|
|
|
*Eski antolojilerimden birinde büyük bir cüret göstererek yirmiyi aşkın sayfayı Bakır Atlı'ya ayırmıştım. Velhasıl kelam sergilenmeyi hak eden gürühtandır.
Giray oturuyordu, bakışları dalgın; Ağzında tütüyordu kehribar çubuğu; Sıralanıyordu çevresinde müthiş hanın Susan bir seçkin kullar topluluğu. Her şey sessizdi sarayın içinde; Hükümdara tapınırcasına herkes Gazabın ve kederin belirtilerini Okuyordu kararan çehresinde. Ama mağrur han bunalınca, Tahammülsüz bir el sallayışıyla Herkes, iki büklüm, uzaklaşıyor.
Şaşaasında bir başına yaşıyor o; Daha özgürce göğüs geçiriyor, Ciddi alnı daha canlı Yüreğinin galeyanını anlatıyor. Fırtına bulutlarını öyle yansıtır Körfezin kımıltılı camları. Gururlu ruhunu Giray'ın devindiren ne? Sarmış nasıl bir düşünce usunu? Rusya üzerine mi yürüyor savaşla yine, Yoksa Polonya'ya götürüyor kendi yasasını, Kan gütmeyle mi yanıp tutuşuyor, Fitne mi ortaya çıkardı ordu saflarında, Doğu halklarından mı, yoksa sinsi Cenova'nın Dolaplarından mı ürküntü duyuyor?
Hayır, cenklerin şanına doydu o, Yavuz kolu yoruldu artık savaştan; Şimdi savaş düşüncelerinin çok uzağında. Acaba haremine ihanet mi sızdı Caniyane bir yoldan sokuldu da, Ve bir refah ve tutsaklık kızı Kalbini mi kaptırdı bir gavura?
Hayır, ürkek eşleri Giray'ın Ne düşünme, ne isteme hakkı duymadan, Bezdirici ıssızlıkta serpiliyorlar; Uyanık ve soğuk bir gözetimde Umutsuz bir usancın sinesinde İhanet nedir habersiz onlar. Koruyucu bir zindan gölgesinde Güzellikleri saklı durur: Arabistan çiçekleri de tıpkı böyle Ardında sera camlarının büyür.
Onlar için kederli zamanlar, Günler, aylar, yazlar yürüyor Ve izlerini silip ardı sıra Gençliği de, aşkı da alıp götürüyor. Alışkınca ilerliyor her bir gün, Ve saatlerin akışı bile usul. Tembellik yönetiyor yaşamı haremde; Çok seyrek ışıldıyor bir tat duyuluşu. Genç eşler gün oluyor Avutmayı dileyip gönüllerini, Değiştiriyorlar görkemli giysilerini, Eğlenceler, söyleşiler düzenliyorlar. Ya da şakırtısında diri suların, Akışın saydam huzmeleri üzerinde Serinliğinde gür isfendanların Geziniyorlar hafif sürüleriyle. Aralarında geziniyor bet harem ağası, Kaçınmak ondan beyhude: Keskin işitimi, kıskanç bakışı Her an herkesin üzerinde Yerleşmiş harem ağasının çabasıyla Sonsuz bir düzen. Yetkesi hanın, Bağlandığı biricik yasa; Kutsal öğüdünü bile Kuran'ın Daha özenle gözetmiyor o. Sevgi istemiyor ruhu; Bir put gibi dayanıyor Alaylara, kine, yüze vuruşa, Ağır şakaların incitmesine, Horgörüye, özüre, ürkek bakışa, Baygın mırıldanışa, usul iç çekişe. O tanıyor kadını yaradılışından; O güngörmüş, o ne kadar kurnaz İster zorlandığında, ister özgürken: Sevecen bir bakış, dilsiz gözyaşı sitemi Etkisiz kalıyor ruhu üzerinde; Artık bunlara duymuyor güven.
Gün sıcağının kızdığı saatlerde, Savurup hafif saçlarını Yıkanmaya gidince genç esireler Ve dökülünce kaynakların suları Onların büyüleyici güzelliğine, Eğlencelerin ayrılmaz gözeticisi, Burada, görüyor o, umursamaz, Çırılçıplak dilberler kalabalığını; O, haremde, gece karanlığında İşitilmeyen adımlarıyla dolaşıyor; Basıp halılara usul usul, İtaat kapılarına sessiz sokuluyor, Bir yataktan bir yatağa ulaşıyor; Bitimsiz özeni içinde sonsuzca Han eşlerinin gözlüyor gür uykusunu, Gecenin sayıklamasına kulak kabartıyor; Doymazca her şeyi usuna yazıyor, Acısını, uyku mırıltısıyla Yabancı bir ad çağıranın Ya da iyicil bir arkadaşıyla İçrek düşüncelerini paylaşanın!
Neylenir keder doluysa Giray'ın usu? Elinde sönmüş çubuk ağızlığı; Ve kımıltısız, soluma cüretinden yoksun, İşaret bekliyor kapı dibinde kızlar ağası. Hükümdar kalkıyor, dalmış düşüncelere; Ardına değin açılıyor kapılar. Suskun han Yürüyor mahrem dairesine, henüz düne Kadar pek sevdiği karılarının.
Tasasızca hanı bekleyerek, Şıkırdayan fıskiyenin dolayında Kadınlar ipek halılar üzerinde Oturuyorlardı şuh topluluğuyla Ve bakıyorlardı çocuk mutluluğuyla, Bir balığın mermer diplerde Yalpaladığı gibi duru derinliklerde. İçlerinden kimileri mahsus Altın küpelerini dibe düşürmüş. Bir yandan çevrede halayıklar Kokulu şerbet dağıtıyorlardı, Yankılanan tatlı bir şarkıyla Ansızın tüm haremi çınlatıyorlardı: "Bağışlar gökyüzü insanoğluna Dönüşünü gözyaşlarının ve felaketlerin: Kutludur, gam yüklü nice yıldan sonra Mekke'ye erişen fakir.
Kutludur, Tuna'nın şanlı kıyısını Ecelden ölümüyle onurlandıran; Tutkulu gülümsemesiyle bir cennet kızı, Uçup yoluna doğru onu karşılar.
Ama daha kutludur, ah Zarema, O, barışı ve dirliği seven, Bir gül gibi dinginliğinde haremin Nazlayan seni, güzelim, eller üstünde." Şarkı söylüyorlar. Ama nerede Zarema, Aşkın yıldızı, gururu haremin? Yazık, solgun ve kederli Zarema işitmiyor artık övgüleri, Borada örselenmiş palmiye gibi, Omzuna eğmiş körpe boynunu; Hiçbir şey, hiçbir şey ona sevinç vermiyor: Artık Zarema'yı sevmiyor Giray.”
İhanet etti o!.. Kim ama seninle, Gürcü kızı, ölçüşür güzelliğiyle? Alnının çevresinde zambaksı Beliğini iki boy dolamışsın; Gönül avlayan gözlerin Günden duru, geceden siyah; Kimin sesi daha güçle yansıtır Ateşli isteklerin atılışlarını? Kimin tutkulu öpüşleri senin Dikenli buselerinden daha cana işler? Seninle dolu yürek nasıl olur da, Başka bir güzelliğin çarpar uğrunda? Ama acımasız, ama umursamaz Giray boşverdi güzelliğine Ve gecelerin soğuk saatlerini Geçiriyor asık yüzle, yalnız başına, Leh prensesi haremine Kapatıldığı zamandan beri. Henüz yenileyin gördü Yabancı gökleri körpe Mariya; Henüz yenileyin çiçeğe duruyordu Sevimli güzelliğiyle anayurdunda. Ak saçlı atası kıvanıyordu Ve tek sevinci sayıyordu onu. Yaşlı adam için bir yasaydı. Kızının toy iradesi. Biricik tasası vardı: Sevgili kızının talihi İlkyaz günü gibi aydınlık dolsun, Anlık kederler de onu sarmasın, Gölgesiyle ruhunu karartmasın, Evlilik döneminde bile olsa, Balkıyan bu yeğni düş halinde Genç kızlık günlerini, çağlarını sevincin Ansızın tatlı bir içlenmeyle. Her şeyi büyüleyiciydi; yaradılışı dingin Devinimleri uyumlu, diri Ve gözleri derinlik mavisiydi. Doğanın yüce bağışlarını Usta yetisiyle donatıyordu; Özel şölen akşamlarına Büyüleyici arpıyla hayat katıyordu; Öbek öbek zenginler ve seçkinler Mariya'nın talipleriydiler, Ve uğrunda onun sayısız genç Yanıyordu ıstırapla derinlerinde.
Ama dinç ruhunun erinci içinde Mariya henüz aşkı tanımamaktaydı Ve bağlılıksızca zamanlarını Babasının şatosunda arkadaşlarıyla Gönlünün eğimlerine adamaktaydı.
Ne zamandı? Ve neylenir! Tatar yığınları Nehirler gibi Polonya'ya dökülmüştü: Ekin biçme mevsiminde öyle ürkütücü Bir hızla yayılmaz yangın yalımları. Savaşla perişan olmuş görünüşü, Dörtbaşı bayındır ülke öksüzlendi; Yok oldu dirlikli toylar; Mahzunlandı köyler ve korular, Ve görkemli saray ıssızlandı. Sessiz şimdi Mariya'nın kabul odası... Soğuk uykularda erenlerin çepeçevre Türbelerde uyuduğu saray kilisesinde Tacıyla ve krallık armasıyla üzerinde Yeni bir mezarın yükseldi taşı... Baba toprakta, kızı tutsak, Ilımlı bir ardıl yönetiyor şatoyu Ve yakıp yıkılmış olan yurdu Onursuzluyor ağır boyundurukta.
Yazık! Bahçesaray'ın duvarları Saklıyor şimdi genç prensesi. Uslu tutsaklığında solup sararıp Mariya gözyaşı döküyor ve kederleniyor.
Giraysa bahtsız kıza el süremiyor: Hüznü onun, gözyaşları, inleyişleri Bozuyor kısa uykusunu hanın, Ve prenses için hafifletiyor Hareminin sarsılmaz yasalarını. Han karılarının somurtkan gözeticisi Ne gündüz, ne gece yanına girmiyor; Özenen eliyle Mariya'yı kendisi Uyku yatağına yerleştirmiyor; Cüret edemiyor ona çevirmeye Gözlerini dokunaklı bakışlarıyla; Banyosu sırasında prenses Halayıkıyla oluyor yalnız başına; Kendisi bile han tutsak kızın İncitmekten çekiniyor kederli sessizliğini; Haremin uzak ayrı bir kısmında Tek yaşamasına izin verilmiş: Ve, yalnızlığında kızın sanılır, Bu dünya dışına ait biri gizlenmiş. Bir kandil yanıyor orada gece gündüz Azizeliğe ermiş kişiliğine özel; Orada özlemli ruhların avuncu Umut ıssızlığın derininde Boynu bükük bir güvenle yaşıyor Ve hep yüreğine anımsatıyor Ülkelerin en özdenini, en güzelini; Orada genç kız yaşlar döküyor Kıskanç kumaların uzağında;
Çevredeki herkes gibi o da oysa Çılgınca bir gönence batıyor Kutsal bir varlığı özenle saklıyor Bu köşe, kurtulmuş tansık sonucu. Savruluşlar kurbanı yürek böylece, Sefih esrimelerin içinde Esirgiyor kutsal bir tutuyu, Koruyor tanrısal bir duyguyu.
Gece indi; örtündü gölgeyi üstüne Büyüleyici Kırım'ın kırları; Uzakta defnelerin ıssız örtüsünde Ben dinliyorum bütün şarkılarını; Yıldızlar korosu ardında ay doğuyor; Ay bulutsuz göklerden Ovalara, ormana, tepelere Baygın ışıltılarını yayıyor. Ak yazmalarına bürülü, Hafif gölgelerce görünüp yiterek, Bahçesaray'ın sokakları üzerinde, Evlerden evlere, biri öbürüne, Koşuyor sıradan tatar kadınları Paylaşmaya avare akşamlarını. Sustu saray, harem uyuyor, Gönençle sarmalanmış, tasasız, Hiçbir şeye bölünmüyor Gecenin ılımı. Emin gözcü, kızlarağası Dolaştı gece devriyesini. Uyuyor şimdi; ama gayretli bir tasa Ürkütüyor içinde uyuyan cini. Her saat ihanet beklentisi Huzur vermiyor usuna. Bazen bir hışırtı, birinin mırıltısı, Bazen çığlıklar geliyor sanki kulağına Aldanıp asılsız bir duyuşla Uyanıyor, kaygıya düşüyor, Dikkat kesiliyor korkuyla, Her şey ama çevrede susuyor; Sadece fıskiyeler tatlı şırıltılarıyla Mermer bir zindandan fışkırıyor Ve sevgili gül ile hiç ayrılmayan Bülbüller karanlıkta şarkı söylüyor; Kızlarağası daha epey ötüşleri duyuyor, Ve uyku onu yeniden bağrına sarıyor.
Nasıl şirin koyu güzellikleri Görkemli Doğu gecelerinin! Nasıl bir tatla akar saatleri Peygambere tutkun olanlar için! Nasıl gönenç bu evlerinde, Büyüleyici renkleriyle bahçelerinde, Ayın güçlü egemenliği altında Her şeyin sessizlikle ve gizlerle dolduğu Ve kösnül esinlere garkolduğu Güvenli haremlerin rahatlığında!
Bütün eşler uyuyor. Biri uyumuyor. Soluğunu tutmuş, kalkıyor, Yürüyor; ivecen eliyle Açtı kapıyı; gecenin karanlığında. Basıyor hafif adımlarıyla... Karşıda yatıyor duyarlı ve ürkek Pineklemesiyle ak saçlı kızlarağası. Ah, nasıl amansız ondaki yürek: Durgun uykusu aldatıcı! Kadın aşıyor Kenardan, peri gibi, çekinerek.
Önünde kapı; şaşkınlıkla Kadının titreyen eli Dokunuverdi alışkın kilide... İçeriye girdi, bakıyor çılgınlıkla... Ve işlemiş yüreğine gizli bir ürkü. Kandil ışığı, kuytuda yanmış, Rahle, kederle aydınlanmış, Paklar pakı kızın uslu yüzü Ve haç, kutsal simgesi aşkın. Gürcü güzeli! Ruhunun derinlerini Yurtsal bir şeyler tüm dalgalandırdı, Her şey sesleriyle unutulmuş günlerin Birdenbire bulanık mırıldandı. Prenses uzanmaktaydı karşısında onun, Ve ısısıyla gençlik uykusunun Yanakları daha canlanmıştı Ve, gözyaşlarının yansıtıp taze izini, Süzgün bir gülümsemeyle aydınlanmıştı. Tıpkı öyle aydınlatır ayın ışığı Yağmurun ağırlığıyla yorgun çiçeği. Uçuvermiş bir evladı gökten cennetin, Sanılır bir melek uyukluyordu Ve bitirici gözyaşları döküyordu Haremin onulmaz esiresi için... Ah, Zarema, senin nedir derdin? Göğsü daraldı kederle, Dizlerinin çözülüyor bağları Ve diliyor: "Üzerime çilelendin, Geri çevirme benim yalvarışlarımı!.." Sözleri, devinimi, yakınışı onun Bozdu genç kızın usul uykusunu. Prenses ürpertiyle karşısında Yabancı kadını gördü; Titreyen elleriyle, dehşet içinde, İtti kadını ve doğruldu: "Kimsin?.. Bir başına, gece,- Niçin buradasın?" - "Sana geldim, Beni kurtar, yazgımda benim Şimdi son umudun sırası çattı... Nice zaman mutluluğu tattım, Her günüm öncekinden kutluydu... Ama döndü gölgesi bahtın; Şimdi mahvoluyorum. Dinle, n'olur.
Ben, burada değil, uzaklarda doğdum, Çok uzaklarda... ama eski günlerin Yaşantılarını bu zamana değin Belleğimin derinlerinde korudum. Göğe yaslanan dağlar anımsıyorum, Dağlar içinde coşkun çaylar anımsıyorum, Geçit vermez meşe ormanları, Başka yasalar, başka inançlar; Ama neden, hangi yazgı buldu beni, Terk ettim öz ülkemi, Bilmiyorum, anımsadığım sadece bir deniz Ve yüksekte, üstünde yelkenlerin Bir adam... Tanımadım hiç Acıyı ve korkuyu buna değin; Ben tasasızca ve dingin Haremin gölgeliğinde çiçeklerimi açtım Ve uysal gönlümle hep umdum İlk denemelerini aşkın. Gerçek oldu gizli umudum Sonunda. Giray barışçıl gönenç uğruna Kanlı savaşlardan vazgeçti Son verdi korkunç akınlarına Ve yeniden haremini gördü gözleri. Coşkulu umutlarla hanın huzurunda Dizildik. Aydınlık bakışları gezindi Ve üzerimde benim suskunca durdu, Han çağırdı beni... Ve o zamandan beri Onunla bitimsiz bir esrimede Mutluluğu soluduk; bir kez olsun Ne bir iftira, bir kuşku ne de, Ne kötücül kıskançlıkta çile, Ne bir keder bozdu mutluluğumuzu.
Mariya! Sen hanın önüne vardın... Ne çare, o zamandan beri ruhu Canice bir düşünceyle karardı! Artık Giray ihanet soluyup Benim dinlemiyor serzenişlerimi, Yüreğimin inleyişi usanç verdi ona; Ne o eski duyguları, ne o söyleşileri Artık benimle bulmuyor Giray. Bu suçta yok senin bir payın; Biliyorum: değil senin kabahatin... Dinle öyleyse: Ben çok güzelim; Bütün haremin içinde sen yalnızca Benim için henüz tehlike olabilirsin; Ama ben tutku için geldim dünyaya, Ama sen benim gibi sevemezsin; Soğuk güzelliğinle neden peki Zayıf yüreğini örselemektesin? Giray'ı bana bırak; o benim; Tenimde yanıyor daha öpüşleri, O yaman antlar vermişti bana, Çoktan tüm isteklerini, düşüncelerini Benimkilerle bütünlemişti Giray; Beni öldürür onun ihaneti... Ağlıyorum, görüyorsun, şimdi Önünde senin diz çöküyorum, Yalvarırım, hakkım yok seni suçlamaya, Bağışla bana sevinci ve huzuru, Bağışla bana eski Giray'ı... Hiçbir itirazda bulunmak yok; O benim! Kamaştı seninle sağgörüsü. Horgörü, yalvarış, üzgü, Neyle istersen, onu kendinden soğut; Ant ver... (Kuran ehlinden olsam da Ben hanın cariyeleri arasında, Unuttum inancını eski günlerimin; Ama inancı benim annemin Aynıydı seninkiyle) ant ver inancın üzerine, Ant ver, Zarema'yı Giray'a döndüreceğine... Ama dinle: Eğer edersen mecbur, Hançer kullanmayı iyi beceririm, Ben Kafkasya toprağında doğdum."
Dedi, ve yok oldu ansızın. Peşi sıra İzlemeye kalkışamazdı prenses. Günahsız kız için anlaşılmaz bu Istıraplı tutkuların dili, Ama sesi tutkuların duyuluyor puslu; Bu ses yabansı, bu ses ürküntülü. Hangi gözyaşları, hangi yakarılar Prensesi kurtarabilir bu yüzkarasından? Acaba neydi bekleyen onu? Acı gençlik çağının tortusunu İğrenç gözdelikle mi geçirecek yoksa? Oh, yüce Tanrı! Keşke Giray Bu bahtsızı içerlek kuytusunda Unutsaydı sonsuza değin
Yahut çabucak gelen sonla Duruverse mutsuz günleri,- Ah, nasıl sevinçle giderdi Mariya Kederli dünyayı geride koyup! Yaşamın değerli anları Geçti çoktan, çoktan o anlar yok! Bu dünyanın neylesin ıssız çölünde? Artık vakittir, Mariya bekleniyor Ve göklere, evrenin sinesine doğru, Öz bir gülümseme ona sesleniyor.
Günler aktı; yok artık Mariya. Bir anda öksüz huzura ulaştı. Çoktan dilediği o dünyayı Yeni bir melek gibi aydınlattı. Ama onu neydi götüren toprağa? Kederi mi onulmaz tutsaklığın, Hastalık mı, başka bir şer mi yoksa?.. Kim bilir, tatlı Mariya yok artık. Ve artık ıssızlandı somurtkan saray!.. Giray sarayını yine boşladı; Yabancı bir sınıra Tatar yığınlarıyla Yine hırçın akınına başladı. Yeniden, savaş boralarında Savruluyor kararmış, kana susamış: Ama hanın yüreğinde başka duyguların Gizleniyor sevinçsiz yalımı.
Sık sık ölüm kalım vuruşmalarında Kılıcını kaldırıyor, ve gerili kalmış Ansızın kımıltısız duruyor, Çılgınlıkla çevresine bakınıyor, Sararıyor, sanki korkudan donmuş, Bir şeyler mırıldanıyor, ve zaman oluyor Irmaklarca içi kan ağlıyor.
Unutulmuş, terkedilmiş aşağsamaya, Harem artık görmüyor hanın çehresini; Orada, yazgılanmışlar acıya, Göz hapsinde donuk bir iğdişin Yaşlanıyor kadınlar. Ve içlerinde Gürcü güzeli yok çoktan: O Haremin dilsiz bekçilerince Sarkıtıldı suların burgacına. Prensesin can verdiği gece, Sona erdi Zarema'nın da çektiği acı. Suçu nice ağır olsa bile, Dehşet vericiydi uğradığı ceza!
Savaş ateşiyle yakıp yıktı Kafkasya'ya yakın diyarları Ve dirlikli kasabalarını Rusya'nın, Han döndü Kırım toprağına Ve anısına bahtsız Mariya'nın Mermerden bir çeşme yaptırdı, Sarayın köşesinde yalnız başına.
Haç ile çatılmış üzerinde Müslümanların hilali (Kuşkusuz, atılgan bir simge, Acıklı kusuru bilisizliğin). Bir yazıt: Yılların kemirmesiyle Henüz silinmemiş yazısı. Yazıtın yabancı hatları ötesinde Mermerde şırıldıyor su. Ve soğuk gözyaşlarının çisesiyle Damlıyor asla susmaksızın. Böyle ağlar yas günlerinde Bir ana savaşta düşen oğlu için. Genç kızları bu ülkenin Eskinin söylencesini öğrendiler, Ve kederli anıtına o devrin Gözyaşı çeşmesi dediler.
Terkedip neden sonra kuzeyi, Uzun zamanlığına unutup zevki sefayı, Gün geldi, dolaştım ben bakımsız Uyuklayan duran Bahçesaray'ı. Issız geçitlerin ortasında Gezdim halkların afeti taşkın Tatarın Coşkun şölenler şölenlediği Ve akınlarının dehşetinden sonra Muhteşem tembelliğinde yüzdüğü yeri. Gönenç soluk alıyor henüz Bomboş odalarında ve bahçelerinde; Suları oynaşıyor, allanıyor gülleri, Ve asmaların kıvrılıyor örgüleri Ve altın ışıldıyor duvarlar üzerinde. Gördüm harap kafeslerini Ki ardında yaşamın ilkbaharında, Devredip kehribar tespihlerini Kadınlar iç çekerlerdi ferahlıkla. Ve gördüm mezarını hanın, Son konutunu hükümdarların. Mermer sarıktan taç giymiş Sin üstü taşları onun, Duru bir söylentiyle seslendirmiş, Sandım, yazgısının tutsusunu. Harem nerede? Nereye yitmiş hanlar? Çevre ıssız, her şey keder vermekte, Her şey başkalaşmış.. ama bunlarla Değildi yüklü o zamanlar yürek:
Fıskiyelerin şırıltısı, güllerin soluyuşu İstemeden eğimlenmiş unutulmaya, Ve istemeden teslim oldu us Sözle anlatılmaz bir heyecana, Uçan gölge halinde saray boyunca Beliriyor yitiyordu karşımda bir kız!
Kimin, ah dostlar, gördüm gölgesini? Deyin: Kimin nazlı tasviri O zaman ısrarla izledi beni, Karşı konulmaz, kaçınılmaz? Mariya'nın berrak ruhu mu Doğdu bana, Zarema mı yoksa Kıskanç soluyup savruluyordu Issızlanmış harem boyunca?
Böyle tatlı bir başka bakış Ve dünyasal güzellik daha anımsıyorum, Hep ona uçuyor benim gönlümün usu, Bu sürgünlüğümde ona özlem doluyum... Çılgın! Yeter! Dinsin çırpınışın, Deşme külünü beyhude özlemlerin, Mutsuz aşkın başkaldıran düşlerine Ödendi artık senin haracın - Yorgun tutsak, diril, Ne kaldı zincirlerinle vedalaşmana Ve dünya üstünde gururlu lirinle Kendi çılgınlığını şarkılamana?
Esin tanrıçasına, barışa tapınan Ben unutup ünü ve sevdayı, Oy, Salgir'in sevinçli kıyıları! Yeniden görürüm sizi yakında. Gelirim içrek anılarla donanmış, Yalı boyu dağlarının eğimine Ve mutlandırır benim tutkulu bakışımı Kırım denizinin dalgaları yine Büyüleyici ülke! Şöleni gözlerin! Can dolu her şey orada: Tepeler, ormanlar, Kehribarı ve yakutu asma üzümlerin, Koyakların sarmalayan alımlılığı Ve akarsuyla kavakların serinliği... Gezginin duyuşunu çağırır her şey, Dingin sabahın sessizliğinde, Dağların arasında, yalı yolu üstünde Alışkınca atı koşarken, Yeşile dönen özsu capcanlı Karşısında ışıldar ve şırıldarken Sarmış Ayı-Dağı'nın yalçınlarını.
|