye yansıdı. Çevrenin belirleyiciliğini savunan görüşler ise sosyolojinin ana çizgisine kalıcı bir katkıda bulunmadı. Sosyolojinin bağımsız bir bilim dalı olarak kabul edilmesi gerektiği anlaşıldıktan sonra konusunun öteki disiplinlerden ayrılacak biçimde tanımlanmasına yönelik çalışmalar ,hız kazandı. Bu soruna eğilen düşünürler arasında öne çıkan Emile Durkheim bifey-ler arası ilişkilerin, tek tek bireylerde bulunmayan bazı yeni özelliklere yol açabileceğini ileri sürdü. "Toplumsal olgu" adını verdiği bu kolektif duyguların, geleneklerin, kurumların ve ulusların bireysel psikoloji düzeyinde değil, ancak sosyolojik düzeyde açıklanabileceğini belirtti. Toplumu, parçaları etkileşim içindeki bir bütün olarak algıladı ve toplumun birey açısından dışsal bir sistem oluşturduğunu ve onu kısıtladığını savundu. Toplulukları bir arada tutan iki ayrı temel belirleyerek bunlardan "mekanik dayanışma"nın benzerliklere, "organik dayanışmacın ise birbirini tamamlayan farklılıkların örgütlenmesine dayandığını söyledi. Çağdaşı Ferdinand Tönnies de Gemeinschafl (topluluk) ve Gesellschaft (toplum) terimleriyle benzer bir ayrım yaptı; bireyler arasındaki birincil ve ikincil ilişkileri tanımladı.

Durkheim'ın yaklaşımı bazı yazarlar tarafından işlevselci olarak nitelendi. Bronislaw Malinowski ve A. R. Radcliffe-Brovvn gibi sonraki sosyal antropologlar da işlevselci bir kuram geliştirdiler. Buna kargılık W. G. Sumner kurumu, bir "kavram ve yapı" ya da belli bir sisteme göre örgütlenmiş insanların yerine getirdiği işlev ya da amaç olarak tanımladı. Max Weber'in sosyolojisinin büyük bölümünü de toplumların benzer kavramlarla çözümlenmesi oluşturdu. Toplumu bir süreç olarak gören Georg Simmel ise sosyolojiyi toplumsal biçimlerin sistemli bir çözümlemesi olarak kabul etti. Sosyolojide işlevsel-yapısal çözümlemenin alanı zamanla çok genişledi. Toplumsal sistemlerde işlevsel önkoşulları ve yapıların niteliğini araştıran Talcott Parsons'ın yanı sıra Robert Merton ve başkaları da toplumsal yapıların ve işlev farklılıklarının sınıflandırılması üzerinde çalıştı. Uygarlıkların yaşam çevriminden söz eden Pitirim Sorokin, Edward Gibbon, Oswald Spengler ve Arnold Toynbee ile birlikte tarih felsefesi geleneği içinde yer aldı. John Dewey, George H. Mead ve Charles H. Cooley ise, simgesel etkileşimcilik olarak bilinen yaklaşımın temellerini attı. Zihin ve benliğin deneyim aracılığıyla ve toplumsal bir süreç içinde oluştuğunu ileri süren bu görüş, sosyolojide etnometodoloji adını alan bir akımın araştırma alanını belirledi. Etnonfetodoloji ya da Max Weber"in terimiyle Verstehen (anlama) yöntemi, nesnel toplumsal olguları öne çıkaran işlevsel-yapısal çözümlemelerden farklı olarak öznelliği vurguladı ve nesnelliği özneler arası etkileşimde aradı. Bunların dışında Marx'm toplumsal sınıf çözümlemesinden esinlendiklerini söyleyen C. Wright Mills gibi bazı sosyologlar ekonomik nedenlere dayanan sınıf çatışmasını, bilgi sosyolojisinin gelişimine büyük katkıda bulunan Kari Mannheim ise ideolojik ayrımları temel aldı. Bu arada insan davranışlarını matematiksel yöntemlerle araştırma ve betimleme çalışmaları da yaygınlaştı.

Tarihsel gelişimi içinde çeşitli kuramsal çerçevelerin benimsendiği sosyolojide iki ayrı gelenekten söz edilebilir. Avrupa kıtasında Emile Durkheim ve Max Weber gibi büyük sosyologlar ile alışılmış anlamda sosyolog olmayan Kari Manc'ın çalışmaları, bütün farklılıklarına karşın evrensel yapıları ve süreçleri ortaya çıkarmaya yöneliktir. Bir bütün olarak alınan toplumun ekonomik ve siyasal örgütlenmesiyle, din, ideoloji ve bilinç sorunlarıyla, aileden devlete her türlü toplumsal kurumla ilgilenir; bütün bu düzeyler arasında ilişki kurar. Amerikan sosyolojisi olarak bilinen gelenekte ise toplumsal öğelerin ayrı ayrı ele alınarak davranışçı açıdan ve deneysel yöntemlerle incelenmesi ağır basar. Amaç daha çok sınırlı bir ölçekte "gerçek" toplumsal olguları ve süreçleri betimlemektir. Avrupa geleneği sosyolojinin sınırlarını genel olarak toplum bilimlerine doğru zorlarken, Amerikan geleneği uzmanlaşmaya daha yatkındır.

Ynt: Sosyalojinin Kökenleri By: Baby_Teen Date: May 27, 2009, 12:01:56 AM
içlerinde en fazla  John Dewey i biliyorum saol
Ynt: Sosyolojinin Kökenleri By: By.TuRuT Date: August 10, 2009, 04:20:09 PM
Teşekkürler.

SiteMap - İmode - Wap2