| 
								|  |  |  | 
 
 *Eski antolojilerimden birinde büyük bir cüret göstererek yirmiyi aşkın sayfayı Bakır Atlı'ya ayırmıştım. Velhasıl kelam sergilenmeyi hak eden gürühtandır.
 Giray oturuyordu, bakışları dalgın;
 Ağzında tütüyordu kehribar çubuğu;
 Sıralanıyordu çevresinde müthiş hanın
 Susan bir seçkin kullar topluluğu.
 Her şey sessizdi sarayın içinde;
 Hükümdara tapınırcasına herkes
 Gazabın ve kederin belirtilerini
 Okuyordu kararan çehresinde.
 Ama mağrur han bunalınca,
 Tahammülsüz bir el sallayışıyla
 Herkes, iki büklüm, uzaklaşıyor.
 
 Şaşaasında bir başına yaşıyor o;
 Daha özgürce göğüs geçiriyor,
 Ciddi alnı daha canlı
 Yüreğinin galeyanını anlatıyor.
 Fırtına bulutlarını öyle yansıtır
 Körfezin kımıltılı camları.
 Gururlu ruhunu Giray'ın devindiren ne?
 Sarmış nasıl bir düşünce usunu?
 Rusya üzerine mi yürüyor savaşla yine,
 Yoksa Polonya'ya götürüyor kendi yasasını,
 Kan gütmeyle mi yanıp tutuşuyor,
 Fitne mi ortaya çıkardı ordu saflarında,
 Doğu halklarından mı, yoksa sinsi Cenova'nın
 Dolaplarından mı ürküntü duyuyor?
 
 Hayır, cenklerin şanına doydu o,
 Yavuz kolu yoruldu artık savaştan;
 Şimdi savaş düşüncelerinin çok uzağında.
 Acaba haremine ihanet mi sızdı
 Caniyane bir yoldan sokuldu da,
 Ve bir refah ve tutsaklık kızı
 Kalbini mi kaptırdı bir gavura?
 
 Hayır, ürkek eşleri Giray'ın
 Ne düşünme, ne isteme hakkı duymadan,
 Bezdirici ıssızlıkta serpiliyorlar;
 Uyanık ve soğuk bir gözetimde
 Umutsuz bir usancın sinesinde
 İhanet nedir habersiz onlar.
 Koruyucu bir zindan gölgesinde
 Güzellikleri saklı durur:
 Arabistan çiçekleri de tıpkı böyle
 Ardında sera camlarının büyür.
 
 Onlar için kederli zamanlar,
 Günler, aylar, yazlar yürüyor
 Ve izlerini silip ardı sıra
 Gençliği de, aşkı da alıp götürüyor.
 Alışkınca ilerliyor her bir gün,
 Ve saatlerin akışı bile usul.
 Tembellik yönetiyor yaşamı haremde;
 Çok seyrek ışıldıyor bir tat duyuluşu.
 Genç eşler gün oluyor
 Avutmayı dileyip gönüllerini,
 Değiştiriyorlar görkemli giysilerini,
 Eğlenceler, söyleşiler düzenliyorlar.
 Ya da şakırtısında diri suların,
 Akışın saydam huzmeleri üzerinde
 Serinliğinde gür isfendanların
 Geziniyorlar hafif sürüleriyle.
 Aralarında geziniyor bet harem ağası,
 Kaçınmak ondan beyhude:
 Keskin işitimi, kıskanç bakışı
 Her an herkesin üzerinde
 Yerleşmiş harem ağasının çabasıyla
 Sonsuz bir düzen. Yetkesi hanın,
 Bağlandığı biricik yasa;
 Kutsal öğüdünü bile Kuran'ın
 Daha özenle gözetmiyor o.
 Sevgi istemiyor ruhu;
 Bir put gibi dayanıyor
 Alaylara, kine, yüze vuruşa,
 Ağır şakaların incitmesine,
 Horgörüye, özüre, ürkek bakışa,
 Baygın mırıldanışa, usul iç çekişe.
 O tanıyor kadını yaradılışından;
 O güngörmüş, o ne kadar kurnaz
 İster zorlandığında, ister özgürken:
 Sevecen bir bakış, dilsiz gözyaşı sitemi
 Etkisiz kalıyor ruhu üzerinde;
 Artık bunlara duymuyor güven.
 
 Gün sıcağının kızdığı saatlerde,
 Savurup hafif saçlarını
 Yıkanmaya gidince genç esireler
 Ve dökülünce kaynakların suları
 Onların büyüleyici güzelliğine,
 Eğlencelerin ayrılmaz gözeticisi,
 Burada, görüyor o, umursamaz,
 Çırılçıplak dilberler kalabalığını;
 O, haremde, gece karanlığında
 İşitilmeyen adımlarıyla dolaşıyor;
 Basıp halılara usul usul,
 İtaat kapılarına sessiz sokuluyor,
 Bir yataktan bir yatağa ulaşıyor;
 Bitimsiz özeni içinde sonsuzca
 Han eşlerinin gözlüyor gür uykusunu,
 Gecenin sayıklamasına kulak kabartıyor;
 Doymazca her şeyi usuna yazıyor,
 Acısını, uyku mırıltısıyla
 Yabancı bir ad çağıranın
 Ya da iyicil bir arkadaşıyla
 İçrek düşüncelerini paylaşanın!
 
 Neylenir keder doluysa Giray'ın usu?
 Elinde sönmüş çubuk ağızlığı;
 Ve kımıltısız, soluma cüretinden yoksun,
 İşaret bekliyor kapı dibinde kızlar ağası.
 Hükümdar kalkıyor, dalmış düşüncelere;
 Ardına değin açılıyor kapılar. Suskun han
 Yürüyor mahrem dairesine, henüz düne
 Kadar pek sevdiği karılarının.
 
 Tasasızca hanı bekleyerek,
 Şıkırdayan fıskiyenin dolayında
 Kadınlar ipek halılar üzerinde
 Oturuyorlardı şuh topluluğuyla
 Ve bakıyorlardı çocuk mutluluğuyla,
 Bir balığın mermer diplerde
 Yalpaladığı gibi duru derinliklerde.
 İçlerinden kimileri mahsus
 Altın küpelerini dibe düşürmüş.
 Bir yandan çevrede halayıklar
 Kokulu şerbet dağıtıyorlardı,
 Yankılanan tatlı bir şarkıyla
 Ansızın tüm haremi çınlatıyorlardı:
 
 "Bağışlar gökyüzü insanoğluna
 Dönüşünü gözyaşlarının ve felaketlerin:
 Kutludur, gam yüklü nice yıldan sonra
 Mekke'ye erişen fakir.
 
 Kutludur, Tuna'nın şanlı kıyısını
 Ecelden ölümüyle onurlandıran;
 Tutkulu gülümsemesiyle bir cennet kızı,
 Uçup yoluna doğru onu karşılar.
 
 Ama daha kutludur, ah Zarema,
 O, barışı ve dirliği seven,
 Bir gül gibi dinginliğinde haremin
 Nazlayan seni, güzelim, eller üstünde."
 Şarkı söylüyorlar. Ama nerede Zarema,
 Aşkın yıldızı, gururu haremin?
 Yazık, solgun ve kederli
 Zarema işitmiyor artık övgüleri,
 Borada örselenmiş palmiye gibi,
 Omzuna eğmiş körpe boynunu;
 Hiçbir şey, hiçbir şey ona sevinç vermiyor:
 Artık Zarema'yı sevmiyor Giray.”
 
 İhanet etti o!.. Kim ama seninle,
 Gürcü kızı, ölçüşür güzelliğiyle?
 Alnının çevresinde zambaksı
 Beliğini iki boy dolamışsın;
 Gönül avlayan gözlerin
 Günden duru, geceden siyah;
 Kimin sesi daha güçle yansıtır
 Ateşli isteklerin atılışlarını?
 Kimin tutkulu öpüşleri senin
 Dikenli buselerinden daha cana işler?
 Seninle dolu yürek nasıl olur da,
 Başka bir güzelliğin çarpar uğrunda?
 Ama acımasız, ama umursamaz
 Giray boşverdi güzelliğine
 Ve gecelerin soğuk saatlerini
 Geçiriyor asık yüzle, yalnız başına,
 Leh prensesi haremine
 Kapatıldığı zamandan beri.
 Henüz yenileyin gördü
 Yabancı gökleri körpe Mariya;
 Henüz yenileyin çiçeğe duruyordu
 Sevimli güzelliğiyle anayurdunda.
 Ak saçlı atası kıvanıyordu
 Ve tek sevinci sayıyordu onu.
 Yaşlı adam için bir yasaydı.
 Kızının toy iradesi.
 Biricik tasası vardı:
 Sevgili kızının talihi
 İlkyaz günü gibi aydınlık dolsun,
 Anlık kederler de onu sarmasın,
 Gölgesiyle ruhunu karartmasın,
 Evlilik döneminde bile olsa,
 Balkıyan bu yeğni düş halinde
 Genç kızlık günlerini, çağlarını sevincin
 Ansızın tatlı bir içlenmeyle.
 Her şeyi büyüleyiciydi; yaradılışı dingin
 Devinimleri uyumlu, diri
 Ve gözleri derinlik mavisiydi.
 Doğanın yüce bağışlarını
 Usta yetisiyle donatıyordu;
 Özel şölen akşamlarına
 Büyüleyici arpıyla hayat katıyordu;
 Öbek öbek zenginler ve seçkinler
 Mariya'nın talipleriydiler,
 Ve uğrunda onun sayısız genç
 Yanıyordu ıstırapla derinlerinde.
 
 Ama dinç ruhunun erinci içinde
 Mariya henüz aşkı tanımamaktaydı
 Ve bağlılıksızca zamanlarını
 Babasının şatosunda arkadaşlarıyla
 Gönlünün eğimlerine adamaktaydı.
 
 Ne zamandı? Ve neylenir! Tatar yığınları
 Nehirler gibi Polonya'ya dökülmüştü:
 Ekin biçme mevsiminde öyle ürkütücü
 Bir hızla yayılmaz yangın yalımları.
 Savaşla perişan olmuş görünüşü,
 Dörtbaşı bayındır ülke öksüzlendi;
 Yok oldu dirlikli toylar;
 Mahzunlandı köyler ve korular,
 Ve görkemli saray ıssızlandı.
 Sessiz şimdi Mariya'nın kabul odası...
 Soğuk uykularda erenlerin çepeçevre
 Türbelerde uyuduğu saray kilisesinde
 Tacıyla ve krallık armasıyla üzerinde
 Yeni bir mezarın yükseldi taşı...
 Baba toprakta, kızı tutsak,
 Ilımlı bir ardıl yönetiyor şatoyu
 Ve yakıp yıkılmış olan yurdu
 Onursuzluyor ağır boyundurukta.
 
 Yazık! Bahçesaray'ın duvarları
 Saklıyor şimdi genç prensesi.
 Uslu tutsaklığında solup sararıp
 Mariya gözyaşı döküyor ve kederleniyor.
 
 Giraysa bahtsız kıza el süremiyor:
 Hüznü onun, gözyaşları, inleyişleri
 Bozuyor kısa uykusunu hanın,
 Ve prenses için hafifletiyor
 Hareminin sarsılmaz yasalarını.
 Han karılarının somurtkan gözeticisi
 Ne gündüz, ne gece yanına girmiyor;
 Özenen eliyle Mariya'yı kendisi
 Uyku yatağına yerleştirmiyor;
 Cüret edemiyor ona çevirmeye
 Gözlerini dokunaklı bakışlarıyla;
 Banyosu sırasında prenses
 Halayıkıyla oluyor yalnız başına;
 Kendisi bile han tutsak kızın
 İncitmekten çekiniyor kederli sessizliğini;
 Haremin uzak ayrı bir kısmında
 Tek yaşamasına izin verilmiş:
 Ve, yalnızlığında kızın sanılır,
 Bu dünya dışına ait biri gizlenmiş.
 Bir kandil yanıyor orada gece gündüz
 Azizeliğe ermiş kişiliğine özel;
 Orada özlemli ruhların avuncu
 Umut ıssızlığın derininde
 Boynu bükük bir güvenle yaşıyor
 Ve hep yüreğine anımsatıyor
 Ülkelerin en özdenini, en güzelini;
 Orada genç kız yaşlar döküyor
 Kıskanç kumaların uzağında;
 
 Çevredeki herkes gibi o da oysa
 Çılgınca bir gönence batıyor
 Kutsal bir varlığı özenle saklıyor
 Bu köşe, kurtulmuş tansık sonucu.
 Savruluşlar kurbanı yürek böylece,
 Sefih esrimelerin içinde
 Esirgiyor kutsal bir tutuyu,
 Koruyor tanrısal bir duyguyu.
 
 Gece indi; örtündü gölgeyi üstüne
 Büyüleyici Kırım'ın kırları;
 Uzakta defnelerin ıssız örtüsünde
 Ben dinliyorum bütün şarkılarını;
 Yıldızlar korosu ardında ay doğuyor;
 Ay bulutsuz göklerden
 Ovalara, ormana, tepelere
 Baygın ışıltılarını yayıyor.
 Ak yazmalarına bürülü,
 Hafif gölgelerce görünüp yiterek,
 Bahçesaray'ın sokakları üzerinde,
 Evlerden evlere, biri öbürüne,
 Koşuyor sıradan tatar kadınları
 Paylaşmaya avare akşamlarını.
 Sustu saray, harem uyuyor,
 Gönençle sarmalanmış, tasasız,
 Hiçbir şeye bölünmüyor
 Gecenin ılımı. Emin gözcü, kızlarağası
 Dolaştı gece devriyesini.
 Uyuyor şimdi; ama gayretli bir tasa
 Ürkütüyor içinde uyuyan cini.
 Her saat ihanet beklentisi
 Huzur vermiyor usuna.
 Bazen bir hışırtı, birinin mırıltısı,
 Bazen çığlıklar geliyor sanki kulağına
 Aldanıp asılsız bir duyuşla
 Uyanıyor, kaygıya düşüyor,
 Dikkat kesiliyor korkuyla,
 Her şey ama çevrede susuyor;
 Sadece fıskiyeler tatlı şırıltılarıyla
 Mermer bir zindandan fışkırıyor
 Ve sevgili gül ile hiç ayrılmayan
 Bülbüller karanlıkta şarkı söylüyor;
 Kızlarağası daha epey ötüşleri duyuyor,
 Ve uyku onu yeniden bağrına sarıyor.
 
 Nasıl şirin koyu güzellikleri
 Görkemli Doğu gecelerinin!
 Nasıl bir tatla akar saatleri
 Peygambere tutkun olanlar için!
 Nasıl gönenç bu evlerinde,
 Büyüleyici renkleriyle bahçelerinde,
 Ayın güçlü egemenliği altında
 Her şeyin sessizlikle ve gizlerle dolduğu
 Ve kösnül esinlere garkolduğu
 Güvenli haremlerin rahatlığında!
 
 
 
 Bütün eşler uyuyor. Biri uyumuyor.
 Soluğunu tutmuş, kalkıyor,
 Yürüyor; ivecen eliyle
 Açtı kapıyı; gecenin karanlığında.
 Basıyor hafif adımlarıyla...
 Karşıda yatıyor duyarlı ve ürkek
 Pineklemesiyle ak saçlı kızlarağası.
 Ah, nasıl amansız ondaki yürek:
 Durgun uykusu aldatıcı! Kadın aşıyor
 Kenardan, peri gibi, çekinerek.
 
 Önünde kapı; şaşkınlıkla
 Kadının titreyen eli
 Dokunuverdi alışkın kilide...
 İçeriye girdi, bakıyor çılgınlıkla...
 Ve işlemiş yüreğine gizli bir ürkü.
 Kandil ışığı, kuytuda yanmış,
 Rahle, kederle aydınlanmış,
 Paklar pakı kızın uslu yüzü
 Ve haç, kutsal simgesi aşkın.
 Gürcü güzeli! Ruhunun derinlerini
 Yurtsal bir şeyler tüm dalgalandırdı,
 Her şey sesleriyle unutulmuş günlerin
 Birdenbire bulanık mırıldandı.
 Prenses uzanmaktaydı karşısında onun,
 Ve ısısıyla gençlik uykusunun
 Yanakları daha canlanmıştı
 Ve, gözyaşlarının yansıtıp taze izini,
 Süzgün bir gülümsemeyle aydınlanmıştı.
 Tıpkı öyle aydınlatır ayın ışığı
 Yağmurun ağırlığıyla yorgun çiçeği.
 Uçuvermiş bir evladı gökten cennetin,
 Sanılır bir melek uyukluyordu
 Ve bitirici gözyaşları döküyordu
 Haremin onulmaz esiresi için...
 Ah, Zarema, senin nedir derdin?
 Göğsü daraldı kederle,
 Dizlerinin çözülüyor bağları
 Ve diliyor: "Üzerime çilelendin,
 Geri çevirme benim yalvarışlarımı!.."
 Sözleri, devinimi, yakınışı onun
 Bozdu genç kızın usul uykusunu.
 Prenses ürpertiyle karşısında
 Yabancı kadını gördü;
 Titreyen elleriyle, dehşet içinde,
 İtti kadını ve doğruldu:
 "Kimsin?.. Bir başına, gece,-
 Niçin buradasın?" - "Sana geldim,
 Beni kurtar, yazgımda benim
 Şimdi son umudun sırası çattı...
 Nice zaman mutluluğu tattım,
 Her günüm öncekinden kutluydu...
 Ama döndü gölgesi bahtın;
 Şimdi mahvoluyorum. Dinle, n'olur.
 
 Ben, burada değil, uzaklarda doğdum,
 Çok uzaklarda... ama eski günlerin
 Yaşantılarını bu zamana değin
 Belleğimin derinlerinde korudum.
 Göğe yaslanan dağlar anımsıyorum,
 Dağlar içinde coşkun çaylar anımsıyorum,
 Geçit vermez meşe ormanları,
 Başka yasalar, başka inançlar;
 Ama neden, hangi yazgı buldu beni,
 Terk ettim öz ülkemi,
 Bilmiyorum, anımsadığım sadece bir deniz
 Ve yüksekte, üstünde yelkenlerin
 Bir adam...
 Tanımadım hiç
 Acıyı ve korkuyu buna değin;
 Ben tasasızca ve dingin
 Haremin gölgeliğinde çiçeklerimi açtım
 Ve uysal gönlümle hep umdum
 İlk denemelerini aşkın.
 Gerçek oldu gizli umudum
 Sonunda. Giray barışçıl gönenç uğruna
 Kanlı savaşlardan vazgeçti
 Son verdi korkunç akınlarına
 Ve yeniden haremini gördü gözleri.
 Coşkulu umutlarla hanın huzurunda
 Dizildik. Aydınlık bakışları gezindi
 Ve üzerimde benim suskunca durdu,
 Han çağırdı beni... Ve o zamandan beri
 Onunla bitimsiz bir esrimede
 Mutluluğu soluduk; bir kez olsun
 Ne bir iftira, bir kuşku ne de,
 Ne kötücül kıskançlıkta çile,
 Ne bir keder bozdu mutluluğumuzu.
 
 Mariya! Sen hanın önüne vardın...
 Ne çare, o zamandan beri ruhu
 Canice bir düşünceyle karardı!
 Artık Giray ihanet soluyup
 Benim dinlemiyor serzenişlerimi,
 Yüreğimin inleyişi usanç verdi ona;
 Ne o eski duyguları, ne o söyleşileri
 Artık benimle bulmuyor Giray.
 Bu suçta yok senin bir payın;
 Biliyorum: değil senin kabahatin...
 Dinle öyleyse: Ben çok güzelim;
 Bütün haremin içinde sen yalnızca
 Benim için henüz tehlike olabilirsin;
 Ama ben tutku için geldim dünyaya,
 Ama sen benim gibi sevemezsin;
 Soğuk güzelliğinle neden peki
 Zayıf yüreğini örselemektesin?
 Giray'ı bana bırak; o benim;
 Tenimde yanıyor daha öpüşleri,
 O yaman antlar vermişti bana,
 Çoktan tüm isteklerini, düşüncelerini
 Benimkilerle bütünlemişti Giray;
 Beni öldürür onun ihaneti...
 Ağlıyorum, görüyorsun, şimdi
 Önünde senin diz çöküyorum,
 Yalvarırım, hakkım yok seni suçlamaya,
 Bağışla bana sevinci ve huzuru,
 Bağışla bana eski Giray'ı...
 Hiçbir itirazda bulunmak yok;
 O benim! Kamaştı seninle sağgörüsü.
 Horgörü, yalvarış, üzgü,
 Neyle istersen, onu kendinden soğut;
 Ant ver... (Kuran ehlinden olsam da
 Ben hanın cariyeleri arasında,
 Unuttum inancını eski günlerimin;
 Ama inancı benim annemin
 Aynıydı seninkiyle) ant ver inancın üzerine,
 Ant ver, Zarema'yı Giray'a döndüreceğine...
 Ama dinle: Eğer edersen mecbur,
 Hançer kullanmayı iyi beceririm,
 Ben Kafkasya toprağında doğdum."
 
 Dedi, ve yok oldu ansızın. Peşi sıra
 İzlemeye kalkışamazdı prenses.
 Günahsız kız için anlaşılmaz bu
 Istıraplı tutkuların dili,
 Ama sesi tutkuların duyuluyor puslu;
 Bu ses yabansı, bu ses ürküntülü.
 Hangi gözyaşları, hangi yakarılar
 Prensesi kurtarabilir bu yüzkarasından?
 Acaba neydi bekleyen onu?
 Acı gençlik çağının tortusunu
 İğrenç gözdelikle mi geçirecek yoksa?
 Oh, yüce Tanrı! Keşke Giray
 Bu bahtsızı içerlek kuytusunda
 Unutsaydı sonsuza değin
 
 Yahut çabucak gelen sonla
 Duruverse mutsuz günleri,-
 Ah, nasıl sevinçle giderdi Mariya
 Kederli dünyayı geride koyup!
 Yaşamın değerli anları
 Geçti çoktan, çoktan o anlar yok!
 Bu dünyanın neylesin ıssız çölünde?
 Artık vakittir, Mariya bekleniyor
 Ve göklere, evrenin sinesine doğru,
 Öz bir gülümseme ona sesleniyor.
 
 Günler aktı; yok artık Mariya.
 Bir anda öksüz huzura ulaştı.
 Çoktan dilediği o dünyayı
 Yeni bir melek gibi aydınlattı.
 Ama onu neydi götüren toprağa?
 Kederi mi onulmaz tutsaklığın,
 Hastalık mı, başka bir şer mi yoksa?..
 Kim bilir, tatlı Mariya yok artık.
 Ve artık ıssızlandı somurtkan saray!..
 Giray sarayını yine boşladı;
 Yabancı bir sınıra Tatar yığınlarıyla
 Yine hırçın akınına başladı.
 Yeniden, savaş boralarında
 Savruluyor kararmış, kana susamış:
 Ama hanın yüreğinde başka duyguların
 Gizleniyor sevinçsiz yalımı.
 
 Sık sık ölüm kalım vuruşmalarında
 Kılıcını kaldırıyor, ve gerili kalmış
 Ansızın kımıltısız duruyor,
 Çılgınlıkla çevresine bakınıyor,
 Sararıyor, sanki korkudan donmuş,
 Bir şeyler mırıldanıyor, ve zaman oluyor
 Irmaklarca içi kan ağlıyor.
 
 Unutulmuş, terkedilmiş aşağsamaya,
 Harem artık görmüyor hanın çehresini;
 Orada, yazgılanmışlar acıya,
 Göz hapsinde donuk bir iğdişin
 Yaşlanıyor kadınlar. Ve içlerinde
 Gürcü güzeli yok çoktan: O
 Haremin dilsiz bekçilerince
 Sarkıtıldı suların burgacına.
 Prensesin can verdiği gece,
 Sona erdi Zarema'nın da çektiği acı.
 Suçu nice ağır olsa bile,
 Dehşet vericiydi uğradığı ceza!
 
 Savaş ateşiyle yakıp yıktı
 Kafkasya'ya yakın diyarları
 Ve dirlikli kasabalarını Rusya'nın,
 Han döndü Kırım toprağına
 Ve anısına bahtsız Mariya'nın
 Mermerden bir çeşme yaptırdı,
 Sarayın köşesinde yalnız başına.
 
 Haç ile çatılmış üzerinde
 Müslümanların hilali
 (Kuşkusuz, atılgan bir simge,
 Acıklı kusuru bilisizliğin).
 Bir yazıt: Yılların kemirmesiyle
 Henüz silinmemiş yazısı.
 Yazıtın yabancı hatları ötesinde
 Mermerde şırıldıyor su.
 Ve soğuk gözyaşlarının çisesiyle
 Damlıyor asla susmaksızın.
 Böyle ağlar yas günlerinde
 Bir ana savaşta düşen oğlu için.
 Genç kızları bu ülkenin
 Eskinin söylencesini öğrendiler,
 Ve kederli anıtına o devrin
 Gözyaşı çeşmesi dediler.
 
 
 Terkedip neden sonra kuzeyi,
 Uzun zamanlığına unutup zevki sefayı,
 Gün geldi, dolaştım ben bakımsız
 Uyuklayan duran Bahçesaray'ı.
 Issız geçitlerin ortasında
 Gezdim halkların afeti taşkın Tatarın
 Coşkun şölenler şölenlediği
 Ve akınlarının dehşetinden sonra
 Muhteşem tembelliğinde yüzdüğü yeri.
 Gönenç soluk alıyor henüz
 Bomboş odalarında ve bahçelerinde;
 Suları oynaşıyor, allanıyor gülleri,
 Ve asmaların kıvrılıyor örgüleri
 Ve altın ışıldıyor duvarlar üzerinde.
 Gördüm harap kafeslerini
 Ki ardında yaşamın ilkbaharında,
 Devredip kehribar tespihlerini
 Kadınlar iç çekerlerdi ferahlıkla.
 Ve gördüm mezarını hanın,
 Son konutunu hükümdarların.
 Mermer sarıktan taç giymiş
 Sin üstü taşları onun,
 Duru bir söylentiyle seslendirmiş,
 Sandım, yazgısının tutsusunu.
 Harem nerede? Nereye yitmiş hanlar?
 Çevre ıssız, her şey keder vermekte,
 Her şey başkalaşmış.. ama bunlarla
 Değildi yüklü o zamanlar yürek:
 
 Fıskiyelerin şırıltısı, güllerin soluyuşu
 İstemeden eğimlenmiş unutulmaya,
 Ve istemeden teslim oldu us
 Sözle anlatılmaz bir heyecana,
 Uçan gölge halinde saray boyunca
 Beliriyor yitiyordu karşımda bir kız!
 
 Kimin, ah dostlar, gördüm gölgesini?
 Deyin: Kimin nazlı tasviri
 O zaman ısrarla izledi beni,
 Karşı konulmaz, kaçınılmaz?
 Mariya'nın berrak ruhu mu
 Doğdu bana, Zarema mı yoksa
 Kıskanç soluyup savruluyordu
 Issızlanmış harem boyunca?
 
 Böyle tatlı bir başka bakış
 Ve dünyasal güzellik daha anımsıyorum,
 Hep ona uçuyor benim gönlümün usu,
 Bu sürgünlüğümde ona özlem doluyum...
 Çılgın! Yeter! Dinsin çırpınışın,
 Deşme külünü beyhude özlemlerin,
 Mutsuz aşkın başkaldıran düşlerine
 Ödendi artık senin haracın -
 Yorgun tutsak, diril,
 Ne kaldı zincirlerinle vedalaşmana
 Ve dünya üstünde gururlu lirinle
 Kendi çılgınlığını şarkılamana?
 
 Esin tanrıçasına, barışa tapınan
 Ben unutup ünü ve sevdayı,
 Oy, Salgir'in sevinçli kıyıları!
 Yeniden görürüm sizi yakında.
 Gelirim içrek anılarla donanmış,
 Yalı boyu dağlarının eğimine
 Ve mutlandırır benim tutkulu bakışımı
 Kırım denizinin dalgaları yine
 Büyüleyici ülke! Şöleni gözlerin!
 Can dolu her şey orada: Tepeler, ormanlar,
 Kehribarı ve yakutu asma üzümlerin,
 Koyakların sarmalayan alımlılığı
 Ve akarsuyla kavakların serinliği...
 Gezginin duyuşunu çağırır her şey,
 Dingin sabahın sessizliğinde,
 Dağların arasında, yalı yolu üstünde
 Alışkınca atı koşarken,
 Yeşile dönen özsu capcanlı
 Karşısında ışıldar ve şırıldarken
 Sarmış Ayı-Dağı'nın yalçınlarını.
 
 |