Arşiv Anasayfa Aşk'a Dair
Sayfalar: 1
Hipokondriyak'tan Bir Yazı By: Hipokondriyak Date: February 24, 2009, 03:11:26 PM
ADAM

(KADIN… VE ÖZENİLESİ BİR ACI…)

Yaşlı, yorgun ama güler yüzlü bir Ege sabahına bakıyordu bir çift göz… Henüz yaşlanmamış ama çok kırgın elleri vardı kadının…


Bir kadın…


Ege'nin sokaklarından geçerken ayrılığa değiyordu elleri… Avuçlarında söz değmemiş, günahsız hüzünler duruyordu… Kendi başına, kendi kendine büyütülmüş, sahipli ve sahici bir aşkla seviyordu kadın…

Bir Adam…


Bilmemesi makbul bir sevdanın içinde… İçinden çıkılamayacak bir düşün içinde buluyordu kendini…

Kadın, aşka inat; bir gurursuzluk kapanında düşlüyordu kendini…
Gururki kadının en güçlü neferiydi… Bir acemi gölge gibi düştü peşine, aydınlığında belirip, kayboldu karanlığında…


Bölüşülen ve sırf onunla bölüşüldüğü için yenen, bir simit tadındaydı yaşananlar… Başkalık vardı başkasına aitlik… Biliyordu… Bitirilmek üzere sınanıyordu aşk...
Yaşananlarda o taze simit gibi, -sadece anılar ardından bakan bir çift göz kalınca- bayatlıyordu…

Bir gün hatırlanmamak ve bu anı yaşamamış gibi olmanın acısını hissederken içinde… Sol yanı hiçte sevmiyordu bu yalnızlığı… İsyan etmesine izin verse, çoktan ölürdü yüreği… Çoktan öldürülmüştü yüreği…

“Sana emanet etsem yüreğimi sende ölürdün…
Sen yoksun ya,
Ben ölüyorum…” diye geçirdi içinden…

Deniz oluyordu masmavi… Yalan! Siyah bir sevdaydı…

Ancak, “sahipli ve sahici bir aşkla; sevdim seni” diyebiliyordu kadın… Kendi başına kalınca umut azalıyordu ve kendi başınalık aşkı bitiriyordu…

Yüreğindeki gibiydi yüzü… “İçimdeki gölge senmişsin meğer… Bu son baharda giyindi siyahları, biliyorum yanacak, canımı yakarken gözlerin, hayat ellerimden kaçacak... Varsın kaçsın… Ne kaldı ki sensizlikten… İyiki varsın… İyiki benim değilsin… İyiki bu kadar ya da o kadar güçlü değilim... Yoksa böyle büyük sevmezdim seni…
Ama…
Sen başkasın… Sen başkasının…”

Acılı sözler ezberledi kadın… Yüreği tazelendi…

“Kesilen umutlarımla yaptığım yamalar; Yeni bedenle tanıştılar… Ben bekledim. Sen gelmedin… Dahası sevdiğim, bu aşkta bize yetmedin… Kazıdığım duvarlar, yürüdüğüm sokaklar, kaldırımdaki ayak izlerim ve oturduğun o masa şahidimdir ki; Sahipli bir masalda, inandığım hüzün perilerine inat, ”Sahici ve sahipli bir aşkla; sevdim seni…”
Acıdı canım... Ama yine “sevdim seni”… Başka birininken sen ve bu kadar başkayken… İlk kez kelimelerim anlatamıyorken varlığını… Ben anlatabildiğim kadarıyla, yürek haddi satırlar, vurmasın diye yüzüme… İlk kez… Belli ki ilk kez; “Susmayı onurluca yaşıyorum...”
Acımı öyle sıkıca bastırdım ki göğsüme; İçimden kaçsa mahvolurum. Gurur kırdım, ölüm biçtim toprağında… Adressiz özlemler biriktirdim. Vazgeçiyorum beklemekten ellerini…

Bugün gidişinin ilk günü… Bir ayrılığın en sığ günü.
İçimde sızlıyorsun… “Soluduğun nefeste ben varım.”

Muazzam bir çığlıkta birikiyorum… Yağmur soylu ayrılıklara çifte düğünler yapıyorum… El ele geçiyor acılar düşlerimden…

Her kalktığımda düş’tüm yere… Kalktım… Yürüdüm… Kaldığım yerden devam ettim…
Acıdı canım… Dizlerim kanadı… Anılar peşimde, yamacında taze hüzünler kalkamadım…
Kalamadım da…

Muazzam çığlıklar biriktiriyorum… Kalsam öyle bir delilik, gitsem öyle bir başına buyrukluk…
Yol üstü sözler geçiyordu gözlerimden;

“ACİL ÇIKIŞ”


İliştirdi bir mektuba sözlerini… Sakladı mavi sandığında… Yollayamadı…


Adam… Kadın… Ve öyle bir acı işte…

“Yüreğimi sığdırabileceğim, hüzünlerce konuşabileceğim bir çift mavi, simsiyah bir deniz bulurum sanmıştım...
Yanılmışım…”


Ucuca denk gelmiyordu hayat! İllegal bir sandığın üzerindeki örtü bile açılırdı, ama kadın tam aksine kapardı gözlerini bu aşka… Şiddetli bir hüzün kaplayınca, içinden çıkılmaz öfkeler sararken bedenini, kapardı olağanca hüzne gözlerini… Çünkü o bilirdi; susarak, söyleyeceklerin payı alınırdı hayattan…

Eksildikçe azalmıyordu… Eksildikçe eskiyordu… Eskidikçe bölünüyor, bölündükçe çoğalıyor, çoğaldıkça ölüyordu her bir yanı… Bilmiyordu adam, ama varlığı; eskitiyor, bölüyor, çoğaltıyor ve öldürüyordu…

Çıktığı kapılardan uzun boylu, kırık kalpli aynalar geçiyordu. Öyle zor geliyordu ki bu ayrılık, kahırdan ilmekler tam üzerine göre intizamla örülüyordu. Günler hiç geçmiyor, idam sehpalarında unuttuğu adam gönlüne denk düşmüyordu.

Öyle zor gelmişti ki bu ayrılık, ölüm yüzlü çocuklar geçiyordu masalından… Nihayetinde nerden bakarsan bak, ucuca denk gelmiyordu hayat.

Muazzam bir çığlıkta birikiyordu adam… “ adına anılmış sözlerin beni bırakalı beri, sızım sızım sızıntı oluyordu adın; adıma sızını kattın. Anlamıyorlar, telli duvaklı yanıma seni sığdıramıyorlar. “ dedi kadın.

Belki biraz daha yanar canı; işte bu yüzden açtı yüzünü, ayyuka çıkmış hüzünlerine seslendi; “başla hadi acıtmaya… Şimdi öyle bir son hazırla ki bu sona, yeni bir başlangıca kalmasın mecali…”

“Keskin sirkeyim, yüreğime zararlıyım...
Beni öyle bir yerde bırakki kalkmamalıyım düştüğüm yerden… Öyle bir savurmalısın, öyle bir dehşetle savurmalısınki kendime gelmemeliyim bir daha… “ dedi kadın.

Adam bilmediği bir şehirde, bilmediği dillerde yüreğindeki acının nedenini anlamaya çalışıyordu. O her gece yüreğini kaplayan denizde boğuluyordu… Denizdi… Kısmetti… İçine düşüp, yüreğinde boğulmak vardı ya, ama kısmeti yokluğunda boğulmaktı.

Mahcubiyet sınırını aşmış, mütemadiyen öfkeli; mecburi zılgıtlarla biriken bir yolculuk vardı kadının içinde… Dillenmişti yüreği…

Muazzam bir çığlıkta birikiyordu kadın… Uzun, kalabalık, dipsiz, yüreksiz, gürültülü yollardan geçiyordu. Acımasız bir yürekle karşılaştığından haberli ağlıyordu. Unutuyordu gideceği yeri… Öylece karşısında duran, ömrünün en sahte masalını izliyordu.

Arkasını dönüp gidiyordu adam… Yüreğinin sahibine küs… Ama kadın o yalanla baş başa kalıp, kalan ömrünü bir yalana hibe ediyordu.

Ardına bakmadan gidiyordu masal. Uzaktan seyrederken yüreğini, içine düştüğünün farkına varmıyordu bile… Kadın ;“Loş odalarında yüreğimi hederlediğim adam. Kederim, kaderimden…” dedi gururunu hor görüp...

Yalın ayak “ateşten yalnızlığa” koşuyordu. Yollar kirli, yollar çıplak… Yollar, yol yol çıkıyordu karşısına… Derme çatma bir ayrılıktan geçmeyi, düşmeyi göze alarak yürüyordu. Yolların diliyle, yolların yoluyla yürümekten, yürüdüğü yüreğe ulaşamamaktan yorulmuş, yürüyordu… Yalın ayak, işte o muazzam ateşten yürüyerek, sonsuz bir yalnızlığa yürüyordu.
Muazzam bir çığlıkta soluklanıyordu. Aldığı solukların, ritimsizliğinden duruyordu “kalp” dediği… O da duruyordu, oracıkta, adamın o sol yanında…

Adam çok uzak bir şehirde, bilmediği bir havayı soluyordu içine… İçinden geçen, bilinmeyen bir çığlıkla, bilinmeyen bir uzaklıkla arada bir kulakları çınlıyordu, işte o an nedensizce kadının yüzünü düşlüyordu.

Kadın hissediyordu; adam çok uzak bir şehirde, üşüyen, kardan donan kirpiklerine inat, onun yüzünü düşlüyordu.

Yaşanmamışlıklarına, kadın uzun uzun ayrılığa bir beden büyük gözyaşlarıyla ağladı. Adamda… Ilık bir mevsime terk edip yüreğini, üşüyen bir mevsimle karşılaşıyordu.
Serin bakışlar, bir öncekine benzemeyen ses, sanki bir şeyler anlatmak ister gibiydi. Bitiyordu. Acı bitiyordu. Aşk bitiyordu. Ama yola devam ediyordu kadın… Adam uzak bir şehirde kazandığı zaferle yumuyordu geceye gözlerini. Oysa kırılmıştı kadın. Paramparça haline ağlarken, yârin sevincine ortak bir hüzünle ağlıyordu kendine… Kendi kendine…
Sahipli bir aşkta, üçüncü kişi olmaktan muzdarip, utangaç kalbine baktı; adam hala orda, içindeki sevinçle kadının küçücük yüreğinde, kocaman bir yer edinmiş öyle masum uyuyordu ki, kadın kıyamadı uyandırmaya…

Kadın… Ağladı…

Acıyordu canı… Hem de nasıl acıyordu. “ Ben acıyı severim “ diyordu ya, oysa sevdiği acının adı ; “adam”dı. Nasıl sevmesin? Acının adı “adam”sa… Nasıl sevmesin?


“Kalbi olan bir adım öne çıksın…”

Kadın doğduğu gün dilemişti adamı, ısrarla dilemişti. Sonra farketti ki, adam sahipli bir aşkta, yüreğinin sahibine küs, acil çıkışlar arıyordu. Kazanılan bu zaferde kim mağlup, kim haklı, kim suçlu, kim yorgun bilinmez ama… Bölüşülen bir simit tadındaydı yaşananlar; Acı bitiyordu. Aşk bitiyordu. Kadın kalıyordu… Adam gidiyordu… Kadın ölüyordu…
Ölürken bile dudaklarında acı ve ölürken bile dudaklarında adı… Seviyordu…

Nasıl sevmesin? Acının adı “adam”sa… Nasıl sevmesin?

Ynt: Hipokondriyak'tan Bir Yazı By: [--mavish--] Date: February 24, 2009, 03:26:43 PM
çok güzel yazmışsın cnm yüreğine sağlık  + rep
Ynt: Hipokondriyak'tan Bir Yazı By: RiZeLi_MeHMeT Date: February 24, 2009, 04:23:12 PM
Gercektende Cok Güzel 1 Yazı Yüreğine Sağlık [+rep]
Ynt: Hipokondriyak'tan Bir Yazı By: fatosh Date: February 25, 2009, 06:31:34 PM
cok gusel yuregıne saglık
Ynt: Hipokondriyak'tan Bir Yazı By: KumraLım Date: February 25, 2009, 06:43:18 PM
TesekkurLer Canım Yüreğine SağLık  : )
Ynt: Hipokondriyak'tan Bir Yazı By: CeRoş Date: March 15, 2009, 11:49:34 PM
bayıldım yaa cok güzel   Öptüm. [+rep]
Ynt: Hipokondriyak'tan Bir Yazı By: exilant Date: March 17, 2009, 09:07:13 PM
Bölüşülen ve sırf onunla bölüşüldüğü için yenen, bir simit tadındaydı yaşananlar… Başkalık vardı başkasına aitlik… Biliyordu… Bitirilmek üzere sınanıyordu aşk...
Yaşananlarda o taze simit gibi, -sadece anılar ardından bakan bir çift göz kalınca- bayatlıyordu…


ßurası Çok Hoşuma Gitti..Süper Yazıon walla..Tşk'ler..[+Rep]. Göz Kırp.
Ynt: Hipokondriyak'tan Bir Yazı By: honey_face Date: March 17, 2009, 09:11:11 PM
GerÇEkten Çok GüZeL yazMıssın [+ Rep]
Ynt: Hipokondriyak'tan Bir Yazı By: Pretty_2 Date: March 17, 2009, 09:13:37 PM
Çok GüzeL Yazmışsın AbLacım TeşekkürLer =))
Ynt: Hipokondriyak'tan Bir Yazı By: FoRcİn Date: March 26, 2009, 05:05:05 PM
Çok güzel
Ynt: Hipokondriyak'tan Bir Yazı By: rfnkyb Date: March 23, 2012, 10:22:38 PM
mükemmel olmuş gerçekten.

SiteMap - İmode - Wap2